LOKMÂN SÛRESİ

Bu sûre 34 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. Hz. Lokman’ın kıssasını ve onun nasihatlerini içerdiği için ″Lokmân Sûresi″ ismi verilmiştir. Bu sûre, Kureyşlilerin Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e Lokman kıssasını sormaları üzerine nâzil olmuştur.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ الٓمٓ۠ ﴿١﴾ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَك۪يمِۙ ﴿٢﴾ هُدًى وَرَحْمَةً لِلْمُحْسِن۪ينَۙ ﴿٣﴾ اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَۜ ﴿٤﴾ اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٥﴾

1-5. Elif, Lâm, Mîm.* Bunlar, hikmet dolu kitabım (Kur’ân’ın) âyetleridir.* Muhsinlere bir hidâyet ve rahmettir.* O muhsinler ki, namaz kılar, zekât verir ve âhiret gününe kesin olarak îman ederler.* İşte onlar, Rablerinden bir hidâyet üzeredirler ve işte felâha erenler de ancak onlardır.


﴿ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ي لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ﴿٦﴾ وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا وَلّٰى مُسْتَكْبِرًا كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَا كَاَنَّ ف۪ٓي اُذُنَيْهِ وَقْرًاۚ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٧﴾

6-7. İnsanlardan öylesi vardır ki, insanları Allah yolundan saptırmak için bir ilme dayanmayarak boş sözleri satın alır ve Allah yolunu alay konusu edinir. İşte böyleleri için aşağılayıcı bir azap vardır.* Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki onu işitmiyormuş, sanki kulaklarında bir sağırlık varmış gibi kibirlenerek yüz çevirir. Ey Resûlüm! İşte böylesini, elim bir azap ile müjdele!

İzah: Sûre-i Lokmân, Âyet 6 ile ilgili olarak Resûlllah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا تَبِيعُوا الْقَيْنَاتِ وَلَا تَشْتَرُوهُنَّ وَلَا تُعَلِّمُوهُنَّ وَلَا خَيْرَ فِي تِجَارَةٍ فِيهِنَّ وَثَمَنُهُنَّ حَرَامٌ فِي مِثْلِ هَذَا أُنْزِلَتْ هَذِهِ الْآيَةُ {وَمِنْ النَّاسِ مَنْ يَشْتَرِي لَهْوَ الْحَدِيثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِ اللّٰهِ} إِلَى آخِرِ الْآيَةِ (ت عن ابى امامة)

″Şarkıcı câriyeleri satmayın, satın da almayın. Onlara mûsikî de öğretmeyin. Onları alıp satmak şartıyla yaptığınız ticârette hayır yoktur. Onlar için ödenen para haramdır.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sözüne şöyle devam etti: ″İşte Sûre-i Lokmân, Âyet 6, bu gibiler için nâzil oldu.″[1]

Âyet-i Kerîme’de geçen ″Boş sözlerden″ maksat, kişiyi Allah yolundan alıkoyan, Allah ve Resûlü tarafından yasaklanan her türlü sözdür.

Yine Âyet-i Kerîme’de geçen ″Alla­h yolundan″ maksat da Kur’ân okumak, namaz kılmak, Allah’ı zikretmek ve kulu Allah’u Teâlâ’ya yaklaştıracak her türlü ibâdettir. Bâtıl sözleri satın alanlar, insanları bu sözler vâsıtasıyla Allah’ın yolundan alıkoyarlar ve Allah’ın dîniyle alay ederler. Bu itibarla onlara, kıyâmet gününde aşağılayıcı bir azap vardır. Zîrâ onlar, hem kendileri sapmış, hem de diğer insanları saptırmışlardır.


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 32, Buyû 47.


﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتُ النَّع۪يمِۙ ﴿٨﴾ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٩﴾

8-9. Şüphesiz îman edip sâlih amellerde bulunanlar için Naîm Cennetleri vardır.* Orada ebedî kalacaklardır. Bu, Allah’u Teâlâ’nın hak vaadidir. O, her şeye gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İzah: Naîm Cennetleri, Cennetlerin içinde en yüksek ve efdal olanıdır. Cennet-i Naîm’i kazananların özellikleri ve mükâfatlarına dair geniş bilgi için Sûre-i Hûd, Âyet 108 ve Sûre-i Vâkıa, Âyet 11-12’nin izahlarına bakınız.


﴿ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَبَثَّ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍۜ وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ ﴿١٠﴾ هٰذَا خَلْقُ اللّٰهِ فَاَرُون۪ي مَاذَا خَلَقَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ بَلِ الظَّالِمُونَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ۟ ﴿١١﴾

10-11. Allah’u Teâlâ, gökleri, gördüğünüz şekilde direksiz yarattı. Yeryüzünde de, sizi sarsmasın diye sâbit dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz, semâdan su indirip orada her sınıftan çift çift faydalı bitkiler bitirdik.* İşte bu, Allah’ın yaratmasıdır. Haydi bana gösterin, Allah’tan başkaları ne yarattı? Bilakis zâlimler apaçık dalâlettedirler.

İzah: Allah’u Teâlâ Âyet-i Kerîme’de, kainatın yaratılışından bahsetmektedir. Gökler, direksiz olup birbirine hiçbir bağlantısı olmadan yaratılmış ve o günden beri de, belirli yörüngelerde boşlukta dönerek hareket hâlindedir.

Ayrıca Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ, dünyânın yaratılışından bahsederken, yeryüzünün hareket etmemesi için, dağları yaratarak sâbit kıldığından da bahsetmektedir. Bu hususta geniş bilgi için Sûre-i Nebe, Âyet 7’nin izahına bakınız.

İşte bu hâdiseler, Kur’ân’daki mûcizelerdendir.


﴿ وَلَقَدْ اٰتَيْنَا لُقْمٰنَ الْحِكْمَةَ اَنِ اشْكُرْ لِلّٰهِۜ وَمَنْ يَشْكُرْ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ ﴿١٢﴾

12. Yemin olsun ki Biz, Lokman’a hikmet verdik. ″Allah’a şükret″ dedik. Her kim şükrederse, ancak kendi nefsi için şükretmiş olur. Her kim de nankör­lük ederse, şüphesiz Allah’u Teâlâ hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmeye lâyık olan­dır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de geçen Hz. Lokman, rivâyete göre, Eyyüb Aleyhisselâm’ın kız kardeşinin oğlu yahut teyzesinin oğludur.

Hz. Lokman hakkında Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَتُدْرُونَ مَا كَانَ لُقْمَانُ؟ قَالُوا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ. قَالَ كَانَ حَبَشِيًّا (ابن مردويه عن أبي هريرة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Lokman’ın nereli olduğunu biliyor musunuz?″ buyurunca, Ashâb-ı Kirâm: ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir″ dediler. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″O, Habeşliydi″ buyurdu.[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

سَادَاتُ السُّودَانِ أَرْبَعَةٌ لُقْمَانُ الْحَبَشِيُّ وَالنَّجَاشِيُّ وَبِلَالٌ وَمِهْجَعٌ (ابن عساكر عن جابر)

″Siyah tenlilerin efendisi dört kişidir. Bunlar: Habeşli Lokman Hekim, Necâşi, (müezzin) Bilal ve (Bedir’in ilk şehidi) Mıhca’dır.″[2]


[1] Celâleddin es-Suyûti, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 11, s. 595.

[2] Celâleddin es-Suyûti, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 11, s. 595.


﴿ وَاِذْ قَالَ لُقْمٰنُ لِابْنِه۪ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللّٰهِۜ اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٣﴾

13. Ey Resûlüm! Lokman, oğluna nasihat ederek, ″Oğulcuğum! Allah’a şirk koşma. Şüphesiz ki şirk, elbette büyük zulümdür″ dediği vakti zikret.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Abdullah İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

لَمَّا نَزَلَتْ {الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ} شَقَّ ذَلِكَ عَلَى الْمُسْلِمِينَ فَقَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَيُّنَا لَا يَظْلِمُ نَفْسَهُ قَالَ لَيْسَ ذَلِكَ إِنَّمَا هُوَ الشِّرْكُ أَلَمْ تَسْمَعُوا مَا قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ {يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللّٰهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ} (خ م عن عبد اللّٰه)

Îman edenler ve îmanlarını zulümle (şirkle) karıştırmayanlar var ya, işte korkudan emin olacak olanlar onlardır. Hidâyete nâil olanlar da onlardır″[1] diye geçen âyet nâzil olduğunda, bu husus Müslümanlara ağır geldi. ″Yâ Resûlallah! Hangimiz zulüm yapmadık ki?″ dediler. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Burada kastedilen siz değilsiniz. Burada geçen zulümden maksat, şirktir. Hz. Lokman’ın oğluna nasihat ederken, ″Oğulcuğum! Allah’a şirk koşma. Şüphesiz ki şirk, elbette büyük zulümdür″[2] dediğini duymadınız mı?″[3]


[1] Sûre-i En’âm, Âyet 82.

[2] Sûre-i Lokmân, Âyet 13.

[3] Sahih-i Buhârî, Îman 23, Enbiyâ 8; Sahih-i Müslim, Îman 56 (197).


﴿ وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِۚ حَمَلَتْهُ اُمُّهُ وَهْنًا عَلٰى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ ف۪ي عَامَيْنِ اَنِ اشْكُرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيْكَۜ اِلَيَّ الْمَص۪يرُ ﴿١٤﴾ وَاِنْ جَاهَدَاكَ عَلٰٓى اَنْ تُشْرِكَ ب۪ي مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًاۘ وَاتَّبِعْ سَب۪يلَ مَنْ اَنَابَ اِلَيَّۚ ثُمَّ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٥﴾

14-15. Biz insana, anne ve babasına karşı iyi davranmasını emrettik. Annesi onu, meşakkat üstüne meşakkatle karnında taşıdı. Onun sütten kesilmesi de iki sene içindedir. Biz insana dedik ki: ″Bana, anne ve babana şükret. Dönüşün Banadır.* Eğer onlar, bilmediğin bir şeyi Bana ortak koşman için seninle mücâdele ederlerse, o zaman onlara itaat etme. Fakat dünyâda onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna tâbi ol. Sonra dönüşünüz Banadır. Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.″

İzah: Anne ve babaya âsi gelmenin büyük günahlardan olduğuna dair İbn-i Husayn Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

أُخْبِركُمْ بِأَكْبَر الْكَبَائِر الْإِشْرَاك بِاللّٰهِ ثُمَّ قَرَأَ: {وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْمًا عَظِيمًا} وَعُقُوق الْوَالِدَيْنِ ثُمَّ قَرَأَ: {أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ} (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن عمران بن حصين)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: Size büyük günahların en büyüğünü haber veriyorum: ″O, Allah’a ortak koşmaktır″ buyurarak, ″… Her kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir günah işleyerek Allah’a iftira etmiş olur″ diye geçen Sûre-i Nisâ, Âyet 48’i ve ″Anne ve babaya âsi olmaktır″ buyurarak da Sûre-i Lokmân, Âyet 14’te geçen, ″… Bana, anne ve babana şükret. Dönüşün Banadır″ buyruğunu okudu.[1]

Yine Abdurrahman b. Ebî Bekre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmaktadır:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَلَا أُحَدِّثُكُمْ بِأَكْبَرِ الْكَبَائِرِ قَالُوا بَلَى يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ الْإِشْرَاكُ بِاللّٰهِ وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ قَالَ وَجَلَسَ وَكَانَ مُتَّكِئًا فَقَالَ وَشَهَادَةُ الزُّورِ أَوْ قَوْلُ الزُّورِ فَمَا زَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُهَا حَتَّى قُلْنَا لَيْتَهُ سَكَتَ (م د ت عن عبد الرحمن بن ابى بكرة عن ابيه)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, ″Büyük günahların en büyüklerinden size haber vereyim mi?″ buyurdular. Sahâbe-i Kirâm: ″Evet, Yâ Resûlallah!″ dediler. Bunun üzerine buyurdu ki: ″Allah’a ortak koşmak, anne ve babaya karşı gelmek.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, yaslanmış olduğu halde iken doğrulup oturdu ve sözüne şöyle devam etti: ″Yalancı şâhitlik ve yalan söylemek.″ Bu son sözü o kadar tekrarladı ki, ″Biz keşke sükût etse″ dedik.[2]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

رِضَى الرَّبِّ فِي رِضَى الْوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ فِي سَخَطِ الْوَالِدِ (ت عن عبد اللّٰه بن عمرو)

″Rabbinin rızâsı, anne ve babanın râzı edilmesindedir. Rabbinin gazabı ise, anne ve babanın gazaplanmasındadır.″[3]”

Allah’u Teâlâ, anne ve babaya itaat edilmesini emretmektedir. Eğer Allah’ın rızâsının dışında bir istekte bulunurlarsa, onlara itaat edilmemesi gerektiği açıkça beyan edilmiştir.

Bu hususta Cennetle müjdelenen ve ilk Müslümanlardan olan Sa’d b. Ebî Vakkas Radiyallâhu anhu şöyle anlatmaktadır:

Anneme karşı çok iyi dav­ranırdım. Ben Müslüman oldum. Bu sefer o: ″Ya dînini terk edersin, ya da ben ölünceye kadar bir şey yiyip içmeye-ceğim. Böylece bana bu yap­tıklarından dolayı ayıplanacaksın ve sana, -Ey annesinin kâtili!- denilecek″ dedi. Bir kaç gün bu şekilde kaldı, sonunda ona: ″Anneciğim! Senin yüz tane ca­nın olsa ve bunların biri diğerinin arkasına çıksa, yine de ben bu dînimi terk edecek değilim. İster ye, ister yeme″ dedim. Bu hâlimi görünce yemek yedi. İşte bu olay üzerine: ″Biz insana, anne ve babası hakkında güzel muâmele etmesini emrettik. Eğer onlar, bilmediğin bir şeyi Bana ortak koşman için seninle mücâdele ederlerse, o zaman onlara itaat etme…″[4] diye devam eden Âyet-i Kerîme nâzil oldu.[5]

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا طَاعَةَ لِمَخْلُوقٍ فِي مَعْصِيَةِ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ (حم عن على)

″Aziz ve Celil olan Allah’a isyanda, yaratılmışlara itaat yoktur.″[6]

Yine Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ:Bana yönelenlerin yoluna tâbi ol. Sonra dönüşünüz Banadır. Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğimdiye buyurmaktadır. Bu sebeple Müslüman olmayan anne ve babadan doğan bir çocuk; İslâm fıtratı üzere doğar ve büyüyüp akıl bâliğ olduğunda da, anne ve babası hangi dinde olursa olsun, o kimsenin Allah’u Teâlâ’nın kendisine verdiği aklı kullanarak İslâm Dîni’ne yönelmesi gerekir. İslâm’a yönelmediği takdirde, anne ve babasıyla birlikte Cehenneme girer. Nitekim Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem İslâm’ı tebliğ ettiğinde, genel olarak insanlar sapık ve müşrik idiler. Bir kısmı İslâm’ı kabul ettiğinde anne ve babası bunlara şiddetle karşı çıkmıştı. Evlatlıktan reddedip savaşlarda dahi karşı karşıya gelmişlerdi. Buna rağmen hak dinden dönmediler. Bu hüküm, kıyâmete kadar geçerlidir. Kişiyi dünyâya getiren anne ve babası hangi din üzere olursa olsun, aklını ve irâdesini kullanarak İslâmiyet’e yönelmez, nefsin hevâsına uyarsa, Allah’ın azâbından kurtulamaz.

Bu husus Sûre-i Sâffât, Âyet 68-70’de: ″Sonra onların dönüp varacakları yer, şüphesiz yine Cehennemdir.* Çünkü onlar, babalarını azgın buldular* ve onların izine uymada sürat gösterdiler″ diye geçmektedir.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَا يَسْمَعُ بِى أَحَدٌ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ يَهُودِيٌّ وَلَا نَصْرَانِيٌّ ثُمَّ يَمُوتُ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِالَّذِى أُرْسِلْتُ بِهِ اِلَّا كَانَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ (حم م عن ابى هريرة)

″Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan Allah’a yemin ederim ki, her kim Yahudi olsun, Hristiyan olsun beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa, mutlaka Cehennem ehlinden olacaktır.″[7]


[1] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 2, s. 331.

[2] Sünen-i Tirmizî, Birr 4; Sahih-i Müslim, Birr 1; Sünen-i Ebû Dâvûd, Edeb 119.

[3] Sünen-i Tirmizî, Birr 3.

[4] Sûre-i Ankebût, Âyet 8.

[5] Bu hususta Bakınız: Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 30; Sahih-i Müslim, Fedâil’us-Sahâbe 5 (43).

[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 1041; Ayrıca benzeri için bakınız: Sahih-i Buhârî, Cihat 107; Sahih-i Müslim; İmâret 8 (39 Sünen-i Ebû Dâvud, Cihat 87.

[7] Sahih-i Müslim, Îman, 70 (240 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8255.


﴿ يَا بُنَيَّ اِنَّهَٓا اِنْ تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ فَتَكُنْ ف۪ي صَخْرَةٍ اَوْ فِي السَّمٰوَاتِ اَوْ فِي الْاَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَط۪يفٌ خَب۪يرٌ ﴿١٦﴾

16. Oğulcuğum! Kötü bir haslet, velev ki hardal tanesi kadar olsun, kaya içinde yahut göklerde veya yerde gizli olsun, Allah’u Teâlâ onu ortaya çıkarır ve hesabını görür. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, lütuf sahibidir, her şeyden haberdardır.


﴿ يَا بُنَيَّ اَقِمِ الصَّلٰوةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلٰى مَٓا اَصَابَكَۜ اِنَّ ذٰلِكَ مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِۚ ﴿١٧﴾

17. Oğulcuğum! Namaz kıl, iyiliği emret, kötülükten nehyet ve sana isâbet eden belâlara sabret. Şüphesiz bunlar, kesin olarak yapılması gereken işlerdendir.

İzah: Hz. Lokman’ın oğluna yaptığı bu nasihatinde üç başlık öne çıkmaktadır. Bunlar: Namaz kılmak, iyiliği emredip kötülükten nehyetmek ve belâya sabretmek.

Birincisi: Namaz kılmaktır. Namazın önemine dair Allah’u Teâlâ Sûre-i Rûm, Âyet 31’de şöyle buyurmaktadır:

″Hepiniz Allah’a yönelin, O’ndan korkun, namazı kılın ve müşriklerden olmayın.″

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

اِنَّ أَوَّلَ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَلَاتُهُ فَاِنْ وُجِدَتْ تَامَّةً كُتِبَتْ تَامَّةً وَاِنْ كَانَ انْتُقِصَ مِنْهَا شَيْءٌ قَالَ انْظُرُوا هَلْ تَجِدُونَ لَهُ مِنْ تَطَوُّعٍ يُكَمِّلُ لَهُ مَا ضَيَّعَ مِنْ فَرِيضَةٍ مِنْ تَطَوُّعِهِ ثُمَّ سَائِرُ الْأَعْمَالِ تَجْر۪ى عَلَى حَسَبِ ذَلِكَ (ن ت ه عن ابى هريرة)

Mahşer gününde kulun işlediği amellerinden ilk olarak hesap vereceği şey, namazdır. Eğer namazı tamam ise, tamamdır, değilse Allah’u Teâlâ: ″Kulumun nâfile namazlarına bakın″ buyurur. Nâfile namazları varsa farzlardan eksikleri onunla tamamlanır. Böylece diğer amellerin hesabı da bu şekilde görülür.[1]

İkincisi: İyiliği emredip kötülükten nehyetmektir. Allah’u Teâlâ birçok Âyet-i Kerîme’de ve Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de Hadis-i Şerif’lerinde bu hususa dikkat çekmiş ve bunun sorumluluğu hakkında kesin emirler beyan etmişlerdir.

Allah’u Teâlâ Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 104’te şöyle buyurmuştur:

″Sizden, insanları hayra dâvet eden ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmek ile meşgul olan bir topluluk bulunsun. Felâha erenler de ancak onlardır.″

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أَضْعَفُ الْإِيمَانِ (م ت ن عن ابى سعيد)

Kim bir kötülüğü (şer’an yapılması câiz görülmeyen bir şeyi) görüp de onu eliyle değiştirmeye gücü ye­terse değiştirsin. Ona gücü yetmezse diliyle uyarsın, ona da gücü yetmez­se kalbiyle buğzetsin ki, bu da îmanın en zayıf derecesidir.″[2]

Üçüncüsü: Belâya sabretmektir. Allah’u Teâlâ Mü’minlerin derecelerine göre; ibtilâ vermekte, bunlara sabredip şükredenlere Cennette yüksek makamlar vereceğini vaad etmektedir.

Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 155’te şöyle buyurmuştur:

″Yemin olsun ki, Biz sizleri elbette biraz korku ve açlık ile, mallardan, canlardan ve mahsullerden eksilterek imtihan ederiz. Ey Habîbim! Sabredenleri müjdele.″

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

مَنْ يُرِدِ اللّٰهُ بِهِ خَيْرًا يُصِبْ مِنْهُ )خ عن ابى هريرة(

″Allah’u Teâlâ kime hayır dilerse, ona musîbet verir.″[3]


[1] Sünen-i Nesâî, Salât 9; Sünen-i İbn-i Mâce, İkâme’us-Salât 202.

[2] Sahih-i Müslim, Îman 20 (78).

[3] Sahih-i Buhârî, Merdâ 1.


﴿ وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْاَرْضِ مَرَحًاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۚ ﴿١٨﴾

18. Kibir ile insanlardan yüzünü döndürme. Yeryüzünde çalımla gezme. Muhakkak ki Allah’u Teâlâ, kibirlenenleri ve övünenleri sevmez.

İzah: Kibir hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ قَالَ رَجُلٌ إِنَّ الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً قَالَ إِنَّ اللّٰهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ الْكِبْرُ بَطَرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النَّاسِ (م عن ابن مسعود)

″Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kim­se Cennete giremez.″ Orada bulunan adamın biri: ″Fakat kişi, elbisesinin ve ayakkabılarının güzel olması­nı ister″ deyince, buyurdu ki: ″Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, Hakk’a karşı gururlanmak ve insanlara üstten bakmaktır.″[1]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِيَّاكُمْ وَالْكِبْرَ فَإِنَّ إِبْلِيسَ حَمَلَهُ الْكِبْرُ عَلَى أَنْ لا يَسْجُدَ لآدَمَ وَإِيَّاكُمْ وَالْحِرْصَ فَإِنَّ آدَمَ حَمَلَهُ الْحِرْصُ عَلَى أَنْ أَكَلَ مِنَ الشَّجَرَةِ وَإِيَّاكُمْ وَالْحَسَدَ فَإِنَّ ابْنَيْ آدَمَ إِنَّمَا قَتَلَ أَحَدُهُمَا صَاحِبَهُ حَسَدًا (ابن عساكر عن ابن مسعود)

″Kibirden sakının. Şüphesiz ki kibir, şeytanı Âdem’e secde etmemeye sevk etmiştir. Hırstan da sakının. Zîrâ hırs, Âdem’i mâlum ağaçtan yemeğe sevk etmiştir. Hasetten de sakının. Zîrâ Âdem’in iki oğlundan biri kardeşini ancak haset sebebiyle öldürmüştür. İşte bunlar her hatânın aslıdır.″[2]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تَعَوَّذُوا بِاللّٰهِ مِنْ فَخْرِ الْقُرّٰاءِ فَهُمْ أَشَدُّ فَخْرًا مِنَ الْجَبَابِرَةِ وَلَا شَيْئَ أَبْغَضُ اِلَى اللّٰهِ مِنْ قَارِئٍ فَخُورٍ (الديلمى عن انس)

″Okuduğuna mağrur olan Kur’ân okuyucularının şerrinden Allah’a sığının. Çünkü onlar cebbârlardan daha kibirlidirler. Allah’ın en fazla buğzettiği kimseler, mağrur (kibirli ve kendini beğenen) bu âlimlerdir.″[3]

Kibir hakkında İmam Ali Kerremallâhu veche de şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثٌ مَنْ فَعَلَهُنَّ لَمْ يُكْتَبْ مُسْتَكْبِرًا: مَنْ رَكِبَ الْحِمَارَ وَلَمْ يَسْتَنْكِفْ، وَمَنِ اِعْتَقَلَ الشَّاةَ وَاحْتَلَبَهَا، وَأَوْسَعَ لِلْمِسْكِينِ وَأَحْسَنَ مُجَالَسَتَهُ (ابن أبي حاتم عن علي)

″Şu üç şeyi yapan kişi kibirlenenlerden yazılmaz: Eşeğe binen ve binmekten utanmayan, koyunu bağlayıp da sağan ve fakire oturmak için yer verip onunla güzel bir şekilde muhabbet eden.″[4]


[1] Sahih-i Müslim, Îman 39 (147).

[2] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 173/5.

[3] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 255/7.

[4] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 9, s. 40.


﴿ وَاقْصِدْ ف۪ي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَۜ اِنَّ اَنْكَرَ الْاَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَم۪يرِ۟ ﴿١٩﴾

19. Sükûnet ve vakar ile yürü. Söz söylerken bağırma. Şüphesiz ki, seslerin en çirkini, elbette eşeklerin sesidir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de geçen hususlarla ilgili olarak Ebû Abdullah el-Cedelî Radiyallâhu anhu, Hz. Âişe’ye Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkından sorunca, kendisine şöyle buyurmuştur:

كَانَ أَحْسَنَ النَّاسِ خُلُقًا لَمْ يَكُنْ فَاحِشًا وَلَا مُتَفَحِّشًا وَلَا صَخَّابًا فِي الْأَسْوَاقِ وَلَا يَجْزِي بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ وَلَكِنْ يَعْفُو وَيَصْفَحُ (حب عن ابى عبد اللّٰه الجدلى)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, insanların en güzel ahlâklısı idi. Her zaman sükûnet ve vakarla hareket eder, aslâ yüksek sesle konuşmaz ve kötülüğe kötülükle mukabelede bulunmazdı. Bilakis, affeder ve hoşgörülü davranırdı.″[1]

Sükûnet ve vakar ile hareket etmek gerektiğine dair de çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir.

Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

أَنَّهُ دَفَعَ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ عَرَفَةَ فَسَمِعَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَرَاءَهُ زَجْرًا شَدِيدًا وَضَرْبًا وَصَوْتًا لِلْإِبِلِ فَأَشَارَ بِسَوْطِهِ إِلَيْهِمْ وَقَالَ أَيُّهَا النَّاسُ عَلَيْكُمْ بِالسَّكِينَةِ فَإِنَّ الْبِرَّ لَيْسَ بِالْإِيضَاعِ أَوْ ضَعُوا أَسْرَعُوا (خ عن ابن عباس)

Arefe günü Arafat’tan Müzdelife’ye dönerken, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem arka tarafta bâzı kimselerin bağırıp çağırdığını, develerine vurduğunu duyunca, kamçısıyla işâret ederek onları sükûnete dâvet etmiş ve ″Ey insanlar! Sükûnetle hareket edin! Acele etmekle sevap kazanılmaz″ diye buyurmuştur.[2]

Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِذَا سَمِعْتُمْ الْإِقَامَةَ فَامْشُوا إِلَى الصَّلَاةِ وَعَلَيْكُمْ بِالسَّكِينَةِ وَالْوَقَارِ وَلَا تُسْرِعُوا فَمَا أَدْرَكْتُمْ فَصَلُّوا وَمَا فَاتَكُمْ فَأَتِمُّوا (خ عن ابى هريرة)

″Kamet getirildiği zaman, namaza koşarak değil, sekînet ve vakarlı olarak gelin. Yetişebildiğiniz kadarını imamla birlikte kılın. Yetişemediğiniz rek’atları da kendiniz tamamlayın.″[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

سُرْعَةُ الْمَشْيِ تُذْهِبُ بَهَاءَ الْمُؤْمِنِ (حل عن أبي هريرة، خط في الجامع، فر عن ابن عمر)

″Hızlıca yürümek, Mü’minin göz alıcı vasıflarını giderir.″[4]


[1] Sahih-i İbn-i Hibban, Hadis No: 6551; Sünen-i Tirmizî, Birr 69; Sünen-i Dârimî, Mukaddime 2.

[2] Sahih-i Buhârî, Hac, 94.

[3] Sahih-i Buhârî, Ezan 20-21.

[4] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 41620.


﴿ اَلَمْ تَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةًۜ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُن۪يرٍ ﴿٢٠﴾

20. Allah’u Teâlâ’nın, göklerde ve yerde olan şeyleri hizmetinize verdiğini ve size açık ve gizli nîmetlerini tamamladığını görmüyor musunuz? İnsanlardan öylesi vardır ki, ne bir ilme, ne hidâyete ulaştıran bir rehbere, ne de nurlandıran bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücâdele eder.

İzah: Allah’u Teâlâ’nın, kullarına nîmetleri pek çoktur. Bu nîmetlerin en büyüğü İslâm nîmetidir. Bu nîmet, Mü’minlerin dillerinde Kelime-i Tevhid ile açık bir şe­kilde görülür. Kalplerinde ise, gözle görülmeyen bir şekilde yaşar.

Yine Allah Teâlâ’nın, Peygamberler göndermesi ve kitaplar indirmesi de, gözle görülen büyük nîmetlerdendir. Mü’minlerin kalbinde itikâdi şüpheleri gidermesi ve onların mânevi hastalıklarını tedâvi etmesi de gözle görülmeyen nîmetlerdendir.

Yine Âyet-i Kerîme’de geçen İlim, aklî ve naklî olan delillerdir. İnsanları hidâyete ulaştıran rehber, Peygamberler ve âlimlerdir. Nûrlandıran bir kitap ise, Kur’ân-ı Kerîm’dir.


﴿ وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ الشَّيْطَانُ يَدْعُوهُمْ اِلٰى عَذَابِ السَّع۪يرِ ﴿٢١﴾

21. Onlara: ″Allah’ın indirdiğine tâbi olun″ denildiği zaman, ″Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola tâbi oluruz″ dediler. Şeytan onları ve babalarını Cehennem azâbına dâvet ettiği halde, yine babalarının gittiği yola gidecekler mi?


﴿ وَمَنْ يُسْلِمْ وَجْهَهُٓ اِلَى اللّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۜ وَاِلَى اللّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ ﴿٢٢﴾

22. Her kim amelinde ihlaslı olarak yüzünü Allah’a teslim ederse (O’na yönelirse), muhakkak ki en sağlam kulpa sarılmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a dönecektir.

İzah: Her kim ihlaslı bir şekilde sâlih amellerde bulunarak bütün varlığıyla Hakk’a yönelirse, işte en sağlam kulpa yapışmış olur; kendisini her türlü kötülüklerden kurtaracak olan Allah’ın rızâsına kavuşur. Âhirette, herkes hayır veya şer yaptığının karşılığını mutlakâ görecektir.


﴿ وَمَنْ كَفَرَ فَلَا يَحْزُنْكَ كُفْرُهُۜ اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ فَنُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٢٣﴾

23. Ey Resûlüm! Her kim de kâfir olursa, onun kâfirliği seni mahzun etmesin. Onların dönüşü Bizedir. O vakit, yaptıklarını kendilerine haber veririz. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, kalplerde olanı hakkıyla bilir.


﴿ نُمَتِّعُهُمْ قَل۪يلًا ثُمَّ نَضْطَرُّهُمْ اِلٰى عَذَابٍ غَل۪يظٍ ﴿٢٤﴾ وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٥﴾ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ ﴿٢٦﴾

24-26. O kâfirlere, dünyâ hayatında bir miktar tat aldırırız. Sonra da onları şiddetli bir azaba uğratırız.* Yemin olsun ki onlara: ″Gökleri ve yeri kim yarattı?″ diye sorsan, elbette ″Allah″ derler. Ey Habîbim! Sen de: ″Allah’a hamd olsun!″ de. Fakat onların çoğu bilmezler.* Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, hiçbir şeye muhtaç değildir, hamde lâyık olandır.


﴿ وَلَوْ اَنَّ مَا فِي الْاَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ اَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِه۪ سَبْعَةُ اَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٢٧﴾

27. Yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, ondan başka yedi deniz de ona yardım etse, Allah’ın kelimeleri (ilim ve hikmeti) yazmakla bitmez. Şüphesiz Allah’u Teâlâ her şeye gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İzah: Allah’u Teâlâ’nın ilminin nihâyeti yoktur. Bunu insanlar akıllarıyla hiçbir şekilde anlayamazlar. Bu husus benzer şekilde Sûre-i Kehf, Âyet 109’da da şöyle geçmektedir:

Ey Resûlüm! De ki: ″Eğer Rabbinin kelimelerini (ilim ve hikmetini) yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve etsek, denizler biter, Rabbinin kelimeleri bitmez.″

Bu konu hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i Kehf, Âyet 109’un izahına bakınız.


﴿ مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ ﴿٢٨﴾

28. Sizin yaratılmanız da, tekrar diriltilmeniz de ancak bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, her şeyi işiten ve görendir.

İzah: Dünyâ kurulduğundan kıyâmete kadar insanların tamamının yaratılması ve öldükten sonra diriltilerek mahşere getirilmesi, Allah’u Teâlâ için sâdece bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. Allah’u Teâlâ’nın böyle beyan etmesi, kulların daha iyi anlayabilmesi içindir. Yoksa, Allah’u Teâlâ için hiçbir zorluk yoktur.

Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 117’de şöyle buyurmuştur:

″Allah’u Teâlâ, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O, bir şeyin olmasını istediği zaman, ona sâdece ″Ol″ der, o da hemen oluverir.″


﴿ اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۘ كُلٌّ يَجْر۪ٓي اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَاَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ ﴿٢٩﴾ ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْحَقُّ وَاَنَّ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الْبَاطِلُۙ وَاَنَّ اللّٰهَ هُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ۟ ﴿٣٠﴾

29-30. Görmez misin ki, şüphesiz Allah’u Teâlâ, geceyi gündüze girdirir, gündüzü de geceye girdirir. Güneşi ve ayı sizin hizmetinize vermiştir. Bunların her biri (belli bir yörüngede), belli bir vakte kadar hareketine devam eder. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızdan haberdardır.* Bu böyledir. Çünkü hak olan şüphesiz ancak Allah’tır. O’ndan başka ibâdet ettikleri hep bâtıldır. Muhakkak ki Allah’u Teâlâ çok yücedir, çok büyüktür.


﴿ اَلَمْ تَرَ اَنَّ الْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِنِعْمَتِ اللّٰهِ لِيُرِيَكُمْ مِنْ اٰيَاتِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿٣١﴾ وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ ﴿٣٢﴾

31-32. Size kudretinin bâzı delillerini göstermek için, Allah’ın nîmetiyle gemilerin denizde yüzdüğünü görmez misin? Şüphesiz bunlarda, sabredenler ve şükredenler için elbette ibretler vardır.* Ve onları (müşrikleri), dağlar ve bulutlar gibi dalgalar sardığı vakit, onlar dîni sâdece O’na hâlis kılarak Allah’a duâ ederler. Allah’u Teâlâ onları selâmetle karaya çıkardığı zaman, onlardan sâdece bir kısmı hak yolu tutar. Bizim âyetlerimizi, gaddar ve nankör olanlardan başkası inkâr etmez.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Ve onları (müşrikleri), dağlar ve bulutlar gibi dalgalar sardığı vakit, onlar dîni sâdece O’na hâlis kılarak Allah’a duâ ederler diye buyrulmaktadır. Yani, müşrikler gemiye bindiğinde, gemi fırtınaya kapılıp batma tehlikesi geçirirse, hemen Allah’a ortak koştukları putları bırakarak, sâdece Allah’a ihlasla duâ ederler ve o âfetten kurtulmayı dilerler, demektir.


﴿ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ وَاخْشَوْا يَوْمًا لَا يَجْز۪ي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِه۪ۘ وَلَا مَوْلُودٌ هُوَ جَازٍ عَنْ وَالِدِه۪ شَيْـًٔاۜ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ ﴿٣٣﴾

33. Ey insanlar! Rabbinizden korkun. Babanın, çocuğunun cezâsını çekmeyeceği, çocuğun da babasının cezâsını çekmeyeceği o günden çekinin. Şüphesiz ki Allah’ın vaadi haktır. O halde bu dünyâ hayatı sizi aldatmasın. Şeytan da sizi Allah ile (O’nun affına güvendirerek) aldatmasın.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de: ″Babanın, çocuğunun cezâsını çekmeyeceği, çocuğun da babasının cezâsını çekmeyeceği o günden çekinin″ diye buyrulmaktadır. Yani, hiçbir zaman bir baba, çocuğunun günahını yüklenmeyeceği gibi, hiçbir evlat da babasının günahını yüklenmeyecektir. Yani, biri diğerinin yerine sorgulanmayacaktır, demektir. Yoksa Mü’min olduğu halde, babanın oğluna, oğlunda babaya faydası vardır.

Nitekim çocukların şefaatine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ مَاتَ لَهُ ثَلَاثَةٌ مِنْ الْوَلَدِ لَمْ يَبْلُغُوا الْحِنْثَ كَانَ لَهُ حِجَابًا مِنْ النَّارِ أَوْ دَخَلَ الْجَنَّةَ (خ عن ابى هريرة)

″Müslüman olan bir kimsenin üç evlâdı ergenlik çağına erişmeden önce ölürse, bu çocuklar onun için Cehenneme perde olur ve o kimse Cennete girer.″[1]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Şeytan da sizi Allah ile (O’nun affına güvendirerek) aldatmasın″ diye buyrulmaktadır. Yani şeytan, ″Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir, sizi affeder, istediğiniz kadar zevkinize bakın, sizi günahlarınızdan dolayı azâba çarptırmaz″ der ve Allah’ın affına güvendirerek, sizi gaflete düşürmeye ve hâlinizi düzeltmekten sizi menetmeye çalışır. Onun vesveselerine kapılmayın, demektir.


[1] Sahih-i Buhârî, Cenâiz 91.


﴿ اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿٣٤﴾

34. Kıyâmetin ne zaman kopacağına dair bilgi, ancak Allah katındadır. Yağmuru O indirir ve rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah’u Teâlâ her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında Sâlim İbn-i Abdullah Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

مَفَاتِحُ الْغَيْبِ خَمْسٌ {إِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنْزِلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللّٰهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ} (خ عن سالم بن عبد اللّٰه)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Gaybın anahtarları beştir″ diye buyurmuş ve Sûre-i Lokmân, Âyet 34’ü okumuştur.[1]

Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

Cebrâil Aleyhisselâm insan sûretinde gelerek Resûlü Ekrem Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bâzı sorular sormuştur. Bunlardan biri de: ″Yâ Resûlallah! Kıyâmet ne zaman kopacaktır?″ sorusudur. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bu soruya cevap olarak:

مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا بِأَعْلَمَ مِنْ السَّائِلِ وَلَكِنْ سَأُحَدِّثُكَ عَنْ أَشْرَاطِهَا إِذَا وَلَدَتْ الْأَمَةُ رَبَّتَهَا فَذَلِكَ مِنْ أَشْرَاطِهَا وَإِذَا تَطَاوَلَ رِعَاءُ الْغَنَمِ فِي الْبُنْيَانِ فَذَلِكَ مِنْ أَشْرَاطِهَا فِي خَمْسٍ لَا يَعْلَمُهُنَّ إِلَّا اللّٰهُ فَتَلَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ {إِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللّٰهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ} الْآيَةَ (ه عن ابى هريرة)

″Bu konuda sorulan, sorandan daha âlim değildir. Lâkin ben sana onun alâmetlerini haber ve­reyim: Câriye kendi sahibesini doğurduğu zaman, işte bu, kıyâmetin alâmetlerindendir. Fakir olan koyun çobanlarının bina yapmada birbirleriyle yarıştıklarını gördüğün zaman, işte bu da kıyâmetin alâmetlerindendir. Kıyâmetin vakti, Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği şu beş şeyin içindedir″ diye buyurduktan sonra: ″Kıyâmetin ne zaman kopacağına dair bilgi, ancak Allah katındadır. Yağmuru O indirir ve rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah’u Teâlâ her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır″ mealindeki Sûre-i Lokmân, Âyet 34’ü okudu.[2]


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i En’âm 1; Tefsir-i Lokmân 3.

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 9. Ayrıca bakınız: Sahih-i Müslim, Îman 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 17; Sünen-i Nesâî, Îman 5.