Bu sûre 12 âyettir. Medîne döneminde nâzil olmuştur. Tahrîm, bir şeyi haram kılmak ve menetmek gibi anlamlara gelmektedir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in, hanımlarını kendisine haram kılma hâdisesinden dolayı ″Tahrîm Sûresi″ ismi verilmiştir.
﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴾
Bismillâhirrahmânirrahîm.
﴿ يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَۚ تَبْتَغ۪ي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١﴾ ﴾
1. Ey Peygamber! Zevcelerinin gönül rızâsını arayarak, Allah’u Teâlâ’nın sana helâl kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun? Halbuki Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
﴿ قَدْ فَرَضَ اللّٰهُ لَكُمْ تَحِلَّةَ اَيْمَانِكُمْۚ وَاللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ﴿٢﴾ ﴾
2. Allah’u Teâlâ size yeminlerinizin keffâretle çözülmesini meşrû kılmıştır. Allah’u Teâlâ sizin mevlânızdır (velînizdir). O, her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
﴿ وَاِذْ اَسَرَّ النَّبِيُّ اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪ حَد۪يثًاۚ فَلَمَّا نَبَّاَتْ بِه۪ وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَاَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍۚ فَلَمَّا نَبَّاَهَا بِه۪ قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَاۜ قَالَ نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ ﴿٣﴾ ﴾
3. Hani Peygamber, zevcelerinden birine (Hz. Hafsa’ya) gizli bir söz söylemişti. O da bu sözü diğer bir zevceye (Hz. Âişe’ye) haber verince, Allah’u Teâlâ da o haberi Peygamberine bildirdi. Peygamber de (Hz. Hafsa’ya) haber verdiği şeyin bir kısmını bildirdi, bir kısmından da vazgeçti. Peygamber bunu ona (Hz. Hafsa’ya) haber verince o, ″Bunu sana kim haber verdi?″ dedi. Peygamber de buyurdu ki: ″Bana, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah’u Teâlâ haber verdi.″
﴿ اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ ﴿٤﴾ ﴾
4. (Ey Âişe ve Hafsa!) Eğer ikiniz Allah’a tevbe ederseniz ne âlâ; çünkü kalpleriniz kaymıştır. Eğer Peygamberin aleyhinde birbirinize yardımda bulunursanız, şüphesiz ki O Allah, onun mevlâsıdır (velîsidir). Cebrâil de, Mü’minlerin sâlihleri de ve bunların ardından melekler de ona yardımcıdır.
﴿ عَسٰى رَبُّهُٓ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجًا خَيْرًا مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَٓائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَٓائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَارًا ﴿٥﴾ ﴾
5. Eğer Peygamber sizi boşarsa, umulur ki Rabbi ona, sizden daha hayırlı, Müslüman, Mü’min, itaatkâr olan, tevbekâr olan, ibâdet eden, oruç tutan, dul ve bekâr zevceler verir.
İzah: Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ Sûre-i Tahrîm, Âyet 1-5’in nüzul sebebine dair şöyle anlatmıştır:
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَمْكُثُ عِنْدَ زَيْنَبَ بِنْتِ جَحْشٍ وَيَشْرَبُ عِنْدَهَا عَسَلًا فَتَوَاصَيْتُ أَنَا وَحَفْصَةُ أَنَّ أَيَّتَنَا دَخَلَ عَلَيْهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلْتَقُلْ إِنِّي أَجِدُ مِنْكَ رِيحَ مَغَافِيرَ أَكَلْتَ مَغَافِيرَ فَدَخَلَ عَلَى إِحْدَاهُمَا فَقَالَتْ لَهُ ذَلِكَ فَقَالَ لَا بَلْ شَرِبْتُ عَسَلًا عِنْدَ زَيْنَبَ بِنْتِ جَحْشٍ وَلَنْ أَعُودَ لَهُ فَنَزَلَتْ {يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللّٰهُ لَكَ إِلَى إِنْ تَتُوبَا إِلَى اللّٰهِ} لِعَائِشَةَ وَحَفْصَةَ {وَإِذْ أَسَرَّ النَّبِيُّ إِلَى بَعْضِ أَزْوَاجِهِ} لِقَوْلِهِ بَلْ شَرِبْتُ عَسَلًا (خ ن عن عائشة)
Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Cahş kızı Zeyneb’in yanında bir süre kalır ve orada bal içerdi. Hz. Âişe dedi ki: ″Ben ve Hafsa, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem hangimizin yanına girerse, ben senden meğâfir kokusu alıyorum. Sen meğâfir mi içtin? desin″ diye aramızda anlaştık. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ikisinden birisinin yanına girince, anlaştıkları gibi ona bu sözleri söyledi. Resûlü Ekrem: ″Hayır! Cahş kızı Zeyneb’in yanında bal içtim. Bir daha içmem″ diye buyurdu. Bunun üzerine: ″Ey Peygamber! Zevcelerinin gönül rızâsını arayarak, Allah’u Teâlâ’nın sana helâl kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun?...″ diye devam eden Sûre-i Tahrîm, Âyet 1 ve ″(Ey Âişe ve Hafsa!) Eğer ikiniz Allah’a tevbe ederseniz ne âlâ; çünkü kalpleriniz kaymıştır...″ diye devam eden Sûre-i Tahrîm, Âyet 4’e kadar nâzil oldu. ″Eğer ikiniz Allah’a tevbe ederseniz″ diye geçen buyruktaki iki kişi, Hz. Âişe ve Hz. Hafsa’dır. ″Hani Peygamber, zevcelerinden birine (Hz. Hafsa’ya) gizli bir söz söylemişti…″ diye devam eden Sûre-i Tahrîm, Âyet 3’te geçen buyruğu da, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in: ″Hayır, ben bal içtim″ demesi ile ilgilidir.[1]
Bu olay, Abdullah İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan da şöyle nakledilmiştir:
لَمْ أَزَلْ حَرِيصًا أَنْ أَسْأَلَ عُمَرَ عَنْ الْمَرْأَتَيْنِ مِنْ أَزْوَاجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اللَّتَيْنِ قَالَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ {إِنْ تَتُوبَا إِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا} حَتَّى حَجَّ عُمَرُ وَحَجَجْتُ مَعَهُ فَصَبَبْتُ عَلَيْهِ مِنَ الْإِدَاوَةِ فَتَوَضَّأَ فَقُلْتُ يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ مَنَ الْمَرْأَتَانِ مِنْ أَزْوَاجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اللَّتَانِ قَالَ اللّٰهُ {إِنْ تَتُوبَا إِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلَاهُ} فَقَالَ لِي وَاعَجَبًا لَكَ يَا ابْنَ عَبَّاسٍ قَالَ الزُّهْرِيُّ وَكَرِهَ وَاللّٰهِ مَا سَأَلَهُ عَنْهُ وَلَمْ يَكْتُمْهُ فَقَالَ هِيَ عَائِشَةُ وَحَفْصَةُ... (ت عن ابن عباس)
Hz. Ömer’e, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in; Allah’u Teâlâ’nın haklarında Sûre-i Tahrîm, Âyet 4’te: ″(Ey Âişe ve Hafsa!) Eğer ikiniz Allah’a tevbe ederseniz ne âlâ; çünkü kalpleriniz kaymıştır...″ diye geçen buyruğundaki iki hanımı hakkında soru sormak istedim. Bir fırsatını bulamıyordum. Nihâyet Hz. Ömer hac için yola çıktığında ben de onunla beraber çıktım. Derken bir müddet gittikten sonra, Hz. Ömer halktan ayrıldı. Onunla beraber ben de elimdeki bir ibrikle ayrıldım. Def-i hacetini yaptı. Sonra bana geldi, eline su döktüm, abdest aldı. Ona: ″Ey Mü’minlerin emiri! Allah’u Teâlâ’nın haklarında Sûre-i Tahrîm, Âyet 4’te: ″(Ey Âişe ve Hafsa!) Eğer ikiniz Allah’a tevbe ederseniz ne âlâ; çünkü kalpleriniz kaymıştır...″ diye geçen buyruğundaki o iki kadın kimdir?″ diye sordum. Hz. Ömer: ″Hayret sana Ey Abbas’ın oğlu!″ Zührî diyor ki: ″Hz. Ömer, İbn-i Abbas’ın sorusundan hoşlanmamış, fakat onu gizlemek de istememişti.″ ″O iki kadın Hafsa ile Âişe’dir″ dedi ve Hz. Ömer hâdiseyi bana şöyle anlattı:
- Biz Kureyşliler, kadınlarımıza baskındık. Medîne’ye hicret edince kadınlarına mahkûm olan, kadın sözü dinleyen insanlarla karşılaştık. Bizim kadınlarımız da onların kadınlarından bu huyu kapmaya başladılar. Bir gün hanımıma kızmıştım. Baktım bana karşılık veriyor. Onun bana böyle cevap vermesi hoşuma gitmedi. Bu defa bana: ″Neden cevap vermemden hoşlanmıyorsun? Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hanımları bile Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e rahatlıkla karşılık veriyorlar. Hattâ onlardan biri kalkıp gündüz akşama kadar onunla konuşmamazlık yapabiliyor″ dedi. Bu durum beni endişelendirdi ve ″Onlardan bu tür bir şeyi yapan zarar ve ziyan içindedir″ dedim.
Evimiz, Ümeyyeoğulları semtinde Avali denilen yerde idi. Ensârdan bir komşum vardı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına nöbetleşe iniyorduk. Bir gün o iner vahiy ve diğer haberleri getirirdi. Bir gün de ben iner haberleri ona getirirdim. O sıralarda Gassanlıların biz Müslümanlarla savaşmak için atlarını nalladıklarından bahsederdik. Bir gün komşum, akşam vakti bana geldi ve kapımı çaldı. Ben de çıktım: ″Büyük bir hâdise oldu″ dedi. Ben de, ″Gassaniler mi geldiler yoksa″ dedim. O da: ″Bundan daha büyük bir hâdise; Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem zevcelerini boşadı″ dedi. Bunun üzerine kendi kendime, ″Hafsa zarar ve ziyan içindedir″ dedim. Böyle bir işin olacağını tahmin ediyordum. Sabah namazını kılınca elbisemi giydim ve yola çıktım. Hafsa’nın yanına girdiğimde onu ağlar vaziyette buldum. ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sizi boşadı mı?″ diye sordum. Hafsa: ″Bilmiyorum; işte kendisi orada, yüksek odacıkta yalnız başına kalıyor″ dedi. Kalkıp yanına girebilmek için o odaya geldim. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e hizmet eden siyah bir delikanlıya dedim ki: ″Ömer için izin iste″ O da, içeri girdi çıktı, ″Bildirdim fakat bir şey demedi″ dedi. Bunun üzerine mescide gittim. Minberin etrafında ağlayan birkaç kişiyle karşılaştım. Onların yanına oturdum. Sonra sıkıntım daha da arttı. Tekrar Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e hizmet eden siyahi delikanlıya geldim ve ″Ömer için izin iste″ dedim. O da, içeri girdi çıktı ve ″Seni Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bildirdim, fakat bir şey söylemedi″ dedi. Tekrar mescide gittim oturdum, fakat duramadım yine siyahi gencin yanına geldim ve ″Ömer için izin iste″ dedim. O da, içeri girdi çıktı, ″Seni Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bildirdim, fakat bir şey söylemedi″ dedi. Ben de arkamı dönüp giderken delikanlı dönüp beni çağırdı, gir sana izin verdi dedi. Ben de girdim. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i kuru bir hasır üzerine yaslanmış vaziyette buldum ve yanağında hasırın izini gördüm ve dedim ki: ″Yâ Resûlallah! Hanımlarını boşadın mı?″ ″Hayır″ dedi. Bunun üzerine, ″Allah’u Ekber″ dedim. Bizler de aynı durumdayız. Biz Kureyş topluluğu olarak kadınlar üzerinde hâkim idik. Medîne’ye gelince erkeklerine hâkim olan kadınlar topluluğu bulduk. Bizim hanımlarda onlardan bir şeyler öğrenmeye başladılar. Bir gün hanımıma kızmıştım da, o da bana karşılık vermişti. Ben de hoş karşılamamıştım. Hanımım: ″Niçin yadırgıyorsun? Vallâhi! Nebiyyi Muhterem’in hanımları bile ona karşılık veriyorlar, hattâ onlardan biri, bir günü geceye kadar ondan ayrı geçiriyor″ dedi. Sonra Hafsa’ya, ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e karşılık verir misin?″ diye sordum. O da: ″Evet. Hattâ bizden birimiz, gününü geceye kadar ondan ayrı geçirir″ dedi. Ben de: ″Sizden bunu kim yapmışsa zarar ve ziyan içindedir. Herhangi biriniz, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kızması yüzünden Allah’ın gazabına uğramaktan ve helâk olmaktan emin olabilir mi?″ dedim. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem gülümsedi. Hafsa’ya: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e karşılık verme, ondan bir şey isteme, her ne istersen benden iste. Arkadaşın Hz. Âişe’nin Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem için daha güzel ve daha sevgili olması, onun da buna güvenerek karşılık vermesi, sakın seni aldatmasın″ dedim. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bir kere daha gülümsedi. Sonra, ″Yâ Resûlallah! Konuyu değiştirelim mi?″ dedim. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet″ dedi. Bunun üzerine başımı kaldırdım ve o arada üç tane işlenmemiş ham deri gördüm ve ″Yâ Resûlallah! Ümmetine bol rızık vermesi için Allah’a duâ et″ dedim. Kendisine ibâdet etmedikleri halde Fars ve Rumlara bol bol rızık vermiştir. Oturduğu yerden doğruldu ve buyurdu ki:
″Ey Hattab’ın oğlu! Yoksa sen şüphe içinde misin? O toplumlara iyilikler ve nîmetler, çabucak geçecek olan bu dünyâ hayatında verilmiştir. Âhirette ise nasipleri yoktur.″
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, hanımlarına o kadar kızmıştı ki, onların yanına bir ay girmemeye dair yemin etmişti. Fakat Allah’u Teâlâ ona bu konuda sitem edince, bu konuda ona yemin keffâreti vermesini emir buyurdu.[2]
Yine bu konuda Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ şöyle anlattı:
لَمَّا مَضَى تِسْعٌ وَعِشْرُونَ لَيْلَةً دَخَلَ عَلَيَّ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَدَأَ بِي فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّكَ أَقْسَمْتَ أَنْ لَا تَدْخُلَ عَلَيْنَا شَهْرًا وَإِنَّكَ دَخَلْتَ مِنْ تِسْعٍ وَعِشْرِينَ أَعُدُّهُنَّ فَقَالَ إِنَّ الشَّهْرَ تِسْعٌ وَعِشْرُونَ ثُمَّ قَالَ يَا عَائِشَةُ إِنِّي ذَاكِرٌ لَكِ أَمْرًا فَلَا عَلَيْكِ أَنْ لَا تَعْجَلِي فِيهِ حَتَّى تَسْتَأْمِرِي أَبَوَيْكِ ثُمَّ قَرَأَ عَلَيَّ الْآيَةَ {يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِأَزْوَاجِكَ حَتَّى بَلَغَ أَجْرًا عَظِيمًا} قَالَتْ عَائِشَةُ قَدْ عَلِمَ وَاللّٰهِ أَنَّ أَبَوَيَّ لَمْ يَكُونَا لِيَأْمُرَانِي بِفِرَاقِهِ قَالَتْ فَقُلْتُ أَوَ فِي هَذَا أَسْتَأْمِرُ أَبَوَيَّ فَإِنِّي أُرِيدُ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ الْآخِرَةَ (م عن عايشة)
Yirmi dokuz gün geçtikten sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem eşleri arasından benden başlayarak ilk benim yanıma girdi. Kendisine, ″Yâ Resûlallah! Bir ay boyunca yanımıza girmeyeceğine dair yemin etmiştin. Oysa yirmi dokuz gün sonra girdin. Ben bugünleri tek tek saymıştım″ deyince, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Bu ay yirmi dokuz gündü″ buyurdu. Sonra, ″Yâ Âişe! Sana bir şey söyleyeceğim; ama annene ve babana danışmaksızın bu konuda karar vermeye acele etme″ dedi ve sonra, ″Ey Peygamber! Zevcelerine de ki: ″Eğer dünyâ hayatını ve ziynetini istiyorsanız, gelin haklarınızı verip sizi güzellikle boşayayım″ mealindeki Sûre-i Ahzâb, Âyet 28’i okudu. Ben, ″Vallâhi! Annem ile babamın, ondan ayrılmamı istemeyeceklerini biliyordum. Bunun için bu konuda mı annem ve babamla istişâre edeceğim″ dedim. Ben, ″Allah’ı ve Resûlünü ve âhiret yurdunu seçiyorum″ dedim.[3] Diğer bir rivâyette de ziyâdeyle: ″Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in diğer hanımları da aynen benim gibi yaptılar″[4] diye geçmektedir.
Yine Sûre-i Tahrîm, Âyet 2’de: ″Allah’u Teâlâ size yeminlerinizin keffâretle çözülmesini meşrû kılmıştır″ diye geçtiği üzere Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, yemin keffâretinin en büyüğü olan bir köle azat etmiştir. Yeminin keffâreti hakkında geniş bilgi için Sûre-i Mâide, Âyet 89 ve izahına bakınız.
[1] Sahih-i Buhârî, Talak 8; Sünen-i Nesâî, Talak 17.
[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 66; Sahih-i Buhârî, Mezâlim 25; Sahih-i Müslim, Talak 5 (30, 34).
[3] Sahih-i Müslim, Talak 5 (35 Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7285.
[4] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Ahzâb 1; Sahih-i Müslim, Talak 4 (22 Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kurân 33.
﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ ﴿٦﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَعْتَذِرُوا الْيَوْمَۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟ ﴿٧﴾ ﴾
6-7. Ey îman edenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ateşinden kendinizi ve âilenizi koruyun. Ateşin başında; sert ve şiddetli, Allah’u Teâlâ’nın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen, verilen emirleri yerine getiren melekler vardır.* (O melekler, kâfirleri Cehenneme girdirdikleri vakit, onlara derler ki) ″Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin. Siz ancak yaptıklarınızın cezâsını görüyorsunuz.″
İzah: Allah’u Teâlâ Mü’minlere, kendilerini ve âilelerini Cehennem ateşinden korumalarını emretmiştir. Bu hususta Hz. Ali Radiyallâhu anhu ″Kişinin, âile efrâdını Cehennem ateşinden koruması, onları eğitmesi ve yetiştirmesiyle olur″ demiştir. Yani, âilenizi Cehennem ateşinden korumak için onlara dînini öğretin ve onları bu hususta terbiye edin ve gerekirse de dövün″ diye buyurmuştur.
Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
كُلُّكُمْ رَاعٍ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ فَالْإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالرَّجُلُ فِي أَهْلِهِ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ وَالْمَرْأَةُ فِي بَيْتِ زَوْجِهَا رَاعِيَةٌ وَهِيَ مَسْئُولَةٌ عَنْ رَعِيَّتِهَا وَالْخَادِمُ فِي مَالِ سَيِّدِهِ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ فَكُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ (خ م عن ابن عمر)
″Hepiniz bir çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de, bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz bir çobansınız ve herkes güttüğü sürüden sorumludur.″[1]
Sûre-i Tahrîm, Âyet 6 nâzil olunca, Hz. Ömer Radiyallâhu anhu şöyle buyurmuş:
يَا رَسُولَ اللّٰهِ نَقِي أَنْفُسَنَا فَكَيْفَ لَنَا بِأَهْلِينَا؟ فَقَالَ تَنْهَوْنَهُمْ عَمَّا نَهَاكُمُ اللّٰهُ وَتَأْمُرُونَهُمْ بِمَا أَمَرَ اللّٰه (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن عمر)
″Yâ Resûlallah! Haydi, kendimizi koruduk diyelim. Peki, aile halkımıza ne yapabiliriz?″ Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ″Allah’u Teâlâ’nın size yasakladığı şeylerden onları alıkoyarsınız, Allah’u Teâlâ’nın emrettiklerini onlara da emredersiniz.″[2]
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
مُرُوا أَوْلَادَكُمْ بِالصَّلَاةِ وَهُمْ أَبْنَاءُ سَبْعِ سِنِينَ وَاضْرِبُوهُمْ عَلَيْهَا وَهُمْ أَبْنَاءُ عَشْرٍ وَفَرِّقُوا بَيْنَهُمْ فِي الْمَضَاجِعِ (د عمرو بن شعيب عن ابيه عن جده)
″Çocuklarınıza, onlar yedi yaşında iken namazı emredin. On yaşında olunca namaz (kılmamaları) sebebiyle onları dövün, yataklarını da ayırın.″[3]
[1] Sahih-i Buhârî, Cuma 11, Nikâh 90; Sahih-i Müslim İmâre 5 (20).
[2] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 18, s. 196.
[3] Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 25; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 2337.
﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاۜ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُكَفِّرَ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيُدْخِلَكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ يَوْمَ لَا يُخْزِي اللّٰهُ النَّبِيَّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُۚ نُورُهُمْ يَسْعٰى بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَبِاَيْمَانِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَاۚ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٨﴾ ﴾
8. Ey îman edenler! Allah’a tevbe-i nasûh ile tevbede bulunun. Umulur ki Rabbiniz, günahlarınızı örter ve sizi altlarından nehirler akan Cennetlere girdirir. O gün ki Allah’u Teâlâ, Peygamberini ve onunla beraber îman etmiş olanları rüsvay etmez. Onların nûrları, önleri ve sağ tarafları arasında koşar. (Sırata vardıklarında münâfıkların nûru söndüğü vakit) derler ki: ″Ey Rabbimiz! Bizim nûrumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen her şeye kâdirsin.″
İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Numân İbn-i Beşîr şöyle bir hutbe okumuştur:
سَمِعْتُعُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِرَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ يَقُولُيَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا تُوبُوا إِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحًاقَالَ يُذْنِبُ الذَّنْبَ ثُمَّ لَا يَرْجِعُ فِيهِ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن عمر)
Ömer b. el-Hattab Radiyallâhu anhu’nun: ″Ey îman edenler! Allah’a tevbe-i nasûh ile tevbede bulunun…″ âyeti hakkında; ″İşlenilen günahtan sonra, ona bir daha dönmemek üzere tevbe edin″ mânâsını verdiğini işittim.[1]
Tevbe hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
كُلُّ بَنِي آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ (ه عن انس)
″İnsanoğlunun hepsi günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı ise işlediği günaha pişman olup tevbe edendir.″[2]
Tevbenin şartları şunlardır: Evvelki günahlara pişman olup bir daha işlememeye niyet etmektir, günah ehlinden arkadaşlarını terk edip tevbekârlar ile beraber olmaktır ve kalan ömrünü ibâdete sarf etmektir. Bu şartlar ile her kim tevbe ederse, hiç günah işlememiş gibi olur.
Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
اَلتَّائِبُ مِنَ الذَّنْبِ كَمَنْ لَا ذَنْبَ لَهُ (ه عن أبي عبيدة بن عبد اللّٰه)
″Günaha tevbe eden, hiç günah işlemeyen kimse gibidir.″[3]
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ تُوبُوا إِلَى اللّٰهِ فَإِنِّي أَتُوبُ فِي الْيَوْمِ إِلَيْهِ مِائَةَ مَرَّةٍ. )م حم عن ابن عمر(
″Ey insanlar! Allah’a tevbe edin. Zîrâ ben de Allah’a, günde yüz kere (Estağfirullah el-Azîm, diye) tevbe istiğfar ediyorum.″[4]
Ayrıca Âyet-i Kerîme’de, ″Umulur ki Rabbiniz, günahlarınızı örter″ diye buyrulmaktadır. Burada ″Umulur ki″ diye tercüme edilen kelime, Allah’u Teâlâ için kullanıldığında, ihtimal anlamını değil ″Kesinlik″ anlamını ifade eder. Bu nedenle âyette zikredilen kimseler, tevbe-i nasûh ile tevbe ederek sâlih amelde bulunduklarında, muhakkak Allah’u Teâlâ onların günahlarını affeder ve onları altından nehirler akan Cennetlere girdirir, demektir.
Yine bu Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere, sırat üzerinde münâfıkların nûrunun sönmesi ve Mü’minlerin nûrunun de tamamlanması hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
إِنَّ اللّٰهَ تَعَالَى يَدْعُو النَّاسَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِأَسْمَائِهِمْ سِتْرًا مِنْهُ عَلَى عِبَادِهِ، وَأَمَّا عِنْدَ الصِّرَاطِ، فَإِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ يُعْطِي كُلَّ مُؤْمِنٍ نُورًا، وَكُلَّ مُؤْمِنَةٍ نُورًا، وَكُلَّ مُنَافِقٍ نُورًا، فَإِذَا اسْتَوَوْا عَلَى الصِّرَاطِ سَلَبَ اللّٰهُ نُورَ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ، فَقَالَ الْمُنَافِقُونَ: انْظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِنْ نُورِكُمْ [الحديد آية 13] وَقَالَ الْمُؤْمِنُونَ: رَبَّنَا أَتْمِمْ لَنَا نُورَنا [التحريم آية 8] فَلا يَذْكُرُ عِنْدَ ذَلِكَ أَحَدٌ أَحَدًا. (طب عن ابن عباس)
Allah’u Teâlâ, mahşer günü insanları isimleriyle çağırır. Bu O’nun kullarını korumasıdır. Allah’u Teâlâ sırat köprüsünün yanında her Mü’mine ve her münâfığa bir nûr verir. Sırat’a vardıklarında da münafık erkek ve münâfık kadınların nûrları geri alınır. Sûre-i Hadîd, Âyet 13’te geçtiği üzere, ″O gün münâfık erkekler ve münâfık kadınlar, Mü’minlere: ″Bizi bekleyin; nûrunuzdan biz de istifâde edelim!″ derler. Mü’minler de onlara: ″Arkanıza (dünyâya) dönün de oradan nûru arayın!″ derler. Artık aralarına kapısı bulunan bir sur çekilir ki, onun iç tarafında rahmet, dış tarafında da azap vardır.″ Yine o zaman Mü’minler, Sûre-i Tahrîm, Âyet 8’de geçtiği üzere, ″Ey Rabbimiz! Bizim nûrumuzu tamamla…″ derler. Bu sırada kimse kimseyi zikretmez.[5]
[1] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 8, s. 168.
[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 30.
[3] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 30; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 196/12.
[4] Sahih-i Müslim, Zikir 12 (42 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 17173.
[5] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 11079.
﴿ يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ ﴿٩﴾ ﴾
9. Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münâfıklarla cihat et ve onlara karşı sert ve şiddetli ol. Onların varacağı yer Cehennemdir. Orası, ne kötü bir dönüş yeridir.
İzah: İslâm Dîni, barış ve huzur dînidir. Hiçbir zaman savaşı isteyen ve fitneyi çıkaran bir din olmamıştır. İslâm, ancak dîne ve Müslümanlara karşı, kâfirler ve münâfıklar tarafından bir saldırı ve tehdit söz konusu olursa, ancak o zaman savaşı emretmektedir. Nitekim Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:
الْفِتْنَةُ نَائِمَةٌ لَعَنَ اللّٰهُ مَنْ أَيْقَظَهَا (الرافعي عن أنس)
″Fitne uykudadır. Onu uyandırana Allah’u Teâlâ lânet etsin!″[1] diye buyurmuştur.
Savaş durumu olmadığı zamanlarda, yine münâfıklarla dil ile cihadı devam ettirmek gerekir. Çünkü bir münâfık, Müslümanlara karşı dâimâ bir tehdittir. Kâfirin verebileceği zarardan daha fazlasını bir münâfık verir. Çünkü kâfir, bir Müslümanın itikâdını bozamaz. Fakat münâfıklar, sürekli olarak Müslümanların itikâdını bozacak şekilde hareket ederler. Bu yüzden münâfıklara karşı şiddetle İslâm’ı savunmak, âyetten ve sünnetten deliller getirerek, onların iddialarını ve bâtıl sözlerini boşa çıkarmak gerekir.
Münâfıklar hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
لَا تَقُولُوا لِلْمُنَافِقِ سَيِّدٌ فَإِنَّهُ إِنْ يَكُ سَيِّدًا فَقَدْ أَسْخَطْتُمْ رَبَّكُمْ عَزَّ وَجَلَّ (د عن بريدة)
″Münâfığa, efendidemeyin. Eğer o efendi olursa, muhakkak Rabbinizi gazaplandırırsınız.″[2]
Bu hususta daha geniş bilgi için Sûre-i Tevbe, Âyet 73’ün izahına bakınız.
﴿ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ ﴿١٠﴾ ﴾
10. Allah’u Teâlâ, Nûh’un karısıyla, Lût’un karısını kâfirlere misal verdi. O iki kadın, sâlih kullarımızdan ikisinin zevceleri idiler. Sonra kocalarına hâinlik ettiler. Kocaları da onları Allah’ın azâbından hiçbir şey ile kurtaramadı. Onlara: ″Cehenneme girenlerle beraber siz de girin″ denildi.
İzah: İbn-i Abbas Hazretlerine göre; kocalarına ihânet ettikleri beyan edilen Hz. Nûh ve Hz. Lût’un hanımlarının ihânetleri dînî meselelerdedir. Başka hususta değildir. Zîrâ hiçbir Peygamberin hanımı ahlaksızlığa düşmemiştir. Burada Hz. Nûh’un karısının ihâneti, Hz. Nûh’un sırlarını ve îman edenleri, zorbalara haber vermesidir. Hz. Lût’un karısının ihâneti de, Hz. Lût’un, kavminden gizlediği misâfirleri, Lûtîlik yapan ahlaksızlara bildirmesidir.
﴿ وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ اِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتًا فِي الْجَنَّةِ وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ ﴿١١﴾ وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ الَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِه۪ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ ﴿١٢﴾ ﴾
11-12. Allah’u Teâlâ, îman edenlere ise Firavun’un zevcesini misal verdi. O vakit, bu kadın şöyle demişti: ″Yâ Rabbi! Benim için katında Cennette bir ev yap, beni Firavun’dan ve onun amelinden kurtar ve beni zâlimler olan kavimden kurtar.″* Allah’u Teâlâ, iffetini muhafaza eden İmran’ın kızı Meryem’i de îman edenlere misal verdi. Biz ona ruhumuzdan üfledik. O, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etmişti ve Allah’ın taatinde devam edenlerdendi.
İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen Hz. Âsiye ile Hz. Meryem hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
خَيْرُ نِسَاءِ الْعَالَمِينَ مَرْيَمُ بنتُ عِمْرَانَ وَآسِيَةُ بنتُ مُزَاحِمٍ وَخَدِيجَةُ بنتُ خُوَيْلِدٍ وَفَاطِمَةُ بنتُ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ السَّلَامُ (ت طب عن انس)
Bütün kadınların içinde en hayırlı olanları: ″Meryem Bint-i İmrân, Firavun’un hanımı Âsiye Bint-i Müzâhim, Hatice Bint-i Hüveylid ve Fâtıma Bint-i Muhammed Aleyhisselâm’dır.″[1]
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:
سَيِّداتُ نِسَاءِ أَهْلِ الْجَنَّةِ بَعْدَ مَرْيَمَ بنتِ عِمْرَانَ، فَاطِمَةُ، وَخَدِيجَةُ، وَآسِيَةُ امْرَأَةُ فِرْعَوْنَ (طب عن ابن عباس)
″Cennet ehli olan kadınların efendileri: Meryem Bint-i İmrân, Fâtıma, Hatice ve Firavun’un hanımı Âsiye’dir.″[2]
Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
إِنَّ اللّٰهَ زَوَّجَنِي فِي الْجَنَّةِ مَرْيَمَ بنتَ عِمْرَانَ وَامْرَأَةَ فِرْعَوْنَ وَأُخْتَ مُوسَى (طب سعد بن جنادة)
″Allah’u Teâlâ, Meryem Bint-i İmrân’ı, Firavun’un hanımını (Âsiye’yi) ve Mûsâ’yı Kelîmullah’ın kız kardeşini (Gülsüm’ü) Cennette bana zevce olarak vermeyi hükmetti.″[3]
İbn-i Ebî Revvâd Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:
دَخَلَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى خَدِيجَةَ، وَهِيَ فِي مَرَضِهَا الَّذِي تُوُفِّيَتْ فِيهِ، فَقَالَ لَهَا: بِالْكُرْهِ مِنِّي مَا الَّذِي أَرَى مِنْكِ يَا خَدِيجَةُ وَقَدْ يَجْعَلُ اللّٰهُ فِي الْكُرْهِ خَيْرًا كَثِيرًا أَمَا عَلِمْتِ أَنَّ اللّٰهَ زَوَّجَنِي مَعَكِ فِي الْجَنَّةِ مَرْيَمَ بنتَ عِمْرَانَ وَكُلْثَمَ أُخْتَ مُوسَى وَآسِيَةَ امْرَأَةَ فِرْعَوْنَ؟ قَالَتْ: وَقَدْ فَعَلَ اللّٰهُ ذَلِكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ نَعَمْ قَالَتْ بِالرِّفَاءِ وَالْبَنِينَ (طب وفى معرفة الصحابة عن ابن ابى رواد)
Hz. Hatice hastayken ki, o hastalığı sebebiyle vefât etmişti. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem yanına girdi ve buyurdu ki: ″Yâ Hatice! Görüyorum ki, benden ayrılacağın için hoşnutsuzsun. Yemin ederim ki, hoşlanılmayan şeylerde Allah’u Teâlâ çok hayır yapar. Allah’u Teâlâ’nın, Cennette bana seninle birlikte İmran kızı Meryem’i, Mûsâ’nın kız kardeşi Gülsüm‘ü ve Firavun’un hanımı Âsiye’yi de eş olarak vereceğini bilmedin mi?″ O da: ″Yâ Resûlallah! Bunu Allah mı böyle kıldı?″ diye sorunca, Peygamber Efendimiz: ″Evet″ dedi. Bunun üzerine Hz. Hatice: ″Hayırlı olsun Yâ Resûlallah!″ dedi.[4]
[1] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 18437; Sünen-i Tirmizî, Menâkib 55
[2] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12013.
[3] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 5353.
[4] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 6738; Ebû Nuaym el-İsbehâni, Ma’rifet’üs-Sahâbe, Hadis No: 18531.