Bu sûre 30 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. Bütün mülkün tasarrufunun, Allah’ın kudret elinde olduğunu beyan eden âyetle başladığı için ″Mülk Sûresi″ ismini almıştır. Bu sûreye ″Tebâreke″ ve ″Münciye″ ismi de verilmiştir.
Bu sûre hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
إِنَّ سُورَةً فِي الْقُرْآنِ ثَلَاثُونَ آيَةً شَفَعَتْ لِصَاحِبِهَا حَتَّى غُفِرَ لَهُ تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ. (ه د ت عن ابى هريرة)
″Allah’ın kitabından ancak otuz âyet olan bir sûre vardır ki, o sûre mahşer gününde bir kişiye şefaatçi oldu ve günahları affedildi. Bu Tebâreke Sûresi’dir.″[1]
İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Ashâbından bir adam, bir kabir üzerine, onun kabir olduğunu bilmeksizin çadırını kurdu. Sonra orada bir kimsenin Mülk Sûresi’ni sonuna kadar okuduğunu işitti. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek: ″Yâ Resûlallah! Ben çadırımı kabir olduğunu bilmeksizin bir kabrin üzerine kurdum. Bir de baktım ki, onun içinde biri Mülk Sûresi’ni sonuna kadar okudu″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
هِيَ الْمَانِعَةُ هِيَ الْمُنْجِيَةُ تُنْجِيهِ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ (ت عن ابن عباس)
″Bu sûre, menedicidir ve koruyucudur. Bu sûre, okuyanı kabir azâbından korur.″[2]
Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
وَدِدْتُ أَنَّتَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ فِي قَلْبِ كُلِّ مُؤْمِنٍ (ك عن ابن عباس)
″Bütün mülkün tasarrufu kudret elinde olan Allah çok yücedir″ diye başlayan Tebâreke Sûresi’nin her Mü’minin kalbinde olmasını; ezbere bilmesini çok arzu ederdim.″[3]
[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Edeb 51; Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ul-Kur’ân 8; Sünen-i Ebû Dâvud, Salat 335.
[2] Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ul-Kur’ân 8.
[3] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 2030; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 2648.
﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴾
Bismillâhirrahmânirrahîm.
﴿ تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ ﴿١﴾ اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ ﴿٢﴾ ﴾
1-2. Bütün mülkün tasarrufu kudret elinde olan Allah’u Teâlâ, çok yücedir. O, her şeye kâdirdir.* Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, her şeye gâliptir ve çok bağışlayandır.
İzah: Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur: Mülkün hepsi Benim elimdedir. Ben, ölümü ve tekrar dirilmeyi yarattım. Sonra sizi Âlem-i Süflî olan bu dünyâya gönderdim. Sizi sınayacağım; bakalım hanginiz Bana güzel ibâdet ve Beni zikir edeceksiniz. Bana güzel îman, itikâd edip Benim yolumda, Benim sevgimde hanginiz çalışacaksınız. Nefsinizle, şeytanla ne şekilde mücâdele yapacaksınız. İşte bu sebeple Ben sizi imtihan etmek için yeryüzüne gönderdim.
Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
الْحَذَرُ أَيُّهَا النَّاسُ وَإِيَّاكُمْ وَالْوَسْوَاسَ الْخَنَّاسَ فَإِنَّمَا يَبْلُوكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا (ابن مردويه عن الحكم بن عمير الثمالي)
″Dikkat edin Ey insanlar! Vesvese veren şeytandan sakının. Allah’u Teâlâ, hanginiz daha güzel amellerde bulunacak diye sizi sınamaktadır″[1]
Yine bu hususta şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:
Katâde Hazretleri dedi ki: Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, ″Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur…″ diye geçen Sûre-i Mülk, Âyet 2’nin tefsirini sordum. Buyurdu ki:
أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَقْلا ثُمَّ قَالَ أَتَمُّكُمْ عَقْلا أَشَدُّكُمْ لِلَّهِ خَوْفًا وَأَحْسَنُكُمْ فِيمَا أَمَرَ اللّٰه بِهِ وَنَهَى عَنْهُ نَظَرًا (الرازى، التفسير الكبير عن قتادة)
″Allah’u Teala bu ifadeyle hanginizin daha akıllı olduğunu tayin etmek için… mânâsını kastetmiştir″ buyurdu. Sonra da, ″Sizin en akıllı olanınız, Allah’tan en fazla korkanınız ve Allah’ın emirleri ile yasakları hususunda en iyi düşüneninizdir″ dedi.[2]
Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:
خَلَقَ الْعَقْلَ فَقَالَ الْجَبَّارُ مَا خَلَقْت خَلْقًا أَعْجَبَ إلَيَّ مِنْك وَعِزَّتِي وَجَلَالِي لَأُكَمِّلَنَّكَ فِيمَنْ أَحْبَبْت وَلَأُنْقِصَنَّكَ فِيمَنْ أَبْغَضْت قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَكْمَلُ النَّاسِ عَقْلًا أَطْوَعُهُمْ لِلّٰهِ وَأَعْمَلُهُمْ بِطَاعَتِهِ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابى هريرة)
Cebbâr olan Allah, aklı yarattığında ona şöyle buyurdu: ″Senden daha çok beğendiğim bir yaratık yaratmadım. İzzetim ve Celâlime yemin ederim ki, sevdiğim kimselerde seni kemâle erdireceğim, buğzettiğim kimselerde seni eksik kılacağım.″ Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ″İnsanlar arasında aklı en mükemmel olan, Allah’a en itaatkâr olan ve O’na itaat olan amelleri en çok yapandır.″[3]
Akıl, Allah’u Teâlâ’nın yaratılışta bütün insanlara vermiş olduğu bir nîmettir. Bu akılla, insanların hakkı arayıp Allah’u Teâlâ’nın varlığını, kudretini bulmaları gerekir. İnsanlardan, irâdelerini kullanıp Allah’ın emirleri ve yasakları hakkında düşünerek hareket eden kişi gerçek anlamda akıl sahibidir. Bu, diğer kişilerin aklının olmadığı anlamına gelmez. Bunlar, akıllarını sâdece dünyevî işlere kullanırlar.
[1] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 15, s. 730.
[2] Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, c. 15, s. 397.
[3] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 18, s. 223.
﴿ اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقًاۜ مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ ﴿٣﴾ ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئًا وَهُوَ حَس۪يرٌ ﴿٤﴾ ﴾
3-4. O, yedi göğü tabaka tabaka yarattı. Ey Resûlüm! Rahmân’ın yaratmasında uygunsuzluk göremezsin. Haydi gözünü çevir bak, orada hiçbir çatlak görebilir misin?* Sonra gözünü çevir tekrar tekrar bak, nihâyet gözün, yorgun ve aradığı şeyden mahrum olarak sana geri döner.
﴿ وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاط۪ينِ وَاَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّع۪يرِ ﴿٥﴾ وَلِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ ﴿٦﴾ ﴾
5-6. Yemin olsun ki Biz, dünyâ semâsını yıldızlarla süsledik ve onları şeytanlar için atılacak taşlar kıldık ve (âhirette) o şeytanlar için alevli ateş azâbı hazırladık.* Ve Rablerini inkâr edenler için Cehennem azâbı vardır. Orası, ne kötü bir dönüş yeridir.
İzah: Allah’u Teâlâ Sûre-i Mülk, Âyet 5’te: ″Yemin olsun ki Biz, dünyâ semâsını yıldızlarla süsledik…″ diye buyuruyor. Dünyâ semâsının ziyneti Ay, Güneş, yıldızlar olunca bunların hepsi dünyâ semâsında birinci kat göğün altındadır. Her kat gök, bu dünyâ semâsından defalarca daha büyüktür. Yedinci kat gökten yukarıda Arş-ı Âlâ vardır. Arş-ı Âlâ’nın da on iki direği vardır.
Rivâyete göre; Cebrâil Aleyhisselâm, Arş-ı Âlâ’yı dolanmak istedi. Allah’u Teâlâ müsâde etti. Cebrâil Aleyhisselâm saniyede dünyâyı üç yüz altmış tur yapacak hızla yetmiş bin sene uçtu ve ″Yâ Rabbi! Ben Arş-ı Âlâ’nın ne kadar yerini gidebildim?″ dedi. Allah’u Teâlâ da: ″Arş-ı Âlâ’nın on iki direği var. Sen bir direkle bir direğin arasını yarı edemedin. Yarı etmene çok uzun zaman var″ buyurdu.
Bu husus Sûre-i Mü’minûn, Âyet 86-87’de de şöyle geçmektedir:
Ey Habîbim! Onlara: ″Yedi kat göklerin ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?″ de.* Onlar: ″Allah’tır″ diyecekler. Sen de: ″Allah’tan korkmaz mısınız?″ de.
Arş’ın büyüklüğü hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:
وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ مَا السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالْأَرَضُونَ السَّبْعُ عِنْدَ الْكُرْسِيِّ إِلَّا كَحَلْقَةٍ مُلْقَاةٍ بِأَرْضٍ فَلَاةٍ وَإِنَّ فَضْلَ الْعَرْشِ عَلَى الْكُرْسِيِّكَفَضْلِ الْفَلَاةِ عَلَى تِلْكَ الْحَلْقَةِ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن ابى ذر الغفاري)
″Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, yedi kat gök ve yerler, Kürsî’nin yanında çölün ortasına bırakılmış bir halka gibidir. Arş’ın da Kürsî’ye oranla üstünlüğü, o çölün halkaya olan üstünlüğü gibidir.″[1]
[1] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 1, s. 681.
﴿ اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقًا وَهِيَ تَفُورُۙ ﴿٧﴾ تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِۜ كُلَّمَٓا اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ ﴿٨﴾ قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ ﴿٩﴾ وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ ﴿١٠﴾ فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقًا لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ ﴿١١﴾ ﴾
7-11. Onlar, Cehenneme atıldıkları vakit, kaynama hâlinde olan Cehennemin korkunç sesini işitirler.* Öyle ki Cehennem, öfkesinden çatlayacak gibi olur. Kâfirlerden her taife oraya atıldıkça, Cehennem bekçileri onlara: ″Size (Allah’ın azabı ile korkutan) bir uyarıcı gelmedi mi?″ diye sorarlar.* Onlar da: Evet geldi, fakat yalanladık ve onlara: ″Allah, bir şey indirmedi. Siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz″ dedik, diye cevap verirler.* Yine şöyle derler: ″Eğer o uyarıcıların sözlerini dinleseydik ve dediklerini akletseydik, Cehennem ehlinden olmazdık.″* İşte böylece günahlarını (faydası olmayan bir zamanda) itiraf ederler. Artık Cehennem ehli, Allah’ın rahmetinden uzak olsun.
İzah: Kâfirlerin âhirette pişmanlığı ile ilgili olarak Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
لَا يَدْخُلُ أَحَدٌ النَّارَ إِلَّا أُرِيَ مَقْعَدَهُ مِنَ الْجَنَّةِ لَوْ أَحْسَنَ لِيَكُونَ عَلَيْهِ حَسْرَةً وَلَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ أَحَدٌ إِلَّا أُرِيَ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ لَوْ أَسَاءَ لِيَزْدَادَ شُكْرًا (حم عن ابى هريرة)
″Cehenneme giren herkese, eğer îman edip taat etseydi, Cennetteki yeri gösterilir; pişmanlığı artsın diye. Cennete giren herkese, eğer îman etmeyip taat etmeseydi, Cehennemdeki yeri gösterilir; şükrânı artsın diye.″[1]
Bu husus rivâyet edilen bir diğer hadiste de şöyle geçmektedir:
لَا يَدْخُلُ أَحَدٌ النَّارَ إِلَّا وَهُوَ يَعْلَمُ أَنَّ النَّارَ أَوْلَى بِهِ مِنَ الْجَنَّةِ (ابن كثير، التفسير القران العظيم)
″Cehenneme giren herkes, kendisinin Cennetten çok Cehenneme uygun olduğunu muhakkak bilir.″[2]
[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10557.
[2] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 8, s. 178.
﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ ﴿١٢﴾ ﴾
12. Şüphesiz ki, görmedikleri halde Rablerinden korkanlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
İzah: Allah’u Teâlâ’yı görmedikleri halde O’ndan korkan Mü’minler hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
إِنَّ لِلّٰهِ مَلَائِكَةً يَطُوفُونَ فِي الطُّرُقِ يَلْتَمِسُونَ أَهْلَ الذِّكْرِ فَإِذَا وَجَدُوا قَوْمًا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ تَنَادَوْا هَلُمُّوا إِلَى حَاجَتِكُمْ قَالَ فَيَحُفُّونَهُمْ بِأَجْنِحَتِهِمْ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا قَالَ فَيَسْأَلُهُمْ رَبُّهُمْ وَهُوَ أَعْلَمُ مِنْهُمْ مَا يَقُولُ عِبَادِي قَالُوا يَقُولُونَ يُسَبِّحُونَكَ وَيُكَبِّرُونَكَ وَيَحْمَدُونَكَ وَيُمَجِّدُونَكَ قَالَ فَيَقُولُ هَلْ رَأَوْنِي قَالَ فَيَقُولُونَ لَا وَاللّٰهِ مَا رَأَوْكَ قَالَ فَيَقُولُ وَكَيْفَ لَوْ رَأَوْنِي قَالَ يَقُولُونَ لَوْ رَأَوْكَ كَانُوا أَشَدَّ لَكَ عِبَادَةً وَأَشَدَّ لَكَ تَمْجِيدًا وَتَحْمِيدًا وَأَكْثَرَ لَكَ تَسْبِيحًا قَالَ يَقُولُ فَمَا يَسْأَلُونِي قَالَ يَسْأَلُونَكَ الْجَنَّةَ قَالَ يَقُولُ وَهَلْ رَأَوْهَا قَالَ يَقُولُونَ لَا وَاللّٰهِ يَا رَبِّ مَا رَأَوْهَا قَالَ يَقُولُ فَكَيْفَ لَوْ أَنَّهُمْ رَأَوْهَا قَالَ يَقُولُونَ لَوْ أَنَّهُمْ رَأَوْهَا كَانُوا أَشَدَّ عَلَيْهَا حِرْصًا وَأَشَدَّ لَهَا طَلَبًا وَأَعْظَمَ فِيهَا رَغْبَةً قَالَ فَمِمَّ يَتَعَوَّذُونَ قَالَ يَقُولُونَ مِنَ النَّارِ قَالَ يَقُولُ وَهَلْ رَأَوْهَا قَالَ يَقُولُونَ لَا وَاللّٰهِ يَا رَبِّ مَا رَأَوْهَا قَالَ يَقُولُ فَكَيْفَ لَوْ رَأَوْهَا قَالَ يَقُولُونَ لَوْ رَأَوْهَا كَانُوا أَشَدَّ مِنْهَا فِرَارًا وَأَشَدَّ لَهَا مَخَافَةً قَالَ فَيَقُولُ فَأُشْهِدُكُمْ أَنِّي قَدْ غَفَرْتُ لَهُمْ قَالَ يَقُولُ مَلَكٌ مِنَ الْمَلَائِكَةِ فِيهِمْ فُلَانٌ لَيْسَ مِنْهُمْ إِنَّمَا جَاءَ لِحَاجَةٍ قَالَ هُمْ الْجُلَسَاءُ لَا يَشْقَى بِهِمْ جَلِيسُهُمْ (خ عن ابى هريرة)
Şüphesiz Allah’ın yollarda gezip dolaşan ve zikir ehlini arayan birtakım melekleri vardır. Zikrullah eden bir topluluk buldukları zaman: Aradığınız şey buradadır, hemen gelin, diye birbirlerini çağırırlar. Melekler gelip onların etrafını kanatlarıyla kuşatarak birbirlerinin üstünde dünyâ semâsına ulaşıncaya kadar olan arayı (yerle gök arasını) doldururlar. Allah’u Teâlâ kullarının durumlarını, meleklerden daha iyi bildiği halde meleklere sorar: ″Kullarım ne diyorlar?″ Melekler: ″Seni tesbih, zikir ediyorlar, Senin için; Allah en büyüktür diyorlar, Sana hamd ediyorlar ve Sana tâzim gösteriyorlar″ derler. Allah’u Teâlâ: ″Onlar Beni gördüler mi?″ diye sorar. Melekler: ″Hayır, vallâhi! Onlar Seni görmediler″ diye cevap verirler. Allah’u Teâlâ: ″Ya Beni görselerdi ne yaparlardı?″ diye sorar. Melekler: ″Eğer Seni görselerdi, daha şiddetli zikrederlerdi, Sana daha çok tâzim gösterirler, Sana daha çok hamd ederler ve Seni daha çok tesbih ederlerdi″ diye cevap verirler. Allah’u Teâlâ: ″Onlar Benden neyi istiyorlar?″ diye sorar. Melekler: ″Onlar, Senden Cenneti istiyorlar″ diye cevap verirler. Allah’u Teâlâ: ″Onlar, Cenneti gördüler mi?″ diye sorar. Melekler: ″Hayır! Ey Rabbimiz! Vallahi! Onlar Cenneti görmediler″ diye cevap verirler. Allah’u Teâlâ: ″Ya onlar Cenneti görselerdi ne yaparlardı?″ diye sorar. Melekler: ″Eğer onlar Cenneti görselerdi, onu elde etmek için daha çok gayret ederler, onu daha çok isterler ve ona daha çok rağbet gösterirlerdi″ diye cevap verirler. Allah’u Teâlâ: ″Onlar hangi şeyden Bana sığınıyorlar?″ diye sorar. Melekler: ″Cehennemden Sana sığınıyorlar″ diye cevap verirler. Allah’u Teâlâ: ″Onlar, Cehennemi gördüler mi?″ diye sorar. Melekler: ″Hayır! Ey Rabbimiz! Vallahi! onlar Cehennemi görmediler″ diye cevap verirler. Allah’u Teâlâ: ″Ya onlar Cehennemi görselerdi ne yaparlardı?″ diye sorar. Melekler: ″Eğer Cehennemi görselerdi ondan daha çok kaçarlar ve ondan daha çok korkarlardı″ diye cevap verirler. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ şöyle buyurur: ″Sizi şâhit kılıyorum ki, Ben onların hepsini bağışladım!″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sözüne devam ederek şöyle buyurdu: İçlerinden bir melek: ″Onların arasında onlardan olmayan falanca bir kul da var. O başka bir maksatla, dünyâlık bir ihtiyacı için onlara uğrayıp, yanlarına oturuverdi″ der. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ: ″Onu da bağışladım, onlar öyle bir topluluktur ki, onlarla birlikte oturan kimse de o topluluk sebebiyle bedbaht olmaz″ buyurur.[1]
[1] Sahih-i Buhârî, Daavât 65.
﴿ وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١٣﴾ اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟ ﴿١٤﴾ ﴾
13-14. Ey insanlar! Sözlerinizi ister gizleyin, ister açıktan söyleyin, şüphesiz ki O, kalplerde olanı hakkıyla bilir.* O, yarattığını bilmez mi? O, her şeyi bütün incelikleriyle bilir ve her şeyden haberdardır.
İzah: Bu âyetler, müşriklerin birbirine hitâben, ″Yavaş konuşun Muhammed’in Rabbi işitmesin″ demeleri üzerine nâzil olmuştur. Bu da gösteriyor ki müşrikler, Allah’ın varlığının farkındalar. Fakat nefislerinin hevâsına uyup, küfürde inat ederek îman etmiyorlar.
﴿ هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا ف۪ي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِه۪ۜ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ ﴿١٥﴾ ﴾
15. Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Yeryüzünün her tarafında gezip dolaşın ve Allah’ın vermiş olduğu rızıklardan yiyin. Dönüş ancak O’nadır.
İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de: ″Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur″ diye buyrulmaktadır. Yani, Ey insanlar! Allah’u Teâlâ, yeryüzünü sizin emrinize verdi. Siz ondan istediğiniz gibi istifâde edersiniz. Onun sularından, mâdenlerinden ve ürünlerinden faydalanırsınız, demektir.
﴿ ءَاَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمُ الْاَرْضَ فَاِذَا هِيَ تَمُورُۙ ﴿١٦﴾ اَمْ اَمِنْتُمْ مَنْ فِي السَّمَٓاءِ اَنْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِبًاۜ فَسَتَعْلَمُونَ كَيْفَ نَذ۪يرِ ﴿١٧﴾ ﴾
16-17. Semâda olanın, sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz? O vakit bir de bakarsınız ki, yeryüzü şiddetle sarsılıp çalkalanıyor.* Yoksa semâda olanın, üzerinize (Lût’un kavminde olduğu gibi) taş yağdıran bir rüzgâr göndermeyeceğinden emin mi oldunuz? O zaman anlarsınız, korkutmam nasılmış!
İzah: Bu mübârek âyetlerde Allah’u Teâlâ, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Peygamberliğini inkâra cüret eden dinsizleri, başlarına bir takım felâketlerin gelmesi ile korkutmaktadır.
Ey Resûlümü yalanlayan inkârcılar! Siz semâda olanın, yani emir ve tedbiri göklerde cereyan eden Yüce Yaratıcının veya bunların idâresi ile görevlendirilmiş olan meleklerin sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin misiniz?... Bu korkunç âkibeti hiç düşünmez misiniz ki, inkâra devam eder durursunuz? diye buyurmuştur.
﴿ وَلَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ ﴿١٨﴾ ﴾
18. Yemin olsun ki, onlardan (Mekke kâfirlerinden) öncekiler de yalanlamışlardı. Benim onları cezâlandırmam nasıl oldu bir görseydin!
İzah: Allah’u Teâlâ bu âyette; Mekke kâfirlerinin yalanladığı gibi Nûh, Âd, Semûd, Lût kavmi, Ashâb-ı Medyen, Ashâb-ı Ress, Firavun kavmi gibi geçmiş ümmetlerin kâfirleri de Peygamberlerini yalanlamışlardı. Benim onları cezâlandırmam nasıl oldu bir görseydin! diye buyurmaktadır. Bu inkâr eden kavimlerin kıssaları ve âkıbetleri A’râf, Hûd ve Enbiyâ Sûreleri gibi birçok sûrede tafsilatlı olarak anlatılmıştır.
﴿ اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَٓافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا الرَّحْمٰنُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَص۪يرٌ ﴿١٩﴾ ﴾
19. Üstlerinde, kanatlarını açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları havada tutan ancak Rahmân’dır. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir.
İzah: Havanın kaldırma gücü Allah’u Teâlâ’nın kudretindendir. Havasız bir yerde kuş uçamaz. İşte bu Âyet-i Kerîme’de havanın kaldırma gücünden bahsedilmektedir. Bu da Kur’ân-ı Kerîm’deki mûcizelerden biridir.
﴿ اَمَّنْ هٰذَا الَّذ۪ي هُوَ جُنْدٌ لَكُمْ يَنْصُرُكُمْ مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِۜ اِنِ الْكَافِرُونَ اِلَّا ف۪ي غُرُورٍۚ ﴿٢٠﴾ اَمَّنْ هٰذَا الَّذ۪ي يَرْزُقُكُمْ اِنْ اَمْسَكَ رِزْقَهُۚ بَلْ لَجُّوا ف۪ي عُتُوٍّ وَنُفُورٍ ﴿٢١﴾ اَفَمَنْ يَمْش۪ي مُكِبًّا عَلٰى وَجْهِه۪ٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْش۪ي سَوِيًّا عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٢٢﴾ ﴾
20-22. Yoksa Rahmân’dan başka O’na karşı size yardım edecek ordunuz mu var? Kâfirler, ancak bir aldanış içindedirler.* Yoksa Allah’u Teâlâ, sizlere vermekte olduğu rızkı kesecek olursa, O’ndan başka size rızık verecek kimdir? Doğrusu kâfirler, azgınlıkta ve haktan kaçmakta direnmektedirler.* Yüzüstü sürünerek yürüyen mi daha çok hidâyete erendir, yoksa dosdoğru bir yol üzerinde ayakları üzerinde yürüyen kimse mi?
İzah: Allah’u Teâlâ mahşer gününde kâfirleri yüzüstü süründürerek haşredecek, Mü’minleri ise düzgün bir şekilde yürüterek bir araya toplayacaktır. Sûre-i Mülk, Âyet 22, insanların mahşerdeki durumlarını tasvir etmektedir.
Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:
أَنَّ رَجُلًا قَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْشَرُ الْكَافِرُ عَلَى وَجْهِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ قَالَ أَلَيْسَ الَّذِي أَمْشَاهُ عَلَى رِجْلَيْهِ فِي الدُّنْيَا قَادِرًا عَلَى أَنْ يُمْشِيَهُ عَلَى وَجْهِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ (خ م عن انس)
Bir adam: ″Yâ Resûlallah! Mahşer günü kâfir yüzüstü nasıl haşrolunacak?″ diye sorunca, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Şüphesiz onu dünyâda iki ayağı üzerinde yürüten Allah, mahşer günü yüzüstü yürütmeye de kâdir değil midir?″[1]
[1] Sahih-i Buhârî, Rikâk 44; Sahih-i Müslim, Sıfat-ı Kıyâmet 11 (54).
﴿ قُلْ هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ ﴿٢٣﴾ قُلْ هُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٢٤﴾ ﴾
23-24. Ey Resûlüm! De ki: ″Sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler ihsan eden O’dur. Siz, çok az şükrediyorsunuz.″* De ki: ″Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O’dur. O’nun huzurunda toplanacaksınız.″
İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
مَنِ اشْتَكَى ضِرْسَهُ فَلْيَضَعْ إِصْبَعَهُ عَلَيْهِ، وَلْيَقْرَأْ هَاتَيْنِ الْآيَتَيْنِ سَبْعَ مَرَّاتٍ {وَهُوَ الَّذِي أَنْشَأَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ} إِلَى قَوْلِهِ {يَفْقَهُونَ} {هُوَ الَّذِي أَنْشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ} إِلَى {تَشْكُرُونَ} فَإِنَّهُ يَبْرَأُ بِإِذْنِ اللّٰهِ (الدارقطني في الأفراد عن ابن عباس)
Diş ağrısı çeken kişi, elini üzerine koysun ve yedişer defa; ″Sizi bir nefisten (Âdem Aleyhisselâm’dan) yaratan O’dur...″ diye devam eden Sûre-i En’âm, Âyet 98’i ve Ey Resûlüm! De ki: ″Sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler ihsan eden O’dur…″ diye devam eden Sûre-i Mülk, Âyet 23’ü okusun. Allah’ın izniyle ağrısı geçecektir.[1]
[1] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 14, s. 558.
﴿ وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٢٥﴾ قُلْ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۖ وَاِنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿٢٦﴾ ﴾
25-26. Kâfirler: ″Eğer doğru söylüyorsanız, bu vaad edilen ne zamandır?″ derler.* Ey Resûlüm! De ki: ″Şüphesiz ki, bunun ilmi ancak Allah’ın katındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.″
﴿ فَلَمَّا رَاَوْهُ زُلْفَةً س۪ٓيـَٔتْ وُجُوهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَق۪يلَ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَدَّعُونَ ﴿٢٧﴾ ﴾
27. Kâfirler, azâbı yakından görünce, suratları değişir ve onlara, ″İşte sizin, hemen gelmesini istediğiniz azap budur″ denir.
﴿ قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَهْلَكَنِيَ اللّٰهُ وَمَنْ مَعِيَ اَوْ رَحِمَنَاۙ فَمَنْ يُج۪يرُ الْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٢٨﴾ قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِه۪ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَاۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٢٩﴾ قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَصْبَحَ مَٓاؤُ۬كُمْ غَوْرًا فَمَنْ يَأْت۪يكُمْ بِمَٓاءٍ مَع۪ينٍ ﴿٣٠﴾ ﴾
28-30. Ey Resûlüm! De ki: ″Allah’u Teâlâ, beni ve banimle beraber olanları öldürse yahut (ecellerimizi ileri alarak) merhamet etse, kâfirleri elim azaptan kim kurtarır? Bana söyleyin.″* De ki: ″O, Rahmân’dır. O’na îman ettik ve O’na tevekkül ettik. Kimin âşikâr dalâlette olduğunu yakında bileceksiniz.″* De ki: ″Suyunuz çekilse, artık size kim bir akar su verir? Bana söyleyin.″