SAFF SÛRESİ

Bu sûre 14 âyettir. Medîne döneminde nâzil olmuştur. Müslüman-ların, düşmanlarına karşı saf saf olup savaştıkları anlatıldığı için ″Saff Sûresi″ diye isimlendirilmiştir.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿١﴾

1. Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ı tesbih ed­er. O, her şeye gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin açıklaması için Sûre-i Hadid, Âyet 1’in izahına bakınız.


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ ﴿٢﴾ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ ﴿٣﴾ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ صَفًّا كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ ﴿٤﴾

2-4. Ey îman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?* Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir günahtır.* Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, kendi yolunda sağlam yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.

İzah: Muhammed b. Ka’b Radiyallâhu anhu şöyle buyurmuştur: Allah’u Teâlâ Peygamberine Bedir şehitlerinin sevabını haber verince, Ashâb dedi ki: ″Şâhit ol, Allah’ım! Yemin olsun ki, biz bir savaşta bulunacak olursak, şüphesiz o uğurda bütün gücümüzü harcayaca­ğız.″ Fakat Uhud Günü kaçtıklarından ötürü Allah’u Teâlâ bu davranışları sebebiyle on­ları uyardı. Nitekim birçok Sahâbî Uhud Savaşı’ndan evvel, cihat etmeyi istemişler, fakat bu savaşta birçoğu savaşı bırakarak kaçmışlardı.

Bu husus Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 142-143’te de şöyle geçmektedir:

″Yoksa siz, Allah’u Teâlâ sizden cihat edenleri ayırt etmeden ve sabreden­leri ayırt etmeden Cennete gireceğinizi mi zannettiniz?* Yemin olsun ki siz, ölümle karşılaşmadan önce onu (şehit olmayı) temenni ediyordunuz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz. (Niçin korkup kaçıyorsunuz?)

Savaşta ve namazda saf saf dizilenler hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثَةٌ يَضْحَكُ اللّٰهُ إِلَيْهِمْ: الرَّجُلُ يَقُومُ مِنَ اللَّيْلِ وَالْقَوْمُ إِذَا صَفُّوا لِلصَّلَاةِ وَالْقَوْمُ إِذَا صَفُّوا لِلْقِتَالِ (حم ابن كثير، التفسير القران العظيم عن ابى سعيد الخدرى)

″Üç kimse vardır ki onlar, Allah’ın hoşuna gider. Onlar geceleyin kalkıp namaz kılan kimse, namaz için saf tutan kimseler ve savaş için saf tutan kimselerdir.″[1]


[1] İbn-i Kesir, Tefir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 8, s. 107; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 11337; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 43258.


﴿ وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَن۪ي وَقَدْ تَعْلَمُونَ اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْۜ فَلَمَّا زَاغُٓوا اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ ﴿٥﴾

5. Hani bir zaman Mûsâ, kavmine: ″Ey kavmim! Bana niçin eziyet ediyorsunuz? Halbuki benim size, Allah tarafından gönderilen bir Peygamber olduğumu muhakkak bilirsiniz!″ demişti. Onlar haktan döndüler. Allah’u Teâlâ da onların kalplerini haktan döndürdü. Allah’u Teâlâ, fâsıklar topluluğuna hidâyet etmez.


﴿ وَاِذْ قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓا ئ۪لَ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرٰيةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿٦﴾

6. Hani bir zaman Meryem oğlu Îsâ da, ″Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, size Tevrat’ı doğrulayan ve benden sonra Ahmed isminde bir Peygamberin geleceğini müjdeleyici olarak gelen Allah’ın Resûlüyüm″ demişti. Ne zaman ki o Peygamber (Muhammed Aleyhisselâm), apaçık mûcizelerle onlara geldi. Dediler ki: ″Bu, âşikâr bir sihirdir.″

İzah: Îsâ Aleyhisselâm’ın kendi ümmetine Resûlullah Efendimizin geleceğini müjdelediğine dair Ebû Mûsâ el-Eş’arî Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

أَمَرَنَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ نَنْطَلِقَ إِلَى أَرْضِ النَّجَاشِيِّ فَذَكَرَ حَدِيثَهُ قَالَ النَّجَاشِيُّ أَشْهَدُ أَنَّهُ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَنَّهُ الَّذِي بَشَّرَ بِهِ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَلَوْلَا مَا أَنَا فِيهِ مِنَ الْمُلْكِ لَأَتَيْتُهُ حَتَّى أَحْمِلَ نَعْلَيْهِ (د عن ابى الدرداء عن أبيه)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bize Necâşi’nin ülkesine gitmemizi emretti. Râvi: Necâşi’nin Müslümanlığı kabul edişi ile ilgili hâdiseyi şöyle anlattı: Necâşi: ″Ben, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet ederim. O, Meryem oğlu Îsâ’nın müjdelediği kimsedir. Eğer üzerimde meliklik görevi olmasaydı, kendisine varır, ayakkabı­larını taşırdım″ dedi.[1]

Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَا عَبْدُ اللّٰهِ وَخَاتَمُ النَّبِيِّنَ وَاِنَّ آدَمَ عَلَيْهِ السَّلَامُ لَمُنْجَدِلٌ فِي طِينَتِهِ سَأُنَبِّئُكُمْ بِتَأْوِيلِ ذَلِكَ دَعْوَةُ أَبِى اِبْرَاهِيمَ وَبِشَارَةِ عِيسَى قَوْمَهُ وَرُؤْيَا أُمِّى الَّتِى رَأَتْ اَنَّهُ خَرَجَ مِنْهَا نُورٌ أَضَاءَتْ لَهُ قُصُورُ وَكَذَلِكَ أُمَّهَاتُ النَّبِيِّنَ صَلَوَاتُ اللّٰهِ عَلَيْهِمْ (بزار و طب عن العرباض بن سارية)

″Âdem Aleyhisselâm’ın cesedi, henüz toprağın içindeyken ben Allah’ın kulu ve Peygamberlerin hâtemi idim. Bundan size haber vereyim: Bu, babam İbrâhim’in duâsı, Îsâ’nın kavmine verdiği müjde ve annemin gördüğü rüyâ sonucudur. Annem kendisinden bir nûrun çıktığını ve bu nûrun Şam saraylarını aydınlattığını görmüştü. Zîrâ diğer Peygamberlerin anneleri de bu türden rüyâlar görürlerdi.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

إِنَّ لِي أَسْمَاءً أَنَا مُحَمَّدٌ وَأَنَا أَحْمَدُ وَأَنَا الْمَاحِي الَّذِي يَمْحُو اللّٰهُ بِيَ الْكُفْرَ وَأَنَا الْحَاشِرُ الَّذِي يُحْشَرُ النَّاسُ عَلَى قَدَمِي وَأَنَا الْعَاقِبُ (خ م عن جبير بن مطعم)

″Benim isimlerim vardır. Ben Muhammed’im, Ben Ahmed’im, Ben Hâşir’im ki, insanlar benden sonra haşredileceklerdir. Ben Mâhi’yim ki, Allah’u Teâlâ benimle küfrü imhâ eder. Ben Âkib’im ki, benden sonra Peygamber yoktur.″[3]


[1] Sünen-i Ebû Dâvud, Cenâiz 56-58.

[2] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 15032; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 6356.

[3] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Saf 1; Sahih-i Müslim, Fedâil 34 (126)


﴿ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعٰٓى اِلَى الْاِسْلَامِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٧﴾

7. İslam’a dâvet olunduğu halde, Allah’a yalan yere iftira edenden daha zâlim kim vardır? Allah’u Teâlâ, zâlimler topluluğuna hidâyet etmez.


﴿ يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ ﴿٨﴾

8. Onlar, Allah’ın nûrunu ağızlarıyla (bâtıl sözleriyle) söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah’u Teâlâ, nûrunu tamamlayacaktır.

İzah: Kâfirler, Allah’ın nûru olan İslâm’ı yalanlayıp, insanların da onu kabul etmelerine engel olarak bâtıl sözleriyle söndürmeye kalkarlar. Allah’u Teâlâ, kâfirler istemese de, dînini mutlaka yüceltecek ve nûrunu tamamlayacaktır.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَيَبْلُغَنَّ هَذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَلَا يَتْرُكُ اللّٰهُ بَيْتَ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ إِلَّا أَدْخَلَهُ اللّٰهُ هَذَا الدِّينَ بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ ذَلِيلٍ عِزًّا يُعِزُّ اللّٰهُ بِهِ الْإِسْلَامَ وَذُلًّا يُذِلُّ اللّٰهُ بِهِ الْكُفْرَ (حم عن تميم الداري)

″Muhakkak bu iş, gece ve gündüzün ulaştığına ulaşacaktır. Allah’u Teâlâ, azizin izzeti veya zelilin zilleti ile, bu dînini girdirmediği köy, kasaba ve şehir bırakmayacaktır. Öyle bir izzet ki, Allah’u Teâlâ onunla İslâm’ı aziz kılacak; öyle bir zillet ki, Allah’u Teâlâ onunla küfrü zelil kılacaktır.″[1]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 16344.


﴿ هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟ ﴿٩﴾

9. Müşrikler istemeseler de, dînini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidâyet ve hak din ile gönderen O’dur.

İzah: Âyette ifade edilen, İslâm’ın bütün dinlere üstün olmasından maksat, ahir zamanda İslâm’ın diğer dinlere gâlip geleceği, demektir. Mücâhid Hazretleri dedi ki: Bu da Îsâ Aleyhisselâm’ın yeryüzüne indiğinde, İslâm’dan baş­ka herhangi bir dînin (Hristiyanlık ve Yahudiliğin) kalmayacağı zaman gerçekleşecektir. Yine bu hususta Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu: ″Çünkü Allah’u Teâlâ İslâm’ı; Îsâ Aleyhisselâm’ın yeryüzüne inişiyle, bütün dinlere üstün kılacaktır″ diye buyurmuştur.[1]


[1] Hz. Îsâ’nın göğe yükseltilmesi ve âhir zamanda Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmeti olarak tekrar yeryüzüne inmesi hakkında geniş bilgi için Sûre-i Nisâ, Âyet 157-159 ve Sûre-i Zuhruf, Âyet 61 ve izahlarına bakınız.


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى تِجَارَةٍ تُنْج۪يكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿١٠﴾ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِكُمْ وَاَنْفُسِكُمْۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۙ ﴿١١﴾ يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُۙ ﴿١٢﴾ وَاُخْرٰى تُحِبُّونَهَاۜ نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿١٣﴾

10-13. Ey îman edenler! Elim bir azaptan kurtaran kazanç yolunu size göstereyim mi?* Allah’a ve Resûlüne îmanda devam edin ve mallarınızla ve nefislerinizle Allah yolunda cihat edin. Bilirseniz, sizin için hayırlı olan budur.* Böyle yaparsanız, Allah’u Teâlâ günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından nehirler akan Cennetlere ve Adn Cennetlerindeki güzel meskenlere girdirir. En büyük kurtuluş da budur.* Bundan başka, seveceğiniz bir nîmet daha vardır. O da Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetihtir. Ey Habîbim! Mü’minleri müjdele.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Mallarınızla ve nefislerinizle Allah yolunda cihat edin ″ diye buyrulmaktadır.

Burada geçen cihat, iki kısımdır. Biri, kâfirlerle yapılan cihat, diğeri de nefisle yapılan cihattır.

Kâfirlerle yapılan cihat hakkında Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

قِيلَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَيُّ النَّاسِ أَفْضَلُ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُؤْمِنٌ يُجَاهِدُ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ... (خ عن ايى سعيد)

″Yâ Resûlallah! İnsanların en efdali kimdir?″ diye soruldu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Allah yolunda canıyla ve malıyla cihat eden Mü’mindir″ buyurdu.[1]

Nefisle yapılan cihat hakkında da Câbir Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmaktadır:

قَدِمَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ غَزَاةٍ فَقَالَ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ: قَدِمْتُمْ خَيْرَ مُقَدَّمٍ وَقَدِمْتُمْ مِنَ الْجِهَادِ الْأَصْغَرِ اِلَى الْجِهَادِ الْأَكْبَرِ قَالُوا: وَمَا الْجِهَادُ الْأَكْبَرُ؟ قَالَ: مُجَاهَدَةُ الْعَبْدِ هَوَاهُ (الديلمي الخطيب في تاريخه عن جابر)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir harpten[2] dönerken: ″Daha hayırlı olana dönüş yapıyorsunuz. Küçük cihattan büyük cihada dönüyorsunuz″ buyurdu. Sahâbîler: ″O büyük cihat nedir?″ dediler. ″Kulun nefsiyle edeceği cihattır″ buyurdu.[3]

Bu konu hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i Nisâ, Âyet 95-96’nın izahına bakınız.

Yine Sûre-i Saff, Âyet 13’te geçen ″Yakın fetih″ten maksadın, Mekke’nin fethi olduğu söylenmekle birlikte, İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ; Fars ve Bizans ülkelerinin fethi olduğunu da beyan etmiştir.


[1] Sahih-i Buhârî, Cihat 2.

[2] Bu Hadis-i Şerif’te geçen harp, Tebuk Gazvesi’dir (Gunyet’üt-Tâlibîn, c. 1, s. 155).

[3] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 11719, 11260; Râmûz’ul-Ehâdîs, 334/6; İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 3, Hadis No: 117.


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُٓوا اَنْصَارَ اللّٰهِ كَمَا قَالَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيّ۪نَ مَنْ اَنْصَار۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّٰهِ فَاٰمَنَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓا ئ۪لَ وَكَفَرَتْ طَٓائِفَةٌۚ فَاَيَّدْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلٰى عَدُوِّهِمْ فَاَصْبَحُوا ظَاهِر۪ينَ ﴿١٤﴾

14. Ey îman edenler! Allah’ın dîninin yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu Îsâ da Havârilere, ″Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?″ demişti. Havâriler de, ″Allah’ın dîninin yardımcıları biziz″ demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir taife (Îsâ Aleyhisselâm’a) îman etmiş, diğer bir taife de inkâr etmişti. Biz de îman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik, onlar da gâlip oldular.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme, Îsâ Aleyhisselâm’ın havârilerinden övgüyle bahsetmekte ve onların hak dînin yayılmasında kendi Peygamberlerine nasıl yardım ettiklerine ve hemen ona tâbi olduklarına dikkat çekmektedir. Nitekim Îsâ Aleyhisselâm’ın ümmetinden olan üç kişi hak dîni yaymak maksadıyla Antakya’ya gitmişlerdir. Bu kıssa, Sûre-i Yâsîn, Âyet 13-32 ve izahlarında geniş olarak anlatılmıştır.

Peygamberlerin yardımcılarının olduğuna dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ نَبِيٍّ بَعَثَهُ اللّٰهُ فِي أُمَّةٍ قَبْلِي إِلَّا كَانَ لَهُ مِنْ أُمَّتِهِ حَوَارِيُّونَ وَأَصْحَابٌ يَأْخُذُونَ بِسُنَّتِهِ وَيَقْتَدُونَ بِأَمْرِهِ ثُمَّ إِنَّهَا تَخْلُفُ مِنْ بَعْدِهِمْ خُلُوفٌ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ وَيَفْعَلُونَ مَا لَا يُؤْمَرُونَ فَمَنْ جَاهَدَهُمْ بِيَدِهِ فَهُوَ مُؤْمِنٌ وَمَنْ جَاهَدَهُمْ بِلِسَانِهِ فَهُوَ مُؤْمِنٌ وَمَنْ جَاهَدَهُمْ بِقَلْبِهِ فَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلَيْسَ وَرَاءَ ذَلِكَ مِنَ الْإِيمَانِ حَبَّةُ خَرْدَلٍ (م عن عبد اللّٰه بن مسعود)

″Allah’u Teâlâ’nın benden evvelki ümmetlere gönderdiği her Peygamberin, kendi ümmetinden sünnetini alan ve emirlerine uyan muhakkak birtakım Havârileri ve Sahâbîleri vardır. Sonra onların ardından yapamayacakları şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları işleri yapan birtakım nesiller zuhur eder. İşte kim bunlara karşı eliyle mücâhede ederse, o bir Mü’mindir. Onlara karşı kim diliyle mücâhede ederse, o da Mü’mindir. Onlara karşı, kim kalbiyle mücâhede yaparsa, o da Mü’mindir. Fakat bunun ötesinde olan kimsenin îmandan bir hardal tanesi de yoktur.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmetinin Havârileri hakkında Katâde Hazretlerinden şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

وَالْحَوَارِيُّونَ كُلُّهُمْ مِنْ قُرَيْشٍ: أَبُو بَكْر وَعُمَر وَعَلِيّ وَحَمْزَة وَجَعْفَر وَأَبَو عُبَيْدَة بن الْجَرَّاح وَعُثْمَان بن مَظْعُون وَعَبْدُ الرَّحْمَن بن عَوْف وَسَعْد بْنِ أَبِي وَقَّاص وَعُثْمَان بن عَفَّان وَطَلْحَة بن عُبَيْدُ اللّٰه وَالزُّبَيْر بن العَوَّام (السيوطي، الدر المنثور عن قتادة)

″Havârilerin tümü Kureyştendir. Bunlar: Ebû Bekir, Ömer, Ali, Hamza, Câfer, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Osman b. Maz’un, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkas, Osman b. Affan, Talhâ b. Abdullah ve Zübeyr b. el-Avvam’dır.″[2]

Allah’u Teâlâ: ″Ey îman edenler! Siz de onlar gibi hak dînin yayılmasında, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’e tâbi olup, İslâm’ın yayılmasında ona yardımcı olun″ diye buyurmuştur. Bu tâbi olma hükmü, kıyâmete kadar geçerlidir.


[1] Sahih-i Müslim, Îman 20 (80).

[2] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 14, s. 418.