Bu sûre 30 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. İçerisinde geçen secde âyetinden dolayı ″Secde Sûresi″ ismi verilmiştir.
Bu sûre hakkında Câbir Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ لَا يَنَامُ حَتَّى يَقْرَأَ الم تَنْزِيلُ وَتَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ (ت عن جابر)
″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Secde Sûresi’ni ve Mülk Sûresi’ni okumadan uyumazdı.″[1]
[1] Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ul-Kur’ân 9.
﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴾
Bismillâhirrahmânirrahîm.
﴿ الٓمٓ۠ ﴿١﴾ تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ ﴿٢﴾ اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۚ بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ ﴿٣﴾ اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَف۪يعٍۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ ﴿٤﴾
1-4. Elif, Lâm, Mîm.* Bu kitap (Kur’ân), âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir, onda hiç şüphe yoktur.* Yoksa kâfirler (Muhammed Aleyhisselâm için), ″Onu uydurdu mu?″ diyorlar. Bilakis o kitap, kendilerine senden evvel Peygamber gelmeyen bir kavmi, hidâyete ersinler diye, onları uyarman için Rabbin tarafından hak olarak indirilmiştir.* O Allah ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine istivâ etti. (Ey kâfirler!) Sizin için O’ndan başka bir velî ve şefaatçi yoktur. Artık bu öğüdü dinleyip düşünmez misiniz?
İzah: Bu âyetlerde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in daha önce bir Peygamber tarafından uyarılmamış olan bir kavme geldiği beyan edilmektedir. Bu husus aynı şekilde Sûre-i Kasas, Âyet 46’da da şöyle geçmektedir:
″… Lâkin senden önce kendilerine bir uyarıcı (Peygamber) gelmemiş bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin. Umulur ki, düşünüp öğüt alırlar.″
İşte bu âyetlerde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile İsmâil Aleyhisselâm arasında Araplara gönderilen hiçbir Peygamberin olmadığı beyan edilmiştir.
Yine Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere Allah’ın Arş’ı hakkında Hz. Abbas Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:
Ben, Bathâ’da aralarında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in de bulunduğu bir cemaat içerisinde idim. O sırada yanlarından bir bulut geçti de ona bakmaya başladılar. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Bunun ismi nedir?″ diye sordu. ″Sehap’tır (buluttur)″ dediler. ″Müzn de der misiniz?″ diye sordu. ″Evet″ dediler. ″Anan da der misiniz?″ diye sordu. ″Evet″ deriz, cevabını verdiler.[1] Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sorularına devam ederek, ″Yerle gök arasındaki uzaklığı biliyor musunuz?″ dedi. ″Hayır, bilmiyoruz″ dediler. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:
قَالَ إِنَّ بُعْدَ مَا بَيْنَهُمَا إِمَّا وَاحِدَةٌ أَوْ اثْنَتَانِ أَوْ ثَلَاثٌ وَسَبْعُونَ سَنَةً ثُمَّ السَّمَاءُ فَوْقَهَا كَذَلِكَ حَتَّى عَدَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ ثُمَّ فَوْقَ السَّابِعَةِ بَحْرٌ بَيْنَ أَسْفَلِهِ وَأَعْلَاهُ مِثْلُ مَا بَيْنَ سَمَاءٍ إِلَى سَمَاءٍ ثُمَّ فَوْقَ ذَلِكَ ثَمَانِيَةُ أَوْعَالٍ بَيْنَ أَظْلَافِهِمْ وَرُكَبِهِمْ مِثْلُ مَا بَيْنَ سَمَاءٍ إِلَى سَمَاءٍ ثُمَّ عَلَى ظُهُورِهِمْ الْعَرْشُ مَا بَيْنَ أَسْفَلِهِ وَأَعْلَاهُ مِثْلُ مَا بَيْنَ سَمَاءٍ إِلَى سَمَاءٍ ثُمَّ اللّٰهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى فَوْقَ ذَلِكَ (د عن العباس بن عبد المطلب)
″Bu ikisi arasındaki uzaklık yetmiş bir, yetmiş iki yahut da yetmiş üç seneliktir. Sonra bu göğün üstünde aynen bunun gibi bir gök daha vardır, diye buyurdu. Onun üstünde bir daha onun üstünde bir daha diyerek nihâyet yedi kat gök saydı ve sonra yedincinin üstünde üstü ile altı arasındaki mesafe iki gök arası kadar olan bir deniz vardır. Sonra bu denizin üstünde sekiz dağ keçisi şeklinde sekiz melek bulunmaktadır. Onların her birinin tırnaklarıyla diz kapakları arası iki gök arasındaki mesafe kadardır. Sonra onların sırtlarında altı ile üstü arası iki gök arası kadar olan Arş bulunmaktadır. Sonra Allah’u Teâlâ da onun üstündedir″ buyurdu.[2]
Allah’u Teâlâ’nın Arş’a istivâ etmesi müteşâbih olan âyetlerdendir. Bu hususta ve bütün mevcûdâtın altı günde yaratılması hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i A’râf, Âyet 54’ün izahına bakınız.
Ayrıca bu Sûre-i Secde, Âyet 4 ile Allah’u Teâlâ kâfirler için hiçbir yardımcı ve şefaatçinin olmadığını da beyan etmektedir. Şefaat sâdece Mü’minler içindir ki, mahşerde Mü’minlere şefaat olunacağına dair çok sayıda Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif vardır. Bu hususta geniş bilgi için de Sûre-i Bakara, Âyet 255 ve izahına bakınız.
[1] Ebû Dâvud der ki: Ben bu hadisi bana rivâyet eden şeyhimden ″Anan″ kelimesini pek iyice sağlam olarak tesbit edemedim.
[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 18.
﴿ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ مِنَ السَّمَٓاءِ اِلَى الْاَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُٓ اَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ ﴿٥﴾ ذٰلِكَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُۙ ﴿٦﴾ ﴾
5-6. Gökten yere kadar, bütün işleri idâre edip yürüten O’dur. Sonra o işlerin neticesi, sizin saydığınız yılınızla bin yıl eden bir günde O’na yükselip arz edilir.* İşte Allah’u Teâlâ, görünmeyeni de görüneni de bilendir, her şeye gâliptir, çok merhametlidir.
İzah: Bu dünyâda bin yılımızın, Allah katında bir gün olduğuna dair Sûre-i Hacc, Âyet 47’de de şöyle buyrulmuştur: ″… Şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin saydığınız senelerden bin sene kadardır.″
Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
يَدْخُلُ فُقَرَاءُ الْمُؤْمِنِينَ الْجَنَّةَ قَبْلَ أَغْنِيَائِهِمْ بِنِصْفِ يَوْمٍ خَمْسِ مِائَةِ عَامٍ (ه عن ابى هريرة)
″Mü’minlerin fakirleri, Cennete zengin olanlardan yarım gün yani beş yüz yıl evvel girerler.″[1]
Yine Âyet-i Kerîme’nin devamında geçtiği üzere; bütün işleri sevk ve idare eden Allah’u Teâlâ, gözle görülmeyen gaybı da, gözle görülebilenleri de bilendir. O, her şeye gâliptir, kâfirlerden intikam almada şiddetlidir. Îman ederek sâlih amel işleyenlere karşı ise çok merhametlidir.
[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 6.
﴿ اَلَّذ۪ٓي اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَاَ خَلْقَ الْاِنْسَانِ مِنْ ط۪ينٍۚ ﴿٧﴾ ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۚ ﴿٨﴾ ثُمَّ سَوّٰيهُ وَنَفَخَ ف۪يهِ مِنْ رُوحِه۪ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ ﴿٩﴾ ﴾
7-9. O Allah ki, yarattığı her şeyi en güzel şekilde yarattı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı.* Sonra onun neslini değersiz bir sudan meydana gelen bir nutfe’den (sperm’den) yarattı.* Sonra ona, insan şekli verip ruhundan üfledi. Sizin için kulaklar, gözler ve kalpler yarattı. Siz ise çok az şükrediyorsunuz!
﴿ وَقَالُٓوا ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ بَلْ هُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ ﴿١٠﴾ قُلْ يَتَوَفّٰيكُمْ مَلَكُ الْمَوْتِ الَّذ۪ي وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ۟ ﴿١١﴾ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُوا رُؤُ۫سِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ رَبَّنَٓا اَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا اِنَّا مُوقِنُونَ ﴿١٢﴾ ﴾
10-12. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfirler: ″Toprağa karışıp yok olduğumuz zaman, tekrar yaratılır mıyız?″ dediler. Gerçekten onlar, Rablerine kavuşmayı inkâr ederler.* Ey Resûlüm! Onlara de ki: ″Ruhlarınızı almakla görevli olan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.″* Kâfirler, Rablerinin huzurunda başlarını aşağıya eğerek, ″Rabbimiz! Hakikati gördük ve işittik. Bizi dünyâya gönder ki, sâlih amelde bulunalım! Biz şimdi her şeye kesin olarak inandık!″ dedikleri vakti görseydin.
İzah: Ruhları almakla görevli olan melek, Azrâil Aleyhisselâm’dır. Azrâil Aleyhisselâm hakkında şu hâdise nakledilmiştir: Allah’u Teâlâ, Azrâil’i ruhları almakla görevlendirdiğinde, ölüm meleği:
رَبّ جَعَلْتنِي أُذْكَر بِسُوءٍ وَيَشْتُمنِي بَنُو آدَم فَقَالَ اللّٰه تَعَالَى لَهُ إِنِّي أَجْعَلُ لِلْمَوْتِ عِلَلًا وَأَسْبَابًا مِنْ الْأَمْرَاض وَالْأَسْقَام يَنْسُبُونَ الْمَوْت إِلَيْهَا فَلَا يَذْكُرك أَحَد إِلَّا بِخَيْرٍ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن)
″Rabbim! Sen kötü bir şekilde benden söz edilmesine ve Âdemoğullarının bana hakaret etmelerine sebep teşkil edecek bir işle görevlendirdin″ dedi. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ ona: ″Ben ölüm için, hastalık ve çâresizlik gibi ölümü kendilerine nispet edecekleri birtakım sebepler ve gerekçeler yaratacağım. Hiç kimse senden hayırdan başka bir şekilde söz etmeyecek″ diye buyurdu.[1]
Azrâil Aleyhisselâm’ın eceli gelenin canını alması hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الْمَيِّتَ تَحْضُرُهُ الْمَلَائِكَةُ فَإِذَا كَانَ الرَّجُلُ الصَّالِحُ قَالُوا اخْرُجِي أَيَّتُهَا النَّفْسُ الطَّيِّبَةُ كَانَتْ فِي الْجَسَدِ الطَّيِّبِ اخْرُجِي حَمِيدَةً وَأَبْشِرِي بِرَوْحٍ وَرَيْحَانٍ وَرَبٍّ غَيْرِ غَضْبَانَ قَالَ فَلَا يَزَالُ يُقَالُ ذَلِكَ حَتَّى تَخْرُجَ ثُمَّ يُعْرَجَ بِهَا إِلَى السَّمَاءِ فَيُسْتَفْتَحُ لَهَا فَيُقَالُ مَنْ هَذَا فَيُقَالُ فُلَانٌ فَيَقُولُونَ مَرْحَبًا بِالنَّفْسِ الطَّيِّبَةِ كَانَتْ فِي الْجَسَدِ الطَّيِّبِ ادْخُلِي حَمِيدَةً وَأَبْشِرِي بِرَوْحٍ وَرَيْحَانٍ وَرَبٍّ غَيْرِ غَضْبَانَ قَالَ فَلَا يَزَالُ يُقَالُ لَهَا حَتَّى يُنْتَهَى بِهَا إِلَى السَّمَاءِ الَّتِي فِيهَا اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ وَإِذَا كَانَ الرَّجُلُ السَّوْءُ قَالُوا اخْرُجِي أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْخَبِيثَةُ كَانَتْ فِي الْجَسَدِ الْخَبِيثِ اخْرُجِي ذَمِيمَةً وَأَبْشِرِي بِحَمِيمٍ وَغَسَّاقٍ وَآخَرَ مِنْ شَكْلِهِ أَزْوَاجٍ فَلَا يَزَالُ حَتَّى تَخْرُجَ ثُمَّ يُعْرَجَ بِهَا إِلَى السَّمَاءِ فَيُسْتَفْتَحُ لَهَا فَيُقَالُ مَنْ هَذَا فَيُقَالُ فُلَانٌ فَيُقَالُ لَا مَرْحَبًا بِالنَّفْسِ الْخَبِيثَةِ كَانَتْ فِي الْجَسَدِ الْخَبِيثِ ارْجِعِي ذَمِيمَةً فَإِنَّهُ لَا يُفْتَحُ لَكِ أَبْوَابُ السَّمَاءِ فَتُرْسَلُ مِنْ السَّمَاءِ ثُمَّ تَصِيرُ إِلَى الْقَبْرِ فَيُجْلَسُ الرَّجُلُ الصَّالِحُ فَيُقَالُ لَهُ مِثْلُ مَا قِيلَ لَهُ فِي الْحَدِيثِ الْأَوَّلِ وَيُجْلَسُ الرَّجُلُ السَّوْءُ فَيُقَالُ لَهُ مِثْلُ مَا قِيلَ فِي الْحَدِيثِ الْأَوَّلِ (حم عن ابى هريرة)
″Melekler, ölünün yanında hazır bulunurlar. Eğer o sâlih bir kişi ise, şöyle derler: ″Merhaba, Ey temiz cesette bulunan temiz ruh! Övülmüş ve müjdelenmiş olarak, rahat ve huzur ile cesetten çık. Öfkeli olmayan Rabbin Teâlâ’nın müjdesi sanadır.″ Bu melekler, o ruh cesetten çıkıncaya kadar bu sözleri söylemeye devam ederler. Sonra o ruh, göğe yükseltilir ve onun için gök kapılarının açılması istenir. ″Bu kimdir?″ diye sorulduğunda, ″Falancadır″ denilir. Ona: ″Merhaba, Ey temiz cesette bulunan temiz ruh! Övülmüş ve müjdelenmiş olarak, rahat ve huzur ile gir, öfkeli olmayan Rabbinin müjdesi sanadır″ denilir. O kişi, Allah’u Teâlâ’nın bulunduğu göğe erişinceye kadar, melekler bunları söylemeye devam ederler. Şâyet o kötü bir kimse ise, şöyle derler: ″Sana merhaba yok, Ey pis cesette bulunan pis ruh! Kötülenmiş olarak cesetten çık. Kavurucu ateş ve irinle, buna benzer başka azaplarla seni müjdeleriz″ Bu melekler, o ruh cesetten çıkıncaya kadar bu sözleri söylemeye devam ederler. Sonra o ruh, göğe yükseltilir ve onun için gök kapılarının açılması istenir. ″Bu kimdir?″ diye sorulduğunda, ″Falancadır″ diye cevap verilir. Bunun üzerine: ″Sana merhaba yok, Ey pis cesette bulunan pis ruh! Kötülenmiş olarak dön. Gök kapıları sana açılmayacaktır″ denilir ve gökten geri çevrilip gönderilir. Sonra bunlar (sâlih ve kötü olan kimse) kabre girdirilir. Sâlih kişi, kabrinde oturtulup ilk sözde (rûhu alındığında) söylenenlerin bir misli kendisine tekrar söylenir. Kötü kişi de, kabrinde oturtulur, ilk sözde (rûhu alındığında) söylenenlerin bir misli kendisine tekrar söylenir.″[2]
Hayvanların canlarının alınması hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
آجَالُ الْبَهَائِمِ كُلِّهَا مِنَ الْقَمْلِ وَالْبَرَاغِيثِ وَالْجَرَادِ وَالْخَيْلِ وَالْبِغَالِ وَالدَّوَابِ كُلِّهَا وَالْبَقَرِ وَغَيْرِ ذَلِكَ آجَالُهَا فِي التَّسْبِيحِ فَإِذَا انْقَضَى تَسْبِيحُهَا قَبَضَ اللّٰهُ أَرْوَاحَهَا وَلَيْسَ إِلَى مَلَكِ الْمَوْتِ مِنْ ذَلِكَ شَيْءٌ (عق وابوالشيخ فى العظمة عن انس)
″Bit, pire, çekirge, at, katır ve diğer bütün hayvanların hepsinin ecelleri zikirlerine devam etmelerine bağlıdır. Zikirleri bitince Allah’u Teâlâ onların ruhlarını alır. Azrâil’in bunların ruhunun alınmasında hiçbir rolü yoktur.″[3]
[1] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 14, s. 94.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8414.
[3] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 3/2.
﴿ وَلَوْ شِئْنَا لَاٰتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدٰيهَا وَلٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنّ۪ي لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ ﴿١٣﴾ فَذُوقُوا بِمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۚ اِنَّا نَس۪ينَاكُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٤﴾ ﴾
13-14. Eğer dileseydik, herkesi hidâyete erdirirdik. Lâkin Benden sâdır olan, ″Yemin olsun ki, Cehennemi tamamen (âsi olan) cinlerden ve insanlardan dolduracağım″ sözü hak oldu.* Onlara şöyle denir: ″Bugüne kavuşmayı unutmanız sebebiyle tadın azâbı. Biz de bugün sizi unuttuk (Cehennemde bıraktık). Amellerinizin gereği olan dâimî azâbı tadın.″
İzah: Allah’u Teâlâ: ″Eğer dileseydik, herkesi hidâyete erdirirdik″ diye buyurarak, hidâyet ve dalâlet yolunu seçmeyi kulun kendi irâdesine verdiğini vurgulamıştır. Allah’u Teâlâ dileseydi, kullar istese de, istemese de hepsini hidâyete erdirirdi. Fakat hayır veya şer yolunu seçmesi için irâdeyi kendi ellerine vermiş ve bunu da hangisinin daha güzel amel işleyeceğini görmek için bir imtihan olarak yapmıştır.
Bu husus Sûre-i Mülk, Âyet 1-2’de şöyle geçmektedir:
″Bütün mülkün tasarrufu kudret elinde olan Allah’u Teâlâ, çok yücedir. O, her şeye kâdirdir.* Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, her şeye gâliptir ve çok bağışlayandır.″
Yine Allah’u Teâlâ’nın, Âyet-i Kerîme’de: Lâkin Benden sâdır olan, ″Yemin olsun ki, Cehennemi tamamen (âsi olan) cinlerden ve insanlardan dolduracağım″ sözü hak oldu, diye geçen buyruğundaki vaad de, Sûre-i Sâd, Âyet 82-85’te şöyle beyan edilmektedir:
İblis dedi ki: ″Senin izzetine yemin ederim ki, onların hepsini elbette azdıracağım.* Ancak onlardan ihlaslı kulların müstesnâ.″* Allah’u Teâlâ da buyurdu ki: ″İşte bu doğru. Ben de şu hakikati söyleyeyim:* ″Ey İblis! Yemin olsun ki, seninle ve onlardan sana tâbi olanların hepsiyle elbette Cehennemi dolduracağım.″
Allah’u Teâlâ Cehennemi, İblis’e tâbi olarak nefsine uyup onun yolundan gidenlerle dolduracağını vaad etmiştir. Allah âdildir. Kimseyi Cehennemlik olarak yaratmamıştır. Her anadan doğan İslâm üzere doğar.[1] Kullar, buluğa erdiği zaman, Allah’a îman eder, O’nun emir ve yasaklarına uyarak nefsine hâkim olursa, hidâyete nâil olur ve Cennete girer. Ancak bir kimse de nefsine hoş geleni yapıp mâsiyet işleyerek İblis’in yolundan giderse, bu kişide Allah’ın gazabına uğrayarak Cehenneme girer.
Allah’u Teâlâ her insana hidâyet yolunu da, dalâlet yolunu da göstermiştir. İnsan kendi irâdesi ile bu yollardan birine gider. Bu husus Sûre-i Beled, Âyet 8-10’da şöyle geçmektedir:
″Biz ona iki göz, vermedik mi?* Bir dil ve iki dudak vermedik mi?* Ve ona hayır ve şer yollarını göstermedik mi?″
Allah’u Teâlâ Sûre-i İnsân, Âyet 3’te de şöyle buyurmuştur:
″Şüphesiz ki, Biz insana hidâyet yolunu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör.″
Bu hususta İyâd b. Himâr Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:
أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ ذَاتَ يَوْمٍ فِي خُطْبَتِهِ أَلَا إِنَّ رَبِّي أَمَرَنِي أَنْ أُعَلِّمَكُمْ مَا جَهِلْتُمْ مِمَّا عَلَّمَنِي يَوْمِي هَذَا كُلُّ مَالٍ نَحَلْتُهُ عَبْدًا حَلَالٌ وَإِنِّي خَلَقْتُ عِبَادِي حُنَفَاءَ كُلَّهُمْ وَإِنَّهُمْ أَتَتْهُمْ الشَّيَاطِينُ فَاجْتَالَتْهُمْ عَنْ دِينِهِمْ وَحَرَّمَتْ عَلَيْهِمْ مَا أَحْلَلْتُ لَهُمْ وَأَمَرَتْهُمْ أَنْ يُشْرِكُوا بِي مَا لَمْ أُنْزِلْ بِهِ سُلْطَانًا (م عن عياض بن حمار)
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün hutbesinde şöyle buyurdu: Haberiniz olsun ki, işte bu günümde Rabbim Teâlâ, bana öğrettiklerinden, sizin bilmediğiniz şeyleri size öğretmemi bana emredip buyurdu ki: ″Kullarımdan herhangi bir kula verdiğim her mal, o kul için helâldir. Ben, kullarımı Hanifler olarak (İslâm üzere) yarattım. Şeytanlar onlara geldi de, onları dinlerinden çevirdi. Benim onlara helâl kıldığım şeyleri onlara haram kıldı. Hakkında hiçbir delil indirmediğim şeyleri Bana ortak koşmalarını da onlara yine şeytanlar emretti (onlar da, nefislerine hoş geldiği için hemen şeytana tâbi oldular)…″[2]
Allah’u Teâlâ, kimseye haksızlık etmez. Herkes kendi irâdesiyle yaptığı amelinin karşılığnı görür. Bu husustaki âyetlerden bâzıları şöyledir.
Sûre-i Hacc, Âyet 10:
Onlara: ″Bu zillet ve azap, senin kendi ellerinle önceden yaptığından dolayıdır!″ denilir. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, kullarına aslâ haksızlık yapmaz.
Sûre-i Necm, Âyet 39:
″Şüphesiz ki, insan için kendi çalıştığından başkası yoktur.″
Sûre-i Nisâ, Âyet 40:
″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapmaz. Zerre kadar bir iyilik de olsa, onun sevabını kat kat artırır. Ayrıca kendi katından büyük bir mükâfat verir.″
Her insan için, hem Cennette, hem de Cehennemde olmak üzere iki makam yaratıldığı ve herkesin yaptığı ameline göre, hangi makamı hak etmişse ona nâil olacağına dair de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
مَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ إِلَّا لَهُ مَنْزِلَانِ مَنْزِلٌ فِي الْجَنَّةِ وَمَنْزِلٌ فِي النَّارِ فَإِذَا مَاتَ فَدَخَلَ النَّارَ وَرِثَ أَهْلُ الْجَنَّةِ مَنْزِلَهُ فَذَلِكَ قَوْلُهُ تَعَالَى {أُولَئِكَ هُمْ الْوَارِثُونَ} (ه عن ابى هريرة)
″Her bir kimse için, biri Cennette biri de Cehennemde olmak üzere iki makam vardır. Bir adam ölüp de Cehenneme girdiği zaman, Cennet halkı o kimsenin Cennetteki makamına vâris olur. İşte Cennet ehlinin, Cehennemlik olanların Cennetteki makamlarına vâris olmaları, Allah’u Teâlâ’nın: ″İşte vâris olanlar bunlardır″[3] diye geçen buyruğunun vurguladığı bir hükümdür.″[4]
[1] Sûre-i Rûm, Âyet 30; Sahih-i Müslim, Kader 6; Sahih-i Buhârî, Cenâiz 92.
[2] Sahih-i Müslim, Cennet 16 (63).
[3] Sûre-i Mü’minûn, Âyet 10.
[4] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 39.
﴿ اِنَّمَا يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِهَا خَرُّوا سُجَّدًا وَسَبَّحُوا بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ (سَجْدَه) ﴿١٥﴾ ﴾
15. Bizim âyetlerimize, ancak o kimseler îman ederler ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiği zaman, secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler de kibirlenmezler. (Secde âyetidir)
﴿ تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًاۘ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿١٦﴾ فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَٓا اُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ اَعْيُنٍۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٧﴾ ﴾
16-17. Onların (gece, ibâdet için) yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine, korku ve ümit ile duâ ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da infak ederler.* Artık yaptıkları sâlih amellere mükâfat olarak, kendileri için gözlerini aydın edecek şeylerden neler saklandığını hiç kimse bilmez.
İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Muaz İbn-i CebelRadiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:
كُنْتُ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي سَفَرٍ فَأَصْبَحْتُ يَوْمًا قَرِيبًا مِنْهُ وَنَحْنُ نَسِيرُ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَخْبِرْنِي بِعَمَلٍ يُدْخِلُنِي الْجَنَّةَ وَيُبَاعِدُنِي عَنْ النَّارِ قَالَ لَقَدْ سَأَلْتَنِي عَنْ عَظِيمٍ وَإِنَّهُ لَيَسِيرٌ عَلَى مَنْ يَسَّرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ تَعْبُدُ اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكْ بِهِ شَيْئًا وَتُقِيمُ الصَّلَاةَ وَتُؤْتِي الزَّكَاةَ وَتَصُومُ رَمَضَانَ وَتَحُجُّ الْبَيْتَ ... (ت عن معاذ بن جبل)
Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ile bir yolculukta beraberdim. Yolda yürürken yanına yakın oldum. Dedim ki: ″Yâ Resûlallah! Beni Cennete girdirecek, Cehennemden uzaklaştıracak bir amel söyle.″ Buyurdu ki: ″Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah’ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Yalnız Allah’a ibâdet edersin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazı kılarsın, zekâtı verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, gücün yeter ve imkân bulabilirsen haccedersin.″ Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sözüne devamla buyurdu ki: ″Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?″ ″Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür.″ Bundan sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Onların (gece ibâdet için) yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine, korku ve ümit ile duâ ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da infak ederler.* Artık yaptıkları sâlih amellere mükâfat olarak, kendileri için gözlerini aydın edecek şeylerden neler saklandığını hiç kimse bilmez″ mealindeki Sûre-i Secde, Âyet 16-17’yi okudu. Daha sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?″diye sordu. ″Evet, bildiriniz Yâ Resûlallah!″ dedim. Şöyle buyurdu: ″İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu mücâhededir.″ Sonra, ″Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi bildireyim mi?″ diye sordu. ″Evet, bildiriniz Yâ Resûlallah!″ dedim. Bunun üzerineResûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem dilini tuttu ve ″Şunu koru″ buyurdu. ″Yâ Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız?″ dedim. Buyurdu ki: ″Annen yokluğuna yansın Yâ Muaz!İnsanları yüzüstü Cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir.″[1]
Yine ″Korku ve ümit″ arasında olmak gerektiğine dair Abdullah İbn-i Ukeym Radiyallâhu anhu’dan nakledildiğine göre, Ebû Bekir es-Sıddîk Radiyallâhu anhu bir hutbesinde; Besmele, Hamd ve Salavattan sonra şöyle buyurmuştur:
أُوصِيكُمْ بِتَقْوَى اللّٰهِ وَأَنْ تُثْنُوا عَلَيْهِ بِمَا هُوَ لَهُ أَهْلٌ وَأَنْ تَخْلِطُوا الرَّغْبَةَ بِالرَّهْبَةِ فَإِنَّ اللّٰهَ أَثْنَى عَلَى زَكَرِيَّا وَأَهْلِ بَيْتِهِ فَقَالَ: إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ (ك عن عبد اللّٰه بن عكيم)
Ben size Allah’tan korkmanızı, lâyık olduğu şekilde O’na senâda bulunmanızı, korku ile ümit arasında olmanızı öğütlerim. Allah’u Teâlâ, Zekeriyya Aleyhisselâm ve ailesini övmüş ve ″Şüphesiz onlar, hayırlı işlerde yarışır, sevabımıza rağbet eder ve azâbımızdan korkarak Bize duâ ederlerdi. Onlar, Bize karşı çok itaatkârdılar″[2] diye buyurmuştur.[3]
Bu sebeple Mü’min, dâimâ ″Havf ve recâ (korku ile ümit)″ arasında olmalıdır. İbâdetin sermâyesi havf ile recâdır. ″Havf″ o dur ki, kişinin Cenâb-ı Hakk’a karşı her ne kadar ibâdeti çok olsa da, Allah korkusunu yüreğinden çıkaramaz. Çünkü O’nun gazabına uğradığı zaman, iyi amelinin hepsinin gideceğini, bir hükmünün olmadığını bilir.
Allah’a yaklaştıkça kişinin korkusu artmalıdır. Evvela ibâdet ederek bu korku kazanılır. Ancak yaptığı ibâdete güvenir yani nefsine güven gelirse, bu korkuda azalma olur. Çoklarını Allah yolunda ilerlemekten geri koyan da budur. İşte takvâ sahibi, her zaman Allah korkusunu kalbinde taşıyan kimsedir.
Allah’u Teâlâ Sûre-i Hucurât, Âyet 13’te şöyle buyurmuştur:
″… Muhakkak ki Allah katında en makbul olanınız, en fazla takvâ sahibi olanınızdır. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, her şeyi bilendir ve her şeyden haberdardır.″
Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
رَأْسُ الْحِكْمَةِ مَخَافَةُ اللّٰهِ (الحكيم هب عن بن مسعود )
″Hikmetin başı, Allah korkusudur.″[4]
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:
وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَوْ رَأَيْتُمْ مَا رَأَيْتُ لَضَحِكْتُمْ قَلِيلًا وَلَبَكَيْتُمْ كَثِيرًا قَالُوا وَمَا رَأَيْتَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ رَأَيْتُ الْجَنَّةَ وَالنَّارَ (م حم عن انس)
″Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Sizler benim gördüğümü görmüş olsaydınız, muhakkak az güler ve çok ağlardınız.″ Sahâbîler: ″Gördüğünüz nedir Yâ Resûlallah?″ dediler. ″Cenneti ve Cehennemi gördüm″ diye buyurdu.[5]
″Recâ″ da o dur ki, kişi Cenâb-ı Hakk’a güvenmeli, evlat babasına nasıl güvenirse ondan daha ziyâde güvenmeli, Allah’u Teâlâ’nın kendine yardım edeceğine inanmalıdır.
Bu hususta da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
لَمَّا قَضَى اللّٰهُ الْخَلْقَ كَتَبَ عِنْدَهُ فَوْقَ عَرْشِهِ إِنَّ رَحْمَتِي سَبَقَتْ غَضَبِي (خ عن ابى هريرة)
Allah’u Teâlâ mahlûkatın olmasına hükmettiği zaman, yanında bulunan Arş’ın üstündeki bir kitaba, ″Rahmetim gazabımı geçti″ diye yazdı.[6]
اَوَّلُ شَيْئٌ خَطَّهُ اللّٰهُ تَعَالَى فِي الْكِتَابِ الْاَوَّلِ اِنِّى اَنَا اللّٰهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اَنَا سَبَقَتْ رَحْمَتِي غَضَبِي فَمَنْ شَهِدَ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللّٰهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ فَلَهُ الْجَنَّةُ (الديلمى عن ابن عباس)
″Levh-i Mahfuz’da Allah’ın yazdığı ilk söz şudur: Muhakkak ki Ben Allah’ım, Benden başka ilah yoktur. Rahmetim gazabımı geçmiştir. Kim ki Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ederse, ona Cennet vardır.″[7]
Yine havf ve recâ hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
مَا اجْتَمَعَ الرَّجَاءُ وَالْخَوْفُ فِي قَلْبِ مُؤْمِنٍ إِلا أَعْطَاهُ اللّٰهُ الرَّجَاءَ وَأَمَّنَهُ الْخَوْفَ (هب عن سعيد بن المسيب)
″Havf ve reca, bir Mü’minin kalbinde toplanırsa, Allah da onu umduğuna kavuşturur ve korktuğundan emin kılar.″[8]
Yine Âyet-i Kerîme’de Mü’minlerin bir özelliği de, ″Onların (gece, ibâdet için) yanları yataklarından uzaklaşır″ diye geçmektedir. Bu da, geceleri yapılan teheccüd namazı, zikrullah, tesbih gibi ibâdetlerdir. Gece ibâdeti ve zikri hakkında çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan bâzıları da şöyledir:
Bu hususta nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:
سُئِلَ أَيُّ الصَّلَاةِ أَفْضَلُ بَعْدَ الْمَكْتُوبَةِ وَأَيُّ الصِّيَامِ أَفْضَلُ بَعْدَ شَهْرِ رَمَضَانَ فَقَالَ أَفْضَلُ الصَّلَاةِ بَعْدَ الصَّلَاةِ الْمَكْتُوبَةِ الصَّلَاةُ فِي جَوْفِ اللَّيْلِ وَأَفْضَلُ الصِّيَامِ بَعْدَ شَهْرِ رَمَضَانَ صِيَامُ شَهْرِ اللّٰهِ الْمُحَرَّمِ (م عن ابى هريرة)
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e farz namazlardan sonra en efdal namaz hangisidir? Ve Ramazan ayından sonra tutulan en efdal oruç hangisidir?″ diye soruldu. Buyurdu ki: ″Farz namazlardan sonra en efdal namaz, gece namazıdır. Ramazan ayından sonraki en efdal oruç da, Allah’ın ayı Muharrem’de tutulan oruçtur.″[9]
Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
أَقْرَبُ مَا يَكُونُ الرَّبُّ مِنْ الْعَبْدِ فِي جَوْفِ اللَّيْلِ الْآخِرِ فَإِنْ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَكُونَ مِمَّنْ يَذْكُرُ اللّٰهَ فِي تِلْكَ السَّاعَةِ فَكُنْ (ت عمرو بن عبسة)
″Rabb Teâlâ’nın, kula en yakın olduğu vakit, gecenin son yarısı olan teheccüd zamanıdır. O saatte zikrullah edenlerden olabilirsen ol.″[10]
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:
إِذَا جَمَعَ اللّٰه الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ يَوْم الْقِيَامَة جَاءَ مُنَادٍ فَنَادَى بِصَوْتٍ تَسْمَعهُ الْخَلَائِق كُلّهمْ سَيَعْلَمُ أَهْل الْجَمْع الْيَوْم مَنْ أَوْلَى بِالْكَرَمِ لِيَقُمْ الَّذِينَ كَانَتْ تَتَجَافَى جُنُوبهمْ عَنْ الْمَضَاجِع فَيَقُومُونَ وَهُمْ قَلِيل ثُمَّ يُنَادِي الثَّانِيَة سَتَعْلَمُونَ الْيَوْم مَنْ أَوْلَى بِالْكَرَمِ لِيَقُمْ الَّذِينَ لَا تُلْهِيهِمْ تِجَارَة وَلَا بَيْع عَنْ ذِكْر اللّٰه فَيَقُومُونَ ثُمَّ يُنَادِي الثَّالِثَة سَتَعْلَمُونَ الْيَوْم مَنْ أَوْلَى بِالْكَرَمِ لِيَقُمْ الْحَامِدُونَ لِلَّهِ عَلَى كُلّ حَال فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء فَيَقُومُونَ وَهُمْ قَلِيل فَيُسَرَّحُونَ جَمِيعًا إِلَى الْجَنَّة ثُمَّ يُحَاسَب سَائِر النَّاس(القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن اسماء بنت يزيد)
Allah’u Teâlâ evvelkileri ve sonrakileri mahşer günü topladığı zaman bir münâdi gelir ve nidâ eder. Onun sesini bütün mahlûkat duyar. O münâdi şöyle seslenir: ″Bugün kimlerin kerem sahibi olduklarını bileceksiniz!″ Daha sonra münâdi ikinci bir defa seslenir: ″Bugün kimlerin kerem sahibi olduklarını bileceksiniz. Haydi, (gece, ibâdet için) yanları yataklarından uzaklaşıp Rablerine, korku ve ümit ile duâ edenler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan da infak edenler[11] ayağa kalksınlar.″ Onların sayısı azdır. Münâdi ikinci bir defa seslenir: ″Bugün kerem sahibi kimselerin kimler olduğunu bileceksiniz! Haydi, onları ne ticaret, ne de alışveriş zikrullahtan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoyamadığı[12] kimseler de ayağa kalksınlar.″ Bunlar da ayağa kalkarlar. Sonra Münâdi üçüncü bir defa daha seslenir: ″Haydi, genişlikte ve darlıkta, hâsılı her durumları için Allah’a hamd edenler ayağa kalksınlar.″ Bunlar da ayağa kalkarlar. Onların sayısı da azdır. Böylece bunların hepsi diğer insanlardan ayrılarak Cennete doğru giderler. Sonra diğer insanların hesabı görülür.[13]
Ayrıca gece namazının faziletine dair daha geniş bilgi için Sûre-i Müzzemmil, Âyet 20 ve izahlarına bakınız.
Sûre-i Secde, Âyet 17 hakkında da Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Kudsî’de, şöyle buyrulmuştur:
قَالَ اللّٰهُ أَعْدَدْتُ لِعِبَادِي الصَّالِحِينَ مَا لَا عَيْنٌ رَأَتْ وَلَا أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلَا خَطَرَ عَلَى قَلْبِ بَشَرٍ فَاقْرَءُوا إِنْ شِئْتُمْ {فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَا أُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ أَعْيُنٍ} (خ م عن ابى هريرة)
Allah’u Teâlâ: ″Sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatırından geçirmediği nîmetler hazırladım″ diye buyurdu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Dilerseniz, ″Artık yaptıkları sâlih amellere mükâfat olarak, kendileri için gözlerini aydın edecek şeylerden neler saklandığını hiç kimse bilmez″ mealindeki Sûre-i Secde, Âyet 17’yi okuyun.[14]
Yine bu Âyet-i Kerîme hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Mûsâ Aleyhisselâm, Rabbinden istekte bulunarak şöyle dedi: ″Rabbim! Cennetlikler arasında en aşağı mertebede olan kişi kim olacaktır?″ Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:
Bu, Cennetlikler Cennete girdikten sonra gelecek olan bir adamdır. Ona ″Cennete gir″ denilir, o: ″Rabbim! Herkes kendi yerine yerleşmiş bulunup da, alacaklarını aldıktan sonra nasıl girebilirim?″ der. Ona: ″Dünyâ hükümdarlarından birisinin mülkünün benzerinin senin olmasına râzı mısın?″ denilir, o: ″Râzı oldum Rabbim″ der. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ: ″Sana bunu, bir o kadarı, onunla beraber bir o kadarı daha, bir o kadarı, bir o kadarı, bir o kadarı daha veriyorum″ der. Beşincisinde ise kişi: ″Rabbim râzı oldum″ der. Bu sefer yine: ″Sana bununla beraber ve onların on misli daha var. Ayrıca canının çektiği, gözünün zevk aldığı şeyler de sana verilecektir″ der. Adam: ″Rabbim râzı oldum″ der. Bu sefer Mûsâ Aleyhisselâm:
قَالَ رَبِّ فَأَعْلَاهُمْ مَنْزِلَةً قَالَ أُولَئِكَ الَّذِينَ أَرَدْتُ غَرَسْتُ كَرَامَتَهُمْ بِيَدِي وَخَتَمْتُ عَلَيْهَا فَلَمْ تَرَ عَيْنٌ وَلَمْ تَسْمَعْ أُذُنٌ وَلَمْ يَخْطُرْ عَلَى قَلْبِ بَشَرٍ قَالَ وَمِصْدَاقُهُ فِي كِتَابِ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ {فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَا أُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ أَعْيُنٍ} الْآيَةَ (م عن المغيرة بن شعبة)
″Rabbim! Makâmı en yüksek olanlar kimlerdir?″ deyince, Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu: ″Bunlar, Benim murad ettiğim kimselerdir. Onların lütuf ve ihsanlarını Ben ellerimle diktim ve onların üzerini mühürledim. Hiçbir göz benzerini görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş ve hiçbir insanın kalbinden bunlar geçmemiştir.″
Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Bunun Allah’ın kitabından tasdiki Sûre-i Secde, Âyet 17’deki: ″Artık yaptıkları sâlih amellere mükâfat olarak, kendileri için gözlerini aydın edecek şeylerden neler saklandığını hiç kimse bilmez″ mealindeki âyettir.[15]
[1] Sünen-i Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bakınız. Sünen-i İbn-i Mâce, Fiten 12.
[2] Sûre-i Enbiyâ, Âyet 90.
[3] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3404.
[4] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 762, 763; Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 613.
[5] Sahih-i Müslim, Salât 25 (112 Ayrıca bkz: Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 11559.
[6] Sahih-i Buhârî, Tevhid 15, 22; Bedi’ul-Halk 1.
[7] Râmûz’ul-Ehâdis, s. 160/2; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 156.
[8] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 5868.
[9] Sahih-i Müslim, Sıyam 38 (202, 203).
[10] Sünen-i Tirmizî, Daavât 7.
[11] Bu hususta bakınız: Sûre-i Secde, Âyet 16.
[12] Sûre-i Nûr, Âyet 37.
[13] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 14, s. 102; Tefsir-i İbn-i Ebî Hâtim, Hadis No: 13624.
[14] Sahih-i Buhârî, Bed’ul- Halk 7; Sahih-i Müslim Cennet 1; Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 33.
[15] Sahih-i Müslim, Îman 84 (312 Ayrıca bakınız: Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 33.
﴿ اَفَمَنْ كَانَ مُؤْمِنًا كَمَنْ كَانَ فَاسِقًاۜ لَا يَسْتَوُ۫نَ ﴿١٨﴾ اَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ نُزُلًا بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٩﴾ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ فَسَقُوا فَمَأْوٰيهُمُ النَّارُۜ كُلَّمَٓا اَرَادُٓوا اَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَٓا اُع۪يدُوا ف۪يهَا وَق۪يلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ ﴿٢٠﴾ وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٢١﴾ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ ثُمَّ اَعْرَضَ عَنْهَاۜ اِنَّا مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ مُنْتَقِمُونَ۟ ﴿٢٢﴾ ﴾
18-22. Hiç Mü’min olan kimse, fâsık olan kimse gibi midir? Elbette bunlar eşit değildir.* Îman edip sâlih amellerde bulunanlar için, işledikleri ameller sebebiyle mükâfat olarak Me’vâ Cennetleri vardır.* Fâsık olanların varacakları yer ise, ateştir. Onlar, oradan her ne vakit çıkmak isteseler, oraya iâde olunurlar ve onlara: ″Yalanladığınız Cehennemin azâbını tadın″ denir.* Yemin olsun ki, tevbe edip küfürden dönmeleri için, âhiret azâbından evvel dünyâ azâbını da onlara tattırırız.* Rabbinin âyetleriyle nasihat olunup da ondan yüz çevirenden daha zâlim kim vardır? Şüphesiz ki Biz, mücrimlerden intikam alırız.
İzah: Taberî’nin tefsirinde nakledildiğine göre; bu âyetler, Hz. Ali ve fâsık bir kimse olan Velid b. Ukbe hakkında nâzil olmuştur.
Velid b. Ukbe, Hz. Ali ile tartışmış ve ona şöyle demiştir: ″Benim sözüm senden daha geçerli, kılıcım seninkinden daha keskin, orduları püskürtmem senden daha fazladır.″ Hz. Ali de: ″Kes sesini, sen bir fâsıksın!″ demiş ve işte bunun üzerine bu âyetler nâzil olmuştur.
﴿ وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓا ئ۪لَۚ ﴿٢٣﴾ وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ ﴿٢٤﴾ ﴾
23-24. Ey Resûlüm! Yemin olsun ki Mûsâ’ya kitabı (Tevrat’ı) vermiştik. Sen de Kur’ân’a kavuşma konusunda şüphe içinde olma. Tevrat’ı İsrailoğullarına bir hidâyet rehberi kılmıştık.* Onlardan bir kısmını sabırlarından dolayı, emrimizle diğerlerini hidâyete sevk eden önderler kıldık. Çünkü onlar, âyetlerimize kesin olarak inanmışlardı.
İzah: Allah’u Teâlâ bu âyetlerde: ″Nasıl ki İsrailoğullarına onları hidâyete sevk eden önderler gönderdiysem, senin ümmetinin içinden de böyle hidâyete sevk eden önderler gönderirim″ diye buyurmuştur. Bu husus Sûre-i A’râf, Âyet 181’de de şöyle geçmektedir:
″Yarattıklarımızın içinde bir taife var ki, halkı hakka irşad ederler ve hak ile adâlette bulunurlar.″
Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
اِنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ لِهَذِهِ الْأُمَّةِ عَلَى رَأْسِ كُلِّ مِائَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ اَمْرِ دِينِهَا (د طب ك ق عن ابى هريرة)
″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, bu ümmete her yüz yılın başında bir zât gönderir. Bu kimse, din işlerini yenileyip tazeler (itikâdi ve amelî hususlardaki yanlışlıkları düzeltir).″[1]
İşte bu zâtlar, unutulmuş olan sünnetleri yeniden ortaya çıkarırlar, hem kendileri bu sünnetlerle amel eder, hem de halka öğretirler. Bu kişiler hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
رَحْمَةُ اللّٰهِ عَلَى خُلَفَائِى قِيلَ وَمَا خُلَفَائِكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ تَعَالَى قَالَ الَّذِينَ يُحْيُونَ سُنَّتِى وَيُعَلِّمُونَهَا النَّاسَ (ابى نصر و ابن عساكر عن الحسن)
″Allah‘ın rahmeti benim halifelerime olsun.″ ″Yâ Resûlullah! Senin halifelerin kimlerdir?″ dediler. Buyurdu ki: ″Sünnetimi ihyâ eden ve insanlara da öğretendir.″[2]
Yine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
عُلَمَاءِ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائِيلَ.
″Ümmetimin ulemâsı, Benî İsrail Peygamberleri gibidir.″[3]
[1] Sünen-i Ebû Dâvud, Melâhim 1; Taberânî, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 1118.
[2] Muhtâr’ül-Ehâdîs’in Nebeviyye, Hadis No: 250; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 291/1.
[3] Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, c. 8, s. 302, c. 9, s. 224, c. 15, s. 129; Berîka, c. 1, s. 58; Eşrefoğlu Rûmi, Müzekk’in-Nüfus, s. 254.
﴿ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٢٥﴾ اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍۜ اَفَلَا يَسْمَعُونَ ﴿٢٦﴾ ﴾
25-26. Ey Resûlüm! Şüphesiz senin Rabbin, evet O, (dîne ait konularda) ihtilaf ettikleri şeylerden dolayı, mahşer günü onların (Mü’minler ile kâfirlerin) aralarında hükmedecektir.* Kendilerinden önce, şimdi yurtlarında gezip dolaştıkları nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onları hidâyete getirmiyor mu? Şüphesiz bunda, elbette çok ibretler vardır. Hâlâ dinlemeyecekler mi?
﴿ اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعًا تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ اَفَلَا يُبْصِرُونَ ﴿٢٧﴾ ﴾
27. Görmediler mi ki, muhakkak Biz suyu, kuru yere sevk ederiz de onunla hayvanlarının ve kendilerinin yedikleri ekinleri çıkarırız. Hâlâ görmeyecekler mi?
﴿ وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْفَتْحُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٢٨﴾ قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ ﴿٢٩﴾ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَانْتَظِرْ اِنَّهُمْ مُنْتَظِرُونَ ﴿٣٠﴾ ﴾
28-30. Onlar derler ki: ″Eğer iddianızda doğru iseniz, bu fetih ne zamandır?″* Ey Habîbim! De ki: ″O fetih günü, kâfirlere îmanları bir fayda vermez ve onlara mühlet de verilmez.* Artık onlardan yüz çevir ve bekle. Şüphesiz onlar da bekliyorlar.
İzah: Âyette zikredilen ″Fetih″ten maksat, Katâde Hazretlerine göre; Allah’u Teâlâ’nın, Mü’minler ile kâfirlerin arasında hüküm vereceği mahşer günüdür. Zîrâ bu günde Mü’minler mükâfatlandırılacak, kâfirler de cezâlandırılacaktır. Böylece Mü’minler muzaffer olacaktır.
Bâzı müfessirler de buradaki ″Fetih″ten maksadın, Mekke’nin fethi olduğunu beyan etmişlerdir.