NECM SÛRESİ

Bu sûre 62 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan nakledildiğine göre, Necm Sûresi, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mekke’de halka ilan ettiği ilk sûredir. İsmini, ilk âyettinde geçen ve ″Yıldız″ anlamına gelen ″Necm″ kelimesinden almıştır.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰىۙ ﴿١﴾ مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰىۚ ﴿٢﴾

1-2. Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki,* (Ey Kureyş halkı!) Arkadaşınız (Muhammed Aleyhisselâm), doğru yoldan ayrılmadı ve bâtıl itikâda sapmadı.

İzah: İmam Kurtubî, tefsirinde, bu âyetlerde Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mîraca çıktığını ve bu konudaki söylediklerinin de hak olduğunu bildirmiştir. Bu hususta Câfer b. Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn Radiyallâhu anhu şöyle buyurmuştur:

وَالنَّجْم يَعْنِي مُحَمَّدًا صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا هَوَى إِذَا نَزَلَ مِنَ السَّمَاء لَيْلَة الْمِعْرَاج (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن جعفر بن محمد بن على بن الحسيىن)

″Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki″ buyruğundaki yıldız, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i kastetmektedir. Battığı zaman da, Mîraç gecesi semâdan yere indiği zaman, demektir.[1]

Burada ″Battı″ anlamı verilen ″Hevâ″ fiili, aynı zamanda yukardan aşağıya hızlıca inmek, düşmek anlamlarına da gelir.

Urve İbn-i ez-Züheyir Radiyallâhu anhu da bu hususta şu hâdiseyi anlatmaktadır:

أَنَّ عُتْبَة بْن أَبِي لَهَب وَكَانَ تَحْته بِنْت رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَرَادَ الْخُرُوج إِلَى الشَّام فَقَالَ لَآتِيَنَّ مُحَمَّدًا فَلَأُوذِيَنَّهُ فَأَتَاهُ فَقَالَ يَا مُحَمَّد هُوَ كَافِر بِالنَّجْمِ إِذَا هَوَى وَبِاَلَّذِي دَنَا فَتَدَلَّى. ثُمَّ تَفَلَ فِي وَجْه رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَرَدَّ عَلَيْهِ اِبْنَته وَطَلَّقَهَا فَقَالَ رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اللّٰهُمَّ سَلِّطْ عَلَيْهِ كَلْبًا مِنْ كِلَابك ... (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن عروة ابن الزبير)

Ebû Leheb’in oğlu Utbe, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kızı ile evli idi. Şam’a gitmek istedi. ″Yemin olsun ki, Muhammed’e gidip ona eziyet edeceğim″ dedi. Yanına varıp, ″Yâ Muhammed! Ben, battığı zaman yıldızı ve yaklaşıp sarkanı,[2] inkâr ediyorum″ dedi. Sonra da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yüzüne tükürdü, kızını boşayıp ona gönderdi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de: ″Allah’ım! Sen bunun üzerine yırtıcı hayvanlarından birisini musallat et″ di­ye bedduâ etti. Bu esnada Ebû Tâlib de orada bulunuyordu. Bu bedduâdan en­dişeye kapıldı ve ″Ey kardeşimin oğlu! Sen bu bedduâyı yapmayabilirdin″ dedi. Utbe babasına gidip, ona durumu haber verdi. Sonra da Şam’a çıktılar, bir yerde konakladılar. Oradaki manastırdan bir rahip onların yanına gelip, ″Burası yırtıcı hayvanı çok olan bir yerdir″ dedi. Ebû Leheb arkadaşlarına: ″Ey Kureyş topluluğu! Bu gece siz bizi koruyun. Çünkü ben, Muhammed’in yap­tığı bedduânın oğlumu tutacağından korkuyorum″ dedi. Bunun üzerine de­velerini toplayıp etraflarında çöktürdüler ve özellikle Utbe’yi gözetlemeye ko­yuldular. Bir aslan gelip onların yüzlerini koklamaya başladı ve nihâyet Utbe’ye bir darbe indirip onu öldürdü.[3]

Bu hâdiseyle ilgili Hassan Radiyallâhu anhu da şu beyti söylemiştir:

مَنْ يَرْجِعِ الْعَامَ إِلَى أَهْلِهِفَمَا أَكِيلُ السَّبْع بِالرَّاجِعِ

Bu sene kimisi ailesinin yanına dönse bile,

Yırtıcı hayvanın yediği kimse geri dönemez.[4]

İşte bu sûrenin başından 18. âyete kadar Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mîraç hâdisesi haber verilmektedir.


[1] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17, s. 83.

[2] Bu ifade Necm Sûresi 1 ve 8. Âyetlerdir.

[3] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17, s. 83.

[4] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17, s. 83.


﴿ وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ ﴿٣﴾ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ ﴿٤﴾

3-4. O (Muhammed Aleyhisselâm), kendi hevâsından konuşmaz.* Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.

İzah: Bu Âyetlerde Allah’u Teâlâ açıkça, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sözlerinin, Allah’ın rızâsından ayrı olmadığını beyan etmektedir. Âyetler gibi, hadisler de bizzat Allah tarafından kendisine vahyedilmiştir. Bu sûrede de geçtiği üzere; Peygamberliği, Mîraca çıkması, orada gördükleri ve anlattıklarının hepsi doğrudur, demektir.

Bu Âyet-i Kerîme’ye göre, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetleri ve hadisleri de vahiydir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

فَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِالشَّيْءِ فَخُذُوا بِهِ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَيْءٍ فَاجْتَنِبُوهُ (ن ه حم عن ابى هريرة)

″Size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yettiği kadar onu alın. Sizi bir şeyden nehyettiğim zaman da ondan sakının.″[1]

Abdullah b. Amr b. As Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

كُنْتُ أَكْتُبُ كُلَّ شَيْءٍ أَسْمَعُهُ مِنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أُرِيدُ حِفْظَهُ فَنَهَتْنِي قُرَيْشٌ وَقَالُوا أَتَكْتُبُ كُلَّ شَيْءٍ تَسْمَعُهُ وَرَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَشَرٌ يَتَكَلَّمُ فِي الْغَضَبِ وَالرِّضَا فَأَمْسَكْتُ عَنْ الْكِتَابِ فَذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَوْمَأَ بِأُصْبُعِهِ إِلَى فِيهِ فَقَالَ اكْتُبْ فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ مَا يَخْرُجُ مِنْهُ إِلَّا حَقٌّ (د حم در عن عبد اللّٰه بن عمرو)

Ben, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den duyduğum her şeyi yanımda bulundurmak için yazıyordum. Nihâyet Kureyş Muhâcirleri beni bu işten sakındırarak, ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den duyduğun her şeyi yazıyorsun, oysa Peygamberimiz de bir beşerdir; öfke veya sevinç hâlinde bir şey söyleyebilir″ dediler. Bu nedenle Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadislerini yazmaktan sakınarak, olayı Peygamberimize aktardım. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem kendi ağzına işâret ederek, ″Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz″ buyurdu.[2]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

إِنِّي لَا أَقُولُ إِلَّا حَقًّا قَالَ بَعْضُ أَصْحَابِهِ فَإِنَّكَ تُدَاعِبُنَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَقَالَ إِنِّي لَا أَقُولُ إِلَّا حَقًّا (حم عن ابى هريرة)

″Ben, ancak hakkı söylerim.″ Ashâbından birisi: ″Yâ Resûlallah! Sen bizimle şakalaşıyorsun da″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ben, haktan başka bir şey söylemem″ buyurdu.[3]

Hassan Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

كَانَ جِبْرِيلُ يَنْزِلُ عَلَى النَّبِىِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِالسُّنَّةِ كَمَا يَنْزِلُ عَلَيْهِ بِالْقُرْآنِ. (در عن حسان)

″Cebrâil, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, Kur’ân’ı indirdiği gibi sünnet de indiriyordu.″[4]

Bu sebeple Ashâb-ı Kirâm, Hadis-i Şerif’leri hem ezberler, hem de kayıt altına alırlardı. Bu hususta Hemmam b. Münebbih Radiyallâhu anhu şöyle anlatmıştır:

أَبَا هُرَيْرَةَ يَقُولُ لَيْسَ أَحَدٌ مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَكْثَرَ حَدِيثًا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنِّي إِلَّا عَبْدَ اللّٰهِ بْنَ عَمْرٍو فَإِنَّهُ كَانَ يَكْتُبُ وَكُنْتُ لَا أَكْتُبُ (خ ت عن همام بن منبه)

Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu buyurdu ki: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Sahâbîlerinden hiçbir kimse, benden daha fazla hadis nakletmiş değildir. Abdullah b. Amr hâriç. Çünkü o yazıyordu, ben yazmıyordum.″[5]

Yine Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

كَانَ رَجُلٌ مِنَ الْأَنْصَارِ يَجْلِسُ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَسْمَعُ مِنَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْحَدِيثَ فَيُعْجِبُهُ وَلَا يَحْفَظُهُ فَشَكَا ذَلِكَ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنِّي أَسْمَعُ مِنْكَ الْحَدِيثَ فَيُعْجِبُنِي وَلَا أَحْفَظُهُ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اسْتَعِنْ بِيَمِينِكَ وَأَوْمَأَ بِيَدِهِ لِلْخَطِّ (ت عن ابى هريرة)

Ensârdan bir adam Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında oturur, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadislerini dinler, hoşuna gider fakat ezberleyemezdi. Bu durumunu Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e şikâyet etti ve dedi ki: ″Yâ Resûlallah! Senden bir hadis işitiyorum hoşuma gidiyor, fakat ezberleyemiyorum.″ Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Elinin yardımına müracaat et″ buyurdu ve eliyle yazı yazmaya işâret etti.[6]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ كَتَبَ عَنِّي عِلْمًا أَوْ حَدِيثًا لَمْ يَزَلْ يُكْتَبْ لَهُ الأَجْرُ مَا بَقِيَ ذَلِكَ الْعِلْمُ أَوِ الْحَدِيثُ (ك فى تاريخه عن ابى بكر)

″Bir kimse benden bir ilim veya hadis yazsa, bu ilim veya hadis devam ettikçe, ona da ecir yazılmaya devam edilir.″[7]

Yine Peygamberimizin haram kıldığı da Allah’u Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir. Haram ve helâl olan şeylerin bir kısmı âyetle belirlenmiş, bir kısmı da bizzat Peygamberimiz tarafından belirlenmiştir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَلَا أُوتِيتُ الْكِتَابَ وَمِثْلَهُ أَلا يُوشِكُ شَبْعَانٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ: عَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ، فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ وَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوهُ، وَاِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَمَا حَرَّمَ اللّٰهُ. أَلَا لَا يَحِلُّ لَكُمُ الْحِمَارُ الأَهْلِيُّ وَلَا كُلُّ ذِي نَابٍ مِنَ السِّبَاعِ وَلَا لُقَطَةُ مُعَاهَدٍ إِلا أَنْ يَسْتَغْنِيَ عَنْهَا صَاحِبُهَا وَمَنْ نَزَلَ بِقَوْمٍ فَعَلَيْهِمْ أَنْ يَقْرُوهُ. فَإِنْ لَمْ يَقْرُوهُ فَلَهُ أَنْ يُعْقِبَهُمْ بِمِثْلِ قِرَاهُ. (د طب عن المقدام بن معدي كرب)

″Haberiniz olsun! Bana Kur’ân ile birlikte, onun bir benzeri sünnet de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bâzı kimselerin: ″Bize Kur’ân yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz, onu helâl; neyi de haram görmüşseniz, onu da haram kabul edin″ diyeceği zamanlar yakındır. Şüphesiz ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in haram kıldığı da Allah’u Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir.″[8] ″Haberiniz olsun! Sizin için evcil olan eşek eti helâl değildir. Yırtıcı hayvanların eti size helâl değildir. Bir muâhidin (kendisiyle barış ortamında olunan ve İslâm Dîni’nin hâricinde olan kimselerin) yitiği size helâl olmaz. Ancak sahibi ona ihtiyaç duymayıp helâl ederse müstesnâ.″[9]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

عَسَى أَحَدُكُمْ اَنْ يُكَذِّبَنِى وَهُوَ مُتَّكِئٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَبْلُغُهُ الْحَدِيثُ عَنِّى فَيَقُولُ مَا قَالَ ذَا رَسُولُ اللّٰهِ دَعْ هَذَا وَهَاتِ مَا فِي الْقُرْآنِ (أبو نصر السجزى في الابانة وقال غريب عن جابر أبو نصر عن أبى سعيد)

Sizden birinin koltuğuna dayanmış olduğu halde, beni yalanla-yacağı beklenir. Şöyle ki, kendisine benden bir hadis ulaştığında, ″Resûlullah böyle bir şey söylemedi. Bunu bırak, Kur’ân’dakini bana getir″ der.[10]

İşte bunlar gibi çok sayıda Hadis-i Şerif’te açıkça geçtiği üzere, Kur’ân ile birlikte Peygamber Efendimize sünnet de verilmiştir. Nitekim Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي (خ عن مالك)

″Namazı ben nasıl kılıyorsam, benden gördüğünüz gibi kılın.″[11] Bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

لِتَأْخُذُوا مَنَاسِكَكُمْ (م عن جابر)

″Hacca ait ibâdetlerin uygulamalarını benden alın.″[12]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

اِنَّمَا بُعِثْتُ خَاتِمًا فَاتِحًا وَأُعْطِيتُ جَوَامِعَ الْكَلِمِ وَفَوَاتِحَهُ وَاخْتَصَرَ لِى الْحَدِيثُ اِخْتِصَارًا فَلَا يُهْلِكَنَّكُمْ اِلَّاالْمُتَهَوِّكُونَ (هب عن قلابة)

″Ancak ben gönderildim ki, Peygamberlerin hâtemiyim ve yaratılış itibariyle de ilkiyim. Bana az söz ile çok mânâlar anlatma kabiliyeti verilmiştir. Bütün fütuhat bana açılmıştır. Hadisler bana kısa ve toplu olarak güzel kelimeler ile çok büyük mânâlı olarak gelmiştir. Siz bu hadislerime uyar ve amel ederseniz helâk olmazsınız. Yalnız hadisimi hiçe sayarak kıymete almayanlar helâk olurlar.″[13]

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, sünnetini hafife alarak yüz çeviren kimseler hakkında şöyle buyurmuştur:

مَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِى فَلَيْسَ مِنِّى (خ م ن حم در عب حب طح ابن عساكر عن ابى ايوب )

″Kim hafife alarak sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.″[14]

İmran b. Huseyn Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

نَزَلَ الْقُرْآنُ وَسَنَّ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ السُّنَنَ ثُمَّ قَالَ اتَّبِعُونَا فَوَاللّٰهِ إِنْ لَمْ تَفْعَلُوا تَضِلُّوا (حم عن عمران بن حصين)

Kur’ân nâzil oldu, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de sünnetler koydu. Sonra buyurdu ki: ″Bize (Kur’ân’a ve Sünnete) tâbi olun. Vallâhi, böyle yapmazsanız dalâlete düşersiniz!″[15]


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 1; Sünen-i Nesâî, Hac 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7797.

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, İlim 3; Sünen-i Dârimî, Mukaddime 43; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 6221, 6511.

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8125.

[4] Sünen-i Dârimî, Mukaddime 49.

[5] Sahih-i Buhârî, İlim 39; Sünen-i Tirmizî, İlim 12.

[6] Sünen-i Tirmizî, İlim 13.

[7] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 440/13.

[8] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 6; Sünen-i Tirmizî, İlim 10; Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 2.

[9] Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 3920, 3921, 6216.

[10] Râmûz’ul-Ehâdîs, 315/10; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 983.

[11] Sahih-i Buhârî, Ezan 18, Edeb 27.

[12] Sahih-i Müslim, Hac 51 (310).

[13] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 4983; Abdurrezzak, Musannef Hadis No: 10163; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 139/5.

[14] Sahih-i Buhârî, Nikah 1; Sahih-i Müslim, Nikah 1 (5).

[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19147.


﴿ عَلَّمَهُ شَد۪يدُ الْقُوٰىۙ ﴿٥﴾ ذُو مِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ ﴿٦﴾ وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىۜ ﴿٧﴾ ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ ﴿٨﴾ فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ ﴿٩﴾ فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَٓا اَوْحٰىۜ ﴿١٠﴾ مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَاٰى ﴿١١﴾ اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى ﴿١٢﴾ وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ ﴿١٣﴾ عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى ﴿١٤﴾ عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىۜ ﴿١٥﴾ اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ ﴿١٦﴾ مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى ﴿١٧﴾ لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى ﴿١٨﴾

5-18. Ona, kuvveti şiddetli olan (Allah)[1] öğretti.* O kuvvet sahibi ki, Resûle doğrudan göründü.* Ve O, ufkun en yükseğinde idi.* Sonra yaklaştı ve sarktı.* Aralarında o kadar yakınlaşma oldu ki, araları bir yayın iki ucu arası kadar yahut daha az kaldı.[2]* Böylece Allah’u Teâlâ, kuluna vahyettiğini vahyetti.* Gözüyle gördüğünü kalbi yalanlamadı.* Şimdi siz, onun gördüğü hakkında onunla mücâdele mi ediyorsunuz?* Yemin olsun ki, O’nu bir kere daha gördü.* O zaman Sidret’ül-Müntehâ’nın yanında idi;* Cennet-i Me’vâ (şehitlerin gideceği yer) oradadır.* O vakit ki, Sidre’yi bürüyen bürüyordu.* Gözü gördüğünden şaşmadı ve haddi aşmadı (hâlini kaybetmedi).* Yemin olsun ki, Rabbinin en büyük alâmetlerinden bir kısmını gördü.

İzah: Bu âyetlerle ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

رَأَيْتُ ربِّي فِي أَحْسَنِ صُورَةٍ، فَقالَ لي: يا مُحَمَّدُ هَلْ تَدْرِي فِيمَ يَخْتَصِمُ الْمَلَأ الْأَعْلَى؟ فَقُلْتُ: لَا يَا رَبِّ فَوضَعَ يَدَهُ بَيْنَ كَتِفيَّ، فَوَجَدْتُ بَرْدَهَا بَيْنَ ثَدْيَّ فَعَلِمْتُ مَا فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ فَقُلْتُ: يَا رَبِّ فِي الدَّرَجَاتِ والكَفَّارَاتِ وَنَقْلِ الْأَقْدَامِ إلَى الْجُمُعَاتِ، وَانْتَظارِ الصَّلَاةِ بَعْدَ الصَّلَاةِ، فَقُلْتُ: يَا رَبِّ إِنَّكَ اتَّخَذْتَ إبْراهيمَ خَلِيلًا وكَلَّمْتَ مُوسَى تَكْلِيمًا، وفَعَلْتَ وفَعَلْتَ؟ فَقَالَ: أَلَمْ أَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ؟ ألَمْ أضَعْ عَنْكَ وِزْرَكَ؟ ألَمْ أَفْعَلْ بِكَ؟ أَلَمْ أفْعَلْ. قَالَ: فَأفْضَى إليًّ بأشْياءَ لَمْ يُؤذَنْ لي أنْ أُحَدّثكُمُوهَا; قَالَ: فَذلكَ قَوْلُهُ فِي كِتَابِهِ يُحدّثْكُمُوهُ: ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى ،فَجَعَل نُورَ بَصَري فِي فُؤَادِي، فَنَظَرْتُ إلَيْهِ بفُؤَادِي (ابن جرير الطبرى، جامع البيان عن ابن عباس)

Rabbimi en güzel sûrette gördüm. Bana: ″Yâ Muhammed! Mele-i A’lâ hangi hususta münâkaşa ediyor bilir misin?″ diye sordu. Ben: ″Hayır, Yâ Rabbi!″ dedim. Allah’u Teâlâ, elini omuzlarımın arasına koydu, elinin serinliğini göğsümde hissettim. Hemen o anda göklerde ve yerde olanları bildim. ″Yâ Rabbi! Derecelerin yükselmesine ve günahların bağışlanmasına vesîle olan şeyler, cemaat namazları için atılan adımlar ve namazdan sonra namazı beklemek hakkında münâkaşa ediyorlar″ dedim. ″Yâ Rabbi! Şüphesiz ki Sen, İbrâhim’i dost edindin. Mûsâ ile konuştun, şöyle şöyle yaptın″ dedim. ″Ey Resûlüm! Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?* Ve senin üzerinden ağır yükünü kaldırmadık mı?[3] Sana şunu yapmadım mı, şunu yapmadım mı?″ buyurdu. Bana öyle şeyler verdi ki onları size nakletmeye yetkili değilim. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: İşte Allah’u Teâlâ’nın hitâbındaki: ″Sonra yaklaştı ve sarktı.* Aralarında o kadar yakınlaşma oldu ki, araları bir yayın iki ucu arası kadar yahut daha az kaldı.* Böylece Allah’u Teâlâ, kuluna vahyettiğini vahyetti.* Gözüyle gördüğünü kalbi yalanlamadı″ kavlinin mânâsı budur. Gözlerimin nûru kalbime konuldu da O’na kalbimle baktım.[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtasıyla Mekke’den, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ’ya götürüldüğü, oradan Mîraca yükseltildiği, Allah’u Teâlâ’yı hem görüp, hem de konuştuğu, daha birçok acâyibi, Cennet ve Cehennemi gördüğü Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif’ler ile sâbittir.[5]

Necm Sûresi’ndeki bu âyetlerde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mîraca çıktığında gördüğü acâyip haller ve özellikle de Allah’u Teâlâ’yı görmesinden bahsedilmektedir. Bâzı müfessirler de, Âyet-i Kerîme’de iki defa görüldüğü ifade edilenin; Cebrâil Aleyhisselâm olduğunu söylemişler ve onu aslî sûretiyle gördüğünü beyan etmişlerdir.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mîraca çıktığında Allah’u Teâlâ’yı gördüğünü söyleyenlerin delillerinden bâzıları şöyledir:

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

اَتَعْجَبُونَ اَنْ تَكُونَ الْخَلَّةُ لِاِبْرَاهِيمَ وَالْكَلَامُ لِمُوسَى وَلِرُؤْيَةِ لِمُحَمُّدٍ (طب ك عن ابن عباس)

″Halilliğin İbrâhim’e, kelâmın Mûsâ’ya ve görmenin Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’e olduğuna siz, hayret mi edersiniz!″[6]

İmam-ı Câfer-i Sâdık Rahmetullâhi aleyh: ″Böylece Allah’u Teâlâ, kuluna vahyettiğini vahyetti″ âyeti hakkında şöyle buyurmuştur:

″Bu âyette geçtiği üzere olan oldu, giden gitti. Dost dostuyla muâmelesini tamam etti. Aralarında olan sırları, perde-i hifâda (gizlilik perdesinde) kaldı. Ne vahyettiğini kimse bilmedi. Ancak Müslümanlar bildi ki, Allah’u Teâlâ O’na vahyetti.″[7]

Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

قَدْ رَأَى مُحَمَّدٌ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَبَّهُ (ك حب عن ابن عباس)

″Yemin ederim ki Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem Rabbini gördü.″[8]

Yine İkrime Hazretlerinden nakledildiğine göre, İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ:

قَالَ رَأَى مُحَمَّدٌ رَبَّهُ قُلْتُ أَلَيْسَ اللّٰهُ يَقُولُ {لَا تُدْرِكُهُ الْأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْأَبْصَارَ} قَالَ وَيْحَكَ ذَاكَ إِذَا تَجَلَّى بِنُورِهِ الَّذِي هُوَ نُورُهُ وَقَالَ أُرِيَهُ مَرَّتَيْنِ (ت عن ابن عباس)

″Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem, Rabbini gördü″ dedi. Allah’u Teâlâ: ″Gözler O’nu idrak edemez. Halbuki O, gözleri idrak eder″[9] diye buyurmuyor mu? dedim. Bunun üzerine buyurdu ki: ″Vay sana! O, kendi nûru olan nûru ile tecelli ettiği zamandır. Oysa Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem Rabbini iki kez gördü.″[10]

Yine İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ: ″Böylece Allah’u Teâlâ, kuluna vahyettiğini vahyetti.* Gözüyle gördüğünü kalbi yalanlamadı″ diye geçen Sûre-i Necm, Âyet 9-10 hakkında şöyle buyurmuştur:

قَدْ رَآهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ (ت عن ابن عباس)

″Yemin ederim ki, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Allah’u Teâlâ’yı gördü.″[11]

Yine Sûre-i İsrâ, Âyet 1’in izahında geniş olarak anlatıldığı üzere birçok Sahabe-i Kirâm’dan nakledilen Mîraç hadisinde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Mîraca nasıl yükseldiğini ve orada gördüklerini anlatmış. Yedinci semâda ve sonrasında gördüklerini de şöyle anlatmıştır:

… Sonra Cebrâil beni yedinci semâya doğru yükseltti ve bekçisine:

- Kapıyı aç, dedi. Bekçisi de evvelkinin söylediklerini söyledikten sonra kapıyı açtı. Ben orada İbrâhim Aleyhisselâm ile arkasını Beyt’ül-Mâmur’a[12] dayamış olarak karşılaştım. Beyt’ül-Mâmur’u gördüm. Ona günde yetmiş bin melek girer ve bir daha ona dönmezler. Cebrâil: ″Bu, baban İbrâhim’dir, ona selâm ver″ dedi. Ben de selâm verdim ve o da selâmıma karşılık verdi. Sonra bana:

- Merhaba sâlih oğlum, sâlih Nebî, dedi. Sonra Sidret’ül-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bir de gördüm ki, Sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir. Onun yemişleri ise, Yemen’in Hecer kasabası testilerine benzer. Cebrâil bana:

- İşte burası Sidret’ül-Müntehâ’dır, dedi. Burada dört nehir vardı; ikisi bâtın ve ikisi zâhir. ″Bunlar nedir Yâ Cebrâil?″ diye sorunca, dedi ki:

- Bâtın olan iki ırmak Cennete gider. Zâhir olan iki ırmak da dünyâya gider. Bunlar mübârek Nil ve Fırat’tır.

Sidre’yi öyle renkler kaplamıştı ki, onlar nedir bilmem. Sonra Cennete katıldım ki, içinde birçok inciden kubbeler vardı, toprağı da misk kokulu idi.

فَلَمَّا غَشِيَهَا مِنْ أَمْرِ اللّٰهِ مَا غَشِيَ تَغَيَّرَتْ فَمَا أَحَدٌ مِنْ خَلْقِ اللّٰهِ يَسْتَطِيعُ أَنْ يَنْعَتَهَا مِنْ حُسْنِهَا فَأَوْحَى اللّٰهُ إِلَيَّ مَا أَوْحَى... (م عن انس بن مالك)

Allah’u Teâlâ’nın emrinden her şeyi bürünmekte olan şey, Sidreyi tamamıyla bürüyünce, bana başka bir hâl oldu. Artık Allah’ın mahlûklarından, O’nun güzelliğinden bir kısmını bile tavsif ve tarif etmeye kâdir olabilecek hiçbir kimse yoktur. (Sûre-i Necm, Âyet 10’da geçtiği üzere) ″Böylece Allah’u Teâlâ, kuluna vahyettiğini vahyetti.″ O zaman Allah’u Teâlâ bana:

- Yedi kat semâyı ve arzı yarattığım gün sana ve ümmetine elli vakit namazı farz kıldım, sen ve ümmetin o namazı kılın, diye buyurdu. Hemen İbrâhim Aleyhisselâm’a vardım, bana bir şey sormadı. Sonra Mûsâ Aleyhisselâm’ın yanına varınca:

- Allah’u Teâlâ sana ve ümmetine ne kadar namaz farz kıldı? diye sordu. Ben de:

- Elli vakit namaz farz kıldı, dedim. Mûsâ Aleyhisselâm dedi ki:

- Ben, insanları iyi tanırım. İsrailoğullarından neler neler çektim, senin ümmetin bu elli vakit namaza dayanamaz. Rabbine dön, bu yükün biraz hafifletilmesini iste. Ben de:

- Rabbime döndüm ve biraz hafifletmesini istedim. Kırk vakte indirdi. Tekrar Mûsâ Aleyhisselâm’ın yanına dönünce:

- Ne yaptın? dedi. ″Kırk vakte indirdi″ dedim. Bana yine ilk sözünü söyleyince, yine Rabbime döndüm; otuz vakte indirdi. Yine Mûsâ Aleyhisselâm’a döndüm. Bana aynı ilk sözünü söyleyince, yine Rabbime döndüm, yirmi vakte indirdi. Sonra on, sonra beşe indirdi. Yine Mûsâ Aleyhisselâm’a geldim, bana yine aynı ilk sözü söyleyince:

- Rabbime tekrar dönmeye utanırım, dedim. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ:

- Kullarımdan, farz kıldığım yükü hafiflettim. Böylece ibâdet ve iyiliklerini on katıyla mükâfatlandıracağım, diye buyurdu.[13]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

عَرَجَ بِى جِبْرِيلُ اِلَى سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى وُدَنَا الْجَبَّارُ رَبُّ الْعِزَّةِ فَتَدَلَّى حَتَّى كَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى مِنْهُ فَاَوْحَى اِلَى مَا اَوْحَى (عن انس بن مالك)

″Cebrâil, beni Sidret’ül-Müntehâ’ya yükseltti. Yüce kudretli Rabbim yaklaştı. O kadar sarktı ki, bir yayın iki ucu arası kadar, belki daha az kaldı ve bana vahyettiğini vahyetti.″[14]

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’nın, Allah’u Teâlâ’nın Sûre-i Necm, Âyet 8’de ki: ″Sonra yaklaştı ve sarktı″ buyru­ğu hakkında; ″İfâdede takdim ve tehir vardır″ dediği nakledilmiştir. Yani Ref­ref,[15] Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’e Mîraç gecesinde sarktı, üzerine oturdu, sonra yük­seltildi ve Rabbine yaklaştı. Şöyle buyurdu:

فَارَقَنِي جِبْرِيل وَانْقَطَعَتْ عَنِّي الْأَصْوَات وَسَمِعْت كَلَام رَبِّي (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابن عباس)

″Cebrâil, benden ayrıldı ve duyduğum ses­ler kesildi, Rabbimin kelâmını işittim.″[16]


[1] Bakınız: Geylânî Tefsîri, c. 5, s. 443.

[2] Âyet-i Kerîme’nin metninde geçen ″Kâbe Kavseyn″ (bir yayın iki ucu kadar) dediği; kâb, yayın ortasındaki birleşme yeridir. Kavseyn de, birleşme yerinin iki tarafındaki esnek olan kanatlardır, yani bir yay mesafesi demektir.

[3] Sûre-i İnşirâh, Âyet 1-2.

[4] İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 22, s. 507; İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 7, s. 450-451.

[5] Mîraç hakkında geniş bilgi için Sûre-i İsrâ, Âyet 1 ve izahına bakınız.

[6] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3706; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 11746.

[7] İmam Kastalâni, Mevâhib-i Ledünniyye, s. 422.

[8] Sahih-i İbn-i Hibban, Hadis No: 57; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 204.

[9] Sûre-i En’âm, Âyet 103.

[10] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 53.

[11] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 52.

[12] Beyt’ül-Mâmur: Aynı Kâbe gibi meleklerin tavaf yaparak ibâdet ettikleri yer olup, dünyâdaki Kâbe’nin tam üzerine denk gelmektedir.

[13] Sahih-i Buhârî, Bed’ul-Halk 6, Enbiyâ 22-23, Salat 1; Sahih-i Müslim, Îman 74 (259, 263 Sünen-i Nesâî, Salat 1; Sünen-i İbn-i Mâce, İkâmet’üs-Salât 194.

[14] İmam Kastalâni, Mevâhib-i Ledünniyye, s. 421.

[15] Refref, yaygı ve döşek anlamına gelmektedir.

[16] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17, s. 98; Meâric’ün-Nübüvve, Altıparmak (Peygamberler Tarihi), c. 1, 3. Rükün, s. 141-142.


﴿ اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰىۙ ﴿١٩﴾ وَمَنٰوةَ الثَّالِثَةَ الْاُخْرٰى ﴿٢٠﴾

19-20. Şimdi siz, ilah olarak Lat’ı, Uzza’yı mı görüyorsunuz?* ve diğer üçüncüleri olan Menat’ı mı görüyorsunuz?

İzah: Bu âyetler hakkında şu hâdise nakledilmiştir:

Bir gün Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Kureyş müşriklerinin çok olduğu bir toplantı yerinde bulunuyordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onlara Necm Sûresi’ni okudu ve Şimdi siz, ilah olarak Lat’ı, Uzza’yı mı görüyorsunuz?* ve diğer üçüncüleri olan Menat’ı mı görüyorsunuz?[1] buyruğunu okuyunca, şeytan:

تلك الغرانيق العلى وان شفاعتهن لترتجى

- İşte bu adı geçen putlar, yüce kuşlardır ve bunların şefaatleri umulur, anlamındaki bu sözleri araya kattı. Oradaki insanlar da, şeytanın araya kattığı bu sözü, Resûlü Kirâm’ın söylediğini zannettiler. Böylece Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Necm Sûresi’ni bitirdi ve secdeye gitti. Onunla birlikte orada bulunan Müslüman, müşrik herkes secde etti. Bütün müşrikler, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu sözlerine memnun olup sevinerek meclisten dağıldılar. Bunun üzerine Sahâbe-i Kirâm:

- Yâ Resûlallah! Sen: ″İşte bu adı geçen putlar yüce kuşlardır ve bunların şefaatleri umulur″ diye söyledin; bu söz doğru mu? Yoksa biz mi yanlış anladık, deyince Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

- Ben böyle bir şey söylemedim, dedi. Orada bulunan herkes bu sözü doğrulayınca, çok üzüldü. Bunun üzerine Cebrâil Aleyhisselâm, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldi ve ″Ey Habîbim! Senden önce hiçbir Resûl ve Nebî göndermedik ki, onlardan biri bir şey temenni ettiği vakit, şeytan onun temennisine bir şey atmış olmasın…″ diye devam eden Sûre-i Hacc, Âyet 52’yi indirdi.

Cebrâil Aleyhisselâm dedi ki:

- Şeytan, insanlarla senin arana girerek senin sözünmüş gibi bâtıl olan bir şeyi onlara söyledi.

Allah’u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme ile, Resûlünü şeytanın fitnesinden kurtarınca, müşrikler yine dalâletlerine ve düşmanlıklarına döndüler. Bundan sonra Allah’u Teâlâ Resûlüne istiâze ile emredip, Ey Resûlüm! Kur’ân okumak istediğin vakit, Allah’ın dergâhından kovulmuş olan şeytandan Allah’a sığın″[2] Âyet-i Celîlesini indirdi.[3]

Bu olay hakkında İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

سَجَدَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِالنَّجْمِ وَسَجَدَ مَعَهُ الْمُسْلِمُونَ وَالْمُشْرِكُونَ وَالْجِنُّ وَالْإِنْسُ (خ عن ابن عباس)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Necm Sûresi’ni okuyunca secde etti ve onunla birlikte Müslümanlar, müşrikler, cinler ve bütün insanlar da secde ettiler.″[4]

Abdullah İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de, şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَرَأَ سُورَةَ النَّجْمِ فَسَجَدَ بِهَا فَمَا بَقِيَ أَحَدٌ مِنَ الْقَوْمِ إِلَّا سَجَدَ فَأَخَذَ رَجُلٌ مِنَ الْقَوْمِ كَفًّا مِنْ حَصًى أَوْ تُرَابٍ فَرَفَعَهُ إِلَى وَجْهِهِ وَقَالَ يَكْفِينِي هَذَا قَالَ عَبْدُ اللّٰهِ فَلَقَدْ رَأَيْتُهُ بَعْدُ قُتِلَ كَافِرًا (خ عن عبد اللّٰه)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Necm Sûresi’ni okudu ve bunun için secde etti. Orada bulunanlardan sec­de etmedik hiçbir kimse kalmadı. Aralarından bir adam (çok yaşlı olduğu için, eğilemediğinden) yerden bir avuç çakıl taşı toprak alıp yüzüne doğru kaldırdı ve ″Bu kadarı bana yeter″ dedi. Abdullah İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu dedi ki: ″Ben onun daha sonra kâfir olarak öldürüldüğünü gör­düm.″[5] Bu kimse Ümeyye b. Halef’tir.


[1] Sûre-i Necm, Âyet 19-20.

[2] Sûre-i Nahl, Âyet 98.

[3] Günyet’üt-Tâlibîn, c. 1, s. 145.

[4] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Necm 5.

[5] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Necm 5.


﴿ اَلَكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْاُنْثٰى ﴿٢١﴾ تِلْكَ اِذًا قِسْمَةٌ ض۪يزٰى ﴿٢٢﴾

21-22. Oğullar sizin, kızlar Allah’ın mı?* Öyleyse bu, âdilâne olmayan bir taksimdir.

İzah: Müşrikler, ″Melekler, Allah’ın kızlarıdır″[1] diyerek Allah’a karşı büyük bir iftirada bulunmuşlardır.

Bu husus Sûre-i Nahl, Âyet 57-59’da şöyle geçmektedir:

″Onlar, Allah’a kızlar isnat ederler. Hâşâ! O, bundan uzaktır. Kendilerine ise sevdiklerini (erkek çocuklarını) isnat ederler.* Halbuki onlardan biri, kız çocuğu ile müjdelendiği zaman, içi öfkeyle dolar ve yüzü kapkara kesilir.* Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı utanarak kavminden gizlenir. O çocuğu aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa diri diri toprağa mı gömsün? diye düşünür. Dikkat edin! Verdikleri hüküm ne kötüdür.″


[1] Bakınız: Sahih-i Buhârî, Menâkib 80.


﴿ اِنْ هِيَ اِلَّٓا اَسْمَٓاءٌ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْاَنْفُسُۚ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدٰىۜ ﴿٢٣﴾

23. İbâdet ettiğiniz putlar, sizin ve babalarınızın hevânıza uyarak koyduğunuz isimlerden başka bir şey değildir. Allah’u Teâlâ, onların ilah olduklarına dair hiçbir delil indirmemiştir. Onlar, zandan ve nefislerinin hevâsından başka bir şeye tâbi olmuyorlar. Halbuki onlara, Rablerinden şüphesiz bir hidâyet rehberi gelmiştir.


﴿ اَمْ لِلْاِنْسَانِ مَا تَمَنّٰىۘ ﴿٢٤﴾ فَلِلّٰهِ الْاٰخِرَةُ وَالْاُو۫لٰى۟ ﴿٢٥﴾

24-25. Yoksa insanın her temenni ettiği yerine gelecek midir?* Halbuki âhiret de, dünyâ da Allah’ındır.

İzah: ″Yoksa insanın her temenni ettiği yerine gelecek midir?″ diye geçen âyet hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

إِذَا تَمَنَّى أَحَدُكُمْ فَلْيَنْظُرْ مَا يَتَمَنَّى فَإِنَّهُ لَا يَدْرِي مَا يُكْتَبُ لَهُ مِنْ أُمْنِيَّتِهِ (حم عن ابى هريرة)

″Sizden birisi bir şey temenni ettiği zaman, ne temenni etmekte olduğuna bir baksın. Şüphesiz o, umduğundan neyin kendi lehine yazılmış olduğunu bilemez.″[1]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8335.


﴿ وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمٰوَاتِ لَا تُغْن۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـًٔا اِلَّا مِنْ بَعْدِ اَنْ يَأْذَنَ اللّٰهُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْضٰى ﴿٢٦﴾

26. Göklerde nice melekler var ki, şefaatleri hiçbir fayda vermez. Ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve râzı olduğu kullarına şefaat (yardım) etmeleri müstesnâ.

İzah: Bu âyette geçen meleklerin Mü’minlere şefaati, dünyâda iken onlara yardım etmeleridir. Bu sebeple meleklerin Mü’minlere şefaati; Mü’minlerin kâfirlerle yapmış oldukları savaşlarda yardım etmeleri ve onlar için Allah’tan af dilemeleri dilemeleri gibi hususlardır.

Meleklerin savaşlarda Mü’minlere yardım ettiğine dair Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 124-125’te şöyle geçmektedir:

″Ey Habîbim! Hani (Bedir’de) sen Mü’minlere: ″Rabbinizin üç bin melek ile size imdadı kifâyet etmez mi?″ diyordun.* Evet, kifâyet eder. Kâfirlerin aniden hücum ettikleri sırada, sabrederek sebat eder ve Allah’tan korkarsanız, Allah’u Teâlâ size alâmetli beş bin melek ile imdat eder.″

Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

وَكَانَتْ سِيمَاءُ الْمَلائِكَةِ يَوْمَ بَدْرٍ عَمَائِمُ سُودٍ وَيَوْمَ أَحَدٍ عَمَائِمُ حُمْرٍ (طب وابن مردوية والديلمى عن ابن عباس)

″Meleklerin Bedir’de nişanları siyah sarık, Uhud’da ise kırmızı sarıktı.″[1]

Meleklerin, Mü’minler için Allah’tan af dilediklerine dair de Sûre-i Mü’min, Âyet 7-9’da Allah’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Arş’ı taşıyanlar ve onun etrafında bulunan melekler, Rablerini hamd ile tesbih ederler, O’na îman ederler ve Mü’minler için bağışlanma dileyerek şöyle derler: ″Ey Rabbimiz! Senin Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. Tevbe edip yoluna tâbi olanları bağışla ve onları Cehennem azâbından koru.* Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, zevcelerinden ve zürriyetlerinden sâlih olanları da kendilerine vaad ettiğin Adn Cennetlerine dâhil et. Şüphesiz Sen her şeye gâlipsin, hüküm ve hikmet sahibisin.* Bir de onları kötülüklerden koru. O gün kimi kötülüklerden korur isen, ona şüphesiz ki rahmet etmiş olursun. İşte büyük kurtuluş budur.″

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

أَلَا أَدُلُّكَ عَلَى مِلَاكِ هَذَا الْاَمْرَ الَّذِى تُصِيبُ بِهِ خَيْرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ! عَلَيْكَ بِمَجَالِسَةِ أَهْلِ الذِّكْرِ وَاِذَا خَلَوْتَ فَحَرَّكَ لِسَانَكَ مَا اسْتَطَعْتَ بِذِكْرِ اللّٰهِ وَأَحَبَّ فِى اللّٰهِ وَأَبْغَضَ فِى اللّٰهِ يَا أَبَا رَزِّينَ! هَلْ شَعَرْتَ أَنَّ الرَّجُلَ اِذَا خَرَجَ مِنْ بَيْتِهِ زَائِرًا أَخَاهُ شَيَّعَهُ سَبْعُونَ أَلْفَ مَلَكٍ كُلُّهُمْ يُصَلُّونَ عَلَيْهِ وَيَقُولُونَ: رَبَّنَا وَصَلَ فِيكَ فَصِلْهُ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ أَنْ تُعْمِلَ جَسَدَكَ فِى ذَلِكَ فَافْعَلْ. (هب حل وابن عساكر عن ابى درين وفيه عثمان بن عطا وابو حاتم عن ابى رزين)

″Haberin olsun ki, sana dünyâ ve âhiret saadetini elde edecek bir şeyin başını öğretiyorum. Sana şunları söylerim: Zikrullah meclislerine devam et. Issızda kaldığın zaman gücün yettiği kadar dilini, Allah‘ın zikrine hareket ettir. Sevdiklerini sırf Allah için sev, buğzettiklerine de sırf Allah için buğzet. Ey Ebû Rezzin! Kişi evinden Müslüman kardeşini ziyaret etmek için çıktığı zaman, onu yetmiş bin melek uğurlar ve onun için Allah’u Teâlâ‘dan bağışlanmasını dilerler ve derler ki: ″Ey Rabbimiz! Senin için ziyarette bulundu, Sen de onu yalnız bırakma, mükâfatını ver.″ İşte (Ey Ebû Rezzin!) sen de bunları yapabilirsen yap.″[2]


[1] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 338/7.

[2] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 8734; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 166/4.


﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى ﴿٢٧﴾ وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـًٔاۚ ﴿٢٨﴾

27-28. Şüphesiz âhirete îman etmeyenler, melekleri dişi olarak isimlendirirler.* Halbuki onların buna dair bir bilgileri yoktur. Onlar, zandan başka bir şeye tâbi olmazlar. Halbuki zan, hiçbir hakikat ifade etmez.

İzah: Müşrikler, ″Melekler, Allah’ın kızlarıdır″[1] demek cehâletinde bulunurlar. Allah’u Teâlâ ise, kız ve oğlan babası olmaktan uzaktır.


[1] Bakınız: Sahih-i Buhârî, Menâkib 80.


﴿ فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ ﴿٢٩﴾ ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى ﴿٣٠﴾

29-30. Ey Resûlüm! O halde Bizim zikrimizden (Kur’ân’dan) yüz çeviren ve dünyâ haya­tından başka bir şey istemeyen kimselerden sen de yüz çevir.* İşte onların ilimleri ancak bu kadarına yetti. Şüphesiz senin Rabbin, evet O, yolundan sapanı çok iyi bilir. O, doğru yola gideni de çok iyi bilir.

İzah: Âhireti terkedip dünyâya meyledenler hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

الدُّنْيَا دَارُ مَنْ لَا دَارَ لَهُ وَمَالُ مَنْ لَا مَالَ لَهُ وَلَهَا يَجْمَعُ مَنْ لَا عَقْلَ لَهُ (حم عن أم المؤمنين عائشة)

″Dünyâ, yurdu olmayanın yurdudur. Malı olmayanın malıdır. Onu aklı olmayan toplar.″[1]

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’den nakledilen bir duâda da şöyle buyrulmuştur:

اَللّٰهُمَّ وَلَا تَجْعَلِ الدُّنْيَا أَكْبَرَ هَمِّنَا وَلَا مَبْلَغَ عِلْمِنَا.

″Allah’ım, dünyâyı bizim en büyük düşüncemiz ve ulaşabileceğimiz son bilgi kılma.″[2]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 23283.

[2] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 7, s. 459.


﴿ وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ ﴿٣١﴾

31. Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah’ındır. O, kötü amellerde bulunanları amellerinin misliyle cezâlandırır. İyi amellerde bulunanları da daha güzeli ile mükâfatlandırır.


﴿ اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟ ﴿٣٢﴾

32. O iyi amellerde bulunanlar, küçük günahlar hâriç, büyük günahlardan ve hayâsızlıklardan kaçınırlar. Şüphesiz senin Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. O, sizi topraktan yarattığı sırada ve annelerinizin karınlarında ceninler halinde iken, hallerinizi çok iyi bilir. O halde nefsinizi temize çıkarmayın. O, kimin takvâ üzere olduğunu çok iyi bilir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Necm Sûresi’ni okurken: ″İyi amellerde bulunanlar, küçük günahlar hâriç, büyük günahlardan ve fuhşiyattan kaçınırlar…″ diye devam eden Sûre-i Necm, Âyet 32’ye gelince, şöyle duâ etti:

إِنْ تَغْفِرْ اللّٰهُمَّ تَغْفِرْ جَمَّا وَأَيُّ عَبْدٍ لَكَ لَا أَلَمَّا (ت عن ابن عباس)

″Bağışla. Allah’ım! Hepsini bağışla. Küçük günahları hangi kulun yapmaz ki?″[1]

Allah’u Teâlâ Sûre-i Nisâ, Âyet 31’de de şöyle buyurmuştur:

″Eğer nehyedildiğiniz büyük günahlardan sakınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi çok güzel bir yere (Cennete) girdiririz.″

Büyük günahların neler olduğuna dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ وَمَا هُنَّ قَالَ الشِّرْكُ بِاللّٰهِ وَالسِّحْرُ وَقَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللّٰهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَكْلُ الرِّبَا وَأَكْلُ مَالِ الْيَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ الْغَافِلَاتِ (خ م عن ابى هريرة)

Helâke sürükleyen yedi şeyden kaçının.″ Sahâbe-i Kirâm: ″Yâ Resûlallah! Onlar nedir?″ diye sorunca, buyurdu ki: ″Allah’a ortak koşmak, sihir yapmak, Allah’u Teâlâ’nın öldürülmesini haram kıldığı insanı haksız yere öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak ve iffetli olan Mü’min kadınlara zinâ iftirasında bulunmaktır.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

أَلَا أُنَبِّئُكُمْ بِأَكْبَرِ الْكَبَائِرِ ثَلَاثًا قَالُوا بَلَى يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ الْإِشْرَاكُ بِاللّٰهِ وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ وَجَلَسَ وَكَانَ مُتَّكِئًا فَقَالَ أَلَا وَقَوْلُ الزُّورِ قَالَ فَمَا زَالَ يُكَرِّرُهَا حَتَّى قُلْنَا لَيْتَهُ سَكَتَ (خ م عن ابى بكرة)

″Haberiniz olsun! Ben size büyük günahların en büyüğünden üçünü haber vereyim mi?″ diye sor­du. ″Evet, Yâ Resûlallah!″ denilince, buyurdu ki: ″Allah’a ortak koşmak ve anne ve babaya kötü davranmak.″ Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem yaslandığı yerden iki dizinin üzerine kalkarak sözlerine şöyle devam etti: ″Haberiniz olsun! Bir de yalan söylemektir.″ Ebû Bekre Radiyallâhu anhu dedi ki: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bu son sö­zü durmadan tekrar ediyordu. Öyle ki bizler: ″Artık sükût etse″ diyorduk.[3]

Günahlardan nasıl korunulacağına dair de Sûre-i Ankebût, Âyet 45’te Allah’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

″Ey Resûlüm! Kitaptan sana vahyolunanı oku. Namaza devam et. Çünkü namaz, büyük ve küçük günahlardan alıkoyar ve (bu hususta) elbette zikrullah daha büyüktür. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızı bilir.

Yine Sûre-i Necm, Âyet 32’de: ″O halde nefsinizi temize çıkarmayın″ diye buyrulmaktadır. Bu hususta da Muhammed İbn-i Amr İbn-i Atâ Radiyallâhu anhu şöyle demiştir:

سَمَّيْتُ ابْنَتِي بَرَّةَ فَقَالَتْ لِي زَيْنَبُ بِنْتُ أَبِي سَلَمَةَ إِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنْ هَذَا الِاسْمِ وَسُمِّيتُ بَرَّةَ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا تُزَكُّوا أَنْفُسَكُمْ اللّٰهُ أَعْلَمُ بِأَهْلِ الْبِرِّ مِنْكُمْ فَقَالُوا بِمَ نُسَمِّيهَا قَالَ سَمُّوهَا زَيْنَبَ (م عمرو بن عطاء)

Kızıma Berrâ adını koymuştum. Ebû Seleme kızı Zeyneb bana şöyle dedi: Şüphesiz Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bu ismin konulmasını yasakladı. Bana Berrâ adı verilmişti de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Kendinizi temize çıkarmayın. Şüphesiz Allah, sizden iyilik sahibi olanları en iyi bilendir″ buyurdu. Ashâbı: ″Ona ne ad koyalım?″ dediler de, ″Ona Zeyneb adını koyun″ buyurdu.[4]

Ebû Bekre Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

مَدَحَ رَجُلٌ رَجُلًا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَيْلَكَ قَطَعْتَ عُنُقَ صَاحِبِكَ مِرَارًا إِذَا كَانَ أَحَدُكُمْ مَادِحًا صَاحِبَهُ لَا مَحَالَةَ فَلْيَقُلْ أَحْسَبُ فُلَانًا وَاللّٰهُ حَسِيبُهُ وَلَا أُزَكِّي عَلَى اللّٰهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى أَحَدًا إِنْ كَانَ يَعْلَمُ ذَاكَ أَحْسَبُهُ كَذَا وَكَذَا (حم عن أبي بكرة)

Birisi başka bir kişiyi Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında övmüştü. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem defalarca, ″Yazıklar olsun sana, arkadaşının boynunu kopardın″ buyurup şöyle devam etti: Sizden birisi arkadaşını mutlaka methetmek istediği zaman, onun bildiği niteliklerini söyleyerek; ″Onu hesaba çekecek olan Allah’tır. Allah’u Teâlâ’ya karşı hiç kimseyi temize çıkarmıyorum. Öyle sanıyorum ki, o şöyle şöyledir″ desin.[5]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 51.

[2] Sahih-i Buhârî, Vasâya 23, Sahih-i Müslim , Îman 38 (145).

[3] Sahih-i Buhârî, Şehâdet 10; Sahih-i Müslim, Îman 38 (143).

[4] Sahih-i Müslim, Edeb 3 (19).

[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19563.


﴿ اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ ﴿٣٣﴾ وَاَعْطٰى قَل۪يلًا وَاَكْدٰى ﴿٣٤﴾ اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى ﴿٣٥﴾ اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ ﴿٣٦﴾ وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىۙ ﴿٣٧﴾ اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ ﴿٣٨﴾ وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ ﴿٣٩﴾ وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ ﴿٤٠﴾ ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ ﴿٤١﴾ وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ ﴿٤٢﴾

33-42. Ey Resûlüm! (Îmandan) yüz çevireni gördün mü?* ve (malından) biraz verdikten sonra, vermeyi keseni gördün mü?* Gayba ait bilgi onun yanında mıdır ki, artık o görüyor?* Yoksa Mûsâ’nın sahifelerinde olan şeyden kendisine haber verilmedi mi?* Ve vazifesini hakkıyla yerine getiren İbrâhim’in sahifelerindeki de kendisine haber verilmedi mi?* Hakikaten hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.* Şüphesiz ki, insan için kendi çalıştığından başkası yoktur.* Ve elbette ki çalışmasının karşılığını yakında görecektir.* Sonra ona çalışmasının karşılığı eksiksiz verilecektir.* Şüphesiz ki, en son gidiş Rabbinedir.

İzah: Bu âyetlerin nüzul sebebine dair şu hâdise nakledilmiştir:

Velid b. Muğire, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mec­lisine gelir, söylediklerini ve öğütlerinidinlerdi. İslâm’a meyletmişti. Müşriklerden biri kendisini ayıpladı ve ″Atalarının dînini terk mi ettin?″ dedi. Velid: ″Allah’ın azâbından korkarım″ diye cevap verdi. Bunun üzerine dostu: ″Malının bir kısmını bana verirsen, ben senin azâbını yüklenirim″ dedi. Bunun üzerine Velid b. Muğire, îmandan yüz çevirdi. Fakat dostuyla kararlaştırdıkları miktarın birazını verip, geri kalanını vermekten çekindi. İşte bu âyetler, bu hâdiseyi haber vermektedir.

Yine Âyet-i Kerîme’de:Hakikaten hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmezdiye buyrulmaktadır. Yani, Velid b. Muğire ve onun gibiler, günahlarını başkalarına yükleyerek kurtulabileceklerini sanmasınlar, demektir.

İşte kullar, çalıştığının karşılığını yarın mahşerde görecektir. Allah, irâde-i cüz’iyye’yi kulun kendi eline vermiştir. Bir kul, îmanı seçip amel-i sâlihte bulunursa, yeri Cennettir. Bir kul da, şeytana ve nefsin hevâsına uyup küfrü seçerse yahut kötü amellerde bulunursa, onun da yeri Cehennemdir.

Yine bu hususta Sûre-i Secde, Âyet 14’te Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Onlara şöyle denir: ″Bugüne kavuşmayı unutmanız sebebiyle tadın azâbı. Biz de bugün sizi unuttuk (Cehennemde bıraktık). Amellerinizin gereği olan dâimî azâbı tadın.″

Kötü amel işleyerek mahşere gelen kimse, bakar ki, günahlar yığın yığın olmuş. ″Aman Yâ Rabbi! Bu günahlar nereden geldi?″ der. Allah’u Teâlâ da Sûre-i Enfâl, Âyet 51’de geçtiği üzere der ki:

″İşte bu, sizin kendi ellerinizle önceden yaptıklarınızın karşılığıdır. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, kullarına aslâ haksızlık yapmaz.″

Yani Allah’u Teâlâ buyurur ki: ″Ey kâfirler! Bu şiddet ve azap, sizin küfür ve isyanınızın cezâsıdır. Yoksa Allah’u Teâlâ, sebepsiz yere hiçbir kuluna cezâ vermez, siz kendi nefsinize zulmettiniz.″


﴿ وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ ﴿٤٣﴾ وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ ﴿٤٤﴾

43-44. Şüphesiz ki güldüren de, ağlatan da O’dur.* Şüphesiz ki öldüren de, hayata erdiren de O’dur.

İzah: Dünyâ hayatında bir kimsenin başına gelen hayır veya şer Allah’u Teâlâ’dandır. Bu da îmanın altı şartından biridir. Âhirette ise Allah’u Teâlâ, Mü’min kullarını Cennete nâil edip büyük bir feraha kavuşturarak güldürecektir. Kâfirleri de gam ve keder içinde oldukları halde ebedî azâba uğratarak ağlatacaktır. Yine kullarını yaratan, yaşatan, öldüren sonra yine hayata kavuşturacak olan Allah’u Teâlâ’dır.


﴿ وَاَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۙ ﴿٤٥﴾ مِنْ نُطْفَةٍ اِذَا تُمْنٰىۖ ﴿٤٦﴾

45-46. Muhakkak ki iki çifti, erkek ile dişiyi O yarattı;* atıldığı zaman bir nutfe’den (sperm’den).


﴿ وَاَنَّ عَلَيْهِ النَّشْاَةَ الْاُخْرٰىۙ ﴿٤٧﴾ وَاَنَّهُ هُوَ اَغْنٰى وَاَقْنٰىۙ ﴿٤٨﴾ وَاَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرٰىۙ ﴿٤٩﴾

47-49. Şüphesiz ki, ölümden sonra diriltme de O’na aittir.* Zengin eden de O’dur. İnsanlara, muhtaç oldukları şeyleri veren de O’dur.* Şüphesiz ki, Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur.

İzah: Âyet-i Kerîme’de, ″Şi’râ″ diye adlandırılan yıldız, parlak bir yıldızdır. Câhiliye döneminde Hımyer ve Huzaa kabileleri bu yıldıza taparlardı. Bir kısım Araplar da bu yıldıza tâzimde bulunur ve onun âlemde tesiri olduğuna inanırlardı. İşte Allah’u Teâlâ, onların bu bâtıl inanışına dikkat çekerek bu Şi’râ’nın Rabbinin de Allah Teâlâ olduğunu açıklamakta ve onu bırakıp Allah’a kulluk etmelerini emretmektedir.


﴿ وَاَنَّهُٓ اَهْلَكَ عَادًاۨ الْاُو۫لٰىۙ ﴿٥٠﴾ وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْقٰىۙ ﴿٥١﴾ وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ اَظْلَمَ وَاَطْغٰىۜ ﴿٥٢﴾ وَالْمُؤْتَفِكَةَ اَهْوٰىۙ ﴿٥٣﴾ فَغَشّٰيهَا مَا غَشّٰىۚ ﴿٥٤﴾ فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكَ تَتَمَارٰى ﴿٥٥﴾

50-55. Şüphesiz ki, önceki Âd kavmini helâk eden O’dur.* Semud kavmini de helâk eden O’dur. Onlardan kimseyi bırakmadı.* Onlardan evvel Nûh’un kavmini helâk eden de O’dur. Şüphesiz onlar, zulüm ve azgınlıkta daha ileriydi.* Lût’un kavminin beldelerinin de altını üstüne çevirerek yerin dibine geçiren O’dur.* Artık onların yurtlarını, kuşatan (azap) kuşattı.* O halde (Ey insan!) Rabbinin nîmetlerinden hangisinde şüphe edersin?

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen ″Âd″, Hûd Aleyhisselâm’ın kavmidir. ″Semud″ da Sâlih Aleyhisselâm’ın kavmidir. Bunlar Peygamberlerini dinlemeyip haktan yüz çevirince, Allah’u Teâlâ bunları helâk etti. Bunlardan evvel daha azgın olan Nûh Aleyhisselâm’ın kavmini de tufan ile helâk etti. Lut Aleyhisselâm’ın kavmini de, Cebrâil Aleyhisselâm, kanadıyla kaldırıp beldelerinin altını üstüne çevirdi ve Allah’u Teâlâ onları da bu şekilde helâk etti. Lut Gölü, o azâbın sonucunda oluşmuştur. Bu kavimlerin kıssaları birçok sûrede detaylı olarak anlatılmaktadır. Bu hususta özellikle Sûre-i A’râf, Âyet 59-84’e ve izahlarına bakınız.


﴿ هٰذَا نَذ۪يرٌ مِنَ النُّذُرِ الْاُو۫لٰى ﴿٥٦﴾ اَزِفَتِ الْاٰزِفَةُۚ ﴿٥٧﴾ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَاشِفَةٌ ﴿٥٨﴾

56-58. İşte bu (Muhammed Aleyhisselâm) da önceki uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır.* O yaklaşmakta olan (kıyâmet) yaklaştı;* onu Allah’tan başka kimse açığa çıkaramaz.

İzah: Kıyâmetin yakın olduğuna dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

بُعِثْتُ فِي نَفَسِ السَّاعَةِ فَسَبَقْتُهَا كَمَا سَبَقَتْ هَذِهِ هَذِهِ لِأُصْبُعَيْهِ السَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى (ت عَنْ المستورد بن شداد الفهري)

″Ben, kıyâmetin soluğunda gönderildim. Şunun şunu geçtiği gibi diyerek şehâdet parmağı ile orta parmağını birbirine yaklaştırarak gösterdi.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

حِينَ بُعِثَ إِلَيَّ بُعِثَ إِلَى صَاحِبِ الصُّوَرِ فَأَهْوَى بِهِ إِلَى فِيهِ وَقَدَّمَ رِجْلا وَأَخَّرَ أُخْرَى يَنْتَظِرُ مَتَى يُؤْمَرُ فَيَنْفُخَ أَلا فَاتَّقُوا النَّفْخَةَ (احياء علوم الدين عن ابى عمران)

″Ben, Peygamber olarak gönderildiğimde, Sûr’un sahibine de Sûr verildi. Onu ağzına aldı, bir ayağı ileride, bir ayağı geride Sûr’a üfleyeceği zamanı beklemektedir. Aman! Sûr’un üflenilmesinden, onun dehşetinden Allah’a sığının.″[2]

Yine âyette kıyâmetle ilgili olarak, ″Onu Allah’tan başka kimse açığa çıkaramaz″ diye buyrulmaktadır. Bu ifade onu Allahtan başka ortaya çıkaracak hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Onun kopma zamanını Allah’tan başka hiçbir kimse bilemez, demektir.


[1] Sünen-i Tirmizî, Fiten 39. Ayrıca bakınız: Sünen-i İbn-i Mâce, Fiten 25; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18921.

[2] İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 4, s. 917; Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 8.


﴿ اَفَمِنْ هٰذَا الْحَد۪يثِ تَعْجَبُونَۙ ﴿٥٩﴾ وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَۙ ﴿٦٠﴾ وَاَنْتُمْ سَامِدُونَ ﴿٦١﴾ فَاسْجُدُوا لِلّٰهِ وَاعْبُدُوا (سَجْدَه) ﴿٦٢﴾

59-62. Şimdi siz, bu söze mi (Kur’ân’a mı) hayret ediyorsunuz?* Ve gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?* Siz, gaflet içinde oyalanıyorsunuz!* Artık Allah’a secde edin ve ibâdette bulunun. (Secde âyetidir)

İzah: Bu âyetlerle ilgili olarak Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

لَمَّا نَزَلَتْ {أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ. وَتَضْحَكُونَ وَلا تَبْكُونَ} بَكَى أَصْحَابُ الصُّفَّةِ حَتَّى جَرَتْ دُمُوعُهُمْ عَلَى خُدُودِهِمْ، فَلَمَّا سَمِعَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَنِينَهُمْ بَكَى مَعَهُمْ، فَبَكَيْنَا بِبُكَائِهِ، فَقَالَ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا يَلِجُ النَّارَ مَنْ بَكَى مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ، وَلَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مُصِرٌّ عَلَى مَعْصِيَةٍ، وَلَوْ لَمْ تُذْنِبُوا لَجَاءَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُذْنِبُونَ فَيَغْفِرُ لَهُمْ (هب عن ابى هريرة)

″Ve gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz? Siz, gaflet içinde oyalanıyorsunuz!″ âyetleri indiği zaman, Ashâb-ı Suffa ağladı ve gözyaşları yanaklarından aktı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onların ağladığını işitince, kendisi de ağladı. Biz de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile beraber ağladık. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ″Allah korkusuyla ağlayan kişi, Cehenneme girmeyecektir. Mâsiyette ısrar eden kişi de Cennete girmeyecektir. Eğer sizler günah işlemeseydiniz, Allah’u Teâlâ sizin yerinize günah işleyecek bir kavim yaratırdı ve onları bağışlardı.″[1]

Ayrıca Sûre-i Necm, Âyet 62, secde âyeti olup, okuyan veya dinleyen herkesin ″Tilâvet Secdesi″ yapması gerekir. Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

سَجَدَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِالنَّجْمِ وَسَجَدَ مَعَهُ الْمُسْلِمُونَ وَالْمُشْرِكُونَ وَالْجِنُّ وَالْإِنْسُ (خ عن ابن عباس)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Necm Sûresi’ni okuyunca secde etti ve onunla birlikte Müslümanlar, müşrikler, cinler ve bütün insanlar da secde ettiler.″[2]

Müşrikler de dâhil orada bulunan herkesin niçin secde ettiklerine dair geniş bilgi için bu sûrenin 19 ve 20. âyetlerinin izahına bakınız.


[1] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 811; Celâleddin es-Suyûti, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 14, s. 66.

[2] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Necm 5.