Bu sûre 17 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. İsmini, ilk âyetinde geçen ″Târık″ kelimesinden almıştır.
﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴾
Bismillâhirrahmânirrahîm.
﴿ وَالسَّمَٓاءِ وَالطَّارِقِۙ ﴿١﴾ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الطَّارِقُۙ ﴿٢﴾ اَلنَّجْمُ الثَّاقِبُۙ ﴿٣﴾ ﴾
1-3. Semâya ve Târık’a yemin olsun ki,* Ey Resûlüm! Târık’ın ne olduğunu bilir misin?* O, karanlığı delen bir yıldızdır.
İzah: Bu âyetlerin nüzul sebebine dair İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ, şu hâdiseyi anlatmıştır:
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Ebû Tâlib ile birlikte oturuyordu. Bir yıldız kaydı, yeryüzünün her tarafı aydınlandı. Ebû Tâlib bundan korktu: ″Bu nedir?″ dedi. Peygamber Efendimiz: ″Bu, kendisiyle şeytanların taşlandığı bir yıldızdır. Bu, Allah’ın âyetlerinden bir âyettir″ diye buyurdu. Ebû Tâlib, bu işe hayret etti. Bunun üzerine: ″Semâya ve Târık’a yemin olsun ki″ diye geçen Sûre-i Târık, Âyet 1 nâzil oldu.[1]
[1] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 1.
﴿ اِنْ كُلُّ نَفْسٍ لَمَّا عَلَيْهَا حَافِظٌۜ ﴿٤﴾ فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ مِمَّ خُلِقَۜ ﴿٥﴾ خُلِقَ مِنْ مَٓاءٍ دَافِقٍۙ ﴿٦﴾ يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَٓائِبِۜ ﴿٧﴾ اِنَّهُ عَلٰى رَجْعِه۪ لَقَادِرٌۜ ﴿٨﴾ يَوْمَ تُبْلَى السَّرَٓائِرُۙ ﴿٩﴾ فَمَا لَهُ مِنْ قُوَّةٍ وَلَا نَاصِرٍۜ ﴿١٠﴾ ﴾
4-10. Hiçbir kimse yoktur ki, üzerinde bir gözetleyici olmasın.*Artık insan neyden yaratıldığına bir baksın!* Fışkıran bir sudan yaratıldı.* O su ki, (erkeğin) bel kemiği ile (kadının) göğüs kemikleri arasından çıkar.* Şüphesiz Allah’u Teâlâ, onu öldürdükten sonra tekrar diriltmeye de kâdirdir.* O gün, bütün sırlar açığa çıkar.* O zaman, onun için (kâfir olduğundan dolayı) ne bir kuvvet, ne de bir yardımcı vardır.
İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Hiçbir kimse yoktur ki, üzerinde bir gözetleyici olmasın″ diye buyrulmaktadır. Burada kastedilen, herkesin hayır ve şer yaptığı amelleri kaydeden kirâmen kâtibîn melekleridir.
Yine Sûre-i Târık, Âyet 7’yi açıklarken İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:
- Erkeğin bel kemiği ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkan bir sudur ki, bu ikisi olmadan çocuk da olmaz.
﴿ وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الرَّجْعِۙ ﴿١١﴾ وَالْاَرْضِ ذَاتِ الصَّدْعِۙ ﴿١٢﴾ اِنَّهُ لَقَوْلٌ فَصْلٌۙ ﴿١٣﴾ وَمَا هُوَ بِالْهَزْلِۜ ﴿١٤﴾ اِنَّهُمْ يَك۪يدُونَ كَيْدًاۙ ﴿١٥﴾ وَاَك۪يدُ كَيْدًاۚ ﴿١٦﴾ فَمَهِّلِ الْكَافِر۪ينَ اَمْهِلْهُمْ رُوَيْدًا ﴿١٧﴾ ﴾
11-17. Hareket edip dönen semâya* ve bitkiler ile yarılan yere yemin olsun ki,* şüphesiz Kur’ân, elbette hak ile bâtılın arasını ayıran bir kelâmdır.* Onda aslâ şaka yoktur.* Şüphesiz onlar, (onun nûrunu söndürmek için) hile yaparlar.* Ben de onlara karşı hile yaparım.* Ey Resûlüm! Artık kâfirlere mühlet ver, onları biraz bırak.
İzah: İbn-i Zeyd Sûre-i Târık, Âyet 17 hakkında şöyle buyurmuştur:
Allah’u Teâlâ Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, kâfirlerin ezâlarına karşı sabretmesini ve onlara mühlet vermesini emretti. Fakat ona yardım etmeyi dileyince de kâfirlere karşı cihat etmesini emretti.