MÜCÂDELE SÛRESİ

Bu sûre 22 âyettir. Medîne döneminde nâzil olmuştur. Bir aile meselesi hakkında mücâdele konusunu beyan ettiği için ″Mücâdele Sûresi″ ismi verilmiştir. Bu sûrede işlenen zıhâr konusundan dolayı ″Zıhâr Sûresi″ diye de isimlendirilmiştir.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ قَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّت۪ي تُجَادِلُكَ فِي زَوْجِهَا وَتَشْتَك۪ٓي اِلَى اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ ﴿١﴾

1. Ey Resûlüm! Kocası hakkında seninle mücâdele eden ve Allah’a şikâyet eden kadının sözünü Allah’u Teâlâ işitmiştir. Allah’u Teâlâ, aranızda meydana gelen konuşmayı işitir. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, her şeyi işiten ve görendir.

İzah: Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ, bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair şu hâdiseyi anlatmaktadır:

تَبَارَكَ الَّذِي وَسِعَ سَمْعُهُ كُلَّ شَيْءٍ إِنِّي لَأَسْمَعُ كَلَامَ خَوْلَةَ بِنْتِ ثَعْلَبَةَ وَيَخْفَى عَلَيَّ بَعْضُهُ وَهِيَ تَشْتَكِي زَوْجَهَا إِلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهِيَ تَقُولُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَكَلَ شَبَابِي وَنَثَرْتُ لَهُ بَطْنِي حَتَّى إِذَا كَبِرَتْ سِنِّي وَانْقَطَعَ وَلَدِي ظَاهَرَ مِنِّي اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَشْكُو إِلَيْكَ فَمَا بَرِحَتْ حَتَّى نَزَلَ جِبْرَائِيلُ بِهَؤُلَاءِ الْآيَاتِ {قَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّتِي تُجَادِلُكَ فِي زَوْجِهَا وَتَشْتَكِي إِلَى اللّٰهِ} (ه عن عائشة)

Her şeyi işiten Allah’ın şânı ne yücedir! Ben, Sa­’lebe kızı Havle’nin sözlerini işitirken bir kısmını da anlayamıyordum. O sı­rada kocasını Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e şikâyet ediyor ve ″Yâ Resûlallah! Benim gençliğimi yedi, karnım ona çocuk saçtı. Nihâyet yaşım ilerleyip artık çocuk doğuramaz yaşa gelince, bana zıhar yaptı. Allah’ım! Ben hâlimi sana şikâyet ediyorum″ diyordu. Daha henüz sözlerini bitirmeden Cebrâil Aleyhisselâm geldi ve ″Ey Resûlüm! Kocası hakkında seninle mücâdele eden ve Allah’a şikâyet eden kadının sözünü Allah’u Teâlâ işitmiştir...″ diye geçen Sûre-i Mücâdele, Âyet 1 nâzil oldu.[1]

Bu olayı Enes b. Mâlik Radiyallâhu anhu da şöyle anlatmıştır:

إِنَّ أَوْسَ بْنَ الصَّامِتِ ظَاهَرَ مِنِ امْرَأَتِهِ خُوَيْلَةَ بِنْتِ ثَعْلَبَةَ فَشَكَتْ ذَلِكَ إِلَى النَّبِىِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَتْ ظَاهَرَ مِنِّى حِينَ كَبِرَتْ سِنِّى وَرَقَّ عَظْمِى فَأَنْزَلَ اللّٰهُ آيَةَ الظِّهَارِ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لأَوْسٍ اعْتِقْ رَقَبَةً. قَالَ مَا لِى بِذَلِكَ يَدَانِ. قَالَ فَصُمْ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ قَالَ فَأَطْعِمْ سِتِّينَ مِسْكِينًا قَالَ لاَ أَجِدُ إِلاَّ أَنْ تُعِينَنِى مِنْكَ بِعَوْنٍ وَصِلَةٍ. قَالَ فَأَعَانَهُ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِخَمْسَةَ عَشَرَ صَاعًا حَتَّى جَمَعَ اللّٰهُ لَهُ وَاللّٰهُ رَحِيمٌ. قَالَ وَكَانُوا يَرَوْنَ أَنَّ عِنْدَهُ مَثَلَهَا وَذَلِكَ لِسِتِّينَ مِسْكِينًا (قط عن انس ابن مالك)

Evs b. es-Sâmit, hanımı Sa’lebe kızı Havle’ye zıhâr yaptı. O da durumu Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e şikâyet edip dedi ki: ″Yaşım ilerleyip kemiğim incelince bana zıhâr yaptı. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ da bu zıhar âyetini in­dirdi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Evs’e: ″Bir köle azat et″ dedi. Evs: ″Buna gücüm yet­miyor″ dedi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Kesintisiz olarak iki ay oruç tut″ diye buyurdu. Evs: ″Ben öyle birisiyim ki, bir gün içinde üç öğünden az yemek yiyecek olursam, görmem zayıflar″ dedi. Bu sefer Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″O halde altmış fakir doyur, buyurdu. Evs: ″Böyle bir imkânım yok, ancak sen yardım ve yakınlık bağını gözetmek üze­re bana destek verecek olursan müstesnâ″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem o kişiye, on beş sa’ ile yardımcı oldu. Nihâyet Allah’u Teâlâ, ona o miktarın toplanmasını sağladı. Allah çok merhametlidir. Râvi dedi ki: ″Ashâbın görüşüne göre onun yanında bir de o kadar buğday var­dı. Bu da altmış yoksula keffâret olarak yedirildi.″[2]


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Talak 25.

[2] Sünen-i Dârukutnî, Nikah 1.


﴿ اَلَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ مِنْ نِسَٓائِهِمْ مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْۜ اِنْ اُمَّهَاتُهُمْ اِلَّا الّٰٓـ۪ٔي وَلَدْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَيَقُولُونَ مُنْكَرًا مِنَ الْقَوْلِ وَزُورًاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ ﴿٢﴾

2. Sizden zevcelerine zıhâr yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anneleri değildir. Onların anneleri, ancak kendilerini doğuranlardır. Şüphesiz ki onlar (zıhâr yapanlar), elbette çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Muhakkak ki Allah’u Teâlâ, elbette çok affedendir, çok bağışlayandır.

İzah: Zıhâr: Bir kimsenin kendi karısını, nesep, süt veya musâharet (evlilik ile oluşan akrabalık) sûretiyle nikâhı ebedî kendisine haram olan bir kadına veya o kadının bütün bedeninden tâbir edilen ve kendisince bakılması câiz olmayan arkası, karnı, tenâsul uzvu, boynu ve uyluğu gibi bir azasına yahut yarısı, üçte biri, dörtte biri gibi yaygın olan bir cüz’üne benzetmektir. Meselâ: Koca, karısına; sen benim anam gibisin, sen bacım gibisin, sen benim için anamın sırtı gibisin yahut senin uyluğun kız kardeşimin uyluğu gibidir derse, keffâret vermedikçe karısına cinsi yakınlık, şehvetle sarılmak ve öpmek haram olur.


﴿ وَالَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۜ ذٰلِكُمْ تُوعَظُونَ بِه۪ۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ ﴿٣﴾ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۚ فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪ينًاۜ ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٤﴾

3-4. Zevcelerine zıhâr yapıp sonra sözlerini telafi etmek isteyenler, zevceleri ile temastan evvel bir köle azat etmelidir. İşte bu hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızdan haberdardır.* Köle azat etmeye muktedir olmayanlar ise, zevcesiyle temastan evvel iki ay arka arkaya oruç tutmalıdır. Buna da muktedir olmayanlar, altmış miskini doyurmalıdır. Bu beyan, Allah’a ve Resûlüne hakkıyla îman etmeniz içindir. İşte bunlar, Allah’ın hudûdudur. Kâfirler için ise elim bir azap vardır.

İzah: Zıhâr’ın keffâreti: Kudreti olur ve bulabilirse köle azat eder. Köle bulamazsa, Ramazan-ı Şerif ve yasak olan günler dışında arka arkaya iki ay oruç tutar. Yasak günler: Ramazan Bayramının birinci günü ile Kurban Bayramının dört günüdür. Buna da gücü yetmezse, sabahlı akşamlı altmış fakiri doyurmaktır. Bu da fitrenin miktarı kadardır.

Zıhâr yapan kimse, oruç tutarken gece kasten yahut gündüz unutarak karısına cinsi yakınlıkta bulunursa, orucu baştan tutar. Yine zıhâr keffâreti için altmış fakire yemek yediren kimse, fakirler yemek yerken karısına cinsi yakınlıkta bulunursa, yemeği tekrar yedirmesi icap eder.

Bir kimsenin birkaç tane karısı bulunsa, ″Siz bana annem gibisiniz″ dese, hepsine zıhâr yapmış olur. Ve o kimse üzerine her bir karısı için bir keffâret lâzım gelir. Zîrâ zıhâr talaktan nakledilmiştir. Talak hepsine nispet edilse, hepsinde talak vaki olur.

Zıhâr ancak evli bulunanlar arasında olur. Câriyeye zıhâr yapılamaz. Zîrâ Allah’u Teâlâ Sûre-i Mücâdele, Âyet 3’te: ″Zevcelerine zıhâr yapıp sonra sözlerini telafi etmek isteyenler…″ diye buyurarak câriyeden bahsetmeyip, onu istisnâ etmiştir.


﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌۚ ﴿٥﴾ يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعًا فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ اَحْصٰيهُ اللّٰهُ وَنَسُوهُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ۟ ﴿٦﴾

5-6. Muhakkak ki Allah’a ve Resûlüne muhalefet edenler, kendilerinden öncekilerin çarpıldıkları gibi çarpılmışlardır. Şüphesiz Biz, apaçık âyetler in­dirdik. Ve kâfirler için aşağılayıcı bir azap vardır.* Allah’u Teâlâ onların hepsini dirilttiği gün, yaptıklarını kendile­rine haber verecektir. Allah’u Teâlâ, onların yaptıklarını sayıp tespit etmiştir. On­lar ise bunu unutmuşlardır. Allah’u Teâlâ, her şeye şâhittir.


﴿ اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوٰى ثَلٰثَةٍ اِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ وَلَا خَمْسَةٍ اِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ وَلَٓا اَدْنٰى مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْثَرَ اِلَّا هُوَ مَعَهُمْ اَيْنَ مَا كَانُواۚ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿٧﴾

7. Görmez misin ki, şüphesiz Allah’u Teâlâ, göklerde ve yerde olanların hepsini bilir. Üç kişi gizlice konuşurken, dördüncüleri mutlaka Allah’tır. Beş kişi gizlice konuşsalar, altıncıları mutlaka O’dur. Bundan daha az ve daha çok olsalar da, her nerede olurlarsa olsunlar, Allah’u Teâlâ mutlaka onlarla beraberdir. Sonra mahşer günü, bütün yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, her şeyi hakkıyla bilendir.


﴿ اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِۘ وَاِذَا جَٓاؤُ۫كَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ وَيَقُولُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُۜ حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمَص۪يرُ ﴿٨﴾

8. Ey Resûlüm! Gizlice konuşmaktan nehyedildikleri halde yine o nehyedilmiş oldukları şeyi yapanları ve günah, düşmanlık ve Resûle isyan hususunda gizli gizli konuşanları görmedin mi? Onlar sana geldiklerinde de, seni Allah’ın selamlamadığı bir şekilde selamlarlar. Kendi aralarında da, ″Allah bizi söylediklerimizle azaplandırsa ya!″ derler. Onlar için Cehennem yeter. Onlar oraya gireceklerdir. Orası, ne kötü bir dönüş yeridir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de haber verilen kişiler, Yahudilerden bir gruptur. Bunlar Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e: ″Esselâmü Aleyk (Allah’ın selâmı senin üzerine olsun) yerine, ″Essâmu Aleyk (ölüm senin üzerine olsun)demek alçaklığında bulunmuşlar ve kendi aralarında alay yollu konuşmuşlardı. İşte Allah’u Teâlâ, bunların Cehennemlik olduklarını haber vermiştir.

Bu olay ile ilgili olarak Enes İbn-i Mâlik Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

Bir Yahudi, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ve Ashâbının yanına gelerek, ″Essâmu aleyküm″ dedi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem onun söylediğine karşılık verdikten sonra, ″Bunun ne söylediğinin farkında mısınız?″ diye sordu. Onlar: ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir″ dediler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″O, ölüm senin üzerine olsun″ dedi. ″Haydi, onu bana geri çağırınız″ diye buyurdu. Onu geri ge­tirdiler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: Sen, ″es-Sâmu aleyküm″ dedin öyle mi?″ diye buyurdu. O da: ″Evet″ dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِذَا سَلَّمَ عَلَيْكُمْ أَحَدٌ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ فَقُولُوا عَلَيْكَ مَا قُلْتَ قَالَ {وَإِذَا جَاءُوكَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُ} (ت حم عن انس بن مالك)

- Ehl-i Kitap size selam verdikleri takdirde siz de, ″Senin dediğin senin üzerine olsun″ de­yin. Bu olay üzerine de Allah’u Teâlâ: ″… Onlar sana geldiklerinde de, seni Allah’ın selamlamadığı bir şekilde selamlarlar″ diye geçen Sûre-i Mücâdele, Âyet 8’i indirdi.[1]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِذَا سَلَّمَ عَلَيْكُمْ أَهْلُ الْكِتَابِ فَقُولُوا وَعَلَيْكُمْ (خ عن انس)

Ehl-i Kitap size selâm verdikleri vakit siz de, ″Ve aleyküm (aynısı sizin üzerinize olsun)″ deyin.[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

لَا تَبْدَءُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى بِالسَّلَامِ وَاِذَا لَقِيتُمْ أَحَدَهُمْ فِى الطَّرِيقِ فَاضْطَرُّوهُمْ اِلَى أَضْيَقِهِ (ت عن ابى هريرة)

″Yahudi ve Hristiyanlara ilk selâmı siz ver­meyin! Onlardan birine yolda rastlarsanız, onu yolun en dar ye­rine zorlayın.″[3]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 59; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 24735

[2] Sahih-i Buhârî, İsti’zân 22; Sahih-i Müslim, Selâm 4 (6).

[3] Sünen-i Tirmizî, Siyer 39; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7711.


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٩﴾

9. Ey îman edenler! Siz aranızda gizli konuşursanız, onlar gibi günah, düşmanlık ve Resûle isyan hususunda konuşmayın; hayır ve takvâ hakkında konuşun. Huzurunda toplanacağınız Allah’tan korkun.


﴿ اِنَّمَا النَّجْوٰى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيْسَ بِضَٓارِّهِمْ شَيْـًٔا اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١٠﴾

10. Şüphesiz ki gizli konuşmalar, îman edenlerin mahzun olmaları için şeytandandır. Halbuki şeytan, Allah’ın izni olmadıkça, Mü’minlere aslâ zarar veremez. Mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler!


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ وَاِذَا ق۪يلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ ﴿١١﴾

11. Ey îman edenler! Size, ″Meclislerde yer açın!″ denildiği vakit, yer açın ki, Allah’u Teâlâ da size genişlik versin. Size, ″Kalkın!″ denildiği zaman da kalkın ki, Allah’u Teâlâ sizden îman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızdan haberdardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair şu hâdise nakledilmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir Cuma günü Ashâb-ı Suffe’nin bulunduğu yerde idi. Cuma günü, cemaatin çokluğundan dolayı onların bulunduğu yer nispeten daralıyordu. Peygamber Efendimiz, Muhâcir ile Ensârdan Bedir’e katılanlara özel ikramda bulunurdu. Bedir’e katılanlardan bâzı zatlar gelmiş, oturacak yer bulamadıkları için Peygamber Efendimizin karşısında ayak­ta kalmışlardı. Bu durumu görünce Peygamberimiz, Bedir Ehli’nden ayakta duranlara yanında yer açmak için, etrafında bulunan ve Bedir Ehli’nden olmayan kimselere, ″Ey filan, kalk! Ey filan, kalk!″ demeye başladı. Bu, kaldırılanlara ağır gel­di. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, kaldırılanların bu durumdan hoşlanmadıklarını yüzlerindeki ifadeden anladı. Münâfıklar, bu durumu fırsat bilip, ″Bunlara karşı insaflı davranılmadı. Halbuki on­lar, Peygamberlerine yakın oturmayı arzu ettiklerinden, o yere erken gelip otur­muşlardı″ diyerek ileri geri konuştular. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil olmuştur.


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوٰيكُمْ صَدَقَةًۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ لَكُمْ وَاَطْهَرُۜ فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢﴾

12. Ey îman edenler! Resûl ile gizli konuşmak isterseniz, bu gizli konuşmanızdan evvel bir sadaka verin. Bu, sizin için hayırlı ve daha temizdir. Fakat tasadduk edecek bir şey bulamazsanız, şüphesiz Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

İzah: İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre; bu Âyet-i Kerîme, Müslümanların Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e sıkıntı ve­recek noktaya gelinceye kadar, çokça soru sormaları sebebiyle nâzil olmuştur. Daha sonra bu Âyet-i Kerîme, bun­dan sonraki Sûre-i Mücâdele, Âyet 13 ile neshedilmiştir.

Bu husus Hz. Ali Kerremallâhu veche’den şöyle nakledilmiştir:

لَمَّا نَزَلَتْ {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نَاجَيْتُمْ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَةً} قَالَ لِي النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا تَرَى دِينَارًا قُلْتُ لَا يُطِيقُونَهُ قَالَ فَنِصْفُ دِينَارٍ قُلْتُ لَا يُطِيقُونَهُ قَالَ فَكَمْ قُلْتُ شَعِيرَةٌ قَالَ إِنَّكَ لَزَهِيدٌ قَالَ فَنَزَلَتْ {أَأَشْفَقْتُمْ أَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ} الْآيَةَ قَالَ فَبِي خَفَّفَ اللّٰهُ عَنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ (ت عن على بن ابى طالب)

″Ey îman edenler! Resûl ile gizli konuşmak isterseniz, bu gizli konuşmanızdan evvel sadaka verin…″ diye devam eden Sûre-i Mücâdele, Âyet 12 nâzil olunca, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bana: ″Bu sadakanın miktarı bir dinar olsun mu?″ diye görüşümü sordu. Ben: ″Buna güç yetiremezler″ de­dim. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Peki, ya yarım dinar″ deyince, ben yine: ″Güç yetiremezler″ dedim. Bu se­fer: ″Ya kaç dinar olsun?″ diye sorunca, ben: ″Bir arpa ağırlığınca″ dedim. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Sen çok küçük bir miktar söyledin″ diye buyurdu. Bunun üzerine de: ″Siz, Resûl ile gizli konuşmanızdan evvel sadakalar vermekten korktunuz mu?...″ diye devam eden Sûre-i Mücâdele, Âyet 13 nâzil oldu. Hz. Ali dedi ki: ″Benim sâyemde Allah’u Teâlâ bu ümmetin yü­künü hafifletti.″[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 59; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No:7261.


﴿ ءَاَشْفَقْتُمْ اَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوٰيكُمْ صَدَقَاتٍۜ فَاِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟ ﴿١٣﴾

13. Siz, Resûl ile gizli konuşmanızdan evvel sadakalar vermekten korktunuz mu? Bunu yapmadığınıza ve Allah’u Teâlâ da sizin tevbenizi kabul ettiğine göre, artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Allah’u Teâlâ, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

İzah: Mücâhid Hazretlerinden nakledildiğine göre; Hz. Ali Kerremallâhu veche, bu Âyet-i Kerîme hakkında şöyle buyurmuştur: ″Benden başka kimse onunla amel etmedi. Nihâyet o hüküm neshedildi. Bu, ancak bir saat câri olmuştur.″


﴿ اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ مَا هُمْ مِنْكُمْ وَلَا مِنْهُمْۙ وَيَحْلِفُونَ عَلَى الْكَذِبِ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿١٤﴾ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًاۜ اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٥﴾ اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ فَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ﴿١٦﴾ لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿١٧﴾

14-17. Ey Resûlüm! Allah’ın gazabına uğrayan bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Bunlar, ne sizden, ne onlardandır. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.* Allah’u Teâlâ, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Şüphesiz ki onlar, ne kötü işler yapıyorlar.* Onlar yeminlerini kendilerine siper edindiler ve insanları Allah yolundan menettiler. Onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.* Onların malları ve evlatları, hiçbir sûrette kendilerini Allah’ın azâbından kurtaramaz. Onlar Cehennem ehlidir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

İzah: Katâde Hazretlerinden nakledildiğine göre, bu âyetlerde kastedilenler, Yahudileri dost edinen münâfıklardır. Allah’u Teâlâ ″Bunlar, ne sizden, ne onlardandır″ diyerek bu münâfıkların, Yahudilerden de Müslümanlardan da olmadığını, aksine bunların ikisi arasında gidip geldiğini beyan etmiştir.


﴿ يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعًا فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ عَلٰى شَيْءٍۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ ﴿١٨﴾

18. Allah’u Teâlâ onları topluca dirilttiği gün, onlar size yemin ettikleri gibi Allah’a da yemin ederler ve bunun kendilerine bir fayda getireceğini zannederler. Haberiniz olsun ki, şüphesiz onlar yalancıların ta kendileridir.

İzah: İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ, bu âyetin nüzul sebebine dair şu hâdiseyi anlatmaktadır:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَالِسًا فِي ظِلِّ حُجْرَتِهِ قَالَ يَحْيَى قَدْ كَادَ يَقْلِصُ عَنْهُ فَقَالَ لِأَصْحَابِهِ يَجِيئُكُمْ رَجُلٌ يَنْظُرُ إِلَيْكُمْ بِعَيْنِ شَيْطَانٍ فَإِذَا رَأَيْتُمُوهُ فَلَا تُكَلِّمُوهُ فَجَاءَ رَجُلٌ أَزْرَقُ فَلَمَّا رَآهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَعَاهُ فَقَالَ عَلَامَ تَشْتُمُنِي أَنْتَ وَأَصْحَابُكَ قَالَ كَمَا أَنْتَ حَتَّى آتِيَكَ بِهِمْ قَالَ فَذَهَبَ فَجَاءَ بِهِمْ فَجَعَلُوا يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ مَا قَالُوا وَمَا فَعَلُوا وَأَنْزَلَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ {يَوْمَ يَبْعَثُهُمْ اللّٰهُ جَمِيعًا فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ} إِلَى آخِرِ الْآيَةِ (حم طب عن ابن عباس)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem oturuyordu, Ashâbına: ″Size bir adam gelecek. Şeytan gözü ile size bakacak, geldiği zaman kendisiyle konuşmayın″ dedi. Der­ken mavi gözlü bir adam çıkageldi. Peygam­berimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem onu çağırıp, ″Neden sen ve arkadaşların bana ha­karet ediyorsunuz?″ diye sordu. Adam: ″Sen olduğun yerde dur; ben gidip diğer arkadaşlarımı da getire­yim″ dedi. Gitti ve onları da getirdi. Onlara aynı soru­yu sorunca, onlar demediklerine ve yapmadıklarına dair Allah’a yemin ettiler. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle: ″Allah’u Teâlâ onları topluca dirilttiği gün, onlar size yemin ettikleri gibi, Allah’a da yemin ederler…″ diye devam eden Sûre-i Mücâdele, Âyet 18’i indirdi.[1]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 3107; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12140; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7262.


﴿ اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿١٩﴾

19. Onların üzerine şeytan gâlip gelmiş de onlara zikrullahı unutturmuştur. Onlar, şeytanın taraftarlarıdır. Haberiniz olsun ki, şüphesiz şeytanın taraftarları, hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.

İzah: Allah’u Teâlâ, münâfıkların özelliklerinden bahsederken Sûre-i Nisâ, Âyet 142’de de şöyle buyurmaktadır:

″Şüphesiz münâfıklar, Allah’u Teâlâ‘yı aldatmak isterler. Halbuki Allah’u Teâlâ onları aldatır. Münâfıklar, namaza tembel olurlar, namazı insanlara gösteriş için kılarlar ve Allah’u Teâlâ‘yı da çok az zikrederler.″

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

مَنْ اَكْثَرَ ذِكْرُ اللّٰهِ فَقَدْ بَرِءَ مِنَ النِّفَاقِ (ابن شاهين فى الذكر طب هب عن ابى هريرة)

″Zikrullahı çok eden kimse, münâfıklıktan kurtulur.″[1]

اُذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَثِيرًا حَتَّى يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ لَكُمْ تُرَائُونَ. (طب هب عن ابن عباس)

Allah’u Teâlâ’yı çok zikredin; hattâ o derece olsun ki münâfıklar, ″Siz gösteriş yapıyorsunuz″ desinler.[2]

مِنْ عَلَامَةِ حُبِّ اللّٰهِ ذِكْرُ اللّٰهِ وَمِنْ عَلَامَةِ بُغْضِ اللّٰهِ بُغْضُ ذِكْرُ اللّٰهِ (هب ابن شاهين في الترغيب فى الذكر عن انس)

″Allah‘ı sevmenin alâmeti, zikrullahtır. Allah‘a buğzun alâmeti ise, zikrullaha buğzetmektir.″[3]


[1] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 197, 878;Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 266

[2] Taberânî, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 126 15; Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 557.

[3] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 449/14.


﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اُو۬لٰٓئِكَ فِي الْاَذَلّ۪ينَ ﴿٢٠﴾ كَتَبَ اللّٰهُ لَاَغْلِبَنَّ اَنَا۬ وَرُسُل۪يۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ عَز۪يزٌ ﴿٢١﴾

20-21. Şüphesiz ki Allah’a ve Resûlüne muhalefet edenler, işte onlar zelîl olanların arasındadırlar.* Allah’u Teâlâ (Levh-i Mahfuz’unda), ″Elbette Ben ve Resullerim gâlip geleceğiz″ diye yazdı. Şüphesiz Allah’u Teâlâ çok kuvvetlidir, her şeye gâliptir.


﴿ لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ يُوَٓادُّونَ مَنْ حَٓادَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُٓوا اٰبَٓاءَهُمْ اَوْ اَبْنَٓاءَهُمْ اَوْ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَش۪يرَتَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَتَبَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْا۪يمَانَ وَاَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُۜ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٢٢﴾

22. Allah’a ve âhiret gününe îman eden hiçbir topluluğun, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aşiretleri olsa bile Allah’a ve Resûlüne muhalefet edenlere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah’u Teâlâ, bunların kalplerine îmanı yerleştirmiş ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir. Allah’u Teâlâ onları altlarından nehirler akan Cennetlere ebedî olarak girdirecektir. Allah’u Teâlâ onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’u Teâlâ’dan râzı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın taraftarlarıdırlar. Haberiniz olsun ki, şüphesiz Allah’ın taraftarları, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

İzah: Ashâb-ı Kirâm’dan çok kimseler, özellikle de Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Hamza, Hz. Ali gibi zâtlar Bedir Savaşı’nda ve diğerlerinde dinsiz olan yakınlarına karşı cephe almış, onları öldürmüşlerdir. İşte Âyet-i Kerîme, bu gibi zâtlar hakkında nâzil olmuştur.

Görüldüğü gibi Sahâbe, dinlerine karşı çıkan kimseleri, akrabaları dahi olsa affetmiyor, gerektiğinde savaşta onları öldürüyorlardı. Zîrâ onlar için îman ve İslâm, her türlü değerin üzerindeydi.

Münâfıkların başı Abdullah İbn-i Ubeyy’in oğlu olan Hz. Abdullah’ın başından geçen şu hâdise de, bu âyet ile ilgili olarak nakledilmiştir:

O, bir gün Pey­gamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında oturdu. Pey­gamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem su içti. Hz. Abdullah: ″Allah aşkına Yâ Resûlallah! Şu içtiğin sudan bir miktar artır, onu gidip babama içireyim. Belki onunla Allah’u Teâlâ kalbini temizler″ dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem suyu biraz artırdı. Hz. Abdullah da bu artan suyu babasına götürdü. Babası kendisine: ″Bu da ne?″ di­ye sorunca, oğlu: ″Pey­gamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in içtiği sudan bir artıktır. Sen içesin di­ye bunu sana getirdim, belki bununla Allah’u Teâlâ senin kalbini arındırır″ dedi. Ba­bası ona: ″Bunun yerine niye bana annenin sidiğini getirmedin? O, bundan daha temizdir″ dedi. Oğlu bu işe kızdı ve Pey­gamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek dedi ki: ″Yâ Resûlallah! Babamı öldürmeye bana izin vermez misin?″ Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Hayır, ona yumuşak davran ve ona iyilik yap″ dedi.

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Onları katından bir ruh ile desteklemiştir″ diye geçen ifadedeki ″Ruh″ ifadesine, ulemâ; nûr, mânevi kuvvet, Kur’ân, îman, ilim, Allah’tan bir rahmet ve Cebrâil Aleyhisselâm gibi mânâlar vermişlerdir.