KÂF SÛRESİ

Bu sûre 45 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. ″Kâf″ harfi ile başladığı için ″Kâf Sûresi″ diye isimlendirilmiştir.[1]

Bu sûre ile ilgili olarak Câbir b. Semûra Radiyallâhu anhu, şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

إِنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَقْرَأُ فِي الْفَجْرِ بِق وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ وَكَانَ صَلَاتُهُ بَعْدُ تَخْفِيفًا (م عن جابر بن سمرة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sabah namazında, ″Kâf. Şânı yüce olan Kur’ân’a yemin olsun ki″ diye başlayan Kâf Sûresi’ni okur, ondan sonra da namazını kısa keserdi.[2]


[1] Kâf ifadesi Hurûf’ul-Mukattaa’dandır. Bu hususta Sûre-i Bakara, Âyet 1’in izahına bakınız.

[2] Sahih-i Müslim, Salât 35 (168).


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ قٓ۠ وَالْقُرْاٰنِ الْمَج۪يدِۚ ﴿١﴾ بَلْ عَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا شَيْءٌ عَج۪يبٌ ﴿٢﴾ ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًاۚ ذٰلِكَ رَجْعٌ بَع۪يدٌ ﴿٣﴾

1-3. Kâf. Şânı yüce olan Kur’ân’a yemin olsun ki (Ey Resûlüm! O kâfirler, seni tasdik etmediler.)* Bilakis kendilerinden bir uyarıcı gelmesine şaştılar. O kâfirler dedi ki: ″Bu şaşılacak bir şey!″* Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz vakit mi dirileceğiz? Bu, (imkândan) çok uzak bir dönüştür.


﴿ قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْاَرْضُ مِنْهُمْۚ وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَف۪يظٌ ﴿٤﴾ بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْ فَهُمْ ف۪ٓي اَمْرٍ مَر۪يجٍ ﴿٥﴾

4-5. Şüphesiz Biz, toprağın onlardan neyi eksilttiğini biliriz. Bizim katımızda her şeyin kayıtlı olduğu bir kitap (Levh-i Mahfuz) vardır.* Bilakis onlar, hak (mûcizelerle sâbit olan Peygamber) kendilerine geldiği vakit, onu yalanladılar da (Resûl hakkında) bir ızdırap hâli içinde kaldılar.

İzah: Âyet-i Kerîme’de:(Resûl hakkında) bir ızdırap hâli içinde kaldılar″ diye geçen ifadeden maksat, o müşrikler, Resûlü Ekrem hakkında bahaneler uydurarak; bâzen şâir, bâzen sihirbaz ve bâzen de mecnûn gibi ifadeler kullanarak çâresizlik içinde kaldılar, demektir.


﴿ اَفَلَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ ﴿٦﴾ وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍۙ ﴿٧﴾ تَبْصِرَةً وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ ﴿٨﴾

6-8. O kâfirler, üstlerindeki göğe hiç bakmazlar mı? Biz onu nasıl bina et­tik ve (yıldızlarla) süsledik. Onda hiçbir gedik de yoktur. * Ve yere de bakmadılar mı? Onu döşedik ve üzerine sâbit dağlar koyduk ve orada her sınıftan güzel çift çift bitkiler bitirdik* Bunlar, Rabbine dönüp tefekkür eden her kul için ibret ve öğüttür.

İzah: Bu âyetlerde tefekkür etmenin öneminden bahsedilmektedir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

فِكْرَةُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْعِبَادَةِ سِتِّينَ سَنَةً(أبو الشيخ في العظمة عن أبي هريرة)

″Bir saat tefekkür,altmış sene nâfile ibâdetten hayırlıdır.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

أَعْطُوا أَعْيُنَكُمْ حَظَّهَا مِنَ الْعِبَادَةِ النَّظَرُ فِي الْمُصْحَفِ، وَالتَّفَكُّرُ فِيهِ، والاعْتِبَارُ عِنْدَ عَجَائِبِهِ (رواه الحاكم عن ابي سعيد)

Şu ibâdet işinde gözlerinizin hazzını verin. Mushaf’a (Kur’ân’a) bakarak okumak. Onda tefekkür. Acâiblerini okurken de ibret almak.″[2]


[1] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 5710.

[2] Muhtar’ül-Ehâdîs’in-Nebeviyye, Hadis No: 189.


﴿ وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً مُبَارَكًا فَاَنْبَتْنَا بِه۪ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَص۪يدِۙ ﴿٩﴾ وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَض۪يدٌۙ ﴿١٠﴾ رِزْقًا لِلْعِبَادِۙ وَاَحْيَيْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتًاۜ كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ ﴿١١﴾

9-11. Gökten, mübârek (faydaları çok olan) bir su indirdik, onunla bahçeler ve hasat edilen ekinler bitirdik* ve birbiri üstüne binmiş tomurcukları olan yüksek hurma ağaçları yetiştirdik.* Bunları kullara rızık olması için bitirdik ve o su ile, ölü (bitkileri kurumuş) olan bir beldeyi dirilttik. İşte kabirden çıkış da böyledir.


﴿ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَاَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُۙ ﴿١٢﴾ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَاِخْوَانُ لُوطٍۙ ﴿١٣﴾ وَاَصْحَابُ الْاَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍۜ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَع۪يدِ ﴿١٤﴾ اَفَعَي۪ينَا بِالْخَلْقِ الْاَوَّلِۜ بَلْ هُمْ ف۪ي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَد۪يدٍ۟ ﴿١٥﴾

12-15. Onlardan evvel Nûh kavmi, Ashâb-ı Ress ve Semud kavmi,* Âd kavmi, Firavun kavmi, Lût’un kardeşleri (onun kavmi),*Ashâb-ı Eyke ve Tübba kavmi de yalanlamışlardı. Evet, hepsi de Resulleri yalanlayıp, vaad ettiğim azâbı hak etti.* Biz, ilk yaratmadan âciz olduk mu ki (tekrar diriltmeden âciz olalım)! Doğrusu onlar, yeniden yaratılış hususunda şiddetli bir şüphe içindedirler.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen Ashâb-ı Ress, İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre; Yâsîn Sûresi’nde kendilerinden söz edilen ve kavmine: ″… Ey kavmim! Bu Resullere tâbi olun.″[1] diyen kişinin kavmidir. Kavmi onu öldürüp ″Ress″ diye bilinen bir kuyuya attılar. Bu sebeple bu kuyunun ismi ile zikredildiler.

Yine Semud, Sâlih Aleyhisselâm’ın; Âd, Hûd Aleyhisselâm’ın; Ashâb-ı Eyke de, Şuayb Aleyhisselâm’ın kavmidir. Âyette geçen, ″Lût’un kardeşleri″ ifadesinden maksat da, Lût Aleyhisselâm’ın akrabalık bağı olan kavmidir. Tübba da; Yemen hükümdarlarına verilen genel bir isimdir. O zamanda kral olan Tübba, Mü’min birisi olmakla birlikte, kavmi azgın idi. Allah’u Teâlâ bu kavmi, Sûre-i Duhân, Âyet 37’de anlatıldığı üzere helâk etmiştir.


[1] Sûre-i Yâsîn, Âyet 20.


﴿ وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ ﴿١٦﴾ اِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَم۪ينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَع۪يدٌ ﴿١٧﴾ مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلَّا لَدَيْهِ رَق۪يبٌ عَت۪يدٌ ﴿١٨﴾ وَجَٓاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّۜ ذٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَح۪يدُ ﴿١٩﴾

16-19. Yemin olsun ki, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.* Onun sağında ve solunda oturan iki yazıcı melek de yaptıklarını kaydetmek-tedir.* İnsanın ağzından hiçbir söz çıkmaz ki, onun yanında yaptıklarını gözetleyen ve yazmaya hazır bir melek bulunmasın.* Ölümün sekerâtı, hakikati ortaya koyar. ″Ey insan! Bu ölüm, senin kaçıp durduğun şeydir″ denir.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere, Allah’u Teâlâ’nın insana yakın olduğu ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

نَزَلَ اللّٰهُ مِنِ ابْنِ آدَمَ أَرْبَعَ مَنَازِلَ: هُوَ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ، وَهُوَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ ، وَهُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَةِ كُلِّ دَابَّةٍ، وَهُوَ مَعَهُمْ أَيْنَمَا كَانُوا (ابن مردويه عن أبي سعيد)

″Allah’u Teâlâ insana dört şekilde yakın olur: İnsana şah damarından daha yakındır. Her bir canlının perçeminden tutmuştur. Kişinin kalbiyle arasına girer. İnsanlar nerede olurlarsa olsunlar, O da onlarla olur.″[1]

Yine Âyet-i Kerîme’de geçtiği gibi, her insanın sağında ve solunda, hayır ve şer bütün yaptıkları amellerini kaydeden meleklerin olduğu birçok âyette de geçmektedir. Bunlara, kirâmen kâtibîn melekleri denir.

Allah’u Teâlâ Sûre-i İnfitâr, Âyet 10-12’de buyurdu ki:

Halbuki yaptığınız işleri yazmakla görevli;* kirâmen kâtibîn (değerli ve güvenilir kâtip melekler) vardır.* Onlar, sizin yaptıklarınızı bilir ve kaydederler.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, kulun konuştuğu sözlerin, bu melekler tarafından yazıldığını beyan ederek şöyle buyurmuştur.

إِنَّ الْعَبْدَ لَيَتَكَلَّمُ بِالْكَلِمَةِ مِنْ رِضْوَانِ اللّٰهِ لَا يُلْقِي لَهَا بَالًا يَرْفَعُهُ اللّٰهُ بِهَا دَرَجَاتٍ وَإِنَّ الْعَبْدَ لَيَتَكَلَّمُ بِالْكَلِمَةِ مِنْ سَخَطِ اللّٰهِ لَا يُلْقِي لَهَا بَالًا يَهْوِي بِهَا فِي جَهَنَّمَ (خ م عن ايى هريرة)

″Şüphesiz ki kul, Allah’ın râzı olacağı bir sözü söyler, onun nasıl bir söz olduğunun farkında değildir. Fakat Allah’u Teâlâ, o sözle onun derecesini yükseltir. Yi­ne kul, Allah’ı gazaplandıracak bir söz söyler, onun da ne olduğunun farkında de­ğildir. Allah’u Teâlâ, o sözle de onu Cehenneme sürükler.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

كَاتِب الْحَسَنَات عَلَى يَمِين الرَّجُل وَكَاتِب السَّيِّئَات عَلَى يَسَاره وَكَاتِب الْحَسَنَات أَمِين عَلَى كَاتِب السَّيِّئَات فَإِذَا عَمِلَ حَسَنَة كَتَبَهَا صَاحِب الْيَمِين عَشْرًا وَإِذَا عَمِلَ سَيِّئَة قَالَ صَاحِب الْيَمِين لِصَاحِبِ الشِّمَال دَعْهُ سَبْع سَاعَات لَعَلَّهُ يُسَبِّح أَوْ يَسْتَغْفِر (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابى امامة)

İyilikleri ya­zan melek kişinin sağı üzerinde, kötülüklerin yazıcısı ise solu üzerindedir. İyilikleri yazan melek, kötülükleri yazanın üzerindedir. Kişi bir iyilik işledi mi sağda bulunan melek on misliyle onu yazar, bir kötülük işledi mi de, sağ­da bulunan melek, solda bulunan meleğe: ″Belki tesbih eder veya bağışlanma diler ümidiyle sen ona yedi saat süreyle ilişme″ der.[3]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Ölümün sekerâtı, hakikati ortaya koyar″ diye buyrulmaktadır. Bu ifade şöyle izah edilmiştir: ″Ey insan! Ölümün sekerâtı, senin gözünün önü­ne âhirette var olan gerçekleri getirir. Sen onları görür ve anlarsın.″ Bu izaha göre, insana ölümü esnâsında âhiret âlemi gözükür.

Ayrıca Âyet-i Kerîme’de geçen ″Ölümün sekarâtı″ ifadesi de, can verirken ölümün şiddetinden meydana gelen kendinden geçme durumudur. Bu hususta Hz. Âişe’den nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

فِيهَا مَاءٌ فَجَعَلَ يُدْخِلُ يَدَيْهِ فِي الْمَاءِ فَيَمْسَحُ بِهِمَا وَجْهَهُ يَقُولُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللّٰهُ إِنَّ لِلْمَوْتِ سَكَرَاتٍ ثُمَّ نَصَبَ يَدَهُ فَجَعَلَ يَقُولُ فِي الرَّفِيقِ الْأَعْلَى حَتَّى قُبِضَ وَمَالَتْ يَدُهُ (خ عن عائشة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in önünde, içinde su bulunan bir kap bulunuyordu. Ellerini suya daldırıyor ve ellerini yüzüne süre­rek, ″Lâ ilâhe illallâh! Şüphesiz ölümün sekerâtı vardır″ diye buyurdu. Sonra da elini kaldırıp şöyle demeye ko­yuldu: ″O en yüce dost ile birlikte!″ Nihâyet ruhu kabzedildi ve eli yanına düştü.[4]

Yine bu hususta şu rivâyet nakledilmiştir:

قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ: يَا مَعْشَرَ الْحَوَارِيِّينَ ادْعُوَا اللّٰهَ أَنْ يُهَوِّنَ عَلَيْكُمْ هَذِهِ السَّكْرَةَ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن)

Îsâ İbn-i Meryem şöyle buyurmuştur: ″Ey Havâriler top­luluğu! Bu ölümün sekerâtını size kolaylaştırması için Allah’u Teâlâ’ya duâ edin.″[5]


[1] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 13, s. 576.

[2] Sahih-i Buhârî, Rikâk 23; Sahih-i Müslim, Zühd 6 (49-50).

[3] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17, s. 10.

[4] Sahih-i Buhârî, Rikâk 41.

[5] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17, s. 13.


﴿ وَنُفِخَ فِي الصُّورِۜ ذٰلِكَ يَوْمُ الْوَع۪يدِ ﴿٢٠﴾ وَجَٓاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَٓائِقٌ وَشَه۪يدٌ ﴿٢١﴾ لَقَدْ كُنْتَ ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَٓاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَد۪يدٌ ﴿٢٢﴾ وَقَالَ قَر۪ينُهُ هٰذَا مَا لَدَيَّ عَت۪يدٌۜ ﴿٢٣﴾

20-23. Sûr’a da üflenir. İşte bu, (kâfirler için) azâbın meydana geleceği gündür.* Herkes, beraberinde bir sürüp götüren ve bir de şâhit (melek) ile mahşere gelir.* Ona: ″Yemin olsun ki, sen (dünyâda iken) bundan gaflette idin, perdeni üzerinden kaldırdık; artık bugün gözün keskindir!″ denir.* Yanındaki (melek) şöyle der: ″İşte bu yanımdaki (amel defteri) hazırdır.″

İzah: Mücâhid Hazretleri şöyle demiştir: Sürüp götüren ve şâhit, iki ayrı melektir. Nitekim Hz. Osman’ın minber üzerinde iken şöyle dediği nakledilmiştir:

″Herkes, beraberinde bir sürüp götüren ve bir de şâhit (melek) ile mahşere gelir″ buyruğunda sözü edilen sürüp götüren, Allah’ın emri üzere mahşere doğru nefsi sü­rüp götüren melektir. Şâhit ise, onun ameli hakkında şâhitlik edecek olan melektir.

İnsanın ölünce bütün hakikati anladığına dair de Sûre-i Tekâsür, Âyet 1-5’te Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Çoklukla övünmek, sizi oyaladı.* Tâ ki kabirlere vardınız.* Hayır! Yakında bileceksiniz.* Sonra hayır! Yakında bileceksiniz.* Hayır! Eğer yakîn (kesin) bir ilim ile bilseydiniz (böyle yapmazdınız).″


﴿ اَلْقِيَا ف۪ي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَن۪يدٍۙ ﴿٢٤﴾ مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُر۪يبٍۙ ﴿٢٥﴾ اَلَّذ۪ي جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّد۪يدِ ﴿٢٦﴾ قَالَ قَر۪ينُهُ رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ وَلٰكِنْ كَانَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ ﴿٢٧﴾

24-27. Allah’u Teâlâ şöyle buyurur: ″Her kâfiri, hakka karşı inat edeni Cehenneme atın!* Hayrı menetmeye çalışanı, hakkın dairesini çiğneyeni ve Allah ile dîninde şüphe edeni de Cehenneme atın!* Allah ile beraber başka ilah edinen o kimseyi şiddetli azâba atın!″* Dünyâda yakın dostu olan şeytan şöyle der: ″Ey Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Lâkin kendisi îmandan uzak sapıklık içinde idi.″

İzah: Bu âyetler ile ilgili olarak Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَخْرُجُ عُنُقٌ مِنَ النَّارِ يَتَكَلَّمُ يَقُولُ وُكِّلْتُ الْيَوْمَ بِثَلَاثَةٍ بِكُلِّ جَبَّارٍ وَبِمَنْ جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ إِلَهًا آخَرَ وَبِمَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ فَيَنْطَوِي عَلَيْهِمْ فَيَقْذِفُهُمْ فِي غَمَرَاتِ جَهَنَّمَ (حم عن ابى سعيد)

Cehennemden bir parça çıkar ve konuşarak şöyle der: ″Bugün üç kişi ile görevlendirildim: Her bir cebbâr ile, Allah ile beraber başka bir ilâh edinen ile, haksız yere bir cana kıyan ile.″ Sonra onlara sarılır ve Cehennemin alevleri içine atar.[1]

Cehenneme atılan kâfir, mâzeret beyan edip af dileyerek, ″Yâ Rabbi! Beni şeytan dalâlete düşürdü!″ deyince, dünyâda iken yakın dostu olan şeytan, Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere, ″Ben onu azdırmadım, zâten kendisi îmandan uzak idi″ diyerek onun suçlamasını reddeder.


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10927.


﴿ قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ اِلَيْكُمْ بِالْوَع۪يدِ ﴿٢٨﴾ مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ۟ ﴿٢٩﴾

28-29. Allah’u Teâlâ da buyurur ki: ″Huzurumda husûmetleşmeyin. Ben size daha önce (kitaplarımla, Peygamberlerimle) azâbı bildirdim.* Benim katımda söz değiştirilmez ve Ben, kullara zulmedici değilim.″


﴿ يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَز۪يدٍ ﴿٣٠﴾ وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَ غَيْرَ بَع۪يدٍ ﴿٣١﴾ هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَف۪يظٍۚ ﴿٣٢﴾ مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُن۪يبٍ ﴿٣٣﴾ اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍۜ ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ ﴿٣٤﴾ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ ف۪يهَا وَلَدَيْنَا مَز۪يدٌ ﴿٣٥﴾

30-35. O gün Cehenneme, ″Doldun mu?″ deriz. O da, ″Daha var mı?″ der.* O gün Cennet, Allah’tan korkanlara uzak olmayacak şekilde yaklaştırılır.* Onlara şöyle denir: ″İşte bu, sizin vaad olunduğunuz şeydir. Bu vaad, Allah’a yönelen, şeriatın hududunu koruyan,* görmediği halde Rahmân’dan korkan ve Allah’ın huzuruna hâlis bir kalp ile gelen kimseler içindir.* Cennete selâmetle girin. İşte bu, ebedîlik günüdür.″* Orada onlar için istedikleri her şey vardır ve katımızda daha fazlası da vardır.

İzah: Cehhennem hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا تَزَالُ جَهَنَّمُ تَقُولُ {هَلْ مِنْ مَزِيدٍ} حَتَّى يَضَعَ فِيهَا رَبُّ الْعِزَّةِ قَدَمَهُ فَتَقُولُ قَطْ قَطْ وَعِزَّتِكَ وَيُزْوَى بَعْضُهَا إِلَى بَعْضٍ (ت عن انس)

Sûre-i Kâf, Âyet 30’da geçtiği üzere, ″Cehennem, daha var mı?″ diyecek, sonunda Allah’u Teâlâ ayağını Cehenneme koyacaktır. Bunun üzerine Cehennem, ″İzzetin hakkı için yeter, yeter″ diyecektir ve böylece Cehennemin, bir kısmı bir kısmına sıkışacaktır.[1]

Cennetteki nîmetler hakkında da nakledilen bir Hadis-i Kudsî’de, şöyle buyrulmuştur:

قَالَ اللّٰهُ أَعْدَدْتُ لِعِبَادِي الصَّالِحِينَ مَا لَا عَيْنٌ رَأَتْ وَلَا أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلَا خَطَرَ عَلَى قَلْبِ بَشَرٍ فَاقْرَءُوا إِنْ شِئْتُمْ {فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَا أُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ أَعْيُنٍ} (خ م عن ابى هريرة)

Allah’u Teâlâ: ″Sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir in­sanın hatırından geçirmediği nîmetler hazırladım″ diye buyurdu. Dilerseniz, ″Artık yaptıkları sâlih amellere mükâfat olarak, kendileri için gözlerini aydın edecek şeylerden neler saklandığını hiç kimse bilmez″ mealindeki Sûre-i Secde, Âyet 17’yi okuyun.[2]

Ayrıca Allah’u Teâlâ Âyet-i Kerîme’de, Cennetliklere istedikleri her nîmetin verilmesiyle birlikte, kendi katından daha fazlasının da olacağını beyan etmiştir. Müfessirler, erişilecek bu fazlanın, ″Allah’ı görme″ hâdisesi oldu­ğunu söylemişlerdir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِذَا دَخَلَ أَهْلُ الْجَنَّةِ الْجَنَّةَ قَالَ يَقُولُ اللّٰهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى تُرِيدُونَ شَيْئًا أَزِيدُكُمْ فَيَقُولُونَ أَلَمْ تُبَيِّضْ وُجُوهَنَا أَلَمْ تُدْخِلْنَا الْجَنَّةَ وَتُنَجِّنَا مِنَ النَّارِ قَالَ فَيَكْشِفُ الْحِجَابَ فَمَا أُعْطُوا شَيْئًا أَحَبَّ إِلَيْهِمْ مِنَ النَّظَرِ إِلَى رَبِّهِمْ عَزَّ وَجَلَّ ثُمَّ تَلَا هَذِهِ الْآيَةَ {لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ} (م عن صهيب)

Cennet ehli Cennete girdikten sonra, Allah’u Teâlâ şöyle buyuracak: ″Size daha fazlasını vermemi istediği­niz bir şey var mı?″ Onlar: ″Yüzlerimizi ağartmadın mı, bizi Cennete koymadın mı, Cehennem ateşinden korumadın mı?″ diyecekler. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ perdeyi açar. Onlara, Aziz ve Celil olan Rablerine bakmaktan daha çok sevdikleri bir şey verilmiş olmayacaktır. Sonra da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Güzel amellerde bulunanlar için, sevap ve fazla mükâfat (Cemâlullah) vardır…″[3] diye devam eden âyeti okudu.[4]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 51.

[2] Sahih-i Buhârî, Bed’ul- Halk 7; Sahih-i Müslim Cennet 1; Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 33.

[3] Sûre-i Yûnus, Âyet 26.

[4] Sahih-i Müslim, Îman 80 (297, 298 Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 13.


﴿ وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِۜ هَلْ مِنْ مَح۪يصٍ ﴿٣٦﴾ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ ﴿٣٧﴾

36-37. Ey Resûlüm! Senin kavminden evvel, onlardan daha kuvvetli oldukları halde memleketlerde gezip tasarruf eden birçok kavmi helâk ettik. Onlar için hiçbir kurtuluş oldu mu?* Şüphesiz bunda, kalp ve idrak sahibi olan ve hakkı dinleyip ona şâhit olan için bir öğüt vardır.


﴿ وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍۗ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ ﴿٣٨﴾

38. Yemin olsun ki, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Hiçbir yorgunluk da duymadık.

İzah: Allah’u Teâlâ istese, gökleri ve yeri bir anda da yaratırdı. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 117’de şöyle buyurmaktadır:

″Allah’u Teâlâ, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O, bir şeyin olmasını istediği zaman, ona sâdece ″Ol″ der, o da hemen oluverir.″

Allah’u Teâlâ, kullarının ağır ağır, düşüne düşüne iş yapması için böyle altı günde yaratmıştır. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

التَّأَنِّي مِنَ اللّٰهِ وَالْعَجَلَةُ مِنَ الشَّيْطَانِ (هب عن أنس)

″Yavaşça, ihtiyat ile hareket etmek, Allah’tandır. Acele etmek ise, şeytandandır.″[1]

Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların altı günde yaratıldığına dair daha geniş bilgi için de Sûre-i A’râf, Âyet 54’ün izahına bakınız.


[1] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 4197; Ayrıca bakınız: Sünen-i Tirmizî, Birr 65.


﴿ فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِۚ ﴿٣٩﴾ وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاَدْبَارَ السُّجُودِ ﴿٤٠﴾

39-40. Ey Resûlüm! O halde (müşriklerin sözlerine) sabret. Güneşin doğuşundan ve batışından evvel Rabbini hamd ile tesbih et.* Ve gecenin bir kısmında ve secdelerin akabinde O’nu tesbih et.

İzah: İbn-i Abbâs Radiyallâhu anhumâ; âyette geçen güneşin doğuşundan evvelki namazdan maksat, sabah namazıdır. Güneşin batışından evvelki namazlardan maksat, öğle ve ikindi namazlarıdır. Geceleyin kılınacak namazlardan maksat da akşam ile yatsı namazlarıdır, diye buyurmuştur. Yine İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ: ″Secdelerin akabinde O’nu tesbih et″ buyruğu hakkında da şöyle buyurmuştur: Yani ona, bütün namazların ardından tesbih çekmesini emretti.[1]

Namazdan sonra okunan tesbih ile ilgili olarak Sevban Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ إِذَا انْصَرَفَ مِنْ صَلَاتِهِ اسْتَغْفَرَ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ ثُمَّ يَقُولُ اللّٰهُمَّ أَنْتَ السَّلَامُ وَمِنْكَ السَّلَامُ تَبَارَكْتَ يَا ذَا الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ. (حم م د ه ت ن عن ثوبان)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem namazı kıldırınca, üç kere ″Estağfirullâh″ der ve akabinde: ″Allâhumme ente’s-selâmu ve minke’s-selâm. Tebârekte Yâ ze’l-Celâli ve’l-İkrâm (Allah’ım! Sen, Selâm’sın. Selâm yalnız Sendedir. Ey Azamet ve kerem sahibi, Sen çok yücesin)″ derdi.[2]

Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

مُعَقِّبَاتٌ لَا يَخِيبُ قَائِلُهُنَّ أَوْ فَاعِلُهُنَّ دُبُرَ كُلِّ صَلَاةٍ مَكْتُوبَةٍ ثَلَاثٌ وَثَلَاثُونَ تَسْبِيحَةً وَثَلَاثٌ وَثَلَاثُونَ تَحْمِيدَةً وَأَرْبَعٌ وَثَلَاثُونَ تَكْبِيرَةً (م كعب بن عجرة)

″Farz namazların ardı sıra söylenecek güzel zikirler vardır ki, onları her farz namazların ardından söyleyen ve yapan kimse hiçbir vakit hüsrâna uğramaz. Bunlar otuz üç defa Subhânallâh, otuz üç defa Elhamdulillâh, otuz dört defa Allâh’u Ekber’dir.″[3]

مَنْ سَبَّحَ اللّٰهَ فِي دُبُرِ كُلِّ صَلَاةٍ ثَلَاثًا وَثَلَاثِينَ وَحَمِدَ اللّٰهَ ثَلَاثًا وَثَلَاثِينَ وَكَبَّرَ اللّٰهَ ثَلَاثًا وَثَلَاثِينَ فَتْلِكَ تِسْعَةٌ وَتِسْعُونَ وَقَالَ تَمَامَ الْمِائَةِ لَا إِلَهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ غُفِرَتْ خَطَايَاهُ وَإِنْ كَانَتْ مِثْلَ زَبَدِ الْبَحْرِ (م عن ابى هريرة)

Bir kimse her namazın ardından; otuz üç defa Sübhânallah, otuz üç defa ″Elhamdulillâh″, otuz üç defa ″Allah’u Ekber″ der ve yüz sayısını da, ″Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdu ve hüve alâ külli şey’in kadîr″[4] diyerek tamamlarsa, onun günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile Allah’u Teâlâ onu bağışlar.[5]

Namazın sonunda çekilen tesbihlerin mükâfatı hakkında Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ فُقَرَاءَ الْمُهَاجِرِينَ أَتَوْا رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا ذَهَبَ أَهْلُ الدُّثُورِ بِالدَّرَجَاتِ الْعُلَى وَالنَّعِيمِ الْمُقِيمِ فَقَالَ وَمَا ذَاكَ قَالُوا يُصَلُّونَ كَمَا نُصَلِّي وَيَصُومُونَ كَمَا نَصُومُ وَيَتَصَدَّقُونَ وَلَا نَتَصَدَّقُ وَيُعْتِقُونَ وَلَا نُعْتِقُ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَفَلَا أُعَلِّمُكُمْ شَيْئًا تُدْرِكُونَ بِهِ مَنْ سَبَقَكُمْ وَتَسْبِقُونَ بِهِ مَنْ بَعْدَكُمْ وَلَا يَكُونُ أَحَدٌ أَفْضَلَ مِنْكُمْ إِلَّا مَنْ صَنَعَ مِثْلَ مَا صَنَعْتُمْ قَالُوا بَلَى يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ تُسَبِّحُونَ وَتُكَبِّرُونَ وَتَحْمَدُونَ دُبُرَ كُلِّ صَلَاةٍ ثَلَاثًا وَثَلَاثِينَ مَرَّةً قَالَ أَبُو صَالِحٍ فَرَجَعَ فُقَرَاءُ الْمُهَاجِرِينَ إِلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا سَمِعَ إِخْوَانُنَا أَهْلُ الْأَمْوَالِ بِمَا فَعَلْنَا فَفَعَلُوا مِثْلَهُ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْتِهِ مَنْ يَشَاءُ (م عن ابى هريرة)

Muhâcirlerin fakirleri, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldiler ve dediler ki: ″Yâ Resûlallah! Mal ve mülk sahipleri yüce dereceleri ve nîmetleri alıp gittiler.″ Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″O da nedir?″ diye sordu. Onlar dediler ki: ″Onlar bizim namaz kıldığımız gibi namaz kılıyorlar, bizim oruç tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. Onlar sadaka veriyorlar, biz veremiyoruz, onlar köle azat ediyorlar, biz azat edemiyoruz.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ben size onu yaptığınız zaman, başkalarını geçeceğiniz ve sizin yaptığınız gibisini yapmadıkça hiçbir kimsenin sizden daha üstün olamayacağı bir ibâdeti öğreteyim mi?″ diye sordu. Onlar: ″Evet, Yâ Resûlallah!″ deyince buyurdu ki: ″Her namazdan sonra otuz üç kere ″Subhânallah″ tesbihini çekersiniz, otuz üç kere ″Elhamdulillah″ diyerek hamd edersiniz ve otuz üç kere de ″Allah’u Ekber″ diyerek tekbir getirirsiniz.″

Ebû Sâlih Radiyallâhu anhu dedi ki:

O Sahâbîler daha sonra tekrar dönüp geldiler ve dediler ki: ″Mal sahibi kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı duydular ve onlar da aynısını yaptılar.″ Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″… İşte bu, Allah’ın lütfudur, bunu dilediğine verir…″[6] diye geçen âyeti okudu.[7]

Yine tesbihlerle ilgili olarak Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

لَأَنْ أَقُولَ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ وَلَا إِلَهَ إِلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ أَكْبَرُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا طَلَعَتْ عَلَيْهِ الشَّمْسُ (م عن ابى هريرة)

″Subhânallâhi velhamdulillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber″ demek, benim için üzerine güneş doğan her şeyden daha sevgilidir.[8]

اَكْثِرُوا مِنْ قَوْلِ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ وَلَا إِلَهَ إِلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ أَكْبَرُ وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللّٰهِ فَإِنَّهُنَّ مِنَ الْبَاقِيَاتِ الصَّالِحَاتِ وَهُنَّ يَحْطُطْنَ الْخَطَايَا كَمَا تَحُطُّ الشَّجَرَةُ وَرَقَهَا وَهُنَّ مِنْ كُنُوزِ الْجَنَّةِ (الرامهرمزى في الامثال عن ابى الدرداء)

″Subhânallâhi velhamdulillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’ı çok söyleyin. Zîrâ bunlar bitmeyen sâlih amellerdendir. Ağaçların yapraklarını döktükleri gibi bunlar da hatâları dökerler. Bunlar Cennet hazinelerindendir.″[9]

Her namazdan sonra tesbihlerin okunması, bu gibi âyet ve hadislerden dolayıdır.


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Kâf 1.

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, İkâmet’üs-Salat 32; Sahih-i Müslim, Mesâcid 26 (135 Râmûz’ul-Ehâdîs, 527/14.

[3] Sahih-i Müslim, Mesâcid 26 (144 Riyâz’üs-Sâlihin, Hadis No: 1449.

[4] Bu ifadenin mânâsı: Allah’tan başka ilah yoktur. O, birdir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk sâdece O’nundur. Hamd O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir.

[5] Sahih-i Müslim, Mesâcid 26 (142 Riyâz’üs-Sâlihîn, Hadis No: 1448.

[6] Sûre-i Hadid, Âyet 21.

[7] Sahih-i Müslim, Mesâcid 26 (142).

[8] Sahih-i Müslim, Zikir 10 (32 Sünen-i Tirmizî, Daavât 128.

[9] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 80/6.


﴿ وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ ﴿٤١﴾ يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّۜ ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ ﴿٤٢﴾ اِنَّا نَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَاِلَيْنَا الْمَص۪يرُۙ ﴿٤٣﴾ يَوْمَ تَشَقَّقُ الْاَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًاۜ ذٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَس۪يرٌ ﴿٤٤﴾

41-44. Ey Habîbim! Ve (kıyâmetin ahvâline dair sana verilen haberi) dinle, o gün ki, bir münâdi, yakın bir mekândan nidâ eder.* O gün ki, hak olan korkunç sesi (dirilme için olan Sûr’un üflenme sesini) işiteceklerdir. İşte bu, kabirlerden çıkış günüdür.* Şüphesiz, hayat veren de öldüren de Biziz Biz. Dönüş de Bizedir.* O gün, yer yarılır ve herkes süratle kabirlerinden çıkarlar. Bu toplama, Bize göre çok kolaydır.


﴿ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْاٰنِ مَنْ يَخَافُ وَع۪يدِ ﴿٤٥﴾

45. Ey Resûlüm! Biz onların (dirilmeyi inkâr ve âyetleri yalanlama gibi) ne dediklerini çok iyi biliriz. Sen onlara karşı zorlayıcı değilsin. Artık sen, Benim azâbımdan korkanlara Kur’ân ile öğüt ver.