ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

﴿ اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَم۪ينَۚ ﴿٩٦﴾ ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًاۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًاۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ ﴿٩٧﴾

96-97. İnsanlar için yapılmış olan ilk ev, mübârek olan ve âlemler için hidâyet kaynağı olarak kurulan Mekke’deki Kâbe’dir.* Orada açık alâmetler vardır. Makâm-ı İbrâhim oradadır. Oraya her kim girerse, emniyette olur. Kudreti olanların hac için orayı ziyaret etmeleri, Allah’u Teâlâ’nın insanlar üzerindeki hakkıdır. Her kim inkâr ederse, şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, âlemlerden Ganî’dir (O’nun hiçbir şeye ihtiyâcı yoktur).

İzah: Kâbe hakkında Ebû Zerr Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَيُّ مَسْجِدٍ وُضِعَ فِي الْأَرْضِ أَوَّلُ قَالَ الْمَسْجِدُ الْحَرَامُ قُلْتُ ثُمَّ أَيٌّ قَالَ الْمَسْجِدُ الْأَقْصَى قُلْتُ كَمْ بَيْنَهُمَا قَالَ أَرْبَعُونَ سَنَةً وَأَيْنَمَا أَدْرَكَتْكَ الصَّلَاةُ فَصَلِّ فَهُوَ مَسْجِدٌ (م عن ابى ذر)

″Yâ Resûlallah! Yeryüzünde ilk kurulan mescit hangisidir?″ diye sordum. ″Mescid-i Harâm (Kâbe)″ buyurdu. ″Sonra hangisi?″ dedim. ″Mescid-i Aksâ″ buyurdu. ″Bu ikisinin kuruluşu arasında ne kadar zaman var?″ dedim. ″Kırk sene″ dedi. ″Ondan sonra hangisi?″ deyince de, buyurdu ki: ″Namaz sana nerede yetişirse, namazı orada kıl. İşte orası bir mescittir.″[1]

Bu Âyet-i Kerîme, haccın farz olduğunun açık delilidir. İnkâr eden kâfir olur. Nitekim Allah’u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’de, haccın farziyetini kastederek, her kim inkâr ederse, diye buyururken ″Kefere″ kelimesini kullanmıştır.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bu Âyet-i Kerîme’yi izah ederken şöyle buyurmuştur:

مَنْ مَلَكَ زَادًا وَرَاحِلَةً تُبَلِّغُهُ إِلَى بَيْتِ اللّٰهِ وَلَمْ يَحُجَّ فَلَا عَلَيْهِ أَنْ يَمُوتَ يَهُودِيًّا أَوْ نَصْرَانِيًّا وَذَلِكَ أَنَّ اللّٰهَ يَقُولُ فِي كِتَابِهِ {وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنْ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلًا} (ت عن على)

″Her kim kendisini Beytullah’a ulaştıracak binek ve azığa mâlik (haccetmeye kudreti) olduğu halde haccetmezse, ister Yahudi isterse Hristiyan olarak ölsün. Çünkü Allah’u Teâlâ Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 97’de: ″Kudreti olanların hac için orayı ziyaret etmeleri, Allah’u Teâlâ’nın insanlar üzerindeki hakkıdır″ buyurmuştur.″[2]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَا يُوجِبُ الْحَجَّ قَالَ الزَّادُ وَالرَّاحِلَةُ (ت عن ابن عمر)

Bir adam, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek: ″Yâ Resûlallah! Haccı farz kılan şey nedir?″ diye sordu. Buyurdu ki: ″Azık ve binit (vâsıta) imkânının bulunmasıdır.″[3]

Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün hutbesinde bize şöyle hitap etti:

أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ فَرَضَ عَلَيْكُمْ الْحَجَّ فَحُجُّوا فَقَالَ رَجُلٌ أَكُلَّ عَامٍ يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَسَكَتَ حَتَّى قَالَهَا ثَلَاثًا فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَوْ قُلْتُ نَعَمْ لَوَجَبَتْ وَلَمَا اسْتَطَعْتُمْ ثُمَّ قَالَ ذَرُونِي مَا تَرَكْتُكُمْ فَإِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِكَثْرَةِ سُؤَالِهِمْ وَاخْتِلَافِهِمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ فَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِأَمْرٍ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَيْءٍ فَدَعُوهُ (م ن حم عن ابى هريرة)

″Ey insanlar! Allah’u Teâlâ üzerinize haccı farz kıldı, haccedin″ diye buyurunca, Adamın biri, ″Her sene mi Yâ Resûlallah?″ diye sordu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem sükût etti. O kişi aynı soruyu üçüncü kez tekrar sorunca, buyurdu ki: ″Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, evet deseydim hac üzeri­nize her sene farz olacaktı. Üzerinize farz olsaydı, buna güç yetiremeyecektiniz. Ben sizi bıraktı­ğım sürece siz de beni bırakın. Sizden öncekiler çok soru sormaları ve Peygamberlerine karşı muhalefet etmeleri sebebiyle helâk oldular. Ben size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yettiği kadar tutun. Sizi bir şeyden nehyettiğim zaman da ondan sakının.″[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde şöyle buyurmuştur:

تَعَجَّلُوا إِلَى الْحَجِّ يَعْنِي الْفَرِيضَةَ فَإِنَّ أَحَدَكُمْ لَا يَدْرِي مَا يَعْرِضُ لَهُ (حم عن ابن عباس)

″Farz olan haccı edâ etmekte acele edin. Zîrâ sizden birisi başına ne geleceğini bilemez.″[5]

Yine Âyet-i Kerîme’de geçen ″Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, âlemlerden Ganî’dir″ ifadesi; Allah’u Teâlâ hac yapandan ve yapmayandan Ganî’dir. Yani kimsenin yaptığı ibâdete muhtaç değildir, herkes ona muhtaçtır, demektir. Bu emir, Allah’u Teâlâ’nın Mü’minlere bir rahmeti olup, onları günahlarından arındırmak ve sevâba nâil etmek içindir. Yoksa Allah’u Teâlâ’nın kimsenin ibâdetine ihtiyacı yoktur, demektir.


[1] Sahih-i Müslim, Mesâcid 1; Sahih-i Buhârî, Enbiyâ 10.

[2] Sünen-i Tirmizî, Hac 3.

[3] Sünen-i Tirmizî, Hac 4; Sünen-i İbn Mâce, Menâsik 6.

[4] Sahih-i Müslim, Hac 73 (412 Sünen-i Nesâî, Menasik’ul-Hac 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10199.

[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 2721..