MÜMTEHİNE SÛRESİ

Bu sûre 13 âyettir. Medîne döneminde nâzil olmuştur. Hicret edip Mü’min olduklarını iddia eden kadınların imtihana tâbi tutulmaları emredildiği için kendisine ″İmtihan edilen kadın″ anlamına gelen ″Mümtehine″ ismi verilmiştir. Bu sûreye, ″İmtihan″ ve ″Meveddet″ Sûresi ismi de verilmiştir.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ ﴿١﴾

1. Ey îman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara bir sevgi sebebiyle bâzı haberler ulaştırıyorsunuz. Halbuki onlar size gelen hakkı (Kur’ân’ı) inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a îman ettiğiniz için Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlardı. Siz, Benim yolumda cihat etmek ve Benim rızâmı kazanmak için yurdunuzdan çıktıysanız, onları dost edinmeyin. Siz onlara bir sevgi sebebiyle, sır veriyorsunuz. Halbuki Ben, sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilirim. Sizden her kim bunu yaparsa, şüphesiz doğru yoldan sapmış olur.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair Hz. Ali’den nakledilen Hadis-i Şerif’te, şu hâdise anlatılmıştır:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, benimle Zübeyr ve Mikdâd’ı gönderdi ve ″Hemen Hâh bostanına[1] kadar gidin. Orada mahfe içinde yolcu olan bir kadın var. Yanında da bir mektup var. Çabuk mektubu, o kadından alıp getirin″ buyurdu. Biz hemen çıktık, atlarımızı koşturarak bahçeye vardık. Hakikaten orada kadınla karşılaştık. Kadına:

- Mektubu çıkar, dedik. Kadın:

- Yanımda mektup yoktur, dedi. Kadına:

- Ya mektubu çıkarırsın yahut da elbiseni soyunursun, dedik. Bunun üzerine kadın, mektubu örülü saç bağları arasından çıkardı. Biz de onu Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e getirdik. Bu mektup da:

- Hatıb b. Ebû Beltea’dan, Mekkeli müşriklerden bâzı insanlara! deniliyor ve onlara Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bâzı işlerini haber veriyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz:

- Ey Hatıb! Bu ne? diye sordu. Hatıb:

- Yâ Resûlallah! Üzerime varmakta acele etme. Ben Kureyş içinde alâkası olan bir kimseyim. (Râvi Süfyan: ″Onların müttefiki idi, fakat Kureyş’ten değil idi″ dedi). Maiyetinde bulunan Muhâcirlerin Mekkelilere akrabalıkları vardır. Mekke’deki ailelerini o sebeple himâye ederler. Benim ise Mekkelilere nesep bakımından münasebetim olmadığı için, yakınlarımı himâye edecek bir dost kazanmak istedim. Yoksa ben bunu ne bir küfür, ne dînimden dönmek, ne de İslâm’dan sonra kâfirliğe râzı olmak için yaptım, dedi. Peygamberimiz buyurdu ki:

- Doğru dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:

- Yâ Resûlallah! Beni bırak da şu münafığın boynunu vurayım! dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de:

إِنَّهُ قَدْ شَهِدَ بَدْرًا وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ اللّٰهَ اطَّلَعَ عَلَى أَهْلِ بَدْرٍ فَقَالَ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكُمْ فَأَنْزَلَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ} (م عن على)

- Hatıb, Bedir Harbi’nde hazır bulundu. Ne biliyorsun, Allah’u Teâlâ’nın, Bedir Ehli hakkında bir bildiği var ki onlara: ″Dilediğinizi yapın, Ben sizi bağışladım″ diye buyurdu. İşte bu olay üzerine de Allah’u Teâlâ: ″Ey îman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin...″ diye devam eden Sûre-i Mümtehine, Âyet 1 nâzil olmuştur.[2]

Bedir’e katılan Müslümanların mağfiret edildiğine dair daha geniş bilgi için Sûre-i Enfâl, Âyet 68 ve izahına bakınız.


[1] Burası, Mekke ile Medîne arasında ve Medîne’ye 12 mil mesafede bir yerin adıdır.

[2] Sahih-i Müslim, Fedâil’üs-Sahâbe 36 (161 Sahih-i Buhârî, Cihat 141, Sünen-i Ebû Dâvud, Cihat 98.


﴿ اِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ اَعْدَٓاءً وَيَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ وَاَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّٓوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَۜ ﴿٢﴾

2. Eğer onlar size gâlip gelirlerse, size düşman olurlar ve size fenâlık kastıyla ellerini, dillerini uzatırlar ve sizin kâfirler olmanızı arzu ederler.


﴿ لَنْ تَنْفَعَكُمْ اَرْحَامُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْۚۛ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚ ۛ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿٣﴾

3. (Eğer Peygambere ihânet ederseniz) akrabalarınız ve çocuklarınız mahşer günü size asla fayda vermez. O gün, Allah’u Teâlâ sizinle onların arasını ayırır. Allah’u Teâlâ, bütün yaptıklarınızı görendir.

İzah: Ey îman edenler! Akrabalarınız ve çocuklarınız, Allah’ın düşmanlarını dost edinerek kâfir olmanıza sebep olmasınlar. Zîrâ böyle olursanız, mahşerde ne akrabanız size bir fayda sağlar ,ne de çocuklarınız. Allah’u Teâlâ mahşer gününde sizi birbirinizden ayırır; Allah’a ve Resûlüne itaat edenleri Cennete, isyan edenleri ise Cehenneme koyar. Allah, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir. O, herkese hak ettiğinin karşılığını verecek, demektir.

Kâfirlerin dost edinilmemesi hakkında yine Sûre-i Mâide, Âyet 51’de Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

″Ey îman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Çünkü onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse, muhakkak o da onlardandır. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, o zâlimler olan kavme hidâyet etmez.″

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

اَلْمَرْءُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ فَلْيَنْظُرْ أَحَدُكُمْ مَنْ يُخَالِلْ (حم هب ك عن ابى هريرة)

″Kişi dostunun dîni üzeredir. Bu nedenle kişi kiminle dost olacağına dikkat etsin.″[1]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8065; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7868.


﴿ قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَدًا حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ ﴿٤﴾

4. Muhakkak ki, sizin için İbrâhim’de ve onunla beraber bulunanlarda güzel bir numune vardır. O vakit onlar kavimlerine: ″Biz sizden ve sizin Allah’ı bırakıp da tapmakta olduğunuz şeylerden uzağız. Sizi (dîninizi ve taptığınız putları) inkâr ettik. Siz, yalnız bir Allah’a îman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli düşmanlık ve buğuz olacaktır.″ İbrâhim’in, babasına (Âzer’e): ″Elbette senin için Allah’tan bağışlanmanı dile­yeceğim. Fakat senin için Allah’tan hiçbir şeye mâlik olamam″ demesi müstesnâ. Ve onlar dediler ki: ″Ey Rabbimiz! Sana tevekkül ettik ve Sana yöneldik. Dönüş de ancak Sanadır!″

İzah: İbrâhim Aleyhisselâm’ın, babası Âzer için Allah’tan af dilemesi, vaadden başka bir şey değildi. Bu husus Sûre-i Tevbe, Âyet 114’te: ″İbrâhim’in, babası (Âzer) için af dilemesi ise, ancak ona yapmış olduğu bir vaadden dolayı idi…″ diye açıkça geçmektedir.


﴿ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٥﴾

5. Ey Rabbimiz! Kâfirleri bize üstün kılarak, bu şekilde bizleri imtihan etme. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz Sen her şeye gâlipsin, hüküm ve hikmet sahibisin.


﴿ لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪يهِمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَۜ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ۟ ﴿٦﴾

6. Yemin olsun ki sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar için İbrâhim’de ve onunla beraber bulunanlarda güzel bir numune vardır. Her kim (Allah’ın emrinden) yüz çevirirse, şüphesiz ki Allah’u Teâlâ hiçbir şeye muhtaç değildir, hamde lâyık olandır.


﴿ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةًۜ وَاللّٰهُ قَد۪يرٌۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٧﴾

7. Umulur ki Allah’u Teâlâ, sizinle düşman olduğunuz kimseler arasında bir sevgi yaratır. Allah’u Teâlâ her şeye kâdirdir. Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

İzah: İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur: Âyet-i Kerîme’de geçen bu sevgi, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in, Ebû Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe ile evliliğidir. O, daha önce Abdullah b. Cahş’ın nikâhı altında idi. O ve kocası Habeşistan’a hicret edenlerdendir. Ümmü Habibe’nin kocası orada ölünce, yalnız kalıp çok mağdur oldu. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem onun oradaki mağduriyetini gidermek için Necâşi’ye haber gönderip, Ümmü Habibe’yi kendisine gıyâben nikâhlamasını istedi. Bu şekilde nikâhlanınca, Sûre-i Ahzâb, Âyet 6’da: Peygamber, Mü’minlere kendi canlarından daha evlâdır. Onun zevceleri de Mü’minlerin anneleridir… diye geçtiği üzere Ümmü Habibe, oradaki bütün Ashâbın annesi hükmünde oldu. Böylece Ashâb-ı Kirâm rahat bir şekilde onunla ilgilenip ihtiyaçlarını görmüş ve onun da bu şekilde mağduriyeti ortadan kalkmış oldu.

Bu husus nakledilen bir hadiste şöyle anlatılmaktadır:

أَنَّهَا كَانَتْ تَحْتَ عُبَيْدِ اللّٰهِ بْنِ جَحْشٍ فَمَاتَ بِأَرْضِ الْحَبَشَةِ فَزَوَّجَهَا النَّجَاشِيُّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَمْهَرَهَا عَنْهُ أَرْبَعَةَ آلَافٍ وَبَعَثَ بِهَا إِلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَعَ شُرَحْبِيلَ ابْنِ حَسَنَةَ وَكَتَبَ بِذَلِكَ إِلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَبِلَ (د عن ام حييبة والزهرى)

Ümmü Habibe, Ubeydullah İbn-i Cahş’ın nikâhı altında idi. Ubeydullah Habeşistan’da vefât etti. Hz. Necâşi, onu Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e nikâhladı. Ve Resûlullah’a bedel, Ümmü Habibe’ye dört bin dirhem mehir verdi. Sonra onu, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e Şürahbil İbn-i Hasene ile birlikte gönderdi ve mehir miktarını Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e mektupla bildirdi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem aynen kabul etti.[1]

O zaman müşrik olan Ebû Süfyan, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendi kızıyla nikâhlandığını haber alınca, ″Bu zât, üstün ve şerefli bir erkektir″ demiştir.

Mekke’nin fethi sırasında müşriklerden bir kısmı savaşta öldürül-müştü. Diğerlerine de silahlarınızı bırakarak Müslüman olun çağrısı yapıldı. Bunun üzerine Ebû Süfyan da dâhil müşrikler, silahlarını bırakarak Müslüman oldular. Mü’minler ile sonradan kılıç zoruyla Müslüman olanlar arasında Bedir, Uhud, Hendek ve Hudeybiye gibi hâdiselerden kaynaklanan bir düşmanlık vardı. Bu sebeple onlar, Müslüman olmalarına rağmen birbirlerine tam olarak ısınamıyorlardı. Ebû Süfyan, Mekke’nin hem beyi hem de onların sözcüsü idi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Ebû Süfyan’ın kızıyla nikâh yaparak akraba olması, Mü’minler ile Mekke’nin Fethinde Müslüman olanlar arasındaki soğukluğun giderilmesine sebep oldu. İşte Âyet-i Kerîme’de: ″Umulur ki Allah’u Teâlâ, sizinle düşman olduğunuz kimseler arasında bir sevgi yaratır…″ diye buyurduğu hâdise budur.


[1] Sünen-i Ebû Dâvud, Nikah 29.


﴿ لَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ اَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُٓوا اِلَيْهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ ﴿٨﴾

8. Allah’u Teâlâ, sizinle din hususunda savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış kimselere iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, âdil olanları sever.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebi Abdullah b. Zübeyr Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk câhiliye dö­neminde Kuteyle adındaki hanımını boşamıştı. Kuteyle, Hz. Ebû Bekir’in kızı Hz. Esmâ’nın annesidir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile Kureyş kâfirleri arasındaki barış antlaşması dö­neminde Kuteyle yanlarına geldi. Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ’ya bir küpe ve bâzı şeyler hediye etti. Hz. Esmâ, bu hediyeleri kabul etmek istemediğin­den Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e giderek durumu ona anlattı. Bunun üzerine: ″Allah’u Teâlâ, sizinle din hususunda savaşmamış ve sizi yurdunuzdan çıkarmamış kimselere iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz…″ diye devam eden Âyet-i Kerîme nâzil oldu.


﴿ اِنَّمَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَاَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ اَنْ تَوَلَّوْهُمْۚ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿٩﴾

9. Allah’u Teâlâ, ancak sizinle din hususunda savaşan, sizi yurdunuzdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Her kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir.


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِهِنَّۚ فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِۜ لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ وَاٰتُوهُمْ مَٓا اَنْفَقُواۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِۜ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿١٠﴾

10. Ey îman edenler! Size Muhâcir olarak Mü’min kadınlar gelirse, onları imtihan edin. Allah’u Teâlâ, onların îmanlarını daha iyi bilir. Onların Mü’min olduklarına kanaat getirirseniz, artık onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne onlar kâfirlere helâldir, ne de kâfirler onlara helâldir. Kendilerine verilen mehirlerin misillerini de kâfir olan kocalarına iâde edin. Ve tarafınızdan ayrıca mehirlerini kendilerine verirseniz, onları nikahla almakta sizin için bir vebâl yoktur. Zevcelerinizden dinden dönerek müşrik olanları, yanınızda tutmayın ve kâfirlere katılanlara, verdiğiniz mehirleri geri isteyin ve müşrikler de, îman edip İslam’a katılan ve hicret eden kadınlara verdikleri mehri sizden istesinler. İşte bu, Allah’ın hükmüdür. Aranızda böyle hükmeder. Allah’u Teâlâ her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

Hudeybiye’de Kureyş müşrikleri ile Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ken­disine gelen Mekkelileri onlara geri vermek üzere antlaşma yapmış idi. Antlaşma­nın yazılışından sonra Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem henüz Hudeybiye’de bulunuyorken el-Haris kızı Eslemli Saîde geldi. Kâfir olan kocası Sayfî b. er-Rahib gelip, ″Yâ Muhammed! Bana hanımımı geri ver, çünkü sen bu şartla antlaşma yapmış bulunuyor­sun. İşte henüz yazışmamızın mührü daha kurumadı″ dedi. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ bu âyeti indirdi ve böyle Mü’min olarak gelen kadınların geri iâde edilmelerini yasakladı.

Yine bu hususta Abdullah İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre, şöyle buyrulmuştur:

فِي قَوْلِهِ تَعَالَى {إِذَا جَاءَكُمْ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّ} قَالَ كَانَتْ الْمَرْأَةُ إِذَا جَاءَتْ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِتُسْلِمَ حَلَّفَهَا بِاللّٰهِ مَا خَرَجْتُ مِنْ بُغْضِ زَوْجِي مَا خَرَجْتُ إِلَّا حُبًّا لِلَّهِ وَلِرَسُولِهِ (ت عن ابن عباس)

″Ey îman edenler! Size Muhâcir olarak Mü’min kadınlar gelirse, onları imtihan edin…″ diye devam eden Sûre-i Mümtehine, Âyet 10 nâzil olunca, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bir kadın, Müslüman olarak geldiğinde kendisinden Allah için şöyle yemin alırdı: ″Ben, kocamı sevmediğimden dolayı değil, sâdece Allah ve Resûlünü sevdiğimden dolayı hicret edip geldim.″[1]

Yine bu Âyet-i Kerîme’de Mü’min kadınlarla ilgili olarak, ″Ne onlar kâfirlere helâldir, ne de kâfirler onlara helâldir″ diye geçtiği üzere Mü’min kadınlar, hiçbir kâfirle evlenemez. Bu kâfirler, Ehl-i Kitap’tan da olsa hüküm böyledir.

Ancak Ehl-i Kitap’tan iffetli olan kadınlarla Mü’min erkeklerin evlenmesi helâldir. Bu husus Sûre-i Mâide, Âyet 5’te: ″… Ehl-i Kitap’tan olan hür ve iffetli kadınlarla evlenmeniz de size helâldir…″ diye açık bir şekilde geçmektedir.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

نَتَزَوَّج نِسَاء أَهْل الْكِتَاب وَلَا يَتَزَوَّجُونَ نِسَاءَنَا (ابن جرير الطبرى، جامع البيان عن جابر بن عبد اللّٰه)

″Biz, Ehl-i Kitab’ın kadınlarıyla evlenebiliriz, fakat onlar Müslüman kadınlarla evlenemezler.″[2]

İşte bu emirlerden dolayı Müslüman kadının, hem Ehl-i Kitap ile hem de diğer kâfirlerle evlenmesi veya evlendirilmesi kesin olarak haramdır.


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 61.

[2] İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 4, s. 367.


﴿ وَاِنْ فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ اِلَى الْكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَاٰتُوا الَّذ۪ينَ ذَهَبَتْ اَزْوَاجُهُمْ مِثْلَ مَٓا اَنْفَقُواۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ ﴿١١﴾

11. Eğer zevcelerinizden biri (dinden dönüp) kâfirlere gider de, o zevcelerinizin mehirlerini kâfirler vermezlerse, sonra siz ganîmet malı elde ederseniz, kâfirlere katılan o kadınlara vaktiyle vermiş oldukları mehrin mislini (Mü’min) kocalarına verin. Kendisine îman ettiğiniz Allah’tan korkun.

İzah: Ey îman edenler! Şâyet sizin zevcelerinizden biri kâfirlere kaçar, onlar da, zevceleriniz için verdiğiniz mehirleri size geri vermezlerse, siz de sa­vaşarak kâfirlerden bir gânimet malı elde ederseniz, bu maldan, zevceleri kaçan Müslümanların, zevcelerine ver­dikleri mehirleri kadarını onlara verin. Bu emri yerine getirme hususunda, kendisine îman ettiğiniz Allah’tan korkun, anlamındadır.


﴿ يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـًٔا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢﴾

12. Ey Peygamber! Mü’min kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zinâ etmemek, çocuklarını öldür-memek, gayr-i meşrû olarak başkasından doğurdukları çocukları kocalarına nispet etmemek ve Allah’a itaati gerektiren hususlarda sana isyan etmemek üzere sana biat için gelirlerse, onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

İzah: Ubâde İbn-i es-Sâmit Radiyallâhu anhu, kadınların biatı hakkında şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

كُنَّا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي مَجْلِسٍ فَقَالَ بَايِعُونِي عَلَى أَنْ لَا تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ شَيْئًا وَلَا تَسْرِقُوا وَلَا تَزْنُوا وَقَرَأَ هَذِهِ الْآيَةَ كُلَّهَا فَمَنْ وَفَى مِنْكُمْ فَأَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِ وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا فَعُوقِبَ بِهِ فَهُوَ كَفَّارَتُهُ وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا فَسَتَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ إِنْ شَاءَ غَفَرَ لَهُ وَإِنْ شَاءَ عَذَّبَهُ (خ عن عبادة بن الصامت)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda idik. ″Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, zinâ etmemek, hırsızlık yapmamak üzere bana biat eder misiniz?″ deyip kadınların biatı hakkındaki Sûre-i Mümtehine, Âyet 12’yi okudu. Sizden bu şartlara tamamiyle bağlı kalanın mükâfatını Allah’u Teâlâ verecektir. Kim şartlara uymayarak bunlardan herhangi birisini iş­leyecek olur da bunun cezâsını çekerse, bu onun için bir keffâret olur. Kim bunlardan herhangi birisini işleyip Allah’u Teâlâ da onu örtecek olursa cezâsı Al­lah’a aittir. Dilerse ona azap eder, dilerse de onun bu günahını bağışlar.[1]


[1] Sahih-i Buhârî, Hudûd 9.


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ ﴿١٣﴾

13. Ey îman edenler! Kendilerine Allah’ın gazap ettiği bir kavmi dost edinmeyin. Kâfirlerin, kabirdekilerden ümitlerini kestikleri gibi onlar da âhiretten ümitlerini kesmişlerdir.

İzah: Allah’ın gazabına uğrayan Ehl-i Kitap ve diğer kâfirler, dünyâyı tercih edip İslâm’ı inkâr ettikleri için, âhiret hayatındaki nîmetlerden ümitlerini kesmişler­dir. Kâfirlerin, ölülerinin tekrar dirileceklerinden ümitlerini kestikleri gibi.