HÜMEZE SÛRESİ

Bu sûre 9 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. İsmini, ilk âyetinde geçen ve ″İnsanları arkadan çekiştiren, gıybet eden″ anlamına gelen ″Hümeze″ kelimesinden almıştır.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍۙۨ ﴿١﴾ اَلَّذ۪ي جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُۙ ﴿٢﴾ يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُٓ اَخْلَدَهُۚ ﴿٣﴾ كَلَّا لَيُنْبَذَنَّ فِي الْحُطَمَةِۘ ﴿٤﴾ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحُطَمَةُۜ ﴿٥﴾ نَارُ اللّٰهِ الْمُوقَدَةُۙ ﴿٦﴾ اَلَّت۪ي تَطَّلِعُ عَلَى الْاَفْـِٔدَةِۜ ﴿٧﴾ اِنَّهَا عَلَيْهِمْ مُؤْصَدَةٌۙ ﴿٨﴾ ف۪ي عَمَدٍ مُمَدَّدَةٍ ﴿٩﴾

1-9. Veyl, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işâretiyle alay eden,* mal toplayan ve tekrar tekrar sayan her kimseye olsun.* O, malının kendisini ebedî yaşatacağını zanneder.* Hayır, hayır! Yemin olsun ki o, Hutâme’ye atılır.* Ey Resûlüm! Hutâme’nin ne olduğunu bilir misin?* O, Allah’u Teâlâ’nın tutuşturulmuş bir ateşidir ki,* yüreklere kadar işler.* Şüphesiz o ateş, onların üzerlerine kapatılacaktır;* uzun direklere bağlı oldukları halde.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen ″Veyl″ ifadesi; vah olsun, yazıklar olsun mânâsına gelir. Yahut helâk mânâsındadır veya Cehennemde bir vâdinin adıdır.[1] Bu sebeple ″Veyl″ ifadesi, âyetlerde bu mânâların hepsini ifade edebilmektedir. Burada da, azap mânâsında kullanılmıştır.

Gıybet hakkında Sûre-i Hucurât, Âyet 12’de de şöyle buyrulmuştur:

″Ey îman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Bâzınız bâzınızı gıybet etmesin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Elbette bundan tiksinirsiniz! Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, tevbeleri çok kabul edendir ve çok merhametlidir.″

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

لَمَّا عُرِجَ بِي مَرَرْتُ بِقَوْمٍ لَهُمْ أَظْفَارٌ مِنْ نُحَاسٍ يَخْمُشُونَ وُجُوهَهُمْ وَصُدُورَهُمْ فَقُلْتُ مَنْ هَؤُلَاءِ يَا جِبْرِيلُ قَالَ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ لُحُومَ النَّاسِ وَيَقَعُونَ فِي أَعْرَاضِهِمْ (د عن انس)

Mîraca çıktığımda bir topluluğa rastladım. Bakırdan tırnakları vardı ve yüzlerini, göğüslerini tırmalıyorlardı. ″Yâ Cebrâil! Bunlar kim?″ diye sordum. ″Bunlar, insanların etlerini yiyenler (gıybet edenler) ve insanların namusuna leke sürecek sözler söyleyenlerdir″ dedi.[2]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Mal toplayan ve tekrar tekrar sayandiye bir ifade geçmektedir. Burada kastedilen kimseler, biriktirdiği mallarından zekât vermek farz olduğu halde zekâtını vermeyenlerdir. Zekâtı verilen her türlü mal, yere gömülüp depolanmış olsa dahi biriktirilmiş mal değildir. Buna mukabil zekâtı verilmeyen her mal, Allah’u Teâlâ’nın, Kur’ân’da zikrettiği biriktirilmiş maldır. Sa­hibi, âhirette azap görür.

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

″… Ey Resûlüm! Altını ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmeyenleri (zekâtını vermeyenleri) elim bir azap ile müjdele″[3] diye geçen âyet nâzil olunca bu, Müslümanlara ağır geldi. Hz. Ömer, ″Bu sıkıntınızı ben gidereceğim″ diyerek kalkıp Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gitti ve dedi ki: ″Yâ Resûlallah! Bu âyetin hükmü, Ashâbına ağır geldi.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّ اللّٰهَ لَمْ يَفْرِضْ الزَّكَاةَ إِلَّا لِيُطَيِّبَ مَا بَقِيَ مِنْ أَمْوَالِكُمْ وَإِنَّمَا فَرَضَ الْمَوَارِيثَ لِتَكُونَ لِمَنْ بَعْدَكُمْ فَكَبَّرَ عُمَرُ ثُمَّ قَالَ لَهُ أَلَا أُخْبِرُكَ بِخَيْرِ مَا يَكْنِزُ الْمَرْءُ الْمَرْأَةُ الصَّالِحَةُ إِذَا نَظَرَ إِلَيْهَا سَرَّتْهُ وَإِذَا أَمَرَهَا أَطَاعَتْهُ وَإِذَا غَابَ عَنْهَا حَفِظَتْهُ (د عن ابن عباس)

″Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, zekâtı ancak mallarınızın geri kalan bölümleri temizlensin, diye farz kılmıştır. Mîrası da mallarınız siz­den sonrakilere kalsın diye farz kılmıştır.″ Bunun üzerine Hz. Ömer tekbir getirdi. Daha sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurdu: ″Sana kişinin alıkoyaca­ğı en hayırlı şeyin ne olduğunu haber vereyim mi?″ ″O, sâliha bir kadındır. Ona baktığı vakit onu sürura gark eder. Ona emrederse kendisine itaat eder. Ya­nında bulunmadığı zaman onun namusunu korur.″[4]

″Hutâme″ azâbına dair de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَّ النَّارَ تَأْكُلُ أَهْلَهَا حَتَّى إِذَا اطَّلَعَتْ عَلَى أَفْئِدَتِهِمُ انْتَهَتْ ثُمَّ إِذَا صَدَرُوا تَعُودُ فَذَلِكَ قَوْلُهُ تَعَالَىنَارُ اللّٰهِ الْمُوقَدَةِ الَّتِي تَطَّلِعُ عَلَى الْأَفْئِدَةِ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن خالد بن أبي عمران)

″Cehennem ateşi Cehennemlikleri yer. Nihâyet onların kalplerine ulaşınca onları yemeyi bitirir. Sonra onlar yeniden yaratıldıklarında yine on­ları yemeğe koyulur.″ İşte Hakk Teâlâ’nın: ″O, Allah’u Teâlâ’nın tutuşturulmuş bir ateşidir ki,* yüreklere kadar işler″ diye geçen Sûre-i Hümeze, Âyet 6-7 bunu anlatmaktadır.[5]

Sûre-i Hümeze, Âyet 8-9 hakkında da şu hadis nakledilmiştir:

Daha sonra Allah’u Teâlâ, onlara ateşten kilitler, ateşten çiviler ve ateşten direkleri bulunan melekler gönderecektir. Bu kilitlerle ateşi üzerlerine kilitleyecek, bu çivilerle onları sağlamlaştıracak ve bu direkler uzatıla­caktır. Orada bir rahat esintinin dahi girebileceği bir delik kalma­yacak, oradan dışarıya bir gam çıkmayacaktır. Arş’ın üzerinde olan Rahmân onları bu hallerinde terk edecektir. Cennet ehli de nîmetleriy­le meşgul olacaklardır.

وَلَا يَسْتَغِيثُونَ بَعْدَهَا أَبَدًا وَيَنْقَطِعُ الْكَلَامُ ، فَيَكُونُ كَلَامُهُمْ زَفِيرًا وَشَهِيقًا فَذَلِكَ قَوْلُهُ تَعَالَىإِنَّهَا عَلَيْهِمْ مُؤْصَدَةٌ فِي عَمَدٍ مُمَدَّدَةٍ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابى هريرة)

Bundan sonra o Cehennemlikler, ebedî olarak imdat isteyip duracaklar ve daha sonra konuşma kesilecektir. Onların konuşmaları inleme ve hırıltıdan ibâret kalacaktır. Şüphesiz o ateş, onların üzerlerine kapatılacaktır;* uzun direklere bağlı oldukları halde″ diye geçen Sûre-i Hümeze, Âyet 8-9 bunu anlatmaktadır.[6]


[1] Veyl ifadesi hakkında geniş bilgi için Sûre-i Mürselât, Âyet 8-15’in izahlarına bakınız.

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 40.

[3] Sûre-i Tevbe, Âyet 34.

[4] Sünen-i Ebû Dâvud, Zekât 32.

[5] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 185.

[6] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 185-186.