KAMER SÛRESİ

Bu sûre 55 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. Mekkeli müşriklerin, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den ayı yeryüzüne getirerek ikiye ayırmasını istemeleri üzerine, Resûlü Ekrem tarafından bu mûcize gerçekleştirilmiştir. Bu sûrenin ilk âyetlerinde, bu hâdise anlatıldığı için ″Ay Sûresi″ anlamına gelen ″Kamer Sûresi″ ismi verilmiştir.

Bu sûre hakkında Ubeydullah İbn-i Abdullah Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ سَأَلَ أَبَا وَاقِدٍ اللَّيْثِيَّ مَا كَانَ يَقْرَأُ بِهِ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الْأَضْحَى وَالْفِطْرِ فَقَالَ كَانَ يَقْرَأُ فِيهِمَا بِق وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ وَاقْتَرَبَتْ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ (م عن عبيد اللّٰه بن عبد اللّٰه)

Hz. Ömer’den rivâyete göre, Ebû Vakid el-Leysi’ye, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Kurban Bayramı ile Ramazan Bayramı namazlarında hangi sûreleri okuduğunu sormuş, o da şöyle cevap vermiştir: Bu iki bayram namazında, ″Kâf. Şânı yüce olan Kur’ân’a yemin olsun ki…″ diye başlayan Kâf Sûresi’ni ve ″Kıyâmet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı″ diye başlayan Kamer Sûresi’ni okurdu.[1]


[1] Sahih-i Müslim, Salât’ul-İydeyn 4.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ ﴿١﴾ وَاِنْ يَرَوْا اٰيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ ﴿٢﴾ وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ وَكُلُّ اَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ ﴿٣﴾

1-3. Kıyâmet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı.* Onlar, (Resûlün Peygamberliğine delil olan) bir mûcize görürlerse, ondan yüz çevirirler ve ″Bu, süregelen bir sihirdir″ derler.* Ve onlar, Resûlü yalanladılar ve nefislerinin arzularına uydular. Her iş, sonunda yerini bulacaktır.

İzah: Müşriklerin talepleri üzerine, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mûcize olarak ayı iki eşit parçaya bölüp yeryüzüne indirmesi ve ayın, Resûlü Ekrem Efendimizin Peygamberliğine şâhitlik etmesi hâdisesi çok sayıda Sahâbî tarafından hadis kitaplarında nakledilmiştir. Bu hadislerden bâzıları şöyledir:

Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu şöyle buyurmuştur:

سَأَلَ أَهْلُ مَكَّةَ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ آيَةً فَانْشَقَّ الْقَمَرُ بِمَكَّةَ مَرَّتَيْنِ فَنَزَلَتْ {اقْتَرَبَتْ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ إِلَى قَوْلِهِ سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ} يَقُولُ ذَاهِبٌ (ت عن انس)

Mekkeliler, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’den (ayın ikiye bölünmesi ile ilgili) mûcize istediler. Bunun üzerine Mekke’de ay iki parçaya ayrıldı. İşte, ″Kıyâmet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı″ diye başlayıp, ″Bu süregelen bir sihirdir″ derler, diye devam eden Sûre-i Kamer, Âyet 1-2 bunun üzerine nâzil oldu.[1]

İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

بَيْنَمَا نَحْنُ مَعَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِمِنًى فَانْشَقَّ الْقَمَرُ فَلْقَتَيْنِ فَلْقَةٌ مِنْ وَرَاءِ الْجَبَلِ وَفَلْقَةٌ دُونَهُ فَقَالَ لَنَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اشْهَدُوا يَعْنِي {اقْتَرَبَتْ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ} (خ ت عن ابن مسعود)

Biz Mina’da, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ile beraber iken ay, bir parçası Hıra Dağı’nın ötesine diğeri de berisine olmak üzere ikiye bölündü. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ″Şâhit olun″ buyurdu ve ″Kıyâmet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı″ diye geçen Sûre-i Kamer, Âyet 1’i okudu.[2]

Bu mûcizeyi İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle anlatmaktadır:

اِجْتَمَعَ الْمُشْرِكُونَ إِلَى رَسُول اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَالُوا: إِنْ كُنْت صَادِقًا فَاشْقُقْ لَنَا الْقَمَر فِرْقَتَيْنِ نِصْف عَلَى أَبِي قُبَيْس وَنِصْف عَلَى قُعَيْقِعَان فَقَالَ لَهُمْ رَسُول اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنْ فَعَلْت تُؤْمِنُونَ قَالُوا: نَعَمْ؟ وَكَانَتْ لَيْلَة بَدْر فَسَأَلَ رَسُول اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَبّه أَنْ يُعْطِيه مَا قَالُوا فَانْشَقَّ الْقَمَر فِرْقَتَيْنِ وَرَسُول اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُنَادِي الْمُشْرِكِينَ: يَا فُلَان يَا فُلَان اِشْهَدُوا. (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابن عباس)

Müşrikler bir araya gelerek, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına gittiler ve dediler ki: ″Şâyet sen doğru söylüyorsan, haydi ayı ikiye ayır da biz de onu görelim. Bunun yarısı Ebû Kubeys Tepesi üzerinde, ya­rısı da Kuaykıan Tepesi üzerinde olsun.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kendileri­ne: ″Bunu yaparsam îman edecek misiniz?″ diye sordu. Onlar: ″Evet″ dediler. Gece dolunay gecesi idi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Rabbinden istediklerini kendisine vermesini diledi. Gerçekten de ay iki parçaya ayrıldı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de müş­riklere: ″Ey filan! Ey filan! Şâhit olun″ diye seslendi.[3]

İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de bu husus şöyle geçmektedir:

اِنْشَقَّ الْقَمَر عَلَى عَهْد رَسُول اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ قُرَيْش: هَذَا مِنْ سِحْر اِبْن أَبِي كَبْشَة سَحَرَكُمْ فَاسْأَلُوا السُّفَّار فَسَأَلُوهُمْ فَقَالُوا: قَدْ رَأَيْنَا الْقَمَر اِنْشَقَّ فَنَزَلَتْ: اِقْتَرَبَتْ السَّاعَة وَانْشَقَّ الْقَمَر. وَإِنْ يَرَوْا آيَة يُعْرِضُوا (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابن مسعود)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem döneminde ay ikiye ayrıldı. Kureyşliler de: ″Bu, Ebû Kebşe’nin oğlunun bü­yüsünden dolayı böyledir. O sizi büyülemiş bulunuyor. Bundan dolayı yol­culuktan dönecek olanlara sorunuz″ dediler. Yolculuktan dönenlere sordular. Onlar da: ″Biz ayın ikiye ayrıldığını gördük″ dediler. İşte bunun üzerine: Kıyâmet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı.* Onlar, (Resûlün Peygamberliğine delil olan) bir mûcize görürlerse, ondan yüz çevirirler ve ″Bu süregelen bir sihirdir″ derler, diye geçen Sûre-i Kamer, Âyet 1-2 nâzil oldu.[4]

Yine nakledildiğine göre:

أَنَّهُ خَطَبَ بِالْمَدَائِنِ ثُمَّ قَالَأَلَا إِنَّ السَّاعَة قَدْ اِقْتَرَبَتْوَأَنَّ الْقَمَرقَدْاِنْشَقَّ عَلَى عَهْد نَبِيّكُمْ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن حذيفة)

Huzeyfe Radiyallâhu anhu, Medâin’de bir hutbe okumuş ve sonra şöy­le demiştir: ″Haberiniz olsun ki, kıyâmet yaklaştı ve ay, Peygam-beriniz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in döneminde ikiye ayrılmış bulunuyor.″[5]

Cübeyr b. Mutim Radiyallâhu anhu da şöyle demiştir:

انْشَقَّ الْقَمَرُ عَلَى عَهْدِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى صَارَ فِرْقَتَيْنِ عَلَى هَذَا الْجَبَلِ وَعَلَى هَذَا الْجَبَلِ فَقَالُوا سَحَرَنَا مُحَمَّدٌ فَقَالَ بَعْضُهُمْ لَئِنْ كَانَ سَحَرَنَا فَمَا يَسْتَطِيعُ أَنْ يَسْحَرَ النَّاسَ كُلَّهُمْ (حم ت عن جبير بن مطعم)

Ay, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in zamanında bölünerek şu dağın üzerinde iki parça oldu. Bunun üzerine Mekke müşrikleri: ″Muhammed bizi büyüledi″ dediler. Onlardan bâzıları da: ″Bizi büyülediyse, tüm insanları da büyüleyemez ya″ dediler.[6]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mûcizelerinden biri de bu Sûre-i Kamer, Âyet 1-3’te geçtiği üzere; ayın, ikiye bölünüp küçülerek yeryüzüne gelmesi ve bir parçasının Ebû Kubeys Dağı’na, diğer parçasının da karşısındaki dağa inerek Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Peygamberliğine şâhitlik etmesidir.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından çok sayıda mûcize gösterilmiştir. Bu mûcizeler, Mü’minlerin îmanını artırmış, küfrü inâdi olanlar da, ″Bu bir sihirdir″ diyerek inkâr ettikleri için onların da küfürlerini artırmıştır.

Ayın ikiye ayrılarak yeryüzüne inmesi mûcizesi, Abdullah İbn-i Ömer, Huzeyfe, Cübeyr İbn-i Mut’îm, İbn-i Abbas, İbn-i Mes’ud ve Enes b. Mâlik Hazretlerinin de içinde bulunduğu büyük bir cemaat tarafından nakledilmiş olup, bunda bütün müfessirler icmâ etmiş ve hak olduğunu tasdik etmişlerdir. Bu husus bütün Müslümanlar tarafından nakilden nakile aktarılmış ve mütevatir derecesine ulaşmıştır. Bu sebeple inkârı, küfrü gerektirir.

Âyet-i Kerîme’de: ″Her iş, sonunda yerini bulacaktır″ diye geçen ifadeden maksat da şudur: Takdir edilen şeylerden her biri, bir gâyeye ulaşacaktır. Kıyâmetin vakti, Allah tarafından belirlenmiştir, mutlaka gerçekleşecektir. Kim, hayır veya şer ne yaparsa karşılığını görecektir. Yine son Peygamber olan Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Peygamberliği, şânının yüceliği ve gösterdiği mûcizelerin hak olduğu ortaya çıkacaktır. Ve onu inkâr edenler için elim bir azap, tasdik eden Mü’minlere de büyük mükâfat olacaktır. İşte bunlar hep Allah tarafından kararlaştırılmıştır.


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 55; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 12227.

[2] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Kamer 1, Menâkıb 24; Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 55.

[3] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17, s. 127.

[4] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17, s. 127.

[5] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17 s. 126; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 8953.

[6] Sünen-i Tirmzî, Tefsir’ul-Kur’ân 55; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 16150.


﴿ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مِنَ الْاَنْبَٓاءِ مَا ف۪يهِ مُزْدَجَرٌۙ ﴿٤﴾ حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُۙ ﴿٥﴾ فَتَوَلَّ عَنْهُمْۢ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ اِلٰى شَيْءٍ نُكُرٍۙ ﴿٦﴾ خُشَّعًا اَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ كَاَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌۙ ﴿٧﴾ مُهْطِع۪ينَ اِلَى الدَّاعِۜ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ ﴿٨﴾

4-8. Yemin olsun ki onlara, kendilerini inkârdan vazgeçirecek (geçmiş ümmetlere ait) nice haberler geldi.* Her biri tam bir hikmet olan haberler geldi. Fakat yapılan uyarılar onlara hiçbir fayda sağlamıyor.* Ey Resûlüm! O halde sen de o kâfirlerden yüz çevir. Dâvetçinin (İsrâfil’in), nefislerin hoşlanmadığı şeylere dâvet ettiği günü zikret.* O gün onlar, (korkunun şiddetinden) gözleri baygın bir halde, dağılmış çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.* O gün onlar, süratle dâvet edenin tarafına yönelirler. Kâfirler: ″Bugün çetin bir gündür″ derler.


﴿ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ ﴿٩﴾ فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ ﴿١٠﴾ فَفَتَحْنَٓا اَبْوَابَ السَّمَٓاءِ بِمَٓاءٍ مُنْهَمِرٍۘ ﴿١١﴾ وَفَجَّرْنَا الْاَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَٓاءُ عَلٰٓى اَمْرٍ قَدْ قُدِرَۚ ﴿١٢﴾ وَحَمَلْنَاهُ عَلٰى ذَاتِ اَلْوَاحٍ وَدُسُرٍۙ ﴿١٣﴾ تَجْر۪ي بِاَعْيُنِنَاۚ جَزَٓاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ ﴿١٤﴾ وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَٓا اٰيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ ﴿١٥﴾ فَكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ ﴿١٦﴾ وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ ﴿١٧﴾

9-17. Bunlardan evvel Nûh kavmi de yalanlamıştı. Onlar, kulumuzu (Nûh Aleyhisselâm’ı) yalanladılar ve ″Mecnûndur″ dediler. Ve onu tebliğden alıkoydular.* O da Rabbine: ″Şüphesiz ben, mağlup oldum, artık bana yardım et″ diye duâ etti.* Biz de boşanan sularla gök kapılarını açıverdik.* Yerin her tarafını pınar yaptık. Göğün ve yerin suları Allah’ın takdir ettiği üzere birleşti.* Nûh’u, tahtalarla yapılıp çivilenmiş gemiye bindirdik.* İnkâr edilen Nûh’a bir mükâfat olarak, o gemi korumamız ve himâyemiz altında yüzüyordu.* Yemin olsun ki Biz, bu hâdiseyi bir ibret olarak bıraktık. Fakat hani yâd edip ibret alan?* İşte bak, azâbım ve tehditlerim nasıl oldu?* Yemin olsun ki Biz, Kur’ân’ı düşünülüp ibret alınsın diye kolaylaştırdık. Fakat düşünüp ibret alan var mı?

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Yemin olsun ki Biz, Kur’ân’ı düşünülüp ibret alınsın diye kolaylaştırdık. Fakat düşünüp ibret alan var mı?″ diye buyrulmuştur. Buradan anlaşılan; Kur’ân’ı oku, düşün, ne dediğini anla, onunla amel et ve herkesi de onunla amel etmeye çağır, sâdece hikâye gibi okuyup geçme demektir.


﴿ كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ ﴿١٨﴾ اِنَّٓا اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحًا صَرْصَرًا ف۪ي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّۙ ﴿١٩﴾ تَنْزِعُ النَّاسَۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ ﴿٢٠﴾ فَكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ ﴿٢١﴾ وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ۟ ﴿٢٢﴾

18-22. Âd kavmi de (Hûd Aleyhisselâm’ı) yalanlamıştı. İşte bak, azâbım ve tehditlerim nasıl oldu?* Biz, onların üzerine uğursuzluğu dâim olan günde şiddetli bir rüzgâr gönderdik.* Öyle ki, insanları, kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi söküp atıyordu.* İşte bak, azâbım ve tehditlerim nasıl oldu?* Yemin olsun ki Biz, Kur’ân’ı düşünülüp ibret alınsın diye kolaylaştırdık. Fakat düşünüp ibret alan var mı?

İzah: Âd kavminin helâk olduğu güne, ″Uğursuzluğu dâim olan gün″ denmiştir. Çünkü Âd kavmi, helâk oldukları o günün uğursuzluğunu Cehennem azâbına girinceye kadar tatmaya devam edecektir.


﴿ كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ ﴿٢٣﴾ فَقَالُٓوا اَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُٓۙ اِنَّٓا اِذًا لَف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ ﴿٢٤﴾ ءَاُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ اَشِرٌ ﴿٢٥﴾ سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْاَشِرُ ﴿٢٦﴾ اِنَّا مُرْسِلُوا النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْۘ ﴿٢٧﴾ وَنَبِّئْهُمْ اَنَّ الْمَٓاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْۚ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ ﴿٢٨﴾ فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطٰى فَعَقَرَ ﴿٢٩﴾ فَكَيْفَ كَانَ عَذَاب۪ي وَنُذُرِ ﴿٣٠﴾ اِنَّٓا اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَش۪يمِ الْمُحْتَظِرِ ﴿٣١﴾ وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ ﴿٣٢﴾

23-32. Semud kavmi de uyarıcıları yalanlamıştı.* Onlar dediler ki: ″Bizden bir beşere mi tâbi olacağız? Tâbi olursak, azgın ve mecnûn oluruz.* İçimizden ona mı vahiy nâzil oldu? Bilakis o, yalancı ve mağrur bir kimsedir.″* Onlar, yakında yalancının ve mağrur olanın kim olduğunu bileceklerdir.* Şüphesiz Biz, onları imtihan için dişi deveyi göndereceğiz. Yâ Sâlih! Onları gözetle ve sabret.* Ve onlara, suyun deve ile kendileri arasında nöbetleşerek içileceğini haber ver. Her biri tayin olunan günde gelip sudan nasibini içsin.* Bunun üzerine onlar, dostlarını çağırdılar. O da kılıcını aldı, deveyi öldürdü.* İşte bak, azâbım ve tehditlerim nasıl oldu?* Şüphesiz Biz, onlara korkunç bir ses gönderdik. Artık onlar, ağıla konmuş kuru ot gibi oldular.* Yemin olsun ki Biz, Kur’ân’ı düşünülüp ibret alınsın diye kolaylaştırdık. Fakat düşünüp ibret alan var mı?

İzah: Semud kavmi ile ilgili olarak Câbir Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Tebuk Gazvesi’nde Hicr denilen yere indiğinde kalktı ve halka bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu:

يَا أَيُّهَا النَّاسُلَا تَسْأَلُوا نَبِيَّكُمْ عَنِ الآيَاتِ هَؤُلَاءِ قَوْمُ صَالِحٍ، سَأَلُوا نَبِيَّهُمْ أَنْ يَبْعَثَ لَهُمْ نَاقَةً فَفَعَلَ فَكَانَتْ تُرْوَى مِنْ هَذَا الْفَجِّ فَتَشْرَبُ مَاءَهُمْ يَوْمَ وِرْدِهَا وَيَحْلِبُونَ مِنْ لَبَنِهَا مِثْلَ الَّذِي كَانُوا يُصِيبُونَ مِنْ يَوْمِ غِبِّهَا ثُمَّ تَصْدُرُ مِنْ هَذَا الْفَجِّ فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَعَقَرُوهَا فَأَجَّلَهُمُ اللّٰهُ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ وَكَانَ وَعْدُ اللّٰهِ غَيْرَ مَكْذُوبٍ ثُمَّ جَاءَتْهُمُ الصَّيْحَةُ، فَأَهْلَكَ اللّٰهُ مَنْ كَانَ مِنْهُمْ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِلَّا رَجُلًا كَانَ فِي حَرَمِ اللّٰهِ، فَمَنَعَهُ حَرَمُ اللّٰهِ مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ قِيلَ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ، مَنْ هُوَ؟ قَالَ: أَبُو رِغَالٍ فِى مُسْنَدِ اَحْمَد بِالزِّيَادَةِ: فَلَمَّا خَرَجَ مِنَ الْحَرَمِ أَصَابَهُ مَا أَصَابَ قَوْمَهُ (حم ك عن جابر)

- Ey insanlar! Peygamberinizden mûcizeler isteyip durmayın. İşte Sâlih’in kavmi! Bunlar Peygamberlerinden mûcize olarak kendilerine bir deve getirmesini istediler. O da getirdi. Deve şu geniş yoldan geliyor ve kendi su içme gününde sularından içiyordu. Onlar da su içmediği günde kendilerinin içtikleri su kadarını da o deveden süt olarak sağıyorlardı. Sonra deve geldiği yerden geri dönüyordu. Sonunda onlar deveyi kestiler. Allah onlara üç gün mühlet verdi. Allah vaadinden dönmez. Üç gün sonra korkunç bir ses ile helâk oldular. Ancak Allah’ın Harem’inde (Kâbe’de) olan bir kişi kurtuldu. Allah’ın Harem’i, onu Allah’ın azâbından korudu. ″Yâ Resûlallah! O kişi kimdir?″ diye sordular. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ebû Riğal idi″ dedi. Bu adam, Allah’ın Harem’inden çıkınca, kavmine isâbet eden azap ona da isâbet etti.[1]

İşte Allah’u Teâlâ’nın, Sûre-i Kamer, Âyet 28’deki: ″Ve onlara, suyun deve ile kendileri arasında nöbetleşerek içileceğini haber ver″ mealindeki buyruğunda anlatılan bu olaydır.


[1] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3262; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 13644.


﴿ كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ ﴿٣٣﴾ اِنَّٓا اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍۙ ﴿٣٤﴾ نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَاۜ كَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ شَكَرَ ﴿٣٥﴾ وَلَقَدْ اَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ ﴿٣٦﴾ وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِه۪ فَطَمَسْنَٓا اَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَاب۪ي وَنُذُرِ ﴿٣٧﴾ وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّۚ ﴿٣٨﴾ فَذُوقُوا عَذَاب۪ي وَنُذُرِ ﴿٣٩﴾ وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ۟ ﴿٤٠﴾

33-40. Lût’un kavmi de uyarıcıları yalanlamıştı.* Şüphesiz ki, Biz onlara taş yağdıran bir rüzgâr gönderdik. Ancak (îman eden) Lût’un âilesini, seher vakti kurtardık.* Bu, onlar için tarafımızdan bir nîmet idi. İşte şükredeni böyle mükâfatlandırırız.* Yemin olsun ki Lût, onları azâbımızın şiddetiyle uyardı. Uyarılıp korkutulan şeylerde şüphe ettiler ve yalanladılar.* Yemin olsun ki onlar, Lût’un misafirleri hakkında kötülük yapmak istediler. Biz de onların gözlerini silip kör ettik. ″Haydi azâbımı ve tehtidlerimi tadın″ dedik.* Yemin olsun ki onları sabahleyin erkenden bir dâimî azap yakaladı.* ″Artık azâbımı ve tehditlerimi tadın!″ dedik.* Yemin olsun ki Biz, Kur’ân’ı düşünülüp ibret alınsın diye kolaylaştırdık. Fakat düşünüp ibret alan var mı?


﴿ وَلَقَدْ جَٓاءَ اٰلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُۚ ﴿٤١﴾ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا كُلِّهَا فَاَخَذْنَاهُمْ اَخْذَ عَز۪يزٍ مُقْتَدِرٍ ﴿٤٢﴾ اَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ اُو۬لٰٓئِكُمْ اَمْ لَكُمْ بَرَٓاءَةٌ فِي الزُّبُرِۚ ﴿٤٣﴾ اَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَم۪يعٌ مُنْتَصِرٌ ﴿٤٤﴾ سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ ﴿٤٥﴾

41-45. Yemin olsun ki Âl-i Firavun’a (Firavun ve ona tâbi olanlara) da uyarıcılar gelmişti.* Onlar, âyetlerimizin hepsini yalanladılar, Biz de onlara kuvvet ve kudret sahibine yakışan bir azapla azap ettik.* (Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa sizin için kitaplarda bir beraat mı var?* Yoksa ″Biz yardımlaşan bir cemaatiz″ mi diyorlar?* Onların cemaati, yakında hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Onların cemaati, yakında hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır″ diye buyrulmaktadır. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem daha Mekke’de iken Allah’u Teâlâ ona, müşriklerin ordusunu mağlup edeceğini haber vermiş ve bu haber Bedir Savaşı’nda gerçekleşmiştir.

Bu husus Sûre-i Sâd, Âyet 11’de de şöyle geçmektedir:

″Onlar, Peygamber aleyhinde toplanan fırkalardan olup, en yakın zamanda orada mağlup olacak bir ordudur.″

Bu husus İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle geçmektedir:

Bedir’de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâ ediyordu:

اللّٰهُمَّ إِنِّي أَنْشُدُكَ عَهْدَكَ وَوَعْدَكَ اللّٰهُمَّ إِنْ شِئْتَ لَمْ تُعْبَدْ فَأَخَذَ أَبُو بَكْرٍ بِيَدِهِ فَقَالَ حَسْبُكَ فَخَرَجَ وَهُوَ يَقُولُ {سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ} (خ عن ابن عباس)

″Ey Allah’ım! Bana vaad ettiğin yardımı lütfet. Yâ Rabbi, bu bir avuç Müslüman bugün yok olursa, yeryüzünde Sana ibâdet edecek kimse kalmayacak.″ Hz. Ebû Bekir, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu şekilde duâ ve yalvarışları karşısında dedi ki: ″Yâ Resûlallah! Duân Arş’ı titretti. Allah’u Teâlâ, vaadini elbette yerine getirecek.″ Peygamberimiz Efendimiz o anda, ″Onların cemaati, yakında hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır″ diye geçen Sûre-i Kamer, Âyet 45’i okudu.[1]


[1] Sahih-i Buhârî, Magâzi 4; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No:11807.


﴿ بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ اَدْهٰى وَاَمَرُّ ﴿٤٦﴾ اِنَّ الْمُجْرِم۪ينَ ف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍۢ ﴿٤٧﴾ يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلٰى وُجُوهِهِمْۜ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ ﴿٤٨﴾ اِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ ﴿٤٩﴾ وَمَٓا اَمْرُنَٓا اِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ ﴿٥٠﴾ وَلَقَدْ اَهْلَكْنَٓا اَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ ﴿٥١﴾

46-51. Asıl onlara vaad edilen kıyâmettir. O kıyâmet ise, daha dehşetli ve daha acıdır.* Şüphesiz mücrimler, dalâlette ve şiddetli Cehennem ateşindedirler.* Onlar, yüzüstü Cehenneme sürüklendikleri gün onlara, ″Cehennemin dokunuşunu tadın!″ denir.* Şüphesiz ki Biz, her şeyi bir kaderle (ölçülü ve hikmete uygun olarak) yarattık.* (Bir şeyin olmasını murad ettik mi) emrimiz, ancak bir defadır ve bir göz kırpması gibi serîdir.* Şüphesiz ki, sizin benzerlerinizi helâk ettik. Fakat ibret alan var mı?

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere kıyâmetin dehşeti ile ilgili Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

بَادِرُوا بِالْأَعْمَالِ سَبْعًا هَلْ تَنْتَظِرُونَ إِلَّا فَقْرًا مُنْسِيًا أَوْ غِنًى مُطْغِيًا أَوْ مَرَضًا مُفْسِدًا أَوْ هَرَمًا مُفَنِّدًا أَوْ مَوْتًا مُجْهِزًا أَوْ الدَّجَّالَ فَشَرُّ غَائِبٍ يُنْتَظَرُ أَوْ السَّاعَةَ فَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ (ت عن ابى هريرة)

″Yedi şey gelmeden önce hayırlı ameller işlemeye bakın, neyi bekliyorsunuz? Her şeyi unutturan yoksulluğu mu? Azdırıp saptıran zenginliği mi? Bedeni bozan hastalığı mı? Bunaklık meydana getiren ihtiyarlığı mı? Ansızın geliveren ölümü mü? Yoksa Deccal’ı mı? Deccal, beklenilen en kötü şeydir. Yoksa kıyâmet saatini mi? O kıyâmet ise, daha dehşetli ve daha acıdır.″[1]

Sûre-i Kamer, Âyet 48-49’un nüzul sebebine dair de Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu şöyle anlatmaktadır:

جَاءَ مُشْرِكُو قُرَيْشٍ يُخَاصِمُونَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الْقَدَرِ فَنَزَلَتْ {يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ} (م عن ابى هريرة)

Kureyş müşrikleri, kader hakkında tartışmak için Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldiler. Bunun üzerine: ″Onlar, yüzüstü Cehenneme sürüklendikleri gün onlara, ″Ateşin elemini tadın″ denir.* Şüphesiz ki Biz, her şeyi bir kaderle (ölçülü ve hikmete uygun olarak) yarattık″ diye geçen âyetler nâzil oldu.[2]

Kadere inanmayanlar hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

الْقَدَرِيَّةُ مَجُوسُ هَذِهِ الْأُمَّةِ إِنْ مَرِضُوا فَلَا تَعُودُوهُمْ وَإِنْ مَاتُوا فَلَا تَشْهَدُوهُمْ (د عن ابن عمر)

″Kaderi inkâr edenler bu ümmetin mecûsileridir. Hasta olduklarında on­ları ziyaret etmeyin. Öldüklerinde cenâzelerinde bulunmayın.″[3]

Kadere îman etmek, îmanın altı şartından biridir. Bu hususta Hz. Ömer Radiyallâhu anhu’dan nakledilen meşhur Cibril Hadis’inde:

Cebrâil Aleyhisselâm insan sûretinde gelerek bâzı sorular sormuştur. Bunlardan biri de: ″Yâ Muhammed! Bana îmandan haber ver?″ sorusudur. Bu soruya Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle cevap vermiştir:

أَنْ الْاِيمَانِ تُؤْمِنَ بِاللّٰهِ وَمَلَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الْاَخِرِ وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ (م د ن حم عن عمر بن الخطاب)

″Îman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere, hayır ve şerrin Allah tarafından olduğuna inanmaktır[4]


[1] Sünen-i Tirmizî, Zühd 3; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 774.

[2] Sahih-i Müslim, Kader 4 (19), Sünen-i Tirmizî, Kader 14, Tefsir’ul-Kur’ân 55.

[3] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 14.

[4] Sahih-i Müslim, Îman 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 17; Sünen-i Nesâî, Îman 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 346; Bu hâdise, Sahih-i Buhârî’de benzer lafızlarla Ebû Hüreyre Hazretlerinden de nakledilmiştir. Bakınız: Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 47.


﴿ وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ ﴿٥٢﴾ وَكُلُّ صَغ۪يرٍ وَكَب۪يرٍ مُسْتَطَرٌ ﴿٥٣﴾ اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍۙ ﴿٥٤﴾ ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ ﴿٥٥﴾

52-55. Ve yaptıkları her şey, amel defterlerinde yazılıdır.* Küçük, büyük her şey kayıtlıdır.* Şüphesiz ki takvâ sahipleri, Cennetlerde ve nehirler kenarındadırlar.* Her şeye kâdir olan Melîk’in (Allah’ın) yanında sıdk meclisindedirler.

İzah: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, büyük küçük bütün günahların amel defterlerinde tespit edildiğine dair şöyle buyurmuştur:

يَا عَائِشَةُ إِيَّاكِ وَمُحَقَّرَاتِ الْأَعْمَالِ فَإِنَّ لَهَا مِنَ اللّٰهِ طَالِبًا (ه عن عائشة)

″Ey Âişe! Küçük günahlardan sayılan amelleri işlemekten sakın. Zîrâ on­ları Allah tarafından izleyen melekler vardır.″[1]

İbâdet hususunda yarışan takvâ sahipleri, Allah’u Teâlâ’nın en yakınında Cennet-i Naîm’de olacaklardır. Bu hususta geniş bilgi için de Sûre-i Vâkıa, Âyet 7-12 ve izahına bakınız.


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 29.