BURÛC SÛRESİ

Bu sûre 22 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. Semânın burçlarına yemin ile başladığı için, ″Burûc Sûresi″ ismi verilmiştir.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِۙ ﴿١﴾ وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ ﴿٢﴾ وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍۜ ﴿٣﴾ قُتِلَ اَصْحَابُ الْاُخْدُودِۙ ﴿٤﴾ اَلنَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِۙ ﴿٥﴾ اِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌۙ ﴿٦﴾ وَهُمْ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ شُهُودٌۜ ﴿٧﴾ وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ اِلَّٓا اَنْ يُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ ﴿٨﴾ اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌۜ ﴿٩﴾

1-9. Burçlar sahibi olan semâya,* vaat edilen güne,* şâhitlik edene ve şâhitlik edilene yemin olsun ki,* o hendek sahipleri lânetlenmiştir.* Onların hendekleri şiddetle yanan ateşti.* O vakit, ateşin etrafında oturmuş,* Mü’minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.* Mü’minlere bu işkenceyi yapmalarının sebebi, o Mü’minlerin her şeye gâlip ve hamde lâyık olan Allah’a îman etmiş olmaları idi.* O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Allah’u Teâlâ, her şeye şâhittir.

İzah: Hasan b. Ali Radiyallâhu anhumâ: ″Şâhitlik eden ve şâhitlik edilene yemin olsun ki″ diye geçen Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

اَلشَّاهِدُ جَدِّي رَسُولُ اللّٰهِصَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالْمَشْهُودُ يَوْمُ الْقِيَامَةِ. ثُمَّ تَلَا هَذِهِ الْآيَةَإِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًاوَتَلَا ذَلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌ لَهُ النَّاسُوَذَلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ (المعجم الصغير للطبرانى عن الحسن بن على)

Şâhitlik eden, dedem Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’dir. Şâhitlik edilen ise, mahşer günüdür. Hz. Hasan, sonra şu âyetleri okudu: ″Ey Habîbim! Şüphesiz Biz seni bir şâhit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik″ (Sûre-i Fetih, Âyet 8). ″… O gün, insanların bir araya gelip toplanacağı bir gündür. O gün, bütün mahlûkatın hazır bulunacağı bir gündür.″ (Sûre-i Hûd, Âyet 103).[1]

Âyet-i Kerîme’de geçen ″Hendek sahipleri″ hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

كَانَ مَلِكٌ فِيمَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ وَكَانَ لَهُ سَاحِرٌ فَلَمَّا كَبِرَ قَالَ لِلْمَلِكِ إِنِّي قَدْ كَبِرْتُ فَابْعَثْ إِلَيَّ غُلَامًا أُعَلِّمْهُ السِّحْرَ فَبَعَثَ إِلَيْهِ غُلَامًا يُعَلِّمُهُ فَكَانَ فِي طَرِيقِهِ إِذَا سَلَكَ رَاهِبٌ فَقَعَدَ إِلَيْهِ وَسَمِعَ كَلَامَهُ فَأَعْجَبَهُ فَكَانَ إِذَا أَتَى السَّاحِرَ مَرَّ بِالرَّاهِبِ وَقَعَدَ إِلَيْهِ فَإِذَا أَتَى السَّاحِرَ ضَرَبَهُ فَشَكَا ذَلِكَ إِلَى الرَّاهِبِ فَقَالَ إِذَا خَشِيتَ السَّاحِرَ فَقُلْ حَبَسَنِي أَهْلِي وَإِذَا خَشِيتَ أَهْلَكَ فَقُلْ حَبَسَنِي السَّاحِرُ فَبَيْنَمَا هُوَ كَذَلِكَ إِذْ أَتَى عَلَى دَابَّةٍ عَظِيمَةٍ قَدْ حَبَسَتْ النَّاسَ... (م عن صهيب)

Sizden öncekiler arasında bir kral vardı, onun bir de sihir­bazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca krala dedi ki: ″Ben artık yaşlandım. Sen ba­na genç birisini gönder de ona büyü öğreteyim.″ Kral ona büyü öğrenmesi için bir genç gönderdi. Bu gencin gidip geldiği yolda bir râhip var­dı. Onun yanına oturup sözlerini dinledi, hoşuna gitti. Bundan dolayı, bü­yücüye gidip geldiğinde râhib’e de uğrar, onun yanında otururdu. Büyücü­ye varınca, büyücü onu döverdi. Bu hâlini râhib’e anlatıp şikâyette bulun­du. Râhip ona: ″Büyücüden korkacak olursan; ailem beni geç gönderdi, der­sin. Ailenden korkacak olursan; büyücü beni alıkoydu, dersin″ dedi. O bu halde iken, insanları bir yerde alıkoymuş çok büyük bir yırtıcı hayvan[2] ile karşılaştı. ″Bu­gün büyücünün mü üstün, râhib’in mi üstün olduğunu öğreneceğim gündür″ dedi. Bir taş aldı ve ″Allah’ım! Eğer râhib’in durumu senin tarafından büyü­cünün durumundan daha çok sevilen bir hal ise, bu hayvanı öldür ki, in­sanlar yollarına devam edebilsinler″ dedi ve taşı attı. O hayvanı öldürdü. İnsanlar da yollarına devam ettiler. Râhib’e giderek durumu bildirdi. Râhip ona: ″Evlâdım, bugün sen ben­den daha üstünsün. Sen gördüğüm şu hâle ulaşmış bulunuyorsun. Şüphesiz pek yakında birtakım belâlarla sınanacaksın. Eğer sınanacak olursan, sa­kın beni kimseye söyleme″ dedi.

Delikanlı anadan doğma körü, ebras hastalığını iyileştiriyor, insanların diğer hasta­lıklarını tedâvi ediyordu. Kral ile birlikte oturup kalkan kör birisi bu duru­mu işitti. Ona pek çok hediyeler götürerek dedi ki: ″Eğer bana şifâ verecek olursan, buradakilerin hepsi senin olacaktır″ Delikanlı: ″Ben kimseye şifâ ve­remem. Şifâyı ancak Allah verir. Eğer sen Allah’a îman edecek olursan, ben de Allah’a duâ ederim, Allah’u Teâlâ da sana şifâ verir″ dedi. Bu şahıs Allah’a îman etti. Allah’u Teâlâ da ona şifâ verdi. Krala giderek önceden yanında oturduğu gibi oturdu. Kral ona: ″Senin ye­niden görmeni sağlayan kimdir?″ diye sordu. O: ″Rabbimdir″ dedi. Kral: ″Senin benden başka bir Rabbin de mi varmış?″ deyince, arkadaşı: ″Benim de Rabbim, senin de Rabbin Allah’tır″ dedi. Kral onu yakalattı ve delikanlıyı gösterinceye kadar ona işkence edip durdu. Delikanlı getirilince kral ona: ″Evlâdım senin büyücülüğün; anadan doğma körü ve ebras hastalığını iyileştirecek noktaya, şu­nu şunu yapacak hale kadar da mı ulaştı?″ dedi. Delikanlı: ″Ben hiç kimseye şi­fâ veremem, şifâyı ancak Allah verir″ dedi. Kral onu yakalattı ve rahibin yerini gösterinceye kadar ona işkence edip durdu. Rahip getirildi, ona: ″Dîninden dön″ denildi. Ancak rahip bunu ka­bul etmedi. Kral testerenin getirilmesini istedi. Testere başının tepesine, saçlarını ayırdığı yere yerleştirildi ve iki parçası yere düşünceye kadar başı­nı ortadan biçti.

Daha sonra kralın sohbet arkadaşı getirildi ona: ″Dîninden dön″ denildi. O da kabul etmeyince testere başının ortasına, saçlarını ayırdığı yere yerleşti­rildi ve iki tarafı da düşünceye kadar testere ile başını biçti.

Daha sonra genç delikanlı getirildi. Ona da: ″Dîninden dön″ denildi. Genç de bu teklifi kabul etmeyince kral onu arkadaşlarından birkaç kişiye teslim etti ve ″Bunu alın, filan filan dağa götürün. Onu dağın tepesine çıkartın, zirvesine ulaştığınız va­kit dîninden dönerse ne âlâ, aksi takdirde onu aşağıya atın″ dedi. De­likanlıyı alıp gittiler ve onunla birlikte dağın tepesine çıktılar. Delikanlı: ″Al­lah’ım! Ne ile dilersen onların kötülüklerine karşı beni koru!″ dedi. Dağın üze­rinde iken dağ sarsılmaya başladı, aşağı düştüler. Delikanlı kralın yanına yürüyerek geldi, kral ona: ″Seninle beraber gönderdiklerim ne yaptı?″ diye sor­du. Delikanlı: ″Allah, onlara karşı beni korudu″ dedi. Kral delikanlıyı arkadaşlarından bir diğer gruba teslim etti ve ″Bunu alıp götürün, büyükçe bir gemiye bindirin, denizin ortasına ulaştırın. Eğer dînin­den dönerse ne âlâ, aksi takdirde onu denize atın″ dedi. Delikanlıyı alıp gittiler. O da: ″Allah’ım! Dilediğin şekilde onlara karşı beni koru!″ diye dua etti. Onlar, içinde oldukları halde gemi ters dönüp battı ve suda boğuldular. Delikanlı ise krala yürüyerek geri geldi.

Kral ona: ″Beraberindekiler ne yaptı?″ diye sordu. O da: ″Onlara karşı, Allah beni korudu″ de­di. Delikanlı krala dedi ki: ″Benim söyleyeceklerimi yapmadığın sürece be­ni öldüremeyeceksin.″ Kral: ″Peki, o nedir?″ diye sordu. Delikanlı dedi ki: ″Her­kesi bir yerde toplayacaksın. Beni de bir hurma ağacına bağla. Sonra benim ok torbamdan bir ok al. Bu oku yaya yerleştir, sonra da ″Bu delikan­lının Rabbi olan Allah’ın adıyla″ de ve bana oku at. Eğer sen böyle yapacak olur­san, beni öldürebilirsin.″

Kral halkı bir meydanda topladı. Delikanlıyı hurma ağacına bağladı, sonra onun ok torbasından bir ok alıp oku yaya yerleştirdikten sonra ″Bu delikanlının Rab­bi Allah’ın adıyla″ deyip ona oku attı. Ok alnına isâbet etti. Delikanlı elini alnına koydu ve vefât etti. Ahâli: ″Delikanlının Rabbine îman ettik, delikanlının Rabbine îman ettik, delikanlının Rabbine îman ettik,″ dedi. Bu sefer krala gidilerek, ona: ″Gördün mü şimdi kork­tuğun şey başına geldi. İnsanlar îman etti″ denildi. Bunun üzerine kral, yolların başlarında büyük hendekler kazılmasını emretti. Hendekler kazıldı ve içi ateş ile dolduruldu. Kral: ″Bu yeni dîninden dönmeyen herkesi, o ateşle dolu hendeklere zorla atınız yahut atlasınlar,″ diye emir verdi. Denileni yaptılar. Nihâyet beraberinde yavrusu bulunan bir kadın geldi. Hendeğe atlamakta tereddüt etti. Yavrusu ona: ″Anacığım sabret. Çünkü sen hak üzeresin″ dedi.[3]

Sünen-i Tirmizî’de ziyâdeyle:

أَنَّهُ أُخْرِجَ فِي زَمَنِ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ وَأُصْبُعُهُ عَلَى صُدْغِهِ كَمَا وَضَعَهَا حِينَ قُتِلَ (ت عن صهيب)

Ömer b. el-Hattab Radiyallâhu anhu döneminde, o delikanlı kabrinden çıkarıldığında, öldürüldüğü vakit koyduğu şekliyle parmağı alnı üzerinde duruyordu, diye geçmektedir.[4]


[1] Taberânî, Mu’cem’ul-Sağir, Hadis No: 1133.

[2] Sünen-i Tirmizî’de; ″İnsanları alıkoyan o hayvan bir aslan idi″ diye geçmektedir.

[3] Sahih-i Müslim Zühd 18 (73).

[4] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 76.


﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَر۪يقِۜ ﴿١٠﴾

10. Şüphesiz Mü’min erkekler ile Mü’min kadınlara eziyet edenler, sonra da tevbe etmeyenler var ya, işte onlar için Cehennem azâbı vardır. Onlar için çok yakıcı bir azap da vardır.


﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْكَب۪يرُۜ ﴿١١﴾

11. Şüphesiz ki, îman edip sâlih amellerde bulunanlar için de altlarından nehirler akan Cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.


﴿ اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَد۪يدٌۜ ﴿١٢﴾ اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُع۪يدُۚ ﴿١٣﴾ وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ ﴿١٤﴾ ذُو الْعَرْشِ الْمَج۪يدُۙ ﴿١٥﴾ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُۜ ﴿١٦﴾

12-16. Ey Resûlüm! Şüphesiz ki, Rabbinin (zâlimleri azapla) yakalaması çok şiddetlidir.* Şüphesiz ki, yoktan var eden de O’dur, tekrar dirilten de O’dur.* O, (tevbe edenleri) çok bağışlayandır ve (Mü’minleri) çok sevendir.* Arş’ın sahibidir, şânı yüce olandır* ve dilediğini yapandır.

İzah: Hakk Teâlâ’nın Mü’min kullarına muhabbet etmesi hakkında Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Kudsî’de Allah’u Teâlâ buyuruyor ki:

مَنْ عَادَى لِى وَلِيًّا فَقَدْ آذَنْتُهُ بِالْحَرْبِ وَمَا تَقَرَّبَ اِلَيَّ عَبْدِى بِشَيْءٍ أَحَبَّ اِلَيَّ مِمَّا افْتَرَضْتُهُ وَمَا يَزَالُ عَبْدِى يَتَقَرَّبُ اِلَيَّ بِالنَّوَافِلِ حَتَّى اُحِبَّهُ فَاِذَا أَحْبَبْتُهُ كُنْتُ لَهُ سَمْعُهُ الَّذِى يَسْمَعُ بِهِ وَبَصَرَهُ الَّذِى يُبْصِرُ بِهِ وَيَدَهُ الَّتِى يَبْطِشُ بِهَا وَرِجْلَهُ الَّتِى يَمْشِى بِهَا وَاِنْ سَأَلَنِى أَعْطَيْتُهُ وَلَوِ اسْتَعَاذَنِى لَأُعِيذُنِيهِ (خ حب ق عن ابى هريرة)

Her kim Benim evliyâmdan birine düşmanlık ederse, Bana karşı harp ilan eyledi. Kulum Bana farz namazı kılarken yakın olduğu gibi başka bir şey ile yakın olamaz. O kulum, nâfilelere devam ettiği sürece, bu yakınlığı devam eder. Hattâ o kulumu severim. Bir kulumu seversem; onun işiten kulağı Ben olurum, Benim ile işitir. Gören gözü Ben olurum, Benim ile görür. Tutan eli Ben olurum, Benim ile tutar ve yürüyen ayağı Ben olurum, Benim ile yürür. Benden ne isterse istediğini veririm. Bana sığınır ise Ben de onu muhafazama alırım.[1]


[1] Sahih-i Buhârî, Rikâk 38; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 330/3.


﴿ هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ ﴿١٧﴾ فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ ﴿١٨﴾ بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ ﴿١٩﴾ وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ ﴿٢٠﴾ بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ ﴿٢١﴾ ف۪ي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ ﴿٢٢﴾

17-22. Ey Resûlüm! Sana o orduların kıssası geldi mi;* Firavun ve Semud’un?* Fakat kâfir olanlar, hâlâ yalanlamaktadırlar.* Halbuki Allah’u Teâlâ, onları arkalarından kuşatmıştır.* Hayır, o (yalanladıkları kitap), şânı yüce olan bir Kur’ân’dır;* Levh-i Mahfuz’dadır.