ŞEMS SÛRESİ

Bu sûre 15 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. İsmini, ilk âyetinde geçen ve ″Güneş″ anlamına gelen ″Şems″ kelimesinden almıştır.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَاۙ ۖ ﴿١﴾ وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَاۙ ۖ ﴿٢﴾ وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَاۙ ۖ ﴿٣﴾ وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَاۙ ۖ ﴿٤﴾ وَالسَّمَٓاءِ وَمَا بَنٰيهَاۙ ۖ ﴿٥﴾ وَالْاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَاۙ ۖ ﴿٦﴾ وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙ ۖ ﴿٧﴾ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙ ۖ ﴿٨﴾ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙ ۖ ﴿٩﴾ وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ ﴿١٠﴾

1-10. Güneşe ve aydınlığına,* onu tâkip eden aya,* güneşi ortaya çıkaran gündüze,* güneşin aydınlığını örten geceye,* göğe ve onu bina edene,* yere ve onu yayana,* nefse ve onu yaratana,* sonra da ona kötülüğünü ve takvâsını ilham edene yemin olsun ki,* nefsini (kötülüklerden) arındıran şüphesiz felâha ermiştir.* Nefsini kötülüklere gömen de hüsrâna uğramıştır.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: Nefse ve onu yaratana,* sonra da ona kötülüğünü ve takvâsını ilham edene yemin olsun ki″ diye buyrulmaktadır. Allah’u Teâlâ her insanı yaratmış, ona hayır ve şerri anlayabilecek irâde vermiştir. Bu husus Sûre-i Beled, Âyet 10’da geçen ″Ve ona hayır ve şer yollarını göstermedik mi?″ buyruğu gibidir. Allah’u Teâlâ insana hayır yolunu da göstermiş şer yo­lunu da göstermiş ve insanı bu yollardan birini tercih etmekte serbest bırakmıştır.

Bu husus Sûre-i İnsân, Âyet 3’te de şöyle geçmektedir:

″Şüphesiz ki, Biz insana hidâyet yolunu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör.

Âyet-i Kerîme’de geçen ″İlham″ ifadesine, Rûh’ul-Beyan tefsirinde şu şekilde farklı bir mânâ da verilmiştir:

İlham, sâdece iyi şeylerin bildirilmesinde kullanılan bir kelimedir. Kötülük hakkında ″Rabbim bana şöyle ilham etti″ diye söylenemez. Allah’u Teâlâ’nın bu âyetteki ″Ona kötülüğünü ve takvâsını ilham edene″ diye geçen ifadesindeki maksat ise, kötülüklerin bunları işlenmek için değil, bunlardan kaçınmak için; iyiliğin ise işlenmek için ilham edilmiş olmasıdır. Allah’u Teâlâ nasıl ki, çirkin işleri emretmezse bunları ilham da etmez.

Allah’u Teâlâ râzı olduğu kullara takvâ ile amel edebilmeleri için dâima hatalarını ve günahlarını ilham ederek hatırlatır. Böylece o kul, kötülüklerden arınıp takvâ ile amel ederek Allah’u Teâlâ’ya yakınlığını daha artırır.

Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Nefse ve onu yaratana,* sonra da ona kötülüğünü ve takvâsını ilham edene yemin olsun ki″ diye geçen Sûre-i Şems, Âyet 7-8’i okuduktan sonra şöyle buyurdu:

اَللّٰهُمَّ آتِ نَفْسِي تَقْوَاهَا أَنْتَ وَلِيُّهَا وَمَوْلاهَا وَخَيْرُ مَنْ زَكَّاهَا (طب عن ابن عباس)

″Allah’ım! Sen benim nefsime takvâsını ihsan buyur; tertemiz edip arındır. Sen onun dostusun ve mevlâsısın. Sen onu tertemiz edenlerin en hayırlısısın.″[1]

Âyet-i Kerîme’de geçen ″Nefsini (kötülüklerden) arındıran ifadesi; nefsini uslandırıp temizleyen, terbiye eden kimsedir. İşte o kimse kurtuldu, demektir. Nefsin kötülüklerden nasıl arınacağı Sûre-i A’lâ, Âyet 14-15’te:

Şüphesiz ki nefsini (kötülüklerden) arındıran felâha ermiştir* ve o, Rabbinin ismini zikreder, namazı da kılardiye geçmektedir.


[1] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 11028.


﴿ كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوٰيهَاۙ ۖ ﴿١١﴾ اِذِ انْبَعَثَ اَشْقٰيهَاۙ ۖ ﴿١٢﴾ فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللّٰهِ نَاقَةَ اللّٰهِ وَسُقْيٰيهَا۠ ﴿١٣﴾ فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَاۙ ۖ فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوّٰيهَاۙ ۖ ﴿١٤﴾ وَلَا يَخَافُ عُقْبٰيهَا ﴿١٥﴾

11-15. Semud kavmi, azgınlıkları sebebiyle Peygamberlerini yalanladı.* Onların en şâkisi, (mûcize olarak çıkan devenin ayaklarını kesmek için) süratle fırladığı zaman,* Allah’ın Resûlü onlara: ″Allah’ın devesini ve sudan nasibini bırakın″ dedi.* Onlar da Peygamberlerinin vaadini yalanladılar ve deveyi öldürdüler. Rableri, günahları sebebiyle onların hepsini azap ile helâk etti.* Allah’u Teâlâ, bunun sonucundan çekinmez de!

İzah: Sâlih Aleyhisselâm’ın mûcizesi olan deveyi kesen kişi hakkında Abdullah b. Zem‘a Radiyallâhu anhu‘dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

خَطَبَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَذَكَرَ النَّاقَةَ وَذَكَرَ الَّذِي عَقَرَهَا فَقَالَ ‏إِذِ انْبَعَثَ أَشْقَاهَا انْبَعَثَ بِهَا رَجُلٌ عَزِيزٌ عَارِمٌ مَنِيعٌ فِي رَهْطِهِ مِثْلُ أَبِي زَمْعَةَ ... (م عن عبد اللّٰه بن زمعة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem hutbe okudu ve Sâlih Aleyhisselâm‘ın dişi devesini ve onun ayak sinirlerini kesip öldüren kimseyi zikrederek: ″Onların en şâkisi, (mûcize olarak çıkan devesinin ayaklarını kesmek için) süratle fırladığı zaman″ diye geçen Sûre-i Şems, Âyet 12’yi okudu ve dişi deveye karşı kalkıp fırlayan o kimse; kendi kavmi içinde arkalı, kuvvetli, şerli ve çok menedici bir adamdı. Tıpkı Mekke‘deki Ebû Zem‘a gibi″ buyurdu.[1]

Câbir İbn-i Semure Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle anlatılmaktadır:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَلِعَلِيٍّ:مَنْ أَشْقَى الْأَوَّلِينَ؟ قَالَ: عَاقِرُ النَّاقَةِ. قَالَ: فَمَنْ أَشْقَى الْآخِرِينَ؟ قَالَ: اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ. قَالَ: قَاتِلُكَ يَا عَلِيّ (كر عن جابر بن سمرة)

Resûlallah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Ali’ye: ″Öncekilerin en şâkisinin kim olduğunu biliyor musun?″ diye sordu. ″Dişi deveyi kesendir″ diye buyurdu. Sonra, ″Sonrakilerin en şâkisinin kim olduğunu biliyor musun?″ diye sordu. ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir″ deyince de, ″Seni öldürecek olan (İbn-i Mülcem), Yâ Ali!″ di­ye buyurdu.[2]

Sâlih Aleyhisselâm‘ın kavmi olan Semud’un, bu deve kıssası hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i A’râf, Âyet 76-79 ve izahına bakınız.


[1] Sahih-i Müslim, Cennet 13 (49).

[2] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 36429; Ebû Ya’la, Müsned, Hadis No: 464; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 7159.