Bu sûre 26 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. ″Gâşiye″ denilen ve çok şiddetli felâketiyle ortalığı kaplayacak kıyâmetten bahsedildiği için ″Gâşiye Sûresi″ ismi verilmiştir.
Bu sûre hakkında Numan b. Beşir Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:
كَانَ يَقْرَأُ فِي الْعِيدَيْنِ وَيَوْمِ الْجُمُعَةِ بِسَبِّحْ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ وَرُبَّمَا اجْتَمَعَا فِي يَوْمٍ وَاحِدٍ فَيَقْرَأُ بِهِمَا (ن عن النعمان بن بشير)
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, iki Bayramda ve Cuma gününde A’lâ ve Gâşiye Sûrelerini okurdu. Bâzen de Bayram ile Cuma, aynı güne rastlardı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem her iki namazda da bu sûreleri okurdu.[1]
[1] Sünen-i Nesâî, Salât’ul-İydeyn 12.
﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ﴾
Bismillâhirrahmânirrahîm.
﴿ هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْغَاشِيَةِۜ ﴿١﴾ وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌۙ ﴿٢﴾ عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌۙ ﴿٣﴾ تَصْلٰى نَارًا حَامِيَةًۙ ﴿٤﴾ تُسْقٰى مِنْ عَيْنٍ اٰنِيَةٍۜ ﴿٥﴾ لَيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ اِلَّا مِنْ ضَر۪يعٍۙ ﴿٦﴾ لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْن۪ي مِنْ جُوعٍۜ ﴿٧﴾ ﴾
1-7. Ey Resûlüm! Sana kıyâmetin haberi geldi mi?* O gün, bâzı yüzler zelildir.* Amelde bulunmuş, fakat boşuna yorulmuşlardır.* Onlar gâyet sıcak ateşe girerler.* Çok sıcak bir pınardan içirilirler.* Onlar için dikenli bir ağaçtan başka bir yiyecek yoktur,* o ise ne besler, ne de açlığı giderir.
İzah: İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ: ″O gün, bâzı yüzler zelildir.* Amelde bulunmuş, fakat boşuna yorulmuşlardır″ buyruğunu açıklarken; ″Bunlar, Yahudi ile Hristiyanlardır. Çalışıp çabalarlar. Ancak bu çabalarının onlara bir faydası olmaz″ demiştir.[1]
Nakledildiğine göre; Hz. Ömer, bir râhip ile karşılaşınca durdu. Râhib’e, ″Mü’minlerin emiri geldi″ denilerek Hz. Ömer’in yanına çağrıldı. Hz. Ömer, ona bakıp yorgun, bitkin ve dünyadan yüz çevirmiş olduğunu görünce ağlamaya başladı. Oradaki Müslümanlar, ama bu bir Hristiyan, dediklerinde Hz. Ömer şu karşılığı verdi: Hristiyan olduğunu biliyorum. Ama ona acıdım. Zîrâ Allah’u Teâlâ’nın, Sûre-i Gâşiye, Âyet 3-4’te: ″Amelde bulunmuş, fakat boşuna yorulmuşlardır.* Onlar gâyet sıcak ateşe girerler″ diye geçen buyruğunu hatırladım. Çalışıp çabalamasına rağmen, ateşe girecek olmasına acıdım.[2]
Yine ″Amelde bulunmuş, fakat boşuna yorulmuşlardır″ diye geçen âyette kastedilen kimseler, Hz. Ali Kerremallâhu veche’den rivâyet edildiğine göre[3]; Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir.
يَخْرُجُ فِيكُمْ قَوْمٌ تَحْقِرُونَ صَلَاتَكُمْ مَعَ صَلَاتِهِمْ وَصِيَامَكُمْ مَعَ صِيَامِهِمْ وَعَمَلَكُمْ مَعَ عَمَلِهِمْ وَيَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ لَا يُجَاوِزُ حَنَاجِرَهُمْ يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ... (خ عن ابى سعيد الخدرى)
″Bir kavim çıkar ki, siz onların namazlarına kıyasla kendi namazlarınızı, oruçlarına kıyasla kendi oruçlarınızı, amellerine kıyasla kendi amellerinizi çok basit görürsünüz. Onlar Kur’ân’ı okurlar, fakat okun yaydan çıktığı gibi dinden öylece çıkarlar.″[4]
″Amelde bulunmuş, fakat boşuna yorulmuşlardır″ diye geçen âyet, Sahâbe tarafından açıklanırken; itikâdı bozuk olduğu halde, hak üzere olduğunu zanneden kimselerdir, diye buyrulmuştur. Bunların da Cehennemlik olduğu ve yaptıkları amellerin de kendilerine hiçbir fayda sağlamadığı belirtilmektedir. Bu husus itikâdı bozuk olan bütün sapık zümreleri kapsamaktadır.
Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
وَتَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ مِلَّةً كُلُّهُمْ فِي النَّارِ إِلَّا مِلَّةً وَاحِدَةً قَالُوا وَمَنْ هِيَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ مَا أَنَا عَلَيْهِ وَأَصْحَابِي (ت عبد اللّٰه بن عمرو)
″Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan bir fırka hâriç hepsi Cehennemde olacaktır.″ ″O kurtulan fırka kimdir Yâ Resûlallah?″ dediler. Buyurdu ki: ″Ben ve Ashâbımın yolu üzere olanlardır.″[5]
Bu Hadis-i Şerif’ten de anlaşıldığı üzere, kurtulan tek zümrenin; Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yaşantısını kendisine örnek alan kimseler olduğu haber verilmektedir.
Yine Sûre-i Gâşiye, Âyet 6’da: ″Onlar için dikenli bir ağaçtan başka bir yiyecek yoktur″ diye buyrulmaktadır. ″Dikenli bir ağaç″ anlamına gelen ″Darî″ ifadesi hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
الضَّرِيع: شَيْء يَكُون فِي النَّار يُشْبِه الشَّوْك أَشَدّ مَرَارَة مِنَ الصَّبْر وَأَنْتَنُ مِنَ الْجِيفَة وَأَحَرُّ مِنَ النَّار سَمَّاهُ اللّٰه ضَرِيعًا (الديلمى عن ابن عباس)
″Darî; dikene benzeyen sabır denilen bitkiden daha acı, leşten daha kötü kokan, ateşten daha sıcak, Cehennem ateşinde bulunacak bir şeyin adıdır. Allah’u Teâlâ ona Darî adını vermiştir.″[6]
[1] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr c. 15, s. 369.
[2] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr c. 15, s. 369.
[3] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 28.
[4] Sahih-i Buhârî, Fedâil’ul-Kur’ân 36.
[5] Sünen-i Tirmizî, Îman 18; Sünen-i İbn-i Mâce, Fiten 17. Bu Hadis-i Şerif’in metni, bir diğer rivâyette de şöyle geçmektedir: سَتَفْتَرِقُ أُمَّتِى ثَلَاثٌ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كُلُّهُمْ فِى النَّارِ اِلَّا وَاحِدَةً مَنْ وَاحِدَةَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ:مَا أَنَا عَلَيْهِ وَأَصْحَابِى(İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 6, s. 118).
[6] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 30.
﴿ وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاعِمَةٌۙ ﴿٨﴾ لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌۙ ﴿٩﴾ ف۪ي جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ ﴿١٠﴾ لَا تَسْمَعُ ف۪يهَا لَاغِيَةًۜ ﴿١١﴾ ف۪يهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌۢ ﴿١٢﴾ ف۪يهَا سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌۙ ﴿١٣﴾ وَاَكْوَابٌ مَوْضُوعَةٌۙ ﴿١٤﴾ وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌۙ ﴿١٥﴾ وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌۜ ﴿١٦﴾ ﴾
8-16. O gün bâzı yüzler de güzel ve sevinçlidir.* (Dünyâda ibâdetle) çalıştığından dolayı hoşnuttur.* Cennet-i Âliye’dedir.* Orada mânâsız bir söz işitmezler.* Orada, akan pınarlar vardır,* yüksek sedirler vardır,* önlerine konulmuş kadehler vardır,* dizilmiş yastıklar* ve döşenmiş halılar vardır.
İzah: Bu âyetlerle ilgili olarak Üsâme İbn-i Zeyd Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَاتَ يَوْمٍ لِأَصْحَابِهِ أَلَا مُشَمِّرٌ لِلْجَنَّةِ فَإِنَّ الْجَنَّةَ لَا خَطَرَ لَهَا هِيَ وَرَبِّ الْكَعْبَةِ نُورٌ يَتَلَأْلَأُ وَرَيْحَانَةٌ تَهْتَزُّ وَقَصْرٌ مَشِيدٌ وَنَهَرٌ مُطَّرِدٌ وَفَاكِهَةٌ كَثِيرَةٌ نَضِيجَةٌ وَزَوْجَةٌ حَسْنَاءُ جَمِيلَةٌ وَحُلَلٌ كَثِيرَةٌ فِي مَقَامٍ أَبَدًا فِي حَبْرَةٍ وَنَضْرَةٍ فِي دُورٍ عَالِيَةٍ سَلِيمَةٍ بَهِيَّةٍ قَالُوا نَحْنُ الْمُشَمِّرُونَ لَهَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ قُولُوا إِنْ شَاءَ اللّٰهُ … (ه عن اسامة بن زيد)
Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün Ashâbına dedi ki: ″Dikkat edin! Cennete paça sıvayanlar (gayret edenler) var mıdır? Çünkü Cennetin eşi ve benzeri yoktur. Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki o, parlayan bir ışık, salınan bir çiçek, oturmuş bir köşk, sürekli akan bir ırmak, olgun bir meyve, güzel ve iyi bir zevce, pek çok hülle, ebedî bir makam, sağlıklı bir diyar, meyve ve yeşillik, bolluk ve nîmet, yüce ve değerli mahalle.″ Onlar: ″Evet Yâ Resûlallah! Ona biz paça sıvayanlarız″ dediler. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″İnşâallah″ deyin. Onlar da: ″İnşâallah″ dediler…[1]
[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 39.
﴿ اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠ ﴿١٧﴾ وَاِلَى السَّمَٓاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠ ﴿١٨﴾ وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠ ﴿١٩﴾ وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠ ﴿٢٠﴾ ﴾
17-20. İnsanlar, devenin nasıl yaratıldığına ibretle bakmazlar mı?* Ve göğün nasıl yükseltildiğine,* dağların nasıl dikildiğine,* yeryüzünün nasıl yayıldığına ibretle bakmazlar mı?
İzah: Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere devenin yaratılışı ve kendisinden faydalanılması diğer hayvanlardan farklı bir durum arz etmektedir. Devenin vücudu garip bir şekildedir. Çok kuvvetlidir, ağır yükler taşır. Bununla beraber çok âciz insanlar tarafından sevk ve idâre edilir. O develere binildiği gibi, onların etinden, sütünden ve yününden istifâde edilir. Deveyi bu şekilde yaratan Allah, elbette ki vaad ettiklerini yerine getirmeye kâdirdir.
Yine bu âyetlerde geçen hususlarla ilgili olarak Enes İbn-i Mâlik Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:
كُنَّا قَدْ نُهِينَا أَنْ نَسْأَلَ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ شَيْءٍ فَكَانَ يُعْجِبُنَا أَنْ يَجِيءَ الرَّجُلُ مِنْ أَهْلِ الْبَادِيَةِ الْعَاقِلُ فَيَسْأَلُهُ وَنَحْنُ نَسْمَعُ فَجَاءَ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْبَادِيَةِ فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ أَتَانَا رَسُولُكَ فَزَعَمَ لَنَا أَنَّكَ تَزْعُمُ أَنَّ اللّٰهَ أَرْسَلَكَ قَالَ صَدَقَ قَالَ فَمَنْ خَلَقَ السَّمَاءَ قَالَ اللّٰهُ قَالَ فَمَنْ خَلَقَ الْأَرْضَ قَالَ اللّٰهُ قَالَ فَمَنْ نَصَبَ هَذِهِ الْجِبَالَ وَجَعَلَ فِيهَا مَا جَعَلَ قَالَ اللّٰهُ قَالَ فَبِالَّذِي خَلَقَ السَّمَاءَ وَخَلَقَ الْأَرْضَ وَنَصَبَ هَذِهِ الْجِبَالَ اللّٰهُ أَرْسَلَكَ قَالَ نَعَمْ… (حم عن انس)
Biz, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem‘e bir şey sormaktan nehyedildik. Çölden akıllı bir kişinin gelip ona suâl sorması ve bizim onu dinlememiz bizi hayran bırakırdı. Nitekim çöl halkından bir kısmı gelip dedi ki: ″Yâ Muhammed! Senin elçin bize geldi ve seni Allah’ın Peygamber olarak gönderdiğini söyledi, doğru mu?″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Doğru″ dedi. Bedevî: ″Göğü kim yaratmıştır?″ deyince, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Allah″ dedi. Bedevî: ″Öyleyse yeri kim yaratmıştır?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Allah″ diye cevap verdi. ″O halde bu dağları dikip onlarda olan şeyleri yaratan kimdir?″ deyince, yine: ″Allah″ dedi. Bedevî: ″Öyleyse gökleri ve yeri yaratıp şu dağları diken Allah mı, seni Peygamber olarak gönderdi?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet″ dedi. Bunun üzerine Bedevî dedi ki: ″Senin elçinin iddiasına göre her gün ve gecede bizim üzerimize beş vakit namaz varmış doğru mu?″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Doğru″ dedi. Bedevî: ″Seni elçi olarak gönderen Allah mı sana bunu emretti?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet″ dedi. Bedevî: ″Senin elçinin iddiasına göre bizim malımızda üzerimize zekât düşüyormuş, doğru mu?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Doğru″ dedi. Bedevî: ″Seni Peygamber olarak gönderen Allah mı bunu sana emretti?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet″ dedi. Bedevî: ″Senin elçinin iddiasına göre bizim her yılımızda Ramazan ayını oruçlu geçirmemiz gerekiyormuş, doğru mu?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Doğru″ dedi. Bedevî: ″Seni Peygamber olarak gönderen Allah mı bunu emretti?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet″ dedi. Bedevî: ″Senin elçinin iddiasına göre, bir yol bulan kişinin Allah’ın evini haccetmesi bizim üzerimize farzmış, doğru mu?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Doğru″ dedi.
Enes Radiyallâhu anhu der ki:
Sonra bedevî dönüp şöyle dedi: ″Seni hak üzere gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben bunlardan ne fazla bir şey yaparım ne de eksik.″ Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Eğer doğru söylüyorsa elbette Cennete girecektir.″[1]
[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 12002.
﴿ فَذَكِّرْ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُذَكِّرٌۜ ﴿٢١﴾ لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ ﴿٢٢﴾ اِلَّا مَنْ تَوَلّٰى وَكَفَرَۙ ﴿٢٣﴾ فَيُعَذِّبُهُ اللّٰهُ الْعَذَابَ الْاَكْبَرَۜ ﴿٢٤﴾ اِنَّ اِلَيْنَٓا اِيَابَهُمْۙ ﴿٢٥﴾ ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ ﴿٢٦﴾ ﴾
21-26. Ey Resûlüm! Sen öğüt ver. Sen ancak öğüt ile görevlisin.* Sen onlar üzerine zorlayıcı değilsin!* Lâkin her kim îmandan yüz çevirir ve kâfir olursa,* Allah’u Teâlâ onu en büyük azap ile azaplandırır.* Şüphesiz ki, onların dönüşleri Bizedir.* Sonra hesaplarını görmek de yalnız Bize aittir.
İzah: Sûre-i Gâşiye, Âyet 22’de: ″Sen onlar üzerine zorlayıcı değilsin!″ diye buyrulmaktadır. Sen onları zorla îman ettiremezsin, senin vazifen sâdece tebliğ etmektir, demektir.
Bu husus Sûre-i Kâf, Âyet 45’te de şöyle geçmektedir:
″Ey Resûlüm! Biz onların (dirilmeyi inkâr ve âyetleri yalanlama gibi) ne dediklerini çok iyi biliriz. Sen onlara karşı zorlayıcı değilsin. Artık sen, Benim azâbımdan korkanlara Kur’ân ile öğüt ver.″