TEĞÂBÜN SÛRESİ

Bu sûre 18 âyettir. Medîne döneminde nâzil olmuştur. İsmini, 9. âyetinde geçen ve ″Aldanma″ mânâsına gelen ″Teğâbün″ kelimesinden almıştır.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١﴾

1. Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ı tesbih eder. Mülk, O’nundur. Hamd, O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin açıklaması için yine benzer anlamda olan Sûre-i Hadid, Âyet 1 ve izahına bakınız.


﴿ هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿٢﴾

2. Sizi yaratan O’dur. Böyle iken bir kısmınız küfrü, bir kısmınız îmanı seçtiniz. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.


﴿ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ ﴿٣﴾

3. Allah’u Teâlâ, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. Size sûret verdi ve sûretinizi de güzel yaptı. Dönüş de ancak O’nadır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ, insanları güzel sûretle yarattığını beyan etmektedir.

Bu husus Sûre-i Tîn, Âyet 4’te de şöyle geçmektedir: ″Muhakkak Biz, insanı en güzel şekilde yarattık.″


﴿ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٤﴾

4. O, göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri de bilir. Allah’u Teâlâ, kalplerde olanı hakkıyla bilir.


﴿ اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُۘ فَذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٥﴾ ذٰلِكَ بِاَنَّهُ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالُٓوا اَبَشَرٌ يَهْدُونَنَاۘ فَكَفَرُوا وَتَوَلَّوْا وَاسْتَغْنَى اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ ﴿٦﴾

5-6. Size daha önce kâfir olanların haberi gelmedi mi? İşte onlar yaptık­larının cezâsını tattılar. Ve (âhirette) onlar için elim bir azap vardır.* Bu, apaçık âyet ve mûcizeler ile gelen Peygamberlerini: ″Bize, beşer mi hidâyet eder?″ diye inkâr etmeleri ve haktan yüz çevirmeleri sebebiyledir. Allah’u Teâlâ da onlara muhtaç olmadığını gösterdi (onları helâk etti). Allah’u Teâlâ, hiçbir şeye muhtaç değildir, hamde lâyık olandır.


﴿ زَعَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ لَنْ يُبْعَثُواۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتُبْعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْۜ وَذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ ﴿٧﴾ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالنُّورِ الَّذ۪ٓي اَنْزَلْنَاۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ ﴿٨﴾

7-8. Kâfirler, aslâ diriltilmeyeceklerini zannettiler. Ey Resûlüm! De ki: ″Evet, Rabbime yemin ederim ki, muhakkak diriltileceksiniz, sonra da yaptıklarınız size elbette haber verilecektir. Bu ise, Allah’a göre çok kolaydır.″* O halde Allah’a, Resûlüne ve indirdiğimiz nûra (Kur’ân’a) îman edin. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızdan haberdardır.


﴿ يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذٰلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿٩﴾

9. Allah’u Teâlâ’nın, sizi, o toplanma günü, hesap için bir araya getireceği gün, işte o gün aldanmaların ortaya çıktığı gündür. Her kim Allah’a îman eder ve sâlih amelde bulunursa, Allah’u Teâlâ onun günahlarını örter ve onu altlarından nehirler akan Cennetlere, orada ebedî kalmak üzere girdirir. İşte büyük kurtuluş budur.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de: ″İşte o gün aldanmaların ortaya çıktığı gündür″ diye geçen ifâdeden maksat, dünyâda iken Mü’minlerden daha üstün olduklarını zannederek Müslümanlarla alay eden kâfirler ve münâfıklar, mahşerde Mü’minlerin üstünlüklerini ve kendilerinin de zelil durumda olduklarını görüp, asıl aldananların kendileri olduğunu anlamalarıdır. İşte bu sûre adını, ″Aldanma″ anlamına gelen ve bu âyetin metninde geçen ″Teğâbun″ kelimesinden almıştır.


﴿ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟ ﴿١٠﴾

10. Kâfir olup âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar Cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır. Orası, ne kötü bir dönüş yeridir.


﴿ مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ يَهْدِ قَلْبَهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١١﴾

11. Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimseye bir musîbet isâbet etmez. Her kim Allah’a îman ederse, Allah’u Teâlâ onun kalbini hidâyete erdirir. Allah’u Teâlâ her şeyi hakkıyla bilendir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu şöyle buyurmuştur:

{وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ يَهْدِ قَلْبَهُ} هُوَ الَّذِي إِذَا أَصَابَتْهُ مُصِيبَةٌ رَضِيَ وَعَرَفَ أَنَّهَا مِنَ اللّٰهِ (خ عن ابن مسعود)

″Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimseye bir musîbet isâbet etmez…″ diye devam eden Sûre-i Teğâbün, Âyet 11’de bahsedilen kişi, bir musîbete maruz kaldığında rızâ gösteren ve bunun Allah’tan olduğunu bilen kişidir.[1]

Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ رَجُلًا قَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ ذَهَبَ مَالِي وسَقِمَ جَسَدِي فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا خَيْرَ فِي عَبْدٍ لَا يَذْهَبُ مَالُهُ وَلَا يَسْقَمُ جِسْمُهُ إِنَّ اللّٰهَ إِذَا أَحَبَّ عَبْدًا ابْتَلَاهُ وَإِذَا ابْتَلَاهُ صَبَّرَهُ (ابن أبي الدنيا في كتاب المرض والكفارات عن أبي سعيد الخدري)

Adamın biri: ″Yâ Resûlallah! Hem servetim gitti, hem de vücudum hastalandı″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Serveti kaybolmayan ve vücudu hastalanmayan kulda hayır yoktur. Allah’u Teâlâ bir kulu sevdiği vakit ona ibtilâ verir. İbtilâ verdiği zaman da ona sabretmesini öğretir.″[2]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَشَدُّ النَّاسِ بَلَاءً الْأَنْبِيَاءُ ثُمَّ الْعُلَمَاءُ ثُمَّ الْأَمْثَلُ فَالْأَمْثَلُ (طب ك عن سعد بن أبي وقاص)

″İnsanlardan belânın en şiddetlisi Peygamberlere, sonra âlimlere (velî kullara), sonra onlara en çok benzeyenlere ve çok benzeyenlere gelir.″[3]

Allah’u Teâlâ, sevdiği Mü’min kullara lütfundan ibtilâ verir. Onların sabır ve tevekkülleri sonucunda, derecelerini kat kat artırır.

Bir de Allah’u Teâlâ’nın, Mü’min kulları ayıktırmak ve günahlarına keffaret olması için verdiği belâ vardır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا يُصِيبُ الْمُسْلِمَ مِنْ نَصَبٍ وَلَا وَصَبٍ وَلَا هَمٍّ وَلَا حُزْنٍ وَلَا أَذًى وَلَا غَمٍّ حَتَّى الشَّوْكَةِ يُشَاكُهَا إِلَّا كَفَّرَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ خَطَايَاهُ (خ عن ابى هريرة)

″Kendisine batan bir dikene varıncaya kadar Müslüman olan kişinin başına bir üzüntü, bir dert ve hastalık, bir hüzün gelmez ki, Allah’u Teâlâ onlarla onun hatâlarından bağışlamış olmasın.″[4]

Ayrıca Allah’u Teâlâ’nın, âsi olan kullarına kahrından verdiği belâ da vardır. Bu belâ da onlara azap olsun diyedir. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Kasas, Âyet 58’de şöyle buyurmuştur:

″Biz, refah içinde şımarıp azgınlaşan nice beldeleri helâk ettik. İşte evleri bomboş duruyor…″

Allah’u Teâlâ Sûre-i A’râf, Âyet 83-84’te de şöyle buyurmuştur:

″Biz de Lût’u ve ehlini kurtardık. Ancak zevcesi müstesnâ. Çünkü o, geride kalıp helâk olanlardan oldu.* Zâlimler üzerine yağmur gibi taş yağdırdık. Ey Resûlüm! Bak, mücrimlerin âkıbeti nasıl oldu?″


[1] Sahih-i Buhârî, Sûre-i Teğâbün 1; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7281.

[2] İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 4, Hadis No: 139.

[3] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 5472; Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 20096.

[4] Sahih-i Buhârî Merdâ 1; Sünen-i Tirmizî, Cenâiz 1.


﴿ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاِنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ﴿١٢﴾

12. Allah’a itaat edin ve Resûle itaat edin. Eğer itaatten yüz çevirirseniz, bilin ki Resulümüze düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.

İzah: Allah’a itaatte gayret edin. O’nun kitabı gereğince amel edin. Emirlerine uymak sûretiyle de Resûlüne itaat edin. Şâyet itaatten yüz çevirecek olur­sanız, Resûlün görevi ancak tebliğ etmektir, demektir. Allah’u Teâlâ çok sayıda Âyet-i Kerîme’de Allah’a ve Resûlüne itaat edin, diye buyurmuştur.

Bu husus Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 32’de şöyle geçmektedir:

Ey Resûlüm! De ki: ″Allah’a ve Resûle itaat edin. Eğer itaatten yüz çevirirseniz, şüphesiz ki Allah’u Teâlâ kâfirleri sevmez.″

Bu âyette de Allah’a ve Resûle itaat edilmesi emredilmekte ve itaatten yüz çevirenlerin kâfir olacağı açık bir şekilde beyan edilmektedir. Allah’a îman edip de Resûlünü kabul etmeyen kimse, bu âyetin hükmünce kâfir olur.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ صَعْبٌ مُسْتَصْعِبٌ لِمَنْ كَرِهَهُ مُيَسَّرٌ لِمَنْ تَبِعَهُ وَاِنَّ حَدِيثِى صَعْبٌ مُسْتَصْعِبٌ لِمَنْ كَرِهَهُ مُيَسَّرٌ لِمَنْ تَبِعَهُ مَنْ سَمِعَ حَدِيث۪ى فَحَفِظَهُ وَعَمِلَ بِهِ جَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَعَ الْقُرْآنِ وَمَنْ تَهَاوَنَ بِحَدِيثِى فَقَدْ تَهَاوَنَ بِالْقُرْآنِ وَمَنْ تَهَاوَنَ بِالْقُرْآنِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاَخِرَةِ (خط فى الجامع عن الحكم)

″Bu Kur’ân, ondan hoşlanmayanlara muhakkak zor gelir. Ona tâbi olanlara ise gâyet kolay gelir. Benim hadisimden hoşlanmayanlara da, hadisim muhakkak zor gelir. Ona tâbi olanlara ise, gayet kolay gelir. Her kim benim hadisimi dinler, ezberler ve amel ederse, mahşer günü Kur’ân ile gelir. Her kim de benim hadisimi önemsemeyerek hor görürse, yemin olsun ki Kur’ân’ı hor görmüş olur. Kim de Kur’ân’ı hor görürse, dünyâ ve âhirette hüsrâna uğrar.″[1]

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, sünnetini hafife alarak yüz çeviren kimseler hakkında şöyle buyurmuştur:

مَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِى فَلَيْسَ مِنِّى (خ م ن حم در عب حب طح ابن عساكر عن ابى ايوب)

″Kim hafife alarak sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.″[2]

Yine bu konu hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 31-32 ve izahına bakınız.


[1] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 133/7, 227/11.

[2] Sahih-i Buhârî, Nikah 1; Sahih-i Müslim, Nikah 1 (5).


﴿ اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١٣﴾

13. Allah O’dur ki, O’ndan başka ilah yoktur. Artık Mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler.


﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ وَاَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَكُمْ فَاحْذَرُوهُمْۚ وَاِنْ تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٤﴾

14. Ey îman edenler! Zevcelerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının. Eğer affeder, kusurlarına bakmaz ve örterseniz, şüphesiz Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebi İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şöyle nakledilmiştir:

″Ey îman edenler! Zevcelerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır…″ diye devam eden Sûre-i Teğâbün, Âyet 14 hakkında bir adamın, İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’ya soru sorması üzerine, o şöyle demiş­tir:

هَؤُلَاءِ رِجَالٌ أَسْلَمُوا مِنْ أَهْلِ مَكَّةَ وَأَرَادُوا أَنْ يَأْتُوا النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَبَى أَزْوَاجُهُمْ وَأَوْلَادُهُمْ أَنْ يَدَعُوهُمْ أَنْ يَأْتُوا رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَمَّا أَتَوْا رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَأَوْا النَّاسَ قَدْ فَقُهُوا فِي الدِّينِ هَمُّوا أَنْ يُعَاقِبُوهُمْ فَأَنْزَلَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ} الْآيَةَ (ت عن ابن عباس)

Burada sözü edilenler, Mekke ahâlisinden İslâm’a girip Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına hicret etmek isteyen kişilerdir. Ancak zevceleri ve çocukları, onların Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına hicret etmelerine engel olmak istemişlerdi. Sonunda bunlar hicret edip Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına geldiklerinde, Müslümanların dinde ne kadar derin bilgi sahibi olduklarını gördüler. Bu nedenle de kendilerine engel olmak isteyen zevcelerini ve çocuklarını cezâlandırmak istediler. İşte bunun üzerine de Sûre-i Teğâbün, Âyet 14 nâzil oldu.[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 65; Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 233; Sünen-i İbn-i Mâce, Libas 20.


﴿ اِنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٥﴾

15. Şüphesiz ki, mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme, malların ve çocukların, Müslümanları Allah yolundan alıkoyabilecek bir imtihan vesilesi olabileceğini, bu iti­barla Müslümanların, bunlara kapılmayarak sâlih amellere devam etmeleri gerektiğini bildirmektedir. Zîrâ mükâfatı verecek olan, mal ve evlatlar değil, Allah’u Teâlâ verecektir.

Allah’u Teâlâ Sûre-i Münâfikûn, Âyet 9’da da şöyle buyurmuştur:

″Ey îman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız, sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın! Her kim böyle yaparsa, işte onlar hüsrâna uğrayanlardır.″

Ebû Büreyde Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَخْطُبُنَا إِذْ جَاءَ الْحَسَنُ وَالْحُسَيْنُ عَلَيْهِمَا قَمِيصَانِ أَحْمَرَانِ يَمْشِيَانِ وَيَعْثُرَانِ فَنَزَلَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنَ الْمِنْبَرِ فَحَمَلَهُمَا وَوَضَعَهُمَا بَيْنَ يَدَيْهِ ثُمَّ قَالَ صَدَقَ اللّٰهُ {إِنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌ} فَنَظَرْتُ إِلَى هَذَيْنِ الصَّبِيَّيْنِ يَمْشِيَانِ وَيَعْثُرَانِ فَلَمْ أَصْبِرْ حَتَّى قَطَعْتُ حَدِيثِي وَرَفَعْتُهُمَا (ت ابى بريدة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bize hutbe verdiği bir sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin üzerlerinde kır­mızı birer gömlek olduğu halde geldiler. Bir düşüp, bir kalkıyorlardı. Peygamberimiz hutbeden indi, onları taşıdı ve önüne oturttuktan sonra şöyle buyurdu: Allah’u Teâlâ doğru söyledi: ″Şüphesiz ki, mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır...″[1] Ben bu iki küçük çocuğa bir düşüp bir kalkarken baktım da, sö­zümü kesip onları kaldırıp yanıma almadan edemedim.[2]


[1] Sûre-i Teğâbün, Âyet 15.

[2] Sünen-i Tirmizî, Menâkib 25; Sünen-i Nesâî, Cuma 30.


﴿ فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْرًا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿١٦﴾

16. O halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun. Öğüdünü dinleyin. Emirlerine itaat edin ve nefisleriniz için hayra infak edin. Her kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar felah bulanlardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de geçen ″O halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun″ buyruğunu açıklarken Katâde Hazretleri şöyle buyurmuştur:

- Bu, Allah’u Teâlâ’nın Müslümanlara vermiş olduğu bir ruhsattır. Allah’u Teâlâ: ″Ey îman edenler! Allah’u Teâlâ’dan nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkun…″[1] diye geçen âyeti indirmişti. Sakınılması gerektiği gibi sakınmak, hiç âsi olmamak demektir. Sonra Allah’u Teâlâ kullarına yüklerini hafifleterek ve onlara ruhsat olarak, ″O halde gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun…″ buyurdu. Ey Âdemoğlu! Gücünüz yettiği kadar dinleyin ve itaat edin. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Ashâbı, güçlerinin yettiği kadar dinlemek ve itaat etmek üzere kendisine biat ettiler. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا نَهَيْتُكُمْ عَنْهُ فَاجْتَنِبُوهُ وَمَا أَمَرْتُكُمْ بِهِ فَافْعَلُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ فَإِنَّمَا أَهْلَكَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَثْرَةُ مَسَائِلِهِمْ وَاخْتِلَافُهُمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ (م خ عن ابى هريرة)

Ben, size bir şeyi yasaklarsam ondan sakının. Size bir şeyi de emredersem gücünüzün yettiğince yerine getirin. Çünkü sizden öncekiler çok soru sormaları ve Peygamberlerine karşı muhalefet etmeleri sebebiyle helâk oldular.[2]

Yine Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere, bir kimsenin cimrilikten kurtulabilmesi için zekâtını tam olarak vermesi gerekir. Cömertliğin en azı budur. Bir kimse zekât verse dahi, eğer malının kötüsünden veya eksik veriyorsa, o kimse cimri sayılır.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

بَرِيءٌ مِنَ الشُّحِّ مَنْ أَدَّى الزَّكَاةَ وَقَرَى الضَّيْفَ وَأَعْطَى فِي النَّائِبَةِ (ع طب خالد بن زيد)

″Zekât veren, misafir ağırlayan, insanlara gelen sıkıntılara karşı onlara yardım elini uzatan, cimrilikten kurtulmuştur.″[3]

مَا جُبِلَ وَلِيُّ اللّٰهِ إلَّا عَلَى السَّخَاءِ وَحُسْنِ الْخُلُقِ. (الديلمي عن عائشة)

″Allah’ın velî kulu (Peygamber ve evliyâsı), ancak cömert ve güzel ahlâklı kılınmıştır.″[4]

اَلسَّخَاءُ شَجَرَةٌ مِنْ أَشْجَارِ الْجَنَّةِ أَغْصَانُهَا مُتَدَلِّيَاتٌ فِي الدُّنْيَا فَمَنْ اَخَذَ بِغُصْنٍ مِنْهَا قَادَهُ ذَلِكَ الْغُصْنُ إِلَى الْجَنَّةِ وَالْبُخْلُ شَجَرَةٌ مِنْ أَشْجَارِ النَّارِ أَغْصَانُهَا مُتَدَلِّيَاتٌ فِي الدُّنْيَا فَمَنْ اَخَذَ بِغُصْنٍ مِنْ أَغْصَانِهَا قَادَهُ ذَلِكَ الْغُصْنُ إِلَى النَّارِ (قط فى الافراد هب خط عد حل هب كر عن على وانس وابى هريرة وجابر)

″Cömertlik, öyle bir ağaçtır ki, kökü Cennettedir. Dalları dünyâya sarkmıştır. Kim ki o ağacın bir dalına tutunursa, bu dal onu Cennete götürür. Cimrilik de öyle bir ağaçtır ki, kökü Cehennemdedir. Onun da dalları dünyâya sarkmıştır. Kim ki onun dallarından birine tutunursa, bu dal da onu Cehenneme götürür.″[5]


[1] Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 102.

[2] Sahih-i Müslim, Fedâil 37 (130), Hac 73 (412 Sahih-i Buhârî, İ’tisâm 2; Sünen-i Nesâî, Hac 1.

[3] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 3989; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 244/4.

[4] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 16206; Keşf’ul-Hafâ, Hadis No: 2202.

[5] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 10449; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 213/3.


﴿ اِنْ تُقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعِفْهُ لَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ شَكُورٌ حَل۪يمٌۙ ﴿١٧﴾ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿١٨﴾

17-18. Allah için güzel bir ödünç ile ödünçte bulunursanız, Allah’u Teâlâ onun karşılığını size kat kat verir ve sizi bağışlar. Allah’u Teâlâ Şekûr’dur (az ibâdete çok mükâfat verendir), Halîm’dir (cezâ vermekte acele etmez).* O, gizliyi de, âşikâr olanı da bilendir, her şeye gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Allah için güzel bir ödünç ile ödünçte bulunursanız″ diye buyrulmaktadır. Burada geçen ″Ödünç″ ifâdesi, Allah için yapılan ve karşılığı sâdece Allah’tan beklenen infak ve Allah için bir kimseye ödünç vermek anlamına gelmektedir. Bu hususta daha geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 245 ve izahına bakınız.