HUCURÂT SÛRESİ

Bu sûre 18 âyettir. Medîne döneminde nâzil olmuştur. Kur’ân’ın mufassal diye bilinen kısa sûreleri, bu sûre ile başlar. İsmini, 4. âyetinde ″Odalar″ anlamına gelen ″Hucurât″ kelimesinden almıştır. Bu odalar ile de Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mescid-i Nebevî’deki evi olarak kullandığı odalar kastedilmiştir.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿١﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿٢﴾

1-2. Ey îman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, her şeyi işiten ve bilendir.* Ey îman edenler! Seslerinizi, Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi, onunla da yüksek sesle konuşmayın. Yoksa amelleriniz boşa gider de farkında bile olmazsınız.

İzah: Bu âyetlerin nüzul sebebine dair Abdullah b. ez-Zübeyr Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

أَنَّهُ قَدِمَ رَكْبٌ مِنْ بَنِي تَمِيمٍ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ أَمِّرْ الْقَعْقَاعَ بْنَ مَعْبَدٍ وَقَالَ عُمَرُ بَلْ أَمِّرْ الْأَقْرَعَ بْنَ حَابِسٍ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ مَا أَرَدْتَ إِلَى أَوْ إِلَّا خِلَافِي فَقَالَ عُمَرُ مَا أَرَدْتُ خِلَافَكَ فَتَمَارَيَا حَتَّى ارْتَفَعَتْ أَصْوَاتُهُمَا فَنَزَلَ فِي ذَلِكَ { يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ اللّٰهِ وَرَسُولِهِ } حَتَّى انْقَضَتْ الْآيَةُ (خ عن عبد اللّٰه بن الزبير)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına Temim-oğullarından bir kafile gelmişti. Hz. Ebû Bekir: ″el-Ka’ka b. Mabedi bunlara emir tayin et″ dedi. Hz. Ömer de: ″el-Akra’ b. Habis’i emir tayin et″ dedi. Bu sefer Hz. Ebû Bekir: ″Senin maksadın sâdece bana muhalefet etmektir″ dedi. Hz. Ömer: ″Hayır, sana muhalefet etmek istemedim″ dedi. Tartışmaları böylece sürüp gitti ve nihâyet Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda seslerini yükselttiler. İşte bunun üzerine Sûre-i Hucurât, Âyet 1-2 nâzil oldu.[1]

İmam Kurtubî Hazretleri, bu âyetleri açıklarken şöyle buyurmuştur:

- Sesi yükseltmekten ya da bağırmaktan maksat, hafife almak ve küçümsemek kastı ile sesin yükseltilmesi değildir. Çünkü Resûlullah’a karşı böyle bir davranış küfürdür. Bu buyruğa muhatab olanlar ise Mü’minlerdir. Burada maksat, bizzat sesin ken­disidir. Büyük şahsiyetlere karşı saygı ve onlara karşı gösterilmesi gereken tâzime uygun düşmeyen yüksek ton ile çıkartılan sesin kendisidir.

Nitekim bir Hadis-i Şerif’te, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Huneyn Günü insanlar bozguna uğrayıp kaçtıklarında Abbas Radiyallâhu anhu’ya: ″İnsanlara yüksek sesle bağır″ diye buyurmuştur. Çünkü Hz. Abbas, insanlar arasında sesi en yüksek olanlardan birisi idi. İşte bu gibi durumlar, müstesnâdır. Bu gibi hallerde sesi yükseltmenin bir sakıncası yoktur.[2]


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Hucurât 1.

[2] Huneyn savaşı hakkında Sûre-i Tevbe, Âyet 25-27 ve izahına bakınız.


﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿٣﴾

3. Resûlullah’ın huzurunda seslerini kısarak konuşanlar, Allah’u Teâlâ’nın, kalplerini takvâ için imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair Abdullah b. ez-Zübeyr Radiyallâhu anhu dedi ki:

فَنَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةَ {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ} قَالَ فَكَانَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ بَعْدَ ذَلِكَ إِذَا تَكَلَّمَ عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَمْ يُسْمِعْ كَلَامَهُ حَتَّى يَسْتَفْهِمَهُ (ت عن ابن الزبير)

Ey îman edenler! Seslerinizi, Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın…″ diye devam eden Sûre-i Hucurât, Âyet 2 nâzil olunca, Hz. Ömer, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda konuşurken gizli konuşan bir kişi gibi gâyet alçak sesle konuşur­du, hattâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem anlamazdı da ne dediğini sorup anla­mak isterdi.[1] İşte bunun üzerine de, Resûlullah’ın huzurunda seslerini kısarak konuşanlar, Allah’u Teâlâ’nın, kalplerini takvâ için imtihan ettiği kimselerdir…diye devam eden Sûre-i Hucurât, Âyet 3 nâzil olmuştur.


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 50; Rudani, Cemul-Fevâid, Hadis No: 7225.


﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٤﴾

4. Ey Resûlüm! Seni odaların dışından çağıranların çoğu düşüncesiz kimselerdir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme, Temimoğullarına mensup bedevîler hakkında nâzil olmuştur. Onlardan bir heyet, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kaylule uykusuna çekildiği zaman, yani öğle uykusunda iken gelmişler ve Peygamber Efendimize odasının dışından: ″Yâ Muhammed, Yâ Muhammed! Yanımıza gel″ diye bağırmaya başlamışlar. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de uyanıp yanlarına gitmişti. Bu olay üzerine de bu Âyet-i Kerîme nâ­zil olmuştur.

Bu husus Zeyd b. Erkam Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle geçmektedir:

جَاءَ نَاسٌ مِنَ الْعَرَبِ فَقَالُوا انْطَلِقُوا بنا إِلَى هَذَا الرَّجُلِ فَإِنْ يَكُ نَبِيًّا فَنَحْنُ أَسْعَدُ النَّاسِ بِهِ وَإِنْ كَانَ مَلِكًا عِشْنَا فِي جَنَاحِهِ فَانْطَلَقْتُ إِلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَخْبَرْتُهُ بِمَا قَالُوا ثُمَّ جَاءُوا إِلَى حُجَرِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَجَعَلُوا يُنَادُونَ يَا مُحَمَّدُ يَا مُحَمَّدُ قَالَ فَأَنْزَلَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ {إِنَّ الَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَاءِ الْحُجُرَاتِ أَكْثَرُهُمْ لا يَعْقِلُونَ} وَأَخَذَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِأُذُنِي وَقَالَ لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ قَوْلَكَ يَا زَيْدُ (طب عن زيد بن ارقم)

Araplardan birtakım insanlar geldi ve şöyle dedi­ler: ″Haydi şimdi şu adama gidelim, eğer gerçekten Peygamber ise, onunla biz insanların en mutlusu oluruz. Eğer kral ise onun himâyesinde yaşarız.″ Hemen Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gidip dediklerini ona haber verdim. Daha sonra onlar, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in evlerine gelip dışardan, ″Yâ Muhammed, Yâ Muhammed!″ diye bağırmaya başladılar. Bunun üzerine: ″Ey Resûlüm! Seni odaların dışından çağıranların çoğu düşüncesiz kimselerdir″ mealindeki Sûre-i Hucurât, Âyet 4 nâzil oldu. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem kulağımdan tutup, ″Allah seni doğruladı Yâ Zeyd!″ dedi.[1]


[1] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 4980.


﴿ وَلَوْ اَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتّٰى تَخْرُجَ اِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥﴾

5. Eğer onlar, sen onların yanına çıkıncaya kadar sabretselerdi, kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhametlidir.


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ جَٓاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ۬ فَتَبَيَّنُٓوا اَنْ تُص۪يبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِم۪ينَ ﴿٦﴾

6. Ey îman edenler! Eğer size bir fâsık, bir haber getirirse, onu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme eziyet edersiniz de, sonra yaptığınıza pişman olursunuz.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebi, Hâris b. Dırâr el-Huzâî Radiyallâhu anhu’dan nakledildiğine göre, şöyledir:

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hâris’e, kavminin zekâtını toplamak üzere birini göndereceğini vaad etti. Bunun üzerine Hâ­ris kavminden zekâtı topladı, verilen sözün zamanı geldi. Fakat kimse zekâtı alma­ya gelmedi. Bunun üzerine Hâris, kavmiyle birlikte Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gitmek üzere yola çıktılar. Bu sı­rada Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, onların zekâtını almak için Ukbe b. Velid’i gönderdi. Velid yola revan oldu, yolun bir kısmından geri döndü. Çünkü onları grup hâlinde gelirken gördüğünde korkmuş­tu. Dedi ki: ″Hâris bana zekât vermedi, üstelik beni öldürmek istedi.″ Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hâris’e küçük bir müfreze gönderdi. Müfreze, Hâris ve kavmi ile yolda karşılaşınca, Hâris: ″Nereye böyle?″ diye sordu. Onlar da: ″Sana geliyorduk″ dediler. Hâris: ″Neden?″ dedi. Onlar da dedi ki: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Velid b. Ukbe’yi sana gönderdi. O geri gelip senin ona zekât vermediğini, üstelik onu öldürmek istediğini söyledi.″ Hâris: ″Hayır, Muhammed’i hak ile gönderene yemin ederim ki, ben onu ne gördüm ve ne de o bana geldi″ dedi. Sonra Hâris, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına girince, Peygamberimiz ona:

مَنَعْتَ الزَّكَاةَ وَأَرَدْتَ قَتْلَ رَسُولِي قَالَ لَا وَالَّذِي بَعَثَكَ بِالْحَقِّ مَا رَأَيْتُهُ وَلَا أَتَانِي وَمَا أَقْبَلْتُ إِلَّا حِينَ احْتَبَسَ عَلَيَّ رَسُولُ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَشِيتُ أَنْ تَكُونَ كَانَتْ سَخْطَةً مِنَ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ وَرَسُولِهِ قَالَ فَنَزَلَتْ الْحُجُرَاتُ {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَإٍ فَتَبَيَّنُوا أَنْ تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ} إِلَى هَذَا الْمَكَانِ {فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَنِعْمَةً وَاللّٰهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ} (حم عن الحارث بن ابى ضرار الخزاعى)

″Sen zekât vermedin, üstelik sana gönder­diğim elçimi de öldürmek istedin öyle mi?″ dedi. Hâris: ″Hayır, vallâhi! Seni hak ile gönderene yemin ederim ki ben, onu ne gördüm, ne de o ba­na geldi. Elçinin bana gelmesi verilen zaman­da gecikince, Allah ve Resûlünün bana gazap etmesinden korkarak ben sana geldim″ dedi. İşte bu olay üzerine: ″Ey îman edenler! Eğer size bir fâsık, bir haber getirirse, onu araştırın…″ diye devam eden Sûre-i Hucurât, Âyet 6-8 nâzil oldu.[1]

Yine bu konuda Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

كَفَى بِالْمَرْءِ كَذِبًا أَنْ يُحَدِّثَ بِكُلِّ مَا سَمِعَ (م عن ابى هريرة)

″Her işittiğini söylemek, insana yalan olarak yeter.″[2]

Bir kimsenin, duyduğu herhangi bir sözle hareket etmemesi, mutlaka araştırıp doğruluğundan emin olması gerekir.

Bu husus Sûre-i İsrâ, Âyet 36’da da şöyle geçmektedir:

″Hakkında bilmediğin bir şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların her birinin fiilinden sahibi mesuldür.″


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 17731; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7228.

[2] Sahih-i Müslim, Mukaddime 3 (5 Riyâz’üs-Sâlihin, Hadis No: 1577.


﴿ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ ف۪يكُمْ رَسُولَ اللّٰهِۜ لَوْ يُط۪يعُكُمْ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنَ الْاَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ ﴿٧﴾ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَنِعْمَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿٨﴾

7-8. Bilin ki, aranızda Resûlullah vardır. Birçok işlerde görüşünüze tâbi olsaydı, elbette helâke düşmüş olurdunuz. Lâkin Allah’u Teâlâ size îmanı sevdirdi ve onu kalbinizde güzel gösterdi. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı da size çirkin gösterdi. İşte onlar, hidâyete nâil olanlardır.* Bu, Allah’u Teâlâ’dan bir lütuftur ve bir nîmettir. Allah’u Teâlâ her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İzah: Ebû Saîd Radiyallâhu anhu: ″Bilin ki, aranızda Resûlullah vardır. Birçok işlerde görüşünüze tâbi olsaydı, elbette helâke düşmüş olurdunuz …″ diye devam eden Sûre-i Hucurât, Âyet 7’yi okudu ve şöyle yorumladı:

هَذَا نَبِيُّكُمْ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُوحَى إِلَيْهِ وَخِيَارُ أَئِمَّتِكُمْ لَوْ أَطَاعَهُمْ فِي كَثِيرٍ مِنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُوا فَكَيْفَ بِكُمْ الْيَوْمَ (ت عن ابى سعيد الخدرى)

″İşte Peygamberiniz Sallallâhu aleyhi ve sellem, kendi­sine vahy olunuyor. Liderlerinizin en iyisidir. Eğer o, birçok işlerde Ashâba uysaydı, onlar mutlaka kötü duruma düşerlerdi. Ya sizin hâliniz nice olur?″[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 50.


﴿ وَاِنْ طَٓائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اقْتَتَلُوا فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَاۚ فَاِنْ بَغَتْ اِحْدٰيهُمَا عَلَى الْاُخْرٰى فَقَاتِلُوا الَّت۪ي تَبْغ۪ي حَتّٰى تَف۪ٓيءَ اِلٰٓى اَمْرِ اللّٰهِۚ فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ ﴿٩﴾

9. Mü’minlerden iki taife birbiriyle savaşırlarsa, aralarını düzeltin. Bunlardan biri diğerine karşı haddi aşarsa, Allah’ın emrine dönünceye kadar, haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer Allah’ın emrine dönerse, aralarını adâletle düzeltin ve her işinizde adâletle hareket edin. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, adâletli olanları sever.

İzah: Mücâhid Hazretleri, her ikisi de Müslüman olan Evs ile Hazreç kabileleri arasındaki bir anlaşmazlık üzerine bu Âyet-i Kerîme’nin nâzil olduğunu söylemiştir.


﴿ اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ فَاَصْلِحُوا بَيْنَ اَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ۟ ﴿١٠﴾

10. Mü’minler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’tan korkun ki, size merhamet edilsin.

İzah: Allah’u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’de, Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini emretmektedir.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ وَلَا تَحَسَّسُوا وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا تَنَافَسُوا وَلَا تَحَاسَدُوا وَلَا تَبَاغَضُوا وَلَا تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللّٰهِ إِخْوَانًا كَمَا أَمَرَكُمْ الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ لَا يَظْلِمُهُ وَلَا يَخْذُلُهُ وَلَا يَحْقِرُهُ التَّقْوَى هَاهُنَا التَّقْوَى هَاهُنَا وَيُشِيرُ إِلَى صَدْرِهِ بِحَسْبِ امْرِئٍ مِنَ الشَّرِّ أَنْ يَحْقِرَ أَخَاهُ الْمُسْلِمَ كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَامٌ دَمُهُ وَعِرْضُهُ وَمَالُهُ إِنَّ اللّٰهَ لَا يَنْظُرُ إِلَى أَجْسَادِكُمْ وَلَا إِلَى صُوَرِكُمْ وَاَعْمَالِكُمْ وَلَكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ (خ م عن ابى هريرة)

″Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır. Başkaları hakkında zanla konuşanı dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı övünüp kibirlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Allah’ın size emrettiği gibi kardeş olun. Müslüman, Müslümanın kardeşidir; ona haksızlık etmez, onu yardımsız bırakmaz, küçük görmez.″ Resûlü Ekrem göğsüne işâret ederek buyurdu ki: ″Takvâ buradadır, takvâ buradadır! Kişinin, Müslüman kardeşini hor görmesi şer olarak ona yeter. Müslümanın Müslüman üzerine kanı, ırzı ve malı haramdır. Şüphesiz Allah, sizin cesetlerinize, sûretlerinize ve amellerinize bakmaz. Lâkin kalplerinize bakar.″[1]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى (خ م عَنِ النعمان بن بشير)

″Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الْمُؤْمِنَ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا وَشَبَّكَ أَصَابِعَهُ (خ عن ابى موسى)

″Şüphesiz bir Mü’min, diğer bir Mü’min için birbirine kaynamış binaya benzerler. (Râvi der ki:) Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bunu söylerken parmaklarını birbirine geçirdi.″[3]

Bu hususta Ebû Bekre Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

رَأَيْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى الْمِنْبَرِ وَحَسَنٌ مَعَهُ وَهُوَ يُقْبِلُ عَلَى النَّاسِ مَرَّةً وَعَلَيْهِ مَرَّةً، وَيَقُولُ: إِنَّ ابْنِي هَذَا سَيِّدٌ وَلَعَلَّ اللّٰهَ أَنَّ يُصْلِحَ بِهِ بَيْنَ فِئَتَيْنِ مِنَ الْمُسْلِمِينَ (خ عن ابى بكرة)

Hz. Hasan çocuk iken Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem minber üzerinde onu yanına alarak bir kere cemaate, diğer bir defa da Hz. Hasan’dan yana dönüp ona işâret ederek, ″Bu benim oğlumdur, şeref sahibi bir Efendidir. Umarım ki Allah’u Teâlâ, oğlumun sebebi ile yakında Müslümanlardan iki büyük fırkanın arasını ıslah edecek″[4] buyurdu.[5]

Adâletli olanlar hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الْمُقْسِطِينَ عِنْدَ اللّٰهِ عَلَى مَنَابِرَ مِنْ نُورٍ عَنْ يَمِينِ الرَّحْمَنِ عَزَّ وَجَلَّ وَكِلْتَا يَدَيْهِ يَمِينٌ الَّذِينَ يَعْدِلُونَ فِي حُكْمِهِمْ وَأَهْلِيهِمْ وَمَا وَلُوا (م عبد اللّٰه بن عمرو)

″Âdil davrananlar, mahşer günü Allah katında Arş’ın sağında nûrdan minberler üzerindedirler. Onlar; hükümlerinde, aileleri hakkında ve üstlendikleri görevlerde adâletli davrananlardır.″[6]


[1] Sahih-i Buhârî, Edeb 63, Nikâh 45; Sahih-i Müslim, Birr 10 (32-33 Riyâz’üs-Sâlihîn, Hadis No: 1601.

[2] Sahih-i Buhârî, Edeb 27.

[3] Sahih-i Buhârî, Salat 87, Mezâlim 5.

[4] Hadiste geçen iki fırkadan biri, Hz. Hasan Efendimize tâbi olanlardı, diğeri de Hz. Muâviye’ye tâbi olanlardı. Hz. Ali Efendimiz vefat edince, ona tâbi olanlar, Hz. Hasan Efendimizi halife olarak ilan ettiler. Hz. Muâviye taraftarı olanlarda, onu halife ilan ettiler. Böylece bu iki taraf arasında büyük bir husûmet oldu. İki tarafın ordusu karşı karşıya geldi. Hz. Hasan Efendimiz, bu olayı sükûnete erdirebilmek için büyük bir vakarla ve engin gönüllülükle halifelikten vazgeçip, Hz. Muâviye’ye biat etti ve kendisine tâbi olanlar da biat etti. Böylece hiç kan dökülmeden birlik ve sukûnet sağlanmış oldu. Resûlullah Efendimizin söylediği bu hâdise gerçekleşmiş oldu.

[5] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecridi Sarih, Hadis No: 1159.

[6] Sahih-i Müslim, İmâre 5 (18).


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَٓاءٌ مِنْ نِسَٓاءٍ عَسٰٓى اَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّۚ وَلَا تَلْمِزُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْاَلْقَابِۜ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْا۪يمَانِۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿١١﴾

11. Ey îman edenler! Sizden bir kavim, diğer bir kavimle alay etmesin. Belki alay edilen kavim, Allah katında alay edenden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesin. Belki alay edilen kadınlar, Allah katında alay eden kadınlardan daha hayırlıdır. Siz, birbirinizi ayıplamayın ve birbirinize kötü lakap takmayın. Îmandan sonra fâsıklıkla adlanmak ne kötüdür. Böyle yapıp da tevbe etmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında Ebû Cubeyre b. ed-Dahhâk Radiyallâhu anhu şöyle anlatmaktadır:

فِينَا نَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةُ فِي بَنِي سَلَمَةَ {وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ} قَالَ قَدِمَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلَيْسَ مِنَّا رَجُلٌ إِلَّا وَلَهُ اسْمَانِ أَوْ ثَلَاثَةٌ فَجَعَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ يَا فُلَانُ فَيَقُولُونَ مَهْ يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّهُ يَغْضَبُ مِنْ هَذَا الِاسْمِ فَأُنْزِلَتْ هَذِهِ الْآيَةُ { وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ} (د عن أبى جبيرة بن الضحاك)

″Birbirinize kötü lakap takmayın″ diye geçen Âyet-i Kerîme, biz Selemeoğulları hakkında nâzil oldu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bize geldi; aramızda bir ya da iki hattâ üç isimli olmayan hiçbir adam yoktu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: (Farkında olmadan) ″Ey filan!″ derdi. Onlar: ″Dikkatli ol Yâ Resûlallah! O bu isimden öfkelenir″ derlerdi. Bunun üzerine Sûre-i Hucurât, Âyet 11’deki: ″Birbirinize kötü lakap takmayın. Îmandan sonra fâsıklıkla adlanmak ne kötüdür″ buyruğu nâzil oldu.[1]

Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebeplerinden bir diğeri de İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre şöyledir:

إِنَّ صَفِيَّة بِنْت حُيَيّ بْن أَخْطَب أَتَتْ رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ: يَا رَسُول اللّٰه إِنَّ النِّسَاء يُعَيِّرْنَنِي وَيَقُلْنَ لِي يَا يَهُودِيَّة بِنْت يَهُودِيَّيْنِ! فَقَالَ رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : هَلَّا قُلْت إِنَّ أَبِي هَارُون وَإِنَّ عَمِّي مُوسَى وَإِنَّ زَوْجِي مُحَمَّد. فَأَنْزَلَ اللّٰه هَذِهِ الْآيَة (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابن عباس)

Hz. Safiyye, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek dedi ki: Yâ Resûlallah! Kadın­lar beni ayıplıyorlar ve bana, ″Ey iki Yahudi’nin kızı, Yahudi kadın!″ diyorlar, de­di. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Niye benim babam Hârun, amcam Mûsâ, kocam da Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’dir demedin?″ diye buyurdu. Sonra da Sûre-i Hucurât, Âyet 11 nâzil oldu.[2]

Bu hususta Hz. Âişe’den şu hâdise nakledilmiştir:

حَكَيْتُ لِلنَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَجُلًا فَقَالَ مَا يَسُرُّنِي أَنِّي حَكَيْتُ رَجُلًا وَأَنَّ لِي كَذَا وَكَذَا قَالَتْ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّ صَفِيَّةَ امْرَأَةٌ وَقَالَتْ بِيَدِهَا هَكَذَا كَأَنَّهَا تَعْنِي قَصِيرَةً فَقَالَ لَقَدْ مَزَجْتِ بِكَلِمَةٍ لَوْ مَزَجْتِ بِهَا مَاءَ الْبَحْرِ لَمُزِجَ (ت عن عائشة)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bir adamın taklidini yaptım, şöyle buyurdu: ″Bana şunlar şun­lar dahi verilecek olsa, bir adamın taklidini yapmak hoşuma gitmez.″ Hz. Âişe de­di ki: ″Yâ Resûlallah! Safiyye, eliyle işâret ederek şöyle bir kadın­dır, yani o kısa bir kadındır″ dedim. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ″Sen öyle bir söz söyledin ki, eğer bu denize dahi katılacak olsa onu bile bulandırırdı.″[3]

Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyrulmuştur:

مَنْ عَيَّرَ مُؤْمِنًا بِذَنْبٍ تَابَ مِنْهُ كَانَ حَقًّا عَلَى اللّٰه أَنْ يَبْتَلِيه بِهِ وَيَفْضَحهُ فِيهِ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَة(القرطبى, الجامع لأحكام القرآن)

″Her kim, tevbe etmiş ol­duğu bir günah sebebi ile bir Mü’mini ayıplayacak olursa, ayıplayanı o gü­nah ile mübtelâ kılıp dünyâ ve âhirette onu bu günah sebebiyle rezil etme­si Allah’ın üzerindeki bir hak olur.″[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

مِنْ حَقّ الْمُؤْمِن عَلَى الْمُؤْمِن أَنْ يُسَمِّيه بِأَحَبّ أَسْمَائِهِ إِلَيْهِ(القرطبى, الجامع لأحكام القرآن)

″Mü’minin, Mü’min üzerindeki haklarından birisi de, o kimseyi en sevdiği ismi ile çağırmasıdır.″[5]


[1] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 77.

[2] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 16, s. 326.

[3] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 51; Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 27.

[4] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 16, s. 329.

[5] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 16, s. 330.


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢﴾

12. Ey îman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Bâzınız bâzınızı gıybet etmesin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Elbette bundan tiksinirsiniz! Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, tevbeleri çok kabul edendir ve çok merhametlidir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

صَعِدَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمِنْبَرَ فَنَادَى بِصَوْتٍ رَفِيعٍ فَقَالَ يَا مَعْشَرَ مَنْ أَسْلَمَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يُفْضِ الْإِيمَانُ إِلَى قَلْبِهِ لَا تُؤْذُوا الْمُسْلِمِينَ وَلَا تُعَيِّرُوهُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا عَوْرَاتِهِمْ فَإِنَّهُ مَنْ تَتَبَّعَ عَوْرَةَ أَخِيهِ الْمُسْلِمِ تَتَبَّعَ اللّٰهُ عَوْرَتَهُ وَمَنْ تَتَبَّعَ اللّٰهُ عَوْرَتَهُ يَفْضَحْهُ وَلَوْ فِي جَوْفِ رَحْلِهِ قَالَ وَنَظَرَ ابْنُ عُمَرَ يَوْمًا إِلَى الْبَيْتِ أَوْ إِلَى الْكَعْبَةِ فَقَالَ مَا أَعْظَمَكِ وَأَعْظَمَ حُرْمَتَكِ وَالْمُؤْمِنُ أَعْظَمُ حُرْمَةً عِنْدَ اللّٰهِ مِنْكِ (ت حب عن ابن عمر)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem minbere çıktı ve yüksek sesle şöyle buyurdu: ″Ey diliyle îman edip kalplerine îmanın girmedi­ği kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın, onları ayıplamayın ve onların gizli kusurlarının pe­şine düşmeyin. Her kim Müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa, Allah’u Teâlâ onun ayıbını ortaya çıkarır. Allah’u Teâlâ her kimin ayıbını ortaya çıkarırsa, evinde bile olsa rezil eder.″ İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ: Bir gün Kâbe’ye baktı ve şöyle buyurdu: ″Senin hürmetin büyüktür. Fakat Mü’minin hürmeti Allah katında senin hürmetinden daha büyüktür.″[1]

Gıybet hakkında da Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle geçmektedir:

أَتَدْرُونَ مَا الْغِيبَةُ قَالُوا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ ذِكْرُكَ أَخَاكَ بِمَا يَكْرَهُ قِيلَ أَفَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ فِي أَخِي مَا أَقُولُ قَالَ إِنْ كَانَ فِيهِ مَا تَقُولُ فَقَدْ اغْتَبْتَهُ وَإِنْ لَمْ يَكُنْ فِيهِ فَقَدْ بَهَتَّهُ (م عن ابى هريرة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Gıybe­tin ne olduğunu biliyor musunuz?″ diye sordu. Ashâb: ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir″ dediler. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Kardeşinden, onun hoşuna gitmeyecek bir şekilde söz etmektir″ buyurdu. ″Peki, benim sözünü ettiğim husus kardeşimde var ise ne olur?″ diye sorulunca da, ″Eğer söylediğin şey onda var ise onun gıybetini yapmış olur­sun, eğer onda yoksa ona iftira etmiş olursun″ diye buyurdu.[2]

Yaptığı kötülüğü açığa vuranın gıybetini yapmak bu kabilden değildir. Çün­kü: ″Hayâ örtüsünü bir kenara bırakanın gıybeti yoktur″ diye buyrulmuştur.

Bu hususta da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

فَاذْكُرُوا الْفَاجِرَ بِمَا فِيهِ يَحْذَرَهُ النَّاسُ. (ابن أبي الدنيا في ذم الغيبة والحكيم في نوادر الاصول عن بهز بن حكيم عن أبيه عن جده)

″Fâciri, özelliği ile bir­likte zikredin ki, insanlar ondan sakınabilsinler.″[3]

Haset ve kötü zan hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyrulmuştur:

ثَلاثٌ لازِمَاتٌ لأُمَّتِي الطِّيَرَةُ وَالْحَسَدُ وَسُوءُ الظَّنِّ فَقَالَ رَجُلٌ مَا يُذْهِبُهُنَّ يَا رَسُولَ اللّٰهِ مِمَّنْ هُوَ فِيهِ قَالَ إِذَا حَسَدْتَ فَاسْتَغْفَرِ اللّٰهَ وَإِذَا ظَنَنْتَ فَلا تُحَقِّقْ وَإِذَا تَطَيَّرْتَ فَامْضِ (طب عن جده حارثة بن النعمان)

″Üç şey vardır ki ümmetimde bulunacaktır. Bunlar: Uğursuz fal, haset ve kötü zandır.″ Adamın biri: ″Yâ Resûlallah! Birisinde bunlar varsa bunları giderecek olan nedir?″ diye sorunca, şöyle buyurdu: ″Haset ettiğin zaman, Allah’tan bağışlanma dile. Bir zanda bulunduğunda bu zannını pekiştirip teyit etme. Uğursuz bir fal karşısında kaldığında aldırmayıp geç, git.″[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

لَمَّا عُرِجَ بِي مَرَرْتُ بِقَوْمٍ لَهُمْ أَظْفَارٌ مِنْ نُحَاسٍ يَخْمُشُونَ وُجُوهَهُمْ وَصُدُورَهُمْ فَقُلْتُ مَنْ هَؤُلَاءِ يَا جِبْرِيلُ قَالَ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ لُحُومَ النَّاسِ وَيَقَعُونَ فِي أَعْرَاضِهِمْ (د عن انس)

Mîraca çıktığımda bir topluluğa rastladım. Bakırdan tırnakları vardı ve yüzlerini, göğüslerini tırmalıyorlardı. ″Yâ Cebrâil! Bunlar kim?″ diye sordum. ″Bunlar, insanların etlerini yiyenler (gıybet edenler) ve insanların namusuna leke sürecek sözler söyleyenlerdir″ dedi.[5]


[1] Sünen-i Tirmizî, Birr 84; Sahih-i İbn-i Hibban, Hadis No: 5857.

[2] Sahih-i Müslim, Birr 20 (70 Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 40; Sünen-i Tirmizî, Birr 23.

[3] Kenz’ul-Ummal, Hadis No 8070.

[4] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 3153.

[5] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 40.


﴿ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿١٣﴾

13. Ey insanlar! Şüphesiz ki, Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve sizi birbirinizi tanımanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en makbul olanınız, en fazla takvâ sahibi olanınızdır. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, her şeyi bilendir ve her şeyden haberdardır.

İzah: Takvâ ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke’de verdiği Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَلَا إِنَّ رَبَّكُمْ وَاحِدٌ وَإِنَّ أَبَاكُمْ وَاحِدٌ أَلَا لَا فَضْلَ لِعَرَبِيٍّ عَلَى أَعْجَمِيٍّ وَلَا لِعَجَمِيٍّ عَلَى عَرَبِيٍّ وَلَا لِأَحْمَرَ عَلَى أَسْوَدَ وَلَا أَسْوَدَ عَلَى أَحْمَرَ إِلَّا بِالتَّقْوَى ... (حم عن ابى نضرة)

″Ey İnsanlar! Şüphesiz ki sizin Rabbiniz birdir. Şüphesiz ki sizin baba­nız da birdir. Şunu bilin ki Arap olan birisinin Arap olmayana, Arap olmayan birisinin Arap olana, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır…″[1]

Yine bu hususta Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

قِيلَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَنْ أَكْرَمُ النَّاسِ قَالَ أَتْقَاهُمْ (خ م عن ابى هريرة)

″Yâ Resûlallah! İnsanların en şereflisi kimdir?″ denildi. Şöyle buyurdu: ″Allah’tan en çok korkan takvâ sahipleridir.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Allah’u Teala’dan en çok korkan kişi olduğuna dair de Enes b. Mâlik Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise nakledilmiştir:

جَاءَ ثَلَاثَةُ رَهْطٍ إِلَى بُيُوتِ أَزْوَاجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْأَلُونَ عَنْ عِبَادَةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَمَّا أُخْبِرُوا كَأَنَّهُمْ تَقَالُّوهَا فَقَالُوا وَأَيْنَ نَحْنُ مِنَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأَخَّرَ قَالَ أَحَدُهُمْ أَمَّا أَنَا فَإِنِّي أُصَلِّي اللَّيْلَ أَبَدًا وَقَالَ آخَرُ أَنَا أَصُومُ الدَّهْرَ وَلَا أُفْطِرُ وَقَالَ آخَرُ أَنَا أَعْتَزِلُ النِّسَاءَ فَلَا أَتَزَوَّجُ أَبَدًا فَجَاءَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَيْهِمْ فَقَالَ أَنْتُمْ الَّذِينَ قُلْتُمْ كَذَا وَكَذَا أَمَا وَاللّٰهِ إِنِّي لَأَخْشَاكُمْ لِلَّهِ وَأَتْقَاكُمْ لَهُ لَكِنِّي أَصُومُ وَأُفْطِرُ وَأُصَلِّي وَأَرْقُدُ وَأَتَزَوَّجُ النِّسَاءَ فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي (خ عن انس بن مالك)

Üç kişi, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in zevcelerinin evlerine gelip Peygamberimizin ibâdetinden soruyorlardı. Bunlara Peygamberimizin ibâdeti haber verilince kendi yaptıkları ibâdeti azım-sadılar: ″Biz nerede, Resûlullah nerede? Allah’u Teâlâ, Peygamberinin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır″[3] dediler. İçlerinden biri: ″Bana gelince, ben geceleri dâimâ namaz kılacağım″ dedi. Diğeri de: ″Ben her zaman oruç tutacağım ve oruçsuz olmayacağım″ dedi. Üçüncüsü de: ″Ben de kadınlardan uzak duracağım ve hiç evlenmeyeceğim″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onların yanlarına gelerek şöyle buyurdu: ″Bu sözleri söyleyenler siz misiniz? Vallâhi! En fazla Allah’tan korkanınız ve en fazla takvâlı olanınız benim. Bununla beraber ben hem nâfile oruç tutarım, hem oruçsuz bulunurum, hem nâfile namaz kılarım, hem uyurum ve kadınlarla da evlenirim. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.″[4]

Takvâ hakkında Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Kudsî’de de şöyle buyrulmuştur:

إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ أَمَرَ اللّٰهُ مُنَادِيًا يُنَادِي: أَلا إِنِّي جَعَلْتُ نَسَبًا، وَجَعَلْتُمْ نَسَبًا، فَجَعَلْتُ أَكْرَمَكُمْ أَتْقَاكُمْ فَأَبَيْتُمْ إِلا أَنْ تَقُولُوا: فُلانُ بن فُلانٍ خَيْرٌ مِنْ فُلانِ بن فُلانٍ، فَأَنَا الْيَوْمَ أَرْفَعُ نَسَبِي، وَأَضَعُ نَسَبَكُمْ أَيْنَ الْمُتَّقُونَ (طب عن ابى هريرة)

Mahşer gü­nü olduğu zaman Allah’u Teâlâ buyurur ki: Şüphesiz Ben bir nesep yarattım, siz de bir nesep tespit ettiniz. Ben sizin en şereflinizin, en takvâlınız olduğunu ortaya koydum, siz ise bunu kabul etmeyerek; ″Filan oğlu filan, filan oğlu filandan hayırlıdır″ dediniz. Bugün Ben kendi nesebimi yükseltiyor, sizin uydurduğunuz nesepleri alçaltıyorum. Nerede takvâ sahipleri?[5]

Allah’a yaklaştıkça kişinin korkusu artmalıdır. Evvela ibâdet ederek bu korku kazanılır. Ancak yaptığı ibâdete güvenir yani nefsine güven gelirse, bu korkuda azalma olur. Çoğu kişiyi, Allah yolunda ilerlemekten geri koyan budur. İşte takvâ sahibi, her zaman Allah korkusunu kalbinde taşıyan kimsedir.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyrulmuştur:

رَأْسُ الْحِكْمَةِ مَخَافَةُ اللّٰهِ (الحكيم هب عن بن مسعود )

″Hikmetin başı, Allah korkusudur.″[6]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

لَا يَبْلُغُ الْعَبْدُ أَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُتَّقِينَ حَتَّى يَدَعَ مَا لَا بَأْسَ بِهِ حَذَرًا لِمَا بِهِ الْبَأْسُ (ت ه عن عطية السعدى)

″Kul, sakıncalı şeyden korktuğundan dolayı sakıncalı olmayan şeyi de bırakmadıkça takvâlı kişilerden olamaz.″[7]

Yine takvânın üstünlüğüne dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

آلُ مُحَمَّدٍ كُلُّ تَقِىٍّ (طس عق ك فى تاريخه عن انس)

″Takvâ olanın hepsi, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in ailesidir.″[8]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 22391.

[2] Sahih-i Buhârî, Enbiyâ 8; Sahih-i Müslim, Fedâil 44 (168).

[3] Bakınız: Sûre-i Fetih, Âyet 2.

[4] Sahih-i Buhârî, Nikah 1; Sahih-i Müslim, Nikah 1 (5).

[5] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 164, 426.

[6] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 762, 763; Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 613.

[7] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 24; Sünen-i Tirmizî Sıfat-ı Kıyâmet 19.

[8] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 4/10.


﴿ قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاِنْ تُط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ اَعْمَالِكُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٤﴾

14. Bedevîler: ″Îman ettik″ dediler. Ey Resûlüm! Onlara de ki: Siz îman etmediniz. Lâkin deyin ki, ″Biz İslâm’a girdik.″ Henüz îman, sizin kalplerinizin içine girmiş değildir. Eğer Allah‘a ve Resûlüne (ihlas ile) itaat ederseniz, Allah’u Teâlâ amellerinizin sevabından hiçbir şey eksiltmez. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

İzah: Bedevîler: ″Biz, Allah’ı ve Resûlünü tasdik ettik, bizler Mü’miniz″ dedi­ler. Ey Resûlüm! Onlara de ki: Sizler îman etmediniz, Sizler Mü’min de­ğilsiniz. Bu itibarla ″Îman ettik″ demeyin. ″İslâm’a girdik″ deyin. Zîrâ îman ger­çekten kalbinize girmemiştir. Henüz onun ne demek olduğunu kavramış değilsi­niz. Sizler, Allah’ın ve Resûlünün emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak Allah’a ve Resûlüne ihlas ile itaat ederseniz, Allah’u Teâlâ amellerinizin mükâfatından hiç­bir şey eksiltmez. Zîrâ Allah’u Teâlâ, kötülüklerinden vazgeçip, itaat edeni af­fedendir ve ona merhametli davranandır. O halde O’na tevbe edin ki, sizi affe­dip size merhametli olsun, demektir.

Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair Katâde şöyle buyurmuştur:

Yemin olsun ki bu âyet, bütün Bedevîleri kapsamamakta­dır. Zîrâ Bedevîlerden, Allah’a ve âhiret gününe îman edenler de vardır. Fakat bu âyet, Müslüman oldular diye Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e minnet eden Bedevîlerden bir kabile hakkında nâzil oldu. Bunlar: ″Biz, sizinle savaşmadan Müslüman olduk. Falan ve falan oğulları gibi sizinle savaşmadık″ dediler. İşte bunun üzerine Allah’u Teâlâ bu âyeti indirmiştir.


﴿ اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ ﴿١٥﴾

15. Mü’minler, ancak Allah’a ve Resûlüne îman eden, sonra şüpheye düşmeyen ve Allah yolunda mallarıyla ve nefisleriyle cihat edenlerdir. İşte (îman dâvâsında) sâdık olanlar bunlardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

الْمُؤْمِنُونَ فِي الدُّنْيَا عَلَى ثَلَاثَةِ أَجْزَاءٍ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ وَالَّذِي يَأْمَنُهُ النَّاسُ عَلَى أَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ ثُمَّ الَّذِي إِذَا أَشْرَفَ عَلَى طَمَعٍ تَرَكَهُ لِلَّهِ عَزَّ وَجَلَّ (حم عن ابى سعيد الخدرى)

″Dünyâda Mü’minler üç sınıftır: Allah’a ve Resûlüne îman etmiş, sonra şüpheye düşmemiş ve Allah yolunda mallarıyla ve nefisleriyle cihat etmiş olanlar. İnsanların malları ve nefislerini emniyet ettiği kimseler. Sonra nefsin çok arzuladığı bir durumla karşılaştığı zaman, onu Allah’u Teâlâ için terk edenler.″[1]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10628.


﴿ قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٦﴾

16. Ey Resûlüm! O bedevîlere de ki: (″Îman ettik″ demekle) dîninizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Halbuki Allah’u Teâlâ, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah’u Teâlâ her şeyi bilendir.


﴿ يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿١٧﴾

17. Ey Habîbim! Onlar, İslâm’a girdiklerinden dolayı seni minnet altında bırakmak isterler. De ki: ″Bana İslâmınızla minnet etmeyin. Bilakis (îman dâvâsında) sâdık iseniz, sizi îmana hidâyet ettiğinden dolayı, asıl Allah’u Teâlâ sizi minnet altında bırakır.″

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen bedevîler, İslâm’a girmelerini bir minnet konusu yaparak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den Müslüman olmalarına karşılık, sadaka gibi maddi olarak bir iyilik ve iltifat beklediler. Peygamberimiz de onlara; siz, İslâm’a girdik diye benden bir karşılık beklemeyin. Allah’u Teâlâ’nın sizin Müslüman olmanıza ihtiyacı yoktur. Ancak sizin Allah’a minnet borcunuz vardır. Siz hakkıyla îman ederek ihlaslı bir şekilde amel edin ki, Allah’ın size vermiş olduğu nîmetlere karşı şükrünüzü yerine getirmiş olasınız. İşte ancak bu şekilde Allah’ın rahmetine nâil olursunuz, demektir.


﴿ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٨﴾

18. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, göklerin ve yerin gaybını bilir ve Allah’u Teâlâ, yaptığınız her şeyi görür.