ABESE SÛRESİ

Bu sûre 42 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. İsmini, ilk âyetinde geçen ve ″Yüzünü ekşitti″ anlamına gelen ″Abese″ kelimesinden almıştır.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ عَبَسَ وَتَوَلّٰىۙ ﴿١﴾ اَنْ جَٓاءَهُ الْاَعْمٰىۜ ﴿٢﴾ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّهُ يَزَّكّٰىۙ ﴿٣﴾ اَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّكْرٰىۜ ﴿٤﴾ اَمَّا مَنِ اسْتَغْنٰىۙ ﴿٥﴾ فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّٰىۜ ﴿٦﴾ وَمَا عَلَيْكَ اَلَّا يَزَّكّٰىۜ ﴿٧﴾ وَاَمَّا مَنْ جَٓاءَكَ يَسْعٰىۙ ﴿٨﴾ وَهُوَ يَخْشٰىۙ ﴿٩﴾ فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰىۚ ﴿١٠﴾ كَلَّٓا اِنَّهَا تَذْكِرَةٌۚ ﴿١١﴾ فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۢ ﴿١٢﴾

1-12. Peygamber, yüzünü ekşitti ve sırtını döndü;* yanına âmânın gelmesinden dolayı.* Ey Resûlüm! Ne bilirsin? Belki o, (günahlarından) temizlenecek* yahut öğüt alacak da o öğüt kendisine fayda verecektir.* Fakat sana ihtiyaç duymayana gelince,* sen ona yöneliyorsun.* Hâlbuki onun (İslâm’ı kabul etmeyip) temizlenmemesinden sen sorumlu değilsin.* Ve sana koşarak gelen kimse ki* o, Allah’tan korkar.* Sen ise onunla ilgilenmiyorsun.* Hayır (böyle yapma)! Şüphesiz ki o Kur’ân, bir öğüttür.* Artık dileyen, ondan öğüt alır.

İzah: Bu sûre, Abdullah İbn-i Ümmü Mektûm Radiyallâhu anhu hakkında nâzil olmuştur.

Bir gün Utbe b. Rebîa, Ebû Cehil b. Hişam, Ümeyye b. Halef ve Velid b. Mugîre gibi Kureyş’in ileri gelenleri Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında toplanmışlardı. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem kendilerine dîni telkinlerde bulunuyor ve İslâm’ı kabul etmeleri için gayret sarfediyordu. Bu sırada Hz. İbn-i Ümmü Mektûm içeriye girdi; gözleri görmediği için, Fahr-i Kâinat Efendimizin meşguliyetinin farkında değildi. Tekrar tekrar, ″Yâ Resûlallah! Beni irşad et, Allah’u Teâlâ’nın sana öğrettiklerinden ba­na da öğret″ diye söyledi. Resûlü Ekrem Sallallâhu aleyhi ve sellem, sözünün bu suretle kesilmesine canı sıkıldı. Yüzünü ekşitip ondan yüz çevirdi ve yanındakilere dönerek telkinlerine devam buyurdu. Fakat tam sözlerini bitirmişti ki, va­hiy hâli geldi. Gözlerini kapayıp daldı ve bu Sûre-i Celîle nâzil oldu. Bundan sonra İbn-i Ümmü Mektûm, her gelişinde Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ona ikram ve ihsanda bulunur ve ″Ey hakkında Rabbimin bana itâb ettigi zât, merhaba!″ diye buyurur ve ridâsını altına yayardı. Bu zât, Hz. Hatice Radiyallâhu anhâ’nın dayısının oğlu ve ilk hicret eden Muhâcirlerdendir.[1]


[1] Yine benzeri için bakınız: Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7307.


﴿ ف۪ي صُحُفٍ مُكَرَّمَةٍۙ ﴿١٣﴾ مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍۙ ﴿١٤﴾ بِاَيْد۪ي سَفَرَةٍۙ ﴿١٥﴾ كِرَامٍ بَرَرَةٍۜ ﴿١٦﴾

13-16. O Kur’ân, çok şerefli sahifelerde,* kadri yüksek tertemiz sahifelerdedir,* kâtip meleklerin elleriyle yazılmıştır* ki onlar, (Allah katında) şerefli ve itaatkardırlar.

İzah: Kur’ân okuma ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَثَلُ الَّذِي يَقْرَأُ الْقُرْآنَ وَهُوَ حَافِظٌ لَهُ مَعَ السَّفَرَةِ الْكِرَامِ الْبَرَرَةِ وَمَثَلُ الَّذِي يَقْرَأُ وَهُوَ يَتَعَاهَدُهُ وَهُوَ عَلَيْهِ شَدِيدٌ فَلَهُ أَجْرَانِ (خ عن عائشة)

″Kur’ân’ı ezberlemiş olduğu halde, Kur’ân okuyanın misâli, emrine mûtî ve aziz kâtipler ile birlikte olmaktır. Kur’ân’ı okumayı öğrenip onu ara sıra okuyan ve bu okuyuşu kendisine ağır gelen için de, iki ecir vardır.″[1]

Bu Hadis-i Şerif’in son kısmında Kur’ân hakkında, ″Onu ara sıra okuyan ve bu okuyuşu kendisine ağır gelen″ diye geçen ifade şu anlamdadır: Bu kimse Kur’ân âyetlerini okuduğu zaman, onu tefekkür eder, Allah korkusundan o âyetlerin hükmüyle amel eder, bu sebeple okuduğu âyetler kendisine ağır gelir. Çünkü âyetin hükmüyle amel etmek için çaba gösterir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de:

شَيّبَتْنِي هُودٌ، وَالْوَاقِعَةُ، وَالمُرْسَلَاتُ، وَعَمّ يَتَسَاءَلُونَ، وَإِذَا الشّمْسُ كُوّرَتْ (ت عن ابن عباس)

″Hûd, Vâkıa, Mürselât, Nebe ve Tekvîr Sûreleri benim saçımı ağarttı″[2] diye âyetlerin hükmünün yerine getirmedeki ağırlığa dikkat çekmiştir. Sahâbe-i Kirâm Efendilerimiz de, bir sûre veya âyet okuduklarında, onu iyice anlayıp onunla amel eder, ondan sonra diğer sûre ve âyetleri okur ve öğrenirlerdi. İşte iki kat ecir alanlar bu kimselerdir.


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Abese 1.

[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 56.


﴿ قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَٓا اَكْفَرَهُۜ ﴿١٧﴾ مِنْ اَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُۜ ﴿١٨﴾ مِنْ نُطْفَةٍۜ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُۙ ﴿١٩﴾ ثُمَّ السَّب۪يلَ يَسَّرَهُۙ ﴿٢٠﴾ ثُمَّ اَمَاتَهُ فَاَقْبَرَهُۙ ﴿٢١﴾ ثُمَّ اِذَا شَٓاءَ اَنْشَرَهُۜ ﴿٢٢﴾ كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَٓا اَمَرَهُۜ ﴿٢٣﴾

17-23. Kahrolası (kâfir) insan, o ne kadar nankördür.* Allah’u Teâlâ onu hangi şeyden yarattı?* Nutfe’den (sperm’den) yarattı ve yaratılışı tamamlanıncaya kadar onu halden hâle çevirdi.* Sonra rahimden çıkmasını kolaylaştırdı.* Sonra onu öldürdü de kabre koydu.* Sonra dilediği vakit, onu tekrar diriltir.* Hayır, hayır! Allah’ın emrettiğini, o yerine getirmedi.

İzah: İnsanın ölüp tekrar dirilmesi ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَأْكُلُ التُّرَابُ كُلَّ شَيْءٍ فِي الْإِنْسَانِ إِلَّا عَجْبَ ذَنَبِهِ قِيلَ: وَمَا هُوَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ؟ قَالَ: مِثْلُ حَبَّةِ خَرْدَلٍ مِنْهُ تُنْشِئُونَ (ك عن ابى سعيدالخدرى)

Toprak insanoğlunun her tarafını yer, ancak kuyruk sokumu müstesnâ. ″Yâ Resûlallah! O da nedir?″ denilince, buyurdu ki: ″Bu, hardal tânesi gibidir ve oradan tekrar diriltilirsiniz.″[1]


[1] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 8954.


﴿ فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ اِلٰى طَعَامِه۪ۙ ﴿٢٤﴾ اَنَّا صَبَبْنَا الْمَٓاءَ صَبًّاۙ ﴿٢٥﴾ ثُمَّ شَقَقْنَا الْاَرْضَ شَقًّاۙ ﴿٢٦﴾ فَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا حَبًّاۙ ﴿٢٧﴾ وَعِنَبًا وَقَضْبًاۙ ﴿٢٨﴾ وَزَيْتُونًا وَنَخْلًاۙ ﴿٢٩﴾ وَحَدَٓائِقَ غُلْبًاۙ ﴿٣٠﴾ وَفَاكِهَةً وَاَبًّاۙ ﴿٣١﴾ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ ﴿٣٢﴾

24-32. Bir de insan, ibret nazarıyla yediğine bir baksın!* Şüphesiz Biz, suyu buluttan bol bol döktük.* Sonra yeri, iyice yardık.* Böylece orada (buğday ve arpa gibi) taneler bitirdik* ve üzüm, yonca,* zeytin, hurma,* sık ağaçlı bahçeler,* meyveler ve otlaklar bitirdik.* Bunları, sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için yaptık.


﴿ فَاِذَا جَٓاءَتِ الصَّٓاخَّةُۘ ﴿٣٣﴾ يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِۙ ﴿٣٤﴾ وَاُمِّهِ وَاَب۪يهِۙ ﴿٣٥﴾ وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِۜ ﴿٣٦﴾ لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْن۪يهِۜ ﴿٣٧﴾ وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌۙ ﴿٣٨﴾ ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌۚ ﴿٣٩﴾ وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۙ ﴿٤٠﴾ تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌۜ ﴿٤١﴾ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ ﴿٤٢﴾

33-42. O çok kuvvetli ses geldiği (tekrar dirilme için Sûr’a üflendiği) zaman,* insan o gün kardeşinden kaçar,* annesinden, babasından,* zevcesinden ve oğullarından kaçar.* O gün herkesin kendisine yetecek kadar derdi vardır.* O gün birtakım yüzler parlar,* güler ve müjde ile sevinir.* O gün birtakım yüzleri de toz* ve karanlık kaplar.* İşte bunlar, kâfirler ve fâcirlerdir.

İzah: Mahşerin dehşetiyle ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تُحْشَرُونَ حُفَاةً عُرَاةً غُرْلًا فَقَالَتْ امْرَأَةٌ أَيُبْصِرُ أَوْ يَرَى بَعْضُنَا عَوْرَةَ بَعْضٍ قَالَ يَا فُلَانَةُ {لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ} (ت عن ابن عباس)

″Sizler mahşer yerine yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız.″ Bunun üzerine bir kadın: ″O zaman birbirimizin ayıp yerlerini görmez miyiz?″ diye sorunca, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: Ey kadın! ″O gün herkesin kendisine yetecek kadar derdi vardır[1] diye buyurdu.[2]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″O gün, birtakım yüzler parlar″ diye geçen buyruk hakkında da Dahhâk Hazretleri: ″Bu parlaklık, abdestin bıraktığı izden dolayı olacaktır″ diye buyurmuştur.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ أُمَّتِي يُدْعَوْنَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ غُرًّا مُحَجَّلِينَ مِنْ آثَارِ الْوُضُوءِ فَمَنْ اسْتَطَاعَ مِنْكُمْ أَنْ يُطِيلَ غُرَّتَهُ فَلْيَفْعَلْ (خ عن ابى هريرة)

″Ümmetimmahşergünü çağırıldıkları vakit, abdestin izi olarak nûrdan bir parlaklıkları olduğu halde gelirler. Öyleyse kimin imkânı varsa parlaklığını artırsın.″[3]

Abdullah İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

قِيلَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ كَيْفَ تَعْرِفُ مَنْ لَمْ تَرَ مِنْ أُمَّتِكَ قَالَ غُرٌّ مُحَجَّلُونَ بُلْقٌ مِنْ آثَارِ الْوُضُوءِ (ه حم عن ابن مسعود)

Denildi ki: ″Yâ Resûlallah! Ümmetinden görmediğin kimseleri mahşer günü nasıl tanıyacaksın?″ Buyurdu ki: Ümmetim, abdest sebebiyle alınlarında nûr, kollarında nûr, ayaklarında nûr taşıyacaklar ki, bu nûrla onları tanırım.″[4]

Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere, kâfirlerin durumu hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يُلْجِمُ الْكَافِرَ الْعَرَقُ ثُمَّ تَقَعُ الْغَبَرَةُ عَلَى وُجُوهِهِمْقَالَ فَهُوَ قَوْلُهُ: وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن جعفر بن محمد)

O gün kâfir tere batırılır. Sonra yüzü toza batırılır. İşte Allah Teâlâ’nın, Sûre-i Abese, Âyet 40-41’de: ″O gün birtakım yüzleri de toz* ve karanlık kaplar″ diye geçen buyruğunun mânâsı budur.[5]


[1] Sûre-i Abese, Âyet 37.

[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 73; Sahih-i Buhârî, Rikâk 27. Bu Hadis-i Şerif, Hz. Âişe’den de rivâyet edilmiş ve burada ″Bir kadın″ diye geçen kişi de kendisidir.

[3] Sahih-i Buhârî, Vudû 3; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 3638.

[4] Sünen-i İbn-i Mâce, Tahâre 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 3629.

[5] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 8, s. 327.