MÜDDESSİR SÛRESİ

Bu sûre 56 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. İlk âyetinde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e hitâben, Ey bürünmüş olan Resûlüm! diye hitap edildiği için, ″Bürünmüş olan″ anlamına gelen ″Müddessir″ ismi verilmiştir. Bu sûre, Müzzemmil Sûresi’nden hemen sonra nâzil olmuştur.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ ﴿١﴾ قُمْ فَاَنْذِرْۙ ﴿٢﴾ وَرَبَّكَ فَكَبِّرْۙ ﴿٣﴾ وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ ﴿٤﴾ وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْۙ ﴿٥﴾ وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُۙ ﴿٦﴾ وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْۜ ﴿٧﴾ فَاِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِۙ ﴿٨﴾ فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ ﴿٩﴾ عَلَى الْكَافِر۪ينَ غَيْرُ يَس۪يرٍ ﴿١٠﴾

1-10. Ey bürünmüş olan Resûlüm!* Kalk da uyar,* Rabbini tekbir et,* elbiseni temizle* ve azâbı gerektiren günahları terk etmeye devam et.* Bir şey verirken karşılık gözetme.* Ve Rabbin için artık sabret.* Sûr üflendiği vakit,* işte o gün çok çetin bir gündür,* kâfirler için kolay değildir.

İzah: Bu âyetlerle ilgili olarak Câbir b. Abdullah Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ يُحَدِّثُ عَنْ فَتْرَةِ الْوَحْيِ فَقَالَ فِي حَدِيثِهِ بَيْنَمَا أَنَا أَمْشِي سَمِعْتُ صَوْتًا مِنَ السَّمَاءِ فَرَفَعْتُ رَأْسِي فَإِذَا الْمَلَكُ الَّذِي جَاءَنِي بِحِرَاءَ جَالِسٌ عَلَى كُرْسِيٍّ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ فَجُثِثْتُ مِنْهُ رُعْبًا فَرَجَعْتُ فَقُلْتُ زَمِّلُونِي زَمِّلُونِي فَدَثَّرُونِي فَأَنْزَلَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ {يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ قُمْ فَأَنْذِرْ إِلَى قَوْلِهِ وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ} قَبْلَ أَنْ تُفْرَضَ الصَّلَاةُ (م ت عن جابر)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den işittim. Vahyin bir dönem kesilmesinden bahsetti ve şöyle buyurdu: Yürümekte iken gökten bir ses işittim ve hemen başımı kaldırdım bir de gördüm ki, Hirâ’da bana gelen melek, gök ile yeryüzü arasında bir kürside oturmaktadır. Kendisinden çok heyecanlanıp korktum ve hemen evime döndüm ve ″Beni örtün! Beni örtün!″ dedim. Onlar da beni örttüler. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ: ″Ey bürünmüş olan Resûlüm!* Kalk da uyar,* Rabbini tekbir et,* elbiseni temizle* ve azâbı gerektiren günahları terk etmeye devam et″ diye geçen Sûre-i Müddessir, Âyet 1-5’i indirdi. Bu, namazın farz kılınmasından önce idi. Sonra vahiyler peşi sıra geldi.[1]

Yine Âyet-i Kerîme’de geçen ″Sûr″ hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

كَيْفَ أَنْعَمُ وَقَدْ الْتَقَمَ صَاحِبُ الْقَرْنِ الْقَرْنَ وَحَنَى جَبْهَتَهُ وَأَصْغَى سَمْعَهُ يَنْظُرُ مَتَى يُؤْمَرُ قَالَ الْمُسْلِمُونَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَمَا نَقُولُ قَالَ قُولُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَا (حم عن ابى سعيد)

″Ben nasıl rahat ederim ki Sûr sahibi Sûr’u ağzına almış, alnını yere eğmiş ve kulağını dinlemeye vermiş, Sûr’a üfleme emrini beklemektedir.″ Bunun üzerine Müslümanlar: ″Yâ Resûlallah! Bize neyi emredersin?″ dediler. Buyurdu ki: ″Allah bize yeter. O ne güzel vekil­dir. Biz, Allah’a tevekkül ettik, deyin.″[2]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 70; Sahih-i Müslim, Îman 73 (255).

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10614.


﴿ ذَرْن۪ي وَمَنْ خَلَقْتُ وَح۪يدًاۙ ﴿١١﴾ وَجَعَلْتُ لَهُ مَالًا مَمْدُودًاۙ ﴿١٢﴾ وَبَن۪ينَ شُهُودًاۙ ﴿١٣﴾ وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْه۪يدًاۙ ﴿١٤﴾ ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَز۪يدَۗ ﴿١٥﴾ كَلَّاۜ اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يدًاۜ ﴿١٦﴾ سَاُرْهِقُهُ صَعُودًاۜ ﴿١٧﴾ اِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَۙ ﴿١٨﴾ فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ ﴿١٩﴾ ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ ﴿٢٠﴾ ثُمَّ نَظَرَۙ ﴿٢١﴾ ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَۙ ﴿٢٢﴾ ثُمَّ اَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَۙ ﴿٢٣﴾ فَقَالَ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُۙ ﴿٢٤﴾ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِۜ ﴿٢٥﴾

11-25. Tek olarak yarattığım şahsı Bana bırak.* Ona geniş mal verdim.* Yanında hazır olan oğullar,* büyük imkânlar (itibar ve önderlik) ihsan ettim.* O daha fazlasına tamah eder.* Hayır! Çünkü o, âyetlerimizi inatla inkâr etti.* Onu şiddetli meşakkate uğratırım.* Çünkü o, Kur’ân hakkında itirazlar düşünüp ölçtü biçti.* Ona lânet olsun! Nasıl ölçtü biçti?* Tekrar lânet olsun! Nasıl ölçtü biçti?* Sonra Kur’ân’a baktı,* sonra (çekiştirilecek bir şey bulamayınca) yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı.* Sonra îmandan yüz çevirdi ve kibirlendi.* Sonra dedi ki: ″Bu, eskiden beri söylenegelen sihirden başka bir şey değildir.* Bu, beşer sözünden başka bir şey değildir.″

İzah: İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre; bu âyetler, müşriklerden Velid b. Muğire hakkında nâzil olmuştur. Allah’u Teâlâ’nın onu kötülediği kadar hiçbir kimseyi kötülediğini bilmiyoruz.

Nitekim Sûre-i Kalem, Âyet 8-16’da da kötü vasıfları sayılan kimse Velid b. Muğire idi. Bu hususta geniş bilgi için oraya bakınız.

Ebû Said Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, ″Şiddetli meşakkat″ diye tercüme edilen Sûre-i Müddessir, Âyet 17’de geçen ″Saûd″ kelimesi hakkında şöyle buyurmuştur:

الصَّعُودُ جَبَلٌ مِنْ نَارٍ يَتَصَعَّدُ فِيهِ الْكَافِرُ سَبْعِينَ خَرِيفًا وَيَهْوِي فِيهِ كَذَلِكَ أَبَدًا (ت عن ابى سعيد)

Saûd, ateşten bir dağdır ki, kâfir devamlı olarak yetmiş yıl çıkar ve yetmiş yıl da iner. Bu iş, ebediyyen böylece devam eder gider.″[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 70.


﴿ سَاُصْل۪يهِ سَقَرَ ﴿٢٦﴾ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا سَقَرُۜ ﴿٢٧﴾ لَا تُبْق۪ي وَلَا تَذَرُۚ ﴿٢٨﴾ لَوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِۚ ﴿٢٩﴾ عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَۜ ﴿٣٠﴾ وَمَا جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰٓئِكَةًۖ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَانًا وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَۙ وَلِيَقُولَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَۜ وَمَا هِيَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْبَشَرِ۟ ﴿٣١﴾

26-31. Ben onu, Sekar denilen Cehenneme girdireceğim.* Ey Resûlüm! Sekar’ın ne olduğunu bilir misin?* O, ne bırakır, ne de terk eder;* derileri yakar ve bozar.* Onun üzerinde on dokuz bekçi vardır.* Cehennem bekçilerini ancak meleklerden kıldık. Biz onların sayısını kâfirler için bir imtihan vesilesi kıldık ki, kendilerine kitap verilmiş olanlar kesin olarak bilsinler, îman etmiş olanların îmanı artsın, kendilerine kitap verilenler ile Mü’minler şüpheye düşmesin, kalplerinde bir maraz bulunanlar ile kâfirler de desin ki: ″Allah, bu sayı ile bir misal olarak ne murad etmiş?″ Allah’u Teâlâ, işte böyle dilediğini dalâlette bırakır ve dilediğine de hidâyet eder. Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir. Bu ise, insanlar için ancak bir öğüttür.

İzah: Âyet-i Kerîme’de, ″Sekar″ denilen Cehennemden bahsedilirken:O, ne bırakır, ne de terk eder″ diye buyrulmuştur. Bu ifade, azap görenlerin bütün bedenini helâk eder, hiçbir şey bırakmaz. Eski hâline getirip, tekrar azap etmekten de vazgeçmez, anlamındadır.

Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere, Cehennemdeki görevli melekler ile ilgili olarak Câbir b. Abdullah Radiyallâhu anhu, şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

Yahudilerden bâzı kişiler Peygamber Ashâbından bâzı kişilere: ″Sizin Peygamberiniz, Cehennem bekçilerinin sayısını bilir mi?″ dediler. Onlar da: ″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e sormadan bilemeyiz″ dediler. Bunun üzerine bir adam, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldi ve şöyle dedi: ″Ey Peygamber! Bugün senin Ashâbın mağlup oldular.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Hangi şeyden dolayı mağlup oldular?″ dedi. Adam: Yahudiler; ″Peygamberiniz, Cehennem bekçilerinin sayısını bilir mi?″ dediler. Biz de: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e sormadan bilemeyiz″ dedik. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ″Bir topluma bilmediği bir şey sorulunca, Peygambere sormadan bilemeyiz demekle mağlup mu olunurmuş? Fakat Yahudiler, Peygamberlerine sormuşlardı, hattâ Allah’u Teâlâ’yı apaçık bize göster demişlerdi. Allah’ın düşmanını bana getirin, ben onlara Cennetin toprağından sorayım ki o, dermek’tir (ince toprak veya has un, demektir).

Yahudiler, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına geldiklerinde şöyle dediler:

يَا أَبَا الْقَاسِمِ كَمْ عَدَدُ خَزَنَةِ جَهَنَّمَ قَالَ هَكَذَا وَهَكَذَا فِي مَرَّةٍ عَشَرَةٌ وَفِي مَرَّةٍ تِسْعَةٌ قَالُوا نَعَمْ قَالَ لَهُمْ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا تُرْبَةُ الْجَنَّةِ قَالَ فَسَكَتُوا هُنَيْهَةً ثُمَّ قَالُوا خْبْزَةٌ يَا أَبَا الْقَاسِمِ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْخُبْزُ مِنَ الدَّرْمَكِ (ت عن جابر بن عبد اللّٰه)

″Ey Ebe’l-Kâsım! Cehennem bekçilerinin sayısı kaçtır?″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir seferinde on, diğer seferinde dokuz olmak üzere (elleriyle işâret ederek), ″Şu kadar ve şu kadar″ buyurdu. Onlar da: ″Evet″ dediler. Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onlara: ″Cennetin toprağı nedir?″ dedi. Biraz sustular ve ″Ey Ebe’l-Kâsım! Ekmek’tir″ dediler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: ″Ekmek, dermek’tendir.″[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 70.


﴿ كَلَّا وَالْقَمَرِۙ ﴿٣٢﴾ وَالَّيْلِ اِذْ اَدْبَرَۙ ﴿٣٣﴾ وَالصُّبْحِ اِذَٓا اَسْفَرَۙ ﴿٣٤﴾ اِنَّهَا لَاِحْدَى الْكُبَرِۙ ﴿٣٥﴾ نَذ۪يرًا لِلْبَشَرِۙ ﴿٣٦﴾ لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَتَقَدَّمَ اَوْ يَتَاَخَّرَۜ ﴿٣٧﴾

32-37. Hayır, hayır! (Onlar öğüt almazlar.) Aya,* geçip giden geceye* ve ağaran sabaha yemin olsun ki,* o Sekar denilen Cehennem, elbette büyük belâlardan biridir;* insan için bir uyarıcıdır* ve sizden ileri gitmek veya geri kalmak isteyenler için bir uyarıcıdır.

İzah: Âyet-i Kerîme’de, Sekar Cehennemi’nin bir uyarıcı olduğu ifade edilirken; ″Sizden ileri gitmek veya geri kalmak isteyenler için bir uyarıcıdır″ diye buyrulmuştur.

Allah’u Teâlâ bu âyetlerde, bütün insanları Cehennem azâbıyla uyarmaktadır. Allah’ın emirlerine itaat edenler için Cehennemden emin olmak ve Allah katında derece olarak yükselip ileri gitmek vardır. Allah’u Teâlâ’nın, bu uyarılarını dikkate almayarak nefsine uyan, Allah’a itaatten geri kalanlar için de Cehennem azâbı vardır. Böylece Allah’u Teâla, bütün kullarını Cehennem azâbı ile uyarmaktadır.


﴿ كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَه۪ينَةٌۙ ﴿٣٨﴾ اِلَّٓا اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜ ۛ ﴿٣٩﴾ ف۪ي جَنَّاتٍۜ ۛ يَتَسَٓاءَلُونَۙ ﴿٤٠﴾ عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ ﴿٤١﴾ مَا سَلَكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ ﴿٤٢﴾ قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ ﴿٤٣﴾ وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ ﴿٤٤﴾ وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ ﴿٤٥﴾ وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ ﴿٤٦﴾ حَتّٰٓى اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ ﴿٤٧﴾ فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ ﴿٤٨﴾

38-48. Herkes kazandığının karşılığında bir rehindir.* Ashâb-ı Yemîn (amel defteri sağından verilenler) bundan müstesnâ.* Onlar, Cennette oldukları halde sorarlar;* mücrimlere hallerinden ki,* ″Sizi Sekar denilen Cehenneme girdiren nedir?″ derler.* Mücrimler derler ki: ″Namaz kılmazdık,* miskini doyurmazdık,* bâtıl ehli ile beraber bulunurduk,* cezâ gününü yalanlardık,* nihâyet ölüm bize gelip çattı.″* Artık o kâfirlere, şefaat edenlerin şefaatleri fayda vermez.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Herkes kazandığının karşılığında bir rehindir″ diye buyrulmaktadır. Bu ifade, hiçbir kimse başkasının günahından dolayı hesaba çekilmeyecek, herkes kendi günahının karşılığını görecektir, anlamındadır.

Yine Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere küfür ehlinin yaptıkları olumsuz ameller, mücrimlerin nefislerine hoş geldiğinden dolayı onlara uyarak kâfir olmuşlardır. Mücrimlere, neden Cehenneme girdikleri sorulduğunda da İslâm’ı kabul etmeyerek bâtıl ehli olan kâfirlerle birlikte olduklarını itiraf edeceklerdir. Bu sebeple kişi kiminle dost olacağına dikkat etmelidir.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَلْمَرْءُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ فَلْيَنْظُرْ أَحَدُكُمْ مَنْ يُخَالِلْ (حم هب ك عن ابى هريرة)

″Kişi dostunun dîni üzeredir. Bu nedenle kişi kiminle dost olacağına dikkat etsin.″[1]

İşte ebedî olarak Cehennemde kalacak olanlar, burada ve aşağıdaki âyetlerde özellikleri sayılan kâfirlerdir. Nitekim bu âyetlerle ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَيُخْرَجَنَّ بِشَفَاعَتِى مِنْ اَهْلِ الْاِيمَانِ مِنَ النَّارِ حَتَّى لَا يَبْقَى فِيهَا اَحَدٌ اِلَّا اَهْلُ هَذِهِ الْآيَةِ {مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ. قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَۙ. وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَۙ. وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِضِينَۙ. وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِۙ. حَتَّى اَتٰينَا الْيَقِينُۜ. فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَۜ} (المسند للامام الاعظم ابى حنيفة عن ابن مسعود)

″Şüphesiz benim şefaatim ile îman sahiplerinden bir takım günahkâr kimseler Cehennemden çıkarlar. Tâ ki orada yalnız şu âyetlerin bildirdiği kimseler kalır: ″Sizi Sekar denilen Cehenneme girdiren nedir?″ derler.* Mücrimler derler ki: ″Namaz kılmazdık,* miskini doyurmazdık,* bâtıl ehli ile beraber bulunurduk,* cezâ gününü yalanlardık,* nihâyet ölüm bize gelip çattı.″* Artık o kâfirlere, şefaat edenlerin şefaatleri fayda vermez.[2]

Âyet-i Kerîme’de geçen şefaat edenlerden maksat, Allah’u Teâlâ’nın; Peygamberler, evliyâlar ve şehitler gibi şefaat etme yetkisi verdiği kimselerdir. Bunların şefaati, günahkâr olan Müslümanlaradır. Bu âyette de geçtiği gibi, kâfirler için şefaat izni kesinlikle yoktur.

Şefaat hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَخْرُجُ قَوْمٌ مِنَ النَّارِ بِشَفَاعَةِ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَدْخُلُونَ الجَنَّةَ، يُسَمَّوْنَ الجَهَنَّمِيِّينَ (خ عن عمران بن حصين)

Bir topluluk, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şefaatiyle Cehennemden çıkar ve cennete girerler. Onlara, ″Cehennemiyyûn″ ismi verilir.[3]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ شَفَاعَتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ لِأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِي (ه عن جابر)

″Şüphesiz ki benim şefaatim, mahşer günü ümmetimden büyük günah işleyen kimselere olacaktır.″[4]

Abdullah İbn-i Şakik Radiyallâhu anhu dedi ki: Bir grupla beraber Kudüs’te idim. Onlardan biri dedi ki: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

يَدْخُلُ الْجَنَّةَ بِشَفَاعَةِ رَجُلٍ مِنْ أُمَّتِى أَكْثَرُ مِنْ بَنِي تَمِيمٍ قِيلَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ سِوَاكَ قَالَ سِوَايَ. (ت عن عبد اللّٰه بن شقيق)

″Ümmetimden bir adamın şefaatiyle Temimoğullarından daha çok kişi Cennete girecektir.″ ″Yâ Resûlallah! Sizin şefaatinizden başka mı?″ denilince, ″Benim şefaatimden başka″ buyurdu.[5]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَوَّلُ مَنْ يَشْفَعُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ اَلْاَنْبِيَاءُ ثُمَّ الْعُلَمَاءُ ثُمَّ الشُّهَدَاءُ. (خط عن عثمان)

″Mahşer gününde en evvel şefaat eden peygamberlerdir, sonra âlimlerdir, sonra şehitlerdir.″[6]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8065; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7868.

[2] İmâm-ı Âzam Ebû Hanife, Müsned, Hadis No: 509.

[3] Sahih-i Buhârî, Rikâk 51.

[4] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd: 37; Sahih-i Buhârî, Rikâk, 51; Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 21.

[5] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 11; Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 37.

[6] Muhtâr’ül-Ehâdîs’in-Nebeviyye, Hadis No: 1392; Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 327, 331; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 28770.


﴿ فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ ﴿٤٩﴾ كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ ﴿٥٠﴾ فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ ﴿٥١﴾ بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفًا مُنَشَّرَةًۙ ﴿٥٢﴾ كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ ﴿٥٣﴾ كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ ﴿٥٤﴾ فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ ﴿٥٥﴾ وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ ﴿٥٦﴾

49-56. O halde, onlara ne oluyor ki öğütten (Kur’ân’dan) yüz çeviriyorlar?* Onlar, yaban eşekleri gibidirler ki;* aslanlardan korkup kaçmıştır.* Bilakis onlardan her biri, kendine neşredilmiş sahifeler verilmesini ister.* Hayır, hayır! Doğrusu onlar âhiretten korkmazlar.* Hayır, hayır! Şüphesiz bu Kur’ân, bir öğüttür.* Artık dileyen ondan öğüt alır.* Ancak Allah’ın dilediği kimseler öğüt alır. Kendisinden korkulacak olan ve bağışlamaya lâyık olan da ancak O’dur.

İzah: Sûre-i Müddessir, Âyet 56 ile ilgili olarak Enes b. Malik Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Kendisinden korkulacak olan ve bağışlamaya lâyık olan da ancak O’dur″ diye geçen âyet hakkında şöyle buyurdu:

قَالَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ أَنَا أَهْلٌ أَنْ أُتَّقَى فَمَنْ اتَّقَانِي فَلَمْ يَجْعَلْ مَعِي إِلَهًا فَأَنَا أَهْلٌ أَنْ أَغْفِرَ لَهُ (ت عن انس بن مالك)

Allah’u Teâlâ buyuruyor ki: ″Kendisinden korkulmaya en layık olan Benim. Her kim Benden korkar ve Benimle beraber başka bir ilah tanımaz ise, onu bağışlamaya lâyık olan Benim.″[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 70.