CÂSİYE SÛRESİ

Bu sûre 37 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. Hâ, Mîm ile başlayan sûrelerin altıncısıdır. 28. âyetinde her ümmetin mahşer günü dizleri üzerine çökmüş olarak bulunacağı haber verildiği için, bu anlama gelen ″Câsiye″ ismi verilmiştir.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ حٰمٓ ﴿١﴾ تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ ﴿٢﴾ اِنَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ ﴿٣﴾ وَف۪ي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَٓابَّةٍ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَۙ ﴿٤﴾ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٥﴾

1-5. Hâ, Mîm.* Bu kitap (Kur’ân), her şeye gâlip, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah tarafından indirilmiştir.* Şüphesiz ki, Mü’minler için göklerde ve yerde elbette Allah’ın birliğine ve kudretine deliller vardır.* Allah’u Teâlâ’nın sizi yaratmasında ve yeryüzüne yaydığı her canlıda kesin olarak îman eden bir topluluk için elbette deliller vardır.* Gece ve gündüzün birbirini tâkibinde, Allah’u Teâlâ’nın semâdan bir rızık sebebi olan yağmuru indirip de onunla yeri ölümünden (bitkiler kuruduktan) sonra diriltmesinde ve rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde de aklını kullanan bir topluluk için elbette deliller vardır.


﴿ تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَ اللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ يُؤْمِنُونَ ﴿٦﴾

6. Ey Resûlüm! Bunlar, hak olarak sana okuduğumuz Allah’ın âyetleridir. Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanırlar?


﴿ وَيْلٌ لِكُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ ﴿٧﴾ يَسْمَعُ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُتْلٰى عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِرًا كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٨﴾ وَاِذَا عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـًٔاۨ اتَّخَذَهَا هُزُوًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ ﴿٩﴾ مِنْ وَرَٓائِهِمْ جَهَنَّمُۚ وَلَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ مَا كَسَبُوا شَيْـًٔا وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۜ ﴿١٠﴾

7-10. Her yalancı ve günahkâr kişinin vay hâline!* O yalancı ve günahkâr ki, kendine okunan Allah’ın âyetlerini dinler de, sonra sanki hiç işitmemiş gibi kibirlenerek inkarlarında ısrar eder. Ey Resûlüm! Onu elim bir azap ile müjdele.* O, âyetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, onunla alay eder. İşte öyleleri için aşağılayıcı bir azap vardır.* Onların önlerinde de Cehennem vardır. Dünyâda kazandıkları şeyler ve Allah’ı bırakıp da edindikleri dostlar (putlar), kendilerinden azâbı kaldıramaz. Onlar için büyük bir azap vardır.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere kâfirler, Kur’ân ile alay ettikleri için Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Kur’ân ile düşman topraklarına yolculuk yapmayı yasaklamıştır. Bu hususta Abdullah İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

نَهَى رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ يُسَافَرَ بِالْقُرْآنِ إِلَى أَرْضِ الْعَدُوِّ قَالَ مَالِكٌ أُرَاهُ مَخَافَةَ أَنْ يَنَالَهُ الْعَدُوُّ (د عن عبد اللّٰه بن عمر)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, düşmanın Kur’ân’a el uzatacağından korkarak onunla düşman topraklarına yolculuk yapmayı yasakladı ve buyurdu ki: ″Kur’ân ile düşman topraklarına yolculuk yapmayın. Zîrâ ben, düşmanın ona herhangi bir şey yapmayacağından emin değilim.″[1]


[1] Sahih-i Müslim, İmâre 24 (92-94), Sünen-i Ebû Dâvud, Cihat 81.


﴿ هٰذَا هُدًىۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌ۟ ﴿١١﴾

11. Bu Kur’ân, bir hidâyettir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenler için de elim ve şiddetli bir azap vardır.


﴿ اَللّٰهُ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ ف۪يهِ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَۚ ﴿١٢﴾ وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا مِنْهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿١٣﴾

12-13. Allah’u Teâlâ, kendi emriyle içinde gemilerin yüzmesi ve O’nun lütfundan rızık aramanız ve şükretmeniz için denizi hizmetinize verendir.* Göklerde ve yerde bulunan her şeyi kendi katından (bir lütuf olarak) sizin hizmetinize verendir. Şüphesiz bunlarda, tefekkür eden bir topluluk için elbette deliller vardır.


﴿ قُلْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ لِيَجْزِيَ قَوْمًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿١٤﴾

14. Ey Resûlüm! Îman edenlere söyle: ″Allah’ın azap günlerinden korkmayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah’u Teâlâ, her kavme kazandıklarının karşılığını verecektir.″

İzah: Bir görüşe göre, bu âyetin hükmü, cihat hakkındaki âyet ile nesh edilmiştir. Yahut bundan maksat, cihadı gerektirmeyecek şekilde görülen bir kısım ahlâkî olmayan muâmelelere karşı af ve bağış ile muâmelede bulunmaktır. Böyle affedici bir muâmele, insanlık için bir fazilet dersi teşkil eder, birçok kimselerin ahlâklarını düzeltmelerine bir vesîle olabilir.


﴿ مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۘ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ ﴿١٥﴾

15. Her kim sâlih amel işlerse, bu kendi lehinedir. Her kim de kötü amel işlerse, o da kendi aleyhinedir. Sonra da hepiniz Rabbinize döndürüleceksiniz.


﴿ وَلَقَدْ اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ ﴿١٦﴾ وَاٰتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْاَمْرِۚ فَمَا اخْتَلَفُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۙ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿١٧﴾

16-17. Yemin olsun ki Biz, İsrailoğullarına kitap ve hikmet ve Peygamberlik vermiştik. Onları güzel nîmetlerle rızıklandırmıştık ve onları (kendi zamanlarında) âlemlere üstün kılmıştık.* Din hususunda onlara apaçık deliller vermiştik. Onlar, hakikati bildikten sonra aralarında düşmanlık ve haset sebebiyle ihtilaf ettiler. Şüphesiz senin Rabbin, mahşer gününde onların ihtilaf ettikleri hususlarda aralarında hüküm verecektir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de İsrailoğullarını, ″Âlemlere üstün kılmıştık″ diye buyrulması, onlara verilen mûcize ve hikmetli olan nîmetlerdir. Bunlar genel olarak; denizin açılması, çölde bir bulutun kendilerine gölgelik yapması, bir taştan on iki çeşmenin çıkması, havadan helva ve bıldırcın eti inmesi gibi nîmetler ve mûcizelerdir. İşte Allah’u Teâlâ bu şekilde o dönemdekilere, bunları üstün kılmıştır.

Âyet-i Kerîme’de geçen kitap ve hikmet ilmi hakkında geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 151 ve izahına bakınız.


﴿ ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٨﴾ اِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۚ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُتَّق۪ينَ ﴿١٩﴾

18-19. Ey Resûlüm! Sonra, seni din hususunda şeriat sahibi kıldık. O şeriat ahkâmına tâbi ol. Hakkı bilmeyen câhillerin hevâlarına uyma.* Şüphesiz onlar, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden elbette ki bertaraf edemezler. Muhakkak ki zâlimler, birbirlerinin dostlarıdır. Allah’u Teâlâ da takvâ sahiplerinin dostudur.

İzah: Bu emir, bütün Müslümanlar için geçerlidir. Allah’u Teâlâ Mü’minlere, kâfirlerden uzak durup onların hevâlarına uymamaları gerektiğini beyan etmiştir. Kâfirlerle aslâ dostluk kurulmaz. Bu âyette de geçtiği üzere kâfirler ancak birbirlerinin dostlarıdır.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَيْسَ مِنَّا مَنْ تَشَبَّهَ بِغَيْرِنَا لَا تَشَبَّهُوا بِالْيَهُودِ وَلَا بِالنَّصَارَى (ت عن عمرو بن شعيب عن ابيه عن جده)

″Kendisini bizden başkasına benzetenler bizden değildir. Ne Yahudilere, ne de Hristiyanlara benzemeyin.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’lerinde de şöyle buyurmuştur:

اَلْمَرْءُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ فَلْيَنْظُرْ أَحَدُكُمْ مَنْ يُخَالِلْ (حم هب ك عن ابى هريرة)

″Kişi dostunun dîni üzeredir. Bu nedenle kişi kiminle dost olacağına dikkat etsin.″[2]

مَنْ كَثَّرَ سَوَادَ قَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ وَمَنْ رَضِيَ عَمَلَ قَوْمٍ كَانَ شَرِيكٌ مِنْ عَمَلِهِ (ع الديلمى عن ابن مسعود)

″Her kim bir cemaatin kalabalığını artırırsa, o kimse onlardandır. Ve her kim bir kavmin yaptıklarından râzı ve memnun olursa, o işi yapanların ortağı olur.″[3]


[1] Sünen-i Tirmizî, İsti’zân 7; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 366/3.

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8065; Rudânî, Câm’ul-Fevâid, Hadis No: 7868.

[3] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 441/4.


﴿ هٰذَا بَصَٓائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿٢٠﴾

20. Bu Kur’ân, insanların kalp gözlerini açan bir nûrdur. Kesin olarak îman eden bir topluluk için de bir hidâyet ve rahmettir.

İzah: Ey Resûlüm! Sana indirdiğimiz bu kitap, insanların kalp gözlerini açan bir nurdur. İnsanlar, onun vâsıtasıyla hakkı batıldan ayırt ederler ve doğru yolu tanımış olurlar. Bu kitap, kendisinin hak bir kitap olduğuna kesin bir şekilde îman edenler için bir rehber ve bir rahmettir. Zîrâ, Kur’ân’dan ancak on­lar faydalanırlar. O Kur’ân, kendisini yalanlayan kâfirlerin ise kötülüğünü artı­rır. O, onlar için bir üzüntü kaynağıdır, demektir.


﴿ اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ۟ ﴿٢١﴾

21. Yoksa kötülükleri işleyenler, kendilerini, îman edip sâlih amellerde bulunanlar gibi yapacağımızı, hayatlarını ve ölümlerini bir tutacağımızı mı hesap ediyorlar? Bu hükümleri ne kötüdür.


﴿ وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٢٢﴾

22. Allah’u Teâlâ, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yarattı. Ve her nefsi, kazandığı amelinin karşılığını görsün diye yarattı. Onlara haksızlık edilmez.

İzah: Allah’u Teâlâ kullarını imtihan için yaratmış ve yeryüzüne göndermiştir. Bu husus Sûre-i Mülk, Âyet 2’de de şöyle geçmektedir:

″Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, her şeye gâliptir ve çok bağışlayandır.″


﴿ اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ﴿٢٣﴾

23. Ey Resûlüm! Hevâsını kendine ilah edinen, Allah’u Teâlâ’nın da; hâlini bildiği için onu dalâlette bıraktığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık ona Allah’tan başka kim hidâyet edebilir? Bu halleri düşünmez misiniz?

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

الْكَيِّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ وَعَمِلَ لِمَا بَعْدَ الْمَوْتِ وَالْعَاجِزُ مَنْ أَتْبَعَ نَفْسَهُ هَوَاهَا وَتَمَنَّى عَلَى اللّٰهِ (حم ت ه عن شداد بن اوس)

″Akıllı kişi nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel eden kim­sedir. Âciz kişi ise, nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan olmadık şeyleri temenni eden kimsedir.″[1]

إِذَا رَأَيْتَ شُحًّا مُطَاعًا وَهَوًى مُتَّبَعًا وَدُنْيَا مُؤْثَرَةً وَإِعْجَابَ كُلِّ ذِي رَأْيٍ بِرَأْيِهِ فَعَلَيْكَ بِخَاصَّةِ نَفْسِكَ وَدَعْ الْعَوَامَّ... (ت عن ابى امية الشعبانى)

″Sen, itaat olunan cimrilik, peşinden gidilen bir hevâ, âhirete tercih olunan bir dünyâ ve herkesin ken­di görüşünü beğendiği bir hâli görecek olursan, o vakit özellikle kendine bak ve avamın yaptığını yapma.″[2]

ثَلاثٌ مُهْلِكَاتٌ وَثَلاثٌ مُنَجِّيَاتٍ ... فَأَمَّا الْمُهْلِكَاتُ: فَشُحٌّ مُطَاعٌ وَهَوًى مُتَّبَعٌ وَإِعْجَابُ الْمَرْءِ بنفْسِهِ. وَأَمَّا الْمُنَجِّيَاتُ: فَالْعَدْلُ فِي الْغَضَبِ وَالرِّضَى وَالْقَصْدُ فِي الْفَقْرِ وَالْغِنَى وَخَشْيَةُ اللّٰهِ فِي السِّرِّ وَالْعَلانِيَةِ(طب عن ابن عمر)

″Üç husus vardır ki, bunlar helâk edi­cidir. Üç husus da vardır ki bunlar da kurtarıcıdır. Helâk ediciler: İtaat olunan cimrilik, peşinden gidilen hevâ ve kişinin kendisini beğenmesidir. Kurtarıcı olan hususlar da: İster hoşnut olsun, ister kızgın olsun adâletli olmak, zenginken de fakirken de orta yollu harcamak ve gizlide ve açıkta Allah’tan korkmaktır.″[3]


[1] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 25; Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 16501.

[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 6.

[3] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 651.


﴿ وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ ﴿٢٤﴾

24. Dalâlet ehli: ″Dünyâ hayatından başka bir hayat yoktur. Burada ölürüz, burada doğarız. Bizi ancak zaman helâk eder″ dediler. Onların bu sözleri bir ilme dayanmış değildir. Onlar sâdece zanda bulunuyorlar.

İzah: Câhiliye dönemi insanları, ″Bizi gece ve gündüzden başkası helâk etmi­yor. Bizi helâk eden, öldüren ve bize hayat veren odur″ diyorlar ve zamana sö­vüyorlardı.

Bu hususta nakledilen bir Hadis-i Kudsî’de Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يُؤْذِينِي ابْنُ آدَمَ يَسُبُّ الدَّهْرَ وَأَنَا الدَّهْرُ بِيَدِي الْأَمْرُ أُقَلِّبُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ (خ عن ابى هريرة)

″Âdemoğlu zamana söverek bana eziyet veriyor. Halbuki zaman Benim. Her şey Benim elimdedir. Ge­ceyi ve gündüzü Ben evirip çeviririm.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

لَا يَقُلْ أَحَدُكُمْ يَا خَيْبَةَ الدَّهْرِ فَإِنَّ اللّٰهَ هُوَ الدَّهْرُ (موطأ عن ابى هريرة)

″Sizden herhangi bir kimse, sakın zaman kahrolsun, demesin. Çünkü Allah’u Teâlâ, zamanın ken­disidir.″[2]


[1] Sahih-i Buhârî, Tevhid 34.

[2] İmam Mâlik, Muvatta, el-Câmi’ 92.


﴿ وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٢٥﴾ قُلِ اللّٰهُ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟ ﴿٢٦﴾

25-26. Onlara (dirilmeyi anlatan) apaçık âyetlerimiz okunduğu vakit, buna karşı söyleyebildikleri hüccet, ″Dâvânızda doğru iseniz, babalarımızı diriltin″ demekten ibâret oldu.* Ey Resûlüm! Onlara de ki: Allah’u Teâlâ, size hayat verir ve ecelleriniz gelince de öldürür. Sonra da geleceğinde şüphe olmayan mahşer gününde sizi bir araya toplar. Lâkin insanların çoğu bunu bilmezler.


﴿ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ ﴿٢٧﴾ وَتَرٰى كُلَّ اُمَّةٍ جَاثِيَةً۠ كُلُّ اُمَّةٍ تُدْعٰٓى اِلٰى كِتَابِهَاۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٢٨﴾ هٰذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّۜ اِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٢٩﴾

27-29. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Ve o gün ki, kıyâmet kopar, işte o gün kâfirler hüsrâna uğrarlar.* Görürsün ki, o günün dehşetinden her ümmet dizleri üzerine çökmüştür. Her ümmet, kendi amel defterine dâvet olunur. Onlara denir ki: ″Bugün amelinizin karşılığını görürsünüz!* İşte kitabımız (amellerinizin yazılı olduğu defter), yaptıklarınıza hak olarak şâhitlik ediyor. Şüphesiz Biz, sizin (dünyâda iken) yaptıklarınızı yazıyorduk.″

İzah: Bu âyetler ile ilgili olarak Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إذَا كانَ يَوْمُ القِيامَةِ أمَرَ اللّٰهُ جَهَنَّمَ فَيَخْرُجُ مِنْها عُنُقٌ ساطِعٌ مُظْلِمٌ، ثُمَّ يَقُولُ {أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَنْ لا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ* وَأَنِ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ* وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلا كَثِيرًا أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ* هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ} {وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ} فيَتَمَيَّزُ النَّاسُ ويَجْثُونَ، وَهِيَ قَوْلُ اللّٰهِ {وَتَرَى كُلَّ أُمَّةٍ جَاثِيَةً كُلُّ أُمَّةٍ تُدْعَى إِلَى كِتَابِهَا الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ} (ابن جرير الطبرى، جامع البيان عن ابى هريرة)

Mahşer günü, Allah’u Teâlâ Cehenneme emreder de ondan karanlık ve parlayan bir boyun çıkar ve ″Ey Âdemoğulları! Ben size demedim mi ki, şeytana ibâdet etmeyin (onun vesvesesine kapılmayın). Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.* Bana ibâdet edin. İşte doğru yol budur.* Yemin olsun ki şeytan, sizden birçok halkı dalâlete düşürdü. Hiç aklınızı kullanmadınız mı?* İşte bu, size vaad olunan Cehennemdir.″[1] ″Ey Mücrimler! Bugün Mü’minlerden ayrılın″[2] der. Bunun üzerine insanlar ayrılırlar ve dizleri üstü çökerler. İşte Allah’u Teâlâ’nın, Sûre-i Câsiye, Âyet 28’deki: Görürsün ki, o günün dehşetinden her ümmet dizleri üzerine çökmüştür. Her ümmet, kendi amel defterine dâvet olunur. Onlara denir ki: ″Bugün amelinizin karşılığını görürsünüz!″ buyruğu budur.[3]


[1] Sûre-i Yâsîn, Âyet 60-63.

[2] Sûre-i Yâsîn, Âyet 59.

[3] İbn-i Cerir et-Taberî, Câmi’ul-Beyan, c. 20, s. 542; İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 6, s. 585.


﴿ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ ﴿٣٠﴾ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا۠ اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَاسْتَكْبَرْتُمْ وَكُنْتُمْ قَوْمًا مُجْرِم۪ينَ ﴿٣١﴾

30-31. Îman edip sâlih amellerde bulunanlara gelince, Rableri onları rahmetine girdirir. İşte asıl kurtuluş budur.* Kâfir olanlara ise denir ki: ″Âyetlerim size okunmadı mı? Fakat siz, kibirlendiniz ve mücrim bir topluluk oldunuz.″


﴿ وَاِذَا ق۪يلَ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ ف۪يهَا قُلْتُمْ مَا نَدْر۪ي مَا السَّاعَةُۙ اِنْ نَظُنُّ اِلَّا ظَنًّا وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِن۪ينَ ﴿٣٢﴾

32. ″Şüphesiz, Allah’ın vaadi haktır, kıyâmetin kopacağında şüphe yoktur″ dendiği vakit, ″Kıyâmetin ne olduğunu bilmiyoruz. Ancak bir zandan ibâret olduğunu düşünüyoruz ve buna kesin olarak inananlardan değiliz!″ derdiniz.


﴿ وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٣٣﴾ وَق۪يلَ الْيَوْمَ نَنْسٰيكُمْ كَمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ ﴿٣٤﴾

33-34. O zaman, amellerinin kötülüğü onlara zâhir oldu ve alay etmelerinin cezâsı kendilerini kuşattı.* Onlara: ″Siz bugüne kavuşmayı nasıl unuttuysanız, Biz de bugün sizi unuturuz (azapta terk ederiz). Varacağınız yer ateştir ve sizin için yardımcılardan bir kimse de yoktur″ denir.


﴿ ذٰلِكُمْ بِاَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُوًا وَغَرَّتْكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ ﴿٣٥﴾

35. Bu azap, sizin Allah’ın âyetleri ile alay etmeniz ve dünyâ hayatının sizi aldatması sebebiyledir. Bugün onlar, Cehennemden çıkarılmaz ve onlardan Allah’ın rızâsını kazanmaları da istenmez.


﴿ فَلِلّٰهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَرَبِّ الْاَرْضِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٣٦﴾ وَلَهُ الْكِبْرِيَٓاءُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۖ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٣٧﴾

36-37. Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.* Göklerde ve yerde azamet O’na mahsustur. O, her şeye gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İzah: Âlemler hakkında geniş bilgi için Sûre-i Enbiyâ, Âyet 107’nin izahına bakınız.