ZÜMER SÛRESİ

Bu sûre 75 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. ″Zümer″ ifadesi, gruplar ve zümreler anlamına gelmektedir. Bu sûrede de Cennet ehli ile Cehennem ehlinin zümreler hâlinde Cennete ve Cehenneme sevk edilecekleri anlatıldığı için ″Zümer Sûresi″ ismi verilmiştir. Cennet ehlinin ″Köşkler″ anlamına gelen gurfelerde ikâmet edeceğinden bahsedildiği için ″Gurûf Sûresi″ ismi de verilmiştir.

Bu sûre hakkında Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا يَنَامُ حَتَّى يَقْرَأَ الزُّمَرَ وَبَنِي إِسْرَائِيلَ (ت عن عائشة)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, İsrâ ve Zümer Sûreleri’ni okumadan uyumazdı.″[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ül-Kur’ân 20.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ ﴿١﴾ اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۜ ﴿٢﴾

1-2. Bu kitap (Kur’ân), her şeye gâlip, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah katından indirilmiştir.* Ey Resûlüm! Şüphesiz bu kitabı, sana hak olarak indirdik. O halde dîni sâ­dece O’na hâlis kılarak Allah’a ibâdet et.


﴿ اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ ﴿٣﴾

3. Haberiniz olsun ki, hâlis din yalnız Allah’ındır. ″Biz bunlara (putlara) ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz″ diyerek, Allah’ı bırakıp da başka dostlar (mâbutlar) edinenlerin, ihtilaf ettikleri şeylerden dolayı Allah’u Teâlâ hükmünü verecektir. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, yalan söyleyenlere ve küfürde haddi aşanlara hidâyet etmez.

İzah: İyi bilinmelidir ki, ibâdet sâdece Allah’adır. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Bu sebeple ibâdetinizde, O’na herhangi bir şeyi ortak koşmayın. Çünkü Allah’ın dışında­ki bütün varlıklar, O’nun mülküdür. Kulların gerçek mâlikleri olan Allah’a ibâdetten başka bir yolları yoktur. Allah’ı bırakıp da başka şeylere tapanlara gelince, Allah’u Teâlâ mahşerde onlar hakkında hükmünü verecek ve onları Cehenneme sevk edecektir. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, küfründe inat ederek bile bile Allah’a karşı yalan uyduran ve bu şekilde küfürde ileri gidenlere hidâyet etmez, demektir.

Yine bu Âyet-i Kerîme hakkında Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Adamın biri: ″Yâ Resûlallah! Ben bir şeyler tasadduk ediyorum ve bir şeyler yapıyorum. Bununla hem Allah’ın rızâsını arıyorum, hem de insan­ların beni övmesini arzu ediyorum″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ona buyurdu ki:

وَاَلَّذِي نَفْس مُحَمَّد بِيَدِهِ لَا يَقْبَل اللّٰه شَيْئًا شُورِكَ فِيهِ ثُمَّ تَلَا رَسُول اللّٰه صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَلَا لِلَّهِ الدِّين الْخَالِص (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابى هريرة)

″Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah’u Teâlâ kendisine or­tak koşulmuş hiçbir şeyi kabul etmez. Daha sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Sûre-i Zümer, Âyet 3’te geçen, ″Haberiniz olsun ki, hâlis din yalnız Allah’ındır″ buyruğunu okudu.[1]

Yine şirk hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ أَخْوَفَ مَا أَخَافُ عَلَيْكُمْ الشِّرْكُ الْأَصْغَرُ قَالُوا وَمَا الشِّرْكُ الْأَصْغَرُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ الرِّيَاءُ يَقُولُ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِذَا جُزِيَ النَّاسُ بِأَعْمَالِهِمْ اذْهَبُوا إِلَى الَّذِينَ كُنْتُمْ تُرَاءُونَ فِي الدُّنْيَا فَانْظُرُوا هَلْ تَجِدُونَ عِنْدَهُمْ جَزَاءً (حم عن محمود بن لبيد)

″Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir″ ″Yâ Resûlallah! Küçük şirk nedir?″ dediler. Buyurdu ki: ″Riyâdır.″ Allah’u Teâlâ, mahşer günü herkesin amelinin karşılığını verirken, insanlara gösteriş için ibâdet yapanlara şöyle der: ″Dünyâda kendileri için gösteriş yaptığınız kimselere gidin. Bakın bakalım onların yanında size verecekleri bir şey bulabiliyor musunuz?″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

أَتَخَوَّفُ عَلَى أُمَّتِي الشِّرْكَ وَالشَّهْوَةَ الْخَفِيَّةَ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَتُشْرِكُ أُمَّتُكَ مِنْ بَعْدِكَ قَالَ نَعَمْ أَمَا إِنَّهُمْ لَا يَعْبُدُونَ شَمْسًا وَلَا قَمَرًا وَلَا حَجَرًا وَلَا وَثَنًا وَلَكِنْ يُرَاءُونَ بِأَعْمَالِهِمْ وَالشَّهْوَةُ الْخَفِيَّةُ أَنْ يُصْبِحَ أَحَدُهُمْ صَائِمًا فَتَعْرِضُ لَهُ شَهْوَةٌ مِنْ شَهَوَاتِهِ فَيَتْرُكُ صَوْمَهُ (حم شداد بن اوس)

Ümmetim hakkında iki şeyden korkuyorum: ″Şirk ve gizli şehvet.″ ″Yâ Resûlallah! Senden sonra ümmetin Allah’a şirk mi koşacak?″ denilince, buyurdu ki: ″Evet, ama onlar güneşe, aya, taşa ve puta tapmayacaklar. Fakat amelleri ile gösteriş yapacaklar.″ Gizli şehvet ise şudur: ″Onlardan biri, oruç tutar, oruçlu olur, sonra şehvete sebep olan bir şeyi görür ve orucunu terk edip bozar.″[3]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Şüphesiz Allah’u Teâlâ, yalan söyleyenlere ve küfürde haddi aşanlara hidâyet etmez″ diye buyrulduğu üzere yalan söylemenin vebâline dikkat çekilmektedir.

Bu hususta şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

قَالَ أَبُو الدَّرْدَاءِ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ هَلْ يَسْرِقُ الْمُؤْمِنُ؟ قَالَ: قَدْ يَكُونُ ذَلِكَ. قَالَ: فَهَلْ يَزْنِي الْمُؤْمِنُ؟ قَالَ: بَلَى وَإِنْ كَرِهَ أَبُو الدَّرْدَاءِ. قَالَ: هَلْ يَكْذِبُ الْمُؤْمِنُ؟ قَالَ: إِنَّمَايَفْتَرِي الْكَذِبَ مَنْ لَا يُؤْمِنُ إِنَّ الْعَبْدَ يَزِلُّ الزَّلَّةَ ثُمَّ يَرْجِعُ إِلَى رَبِّهِ فَيَتُوبُ فَيَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِ (ابن جرير عن عبد الله بن جراد)

Ebu’d-Derdâ: ″Yâ Resûlallah! Mü’min hırsızlık yapar mı?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet, bâzen olabilir″ buyurdu. ″Mü’min zinâ eder mi?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ebu’d-Derdâ hoşlanmazsa da evet″ buyurdu. ″Mü’min yalan söyler mi?″ diye sorunca da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ″Yalanı ancak îman etmeyen kimse uydurur. Muhakkak ki bir kul kendini zillete düşüren bir hatâ eder. Sonra Rabbine döner ve tevbe eder. Allah’u Teâlâ da onun tevbesini kabul eder.″[4]

Abdullah b. Amr Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

دَعَتْنِي أُمِّي يَوْمًا وَرَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَاعِدٌ فِي بَيْتِنَا فَقَالَتْ هَا تَعَالَ أُعْطِيكَ فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَمَا أَرَدْتِ أَنْ تُعْطِيهِ قَالَتْ أُعْطِيهِ تَمْرًا فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَا إِنَّكِ لَوْ لَمْ تُعْطِهِ شَيْئًا كُتِبَتْ عَلَيْكِ كِذْبَةٌ (د عبد اللّٰه بن عامر)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in evimizde bulunduğu bir günde annem: ″Yavrum gel, sana bir şey vereceğim″ diye beni çağırdı. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem anneme: ″Çocuğa ne vermek istedin?″ diye sordu. Annem: ″Hurma vermek istedim″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Eğer bir şey vermeseydin sana bir yalan günah yazılırdı″ diye buyurdu.[5]

Ancak yalan söylemenin câiz olduğu bâzı yerler de vardır. Bu hususta Ümmü Gülsüm Radiyallâhu anhâ şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

وَلَمْ أَسْمَعْ يُرَخَّصُ فِي شَيْءٍ مِمَّا يَقُولُ النَّاسُ كَذِبٌ إِلَّا فِي ثَلَاثٍ الْحَرْبُ وَالْإِصْلَاحُ بَيْنَ النَّاسِ وَحَدِيثُ الرَّجُلِ امْرَأَتَهُ وَحَدِيثُ الْمَرْأَةِ زَوْجَهَا(م عن ام كلثوم)

Ben, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in, şu üç hâl dışında, halkın yalan söylemesine ruhsat verdiğini hatırlamıyorum: ″Savaşta. Kişilerin arasını düzeltmekte. Aile dirliğini sağlamak için kocanın hanımına, hanımın kocasına söylediği sözlerde.″[6]


[1] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 15, s. 233.

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 22553.

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 16498.

[4] Kenz’ul-Ummal, Hadis. No: 8994.

[5] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 80.

[6] Sahih-i Müslim, Birr 27 (101).


﴿ لَوْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًا لَاصْطَفٰى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۙ سُبْحَانَهُۜ هُوَ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ ﴿٤﴾

4. Eğer Allah’u Teâlâ, çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O, bundan uzaktır. O, bir ve her şeye hâkim olan Allah’tır.

İzah: Eğer Allah’u Teâlâ, çocuk edinmek isteseydi, müşriklerin zannettikleri gibi melek­leri kızlar edinmek veya Hristiyanların zannettikleri gibi Hz. Îsâ’yı oğul edinmek veya Yahudilerin zannettikleri gibi, Hz. Üzeyr’i oğul edinmek gibi bir ihtiyacı olsaydı, yarattıklarından dilediğini seçip evlat edinirdi. Halbuki Allah böyle şeylerden uzaktır. O, birdir. O’ndan başka ilah yoktur. O, bütün yarattıklarını kahredecek güce sahiptir. Her şey O’na boyun eğmektedir ve O’nun gazabı karşısında korku içindedir, demektir.


﴿ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۚ يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ اَلَا هُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ ﴿٥﴾

5. O, gökleri ve yeri, hak ve hikmete uygun olarak yarattı. Geceyi gündüzün üzerine sarar, gündüzü de gecenin üzerine sarar. Güneşi ve ayı sizin hizmetinize vermiştir. Bunların her biri (belli bir yörüngede), belli bir vakte kadar hareketine devam eder. Haberiniz olsun ki O, her şeye gâliptir, çok bağışlayandır.


﴿ خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۜ يَخْلُقُكُمْ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ ف۪ي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ ﴿٦﴾

6. O, sizi bir nefisten (Hz. Âdem‘den) yarattı. Sonra ondan zevcesini (Hz. Havva’yı) yarattı. Ve sizin için deve, sığır, koyun ve keçiden erkek ve dişi olarak sekiz sınıf ihdas etti. O, sizi anneleri­nizin karnında bir merhaleden bir merhaleye geçirerek üç karanlık (karın, rahim ve zar) içinde yaratır. İşte Rabbiniz olan Allah O’dur. Mülk sâdece O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur. O halde nasıl haktan yüz çeviriyorsunuz?

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de Hz. Havva’nın, Hz. Âdem’den yaratıldığı anlatılmaktadır. Bu hususta Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

اسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ فَإِنَّ الْمَرْأَةَ خُلِقَتْ مِنْ ضِلَعٍ وَإِنَّ أَعْوَجَ شَيْءٍ فِي الضِّلَعِ أَعْلَاهُ فَإِنْ ذَهَبْتَ تُقِيمُهُ كَسَرْتَهُ وَإِنْ تَرَكْتَهُ لَمْ يَزَلْ أَعْوَجَ فَاسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ (خ م عن ابى هريرة)

″Size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim. Çünkü kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri kısmı üst tarafıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kendi hâline bırakırsan da sürekli olarak eğri kalır. Onun için kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim.″[1]

Yine Âyet-i Kerîme’de deve, sığır, koyun ve keçinin sekiz sınıf olduğundan da bahsedilmektedir. Bu husus Sûre-i En’âm, Âyet 143-144’de de şöyle geçmektedir:

(Allah’u Teâlâ’nın faydalanmanız için yarattığı) o hayvanlar, sekiz sınıftır. İkisi koyun, ikisi keçidir. Ey Resûlüm! De ki: ″ Allah’u Teâlâ bunların erkeklerini mi, yoksa dişilerini mi, yoksa dişilerinin karnındaki yavrularını mı haram etti? Eğer dâvânızda doğru iseniz, bunu bana bir ilimle haber verin.″* Ve geri kalan o sekiz sınıftan ikisi deve, ikisi de sığırdır. Ey Habîbim! De ki: ″Allah’u Teâlâ bunların erkeklerini mi, yoksa dişilerini mi, yoksa dişilerinin karnındaki yavruları mı haram etti? Yoksa Allah’u Teâlâ bunların haram olduğunu tavsiye ettiği vakit, hazır mı idiniz?″ İnsanları dalâlete düşürmek için bilgisizce Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zâlim kim vardır? Şüphesiz Allah’u Teâlâ, zâlimler topluluğuna hidâyet etmez.[2]


[1] Sahih-i Buhârî, Enbiyâ 1, Nikah 80; Sahih-i Müslim, Radâ 18 (60).

[2] Bu âyetlerde Allah’u Teâlâ, taptıkları putları Allah’u Teâlâ’ya denk tutan müşriklerin, bir kısım hayvanları Bahire, Sâibe, Vesîle ve Hâm diye isimler takarak haram kılmalarını kınamakta ve bu câhiliye âdetlerini reddetmektedir. (Bakınız: Sahih-i Buhârî, Menâkib 9, Tefsir-i Mâide, 13).


﴿ اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٧﴾

7. Eğer kâfir olursanız, şüphesiz Allah’u Teâlâ sizin îman etmenize muhtaç değildir. Allah’u Teâlâ, kullarının küfrüne râzı olmaz. Eğer Şükrederseniz, sizden râzı olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Sonra hepiniz Rabbinize dönersiniz. O da yaptıklarınızı size haber verir. Şüphesiz ki O, kalplerde olanı hakkıyla bilir.

İzah: Allah’u Teâlâ’nın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı hususunda, nakledilen bir Hadis-i Kudsî’de Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmuştur:

يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ وَإِنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ كَانُوا عَلَى أَتْقَى قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مِنْكُمْ مَا زَادَ ذَلِكَ فِي مُلْكِي شَيْئًا يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ وَإِنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ كَانُوا عَلَى أَفْجَرِ قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مَا نَقَصَ ذَلِكَ مِنْ مُلْكِي شَيْئًا يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِرَكُمْ وَإِنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ قَامُوا فِي صَعِيدٍ وَاحِدٍ فَسَأَلُونِي فَأَعْطَيْتُ كُلَّ إِنْسَانٍ مَسْأَلَتَهُ مَا نَقَصَ ذَلِكَ مِمَّا عِنْدِي إِلَّا كَمَا يَنْقُصُ الْمِخْيَطُ إِذَا أُدْخِلَ الْبَحْرَ ... (م عن ابى ذر)

″Ey kullarım! Şâyet sizin geçmişleriniz, gelecekleriniz, insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en muttaki adamın kalbine sahip olsalar da, bu Benim mülkümden hiçbir şeyi artırmaz. Ey kullarım! Şâyet sizin geçmişleriniz, gelecekleriniz, insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en kötü adamın kalbine sahip olsalar da, bu Benim mülkümden birşey eksiltmez. Ey kullarım! Şâyet sizin geçmişleriniz, gelecekleriniz, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde durup Benden istekte bulunmuş olsalar, Ben de herkese istediğini versem, bu Benim nezdimde bulunan şeylerden, ancak denize batırılan bir iğnenin, deniz suyundan eksilttiği kadar bir miktar eksilmiş olabilir yani hiçbir şey eksiltmez, demektir…″[1]

﴿


[1] Sahih-i Müslim, Birr 15 (55).


﴿ وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلًاۗ اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ ﴿٨﴾

8. İnsana kötü bir hâl isâbet ettiği zaman, Rabbine yönelerek O’na duâ eder. Sonra Allah’u Teâlâ, katından ona bir nîmet verdiği vakit, O’na evvelce yapmış olduğu duâyı unutur ve insanları O’nun yolundan saptırmak için Allah’a ortaklar koşmaya başlar. Ey Resûlüm! De ki: ″Küfrünle bu dünyâda az bir müddet zevklen. Şüphesiz sen, Cehennem ehlindensin.″


﴿ اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِدًا وَقَٓائِمًا يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟ ﴿٩﴾

9. O halde kâfirler mi hayırlıdır, yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibâdet eden, âhiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini uman mı? De ki: ″Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bunları, ancak hâlis akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.

İzah: Bilip de bilgilerinin gereğini yerine getiren, geceleri secde ederek ve kıyamda durarak, âhiret azâbından korkan ve Rabbilerinin rahmetini uman kimseler, hiç bilme­yenlerle bir olur mu? demektir. Allah’u Teâlâ’nın, Âyet-i Kerîme’de kâfir ile Mü’min arasındaki büyük farka, sual sorarak dikkat çekmesi; hayrın en üst derecesinde olan bir Mü’minle, şerrin en alt tabakasında olan kâfirin arasındaki farkı göstermektir.

Enes Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ عَلَى شَابٍّ وَهُوَ فِي الْمَوْتِ فَقَالَ كَيْفَ تَجِدُكَ قَالَ وَاللّٰهِ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَنِّي أَرْجُو اللّٰهَ وَإِنِّي أَخَافُ ذُنُوبِي فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا يَجْتَمِعَانِ فِي قَلْبِ عَبْدٍ فِي مِثْلِ هَذَا الْمَوْطِنِ إِلَّا أَعْطَاهُ اللّٰهُ مَا يَرْجُو وَآمَنَهُ مِمَّا يَخَافُ (ت ه عن انس)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ölüm hâlindeki bir gencin yanına girmişti. Ona: ″Kendini nasıl buluyorsun?″ diye sordu. O genç: ″Yâ Resûlallah! Allah’tan umuyorum ve korkuyorum″ diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ″Böyle bir yerde kulun kalbinde bu iki duygu birleşmişse, şüphesiz Allah onu umduğuna nâil eder, korktuğundan emin kılar.″[1]

Ayrıca bu Âyet-i Kerîme’de Gece Namazı’nın faziletine de dikkat çekilmektedir. Bu husus Sûre-i Secde, Âyet 16’da da şöyle geçmektedir:

″Onların (gece, ibâdet için) yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine, korku ve ümit ile duâ ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da infak ederler.″

Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerifte, şöyle buyrulmuştur:

سُئِلَ أَيُّ الصَّلَاةِ أَفْضَلُ بَعْدَ الْمَكْتُوبَةِ وَأَيُّ الصِّيَامِ أَفْضَلُ بَعْدَ شَهْرِ رَمَضَانَ فَقَالَ أَفْضَلُ الصَّلَاةِ بَعْدَ الصَّلَاةِ الْمَكْتُوبَةِ الصَّلَاةُ فِي جَوْفِ اللَّيْلِ وَأَفْضَلُ الصِّيَامِ بَعْدَ شَهْرِ رَمَضَانَ صِيَامُ شَهْرِ اللّٰهِ الْمُحَرَّمِ (م عن ابى هريرة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e farz namazlardan sonra en efdal namaz hangisidir? Ve Ramazan ayından sonra tutulan en efdal oruç hangisidir?″ diye soruldu. Buyurdu ki: ″Farz namazlardan sonra en efdal namaz, gece namazıdır. Ramazan ayından sonraki en efdal oruç da, Allah’ın ayı Muharrem’de tutulan oruçtur.″[2]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ فِي الْجَنَّةِ لَغُرَفًا يُرَى ظُهُورُهَا مِنْ بُطُونِهَا وَبُطُونُهَا مِنْ ظُهُورِهَا فَقَامَ إِلَيْهِ أَعْرَابِيٌّ فَقَالَ لِمَنْ هِيَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ هِيَ لِمَنْ أَطَابَ الْكَلَامَ وَأَطْعَمَ الطَّعَامَ وَأَدَامَ الصِّيَامَ وَصَلَّى لِلَّهِ بِاللَّيْلِ وَالنَّاسُ نِيَامٌ (ت عن على)

″Cennette öyle yüksek köşkler vardır ki, içerisinden dışarı, dışardan da içerisi görülür.″ Bir bedevî ayağa kalkıp: ″Yâ Resûlallah! Bunlar kimlere ve­rilecektir?″ diye sorunca, buyurdu ki: ″Bunlar, güzel nasihatte bulunan, yemek yediren, oruca devam eden ve insanlar uykudayken Allah için namaz kılanlara verilecektir.″[3]


[1] Sünen-i Tirmizî, Cenâiz 9; Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 31.

[2] Sahih-i Müslim, Sıyam 38 (202, 203).

[3] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Cennet 3.


﴿ قُلْ يَا عِبَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌۜ اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿١٠﴾

10. Ey Resûlüm! De ki: (Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor:) ″Ey îman eden kullarım! Rabbinizden korkun. Bu dünyâda güzel amelde bulunanlar için güzel bir mükâfat vardır. Allah’ın arzı geniştir. Şüphesiz ki, sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: Allah’ın arzı geniştir″ diye buyrulmaktadır. Bu ifadeden maksat, kâfirlerin içinde yaşayan bir Müslümanın, Rabbine hakkıyla ibâdet edemediği takdirde kâfirlerin diyârını bırakıp Rabbine rahat­ça ibadet edebileceği bir yere gitmesidir. Nitekim Mekkeli müşrikler tarafından Müslümanlara yapılan işkence ve eziyetlerden dolayı, Müslümanlar Habeşistan’a ve Medîne’ye hicret etmişlerdir. Aynı şekilde bu durumda olan Müslümanların da, ibâdetlerini Allah’ın rızâsına uygun yapabilmeleri için hicret etmeleri daha uygundur.

Bir kimsenin dînini muhafaza etmek maksadıyla yaptığı hicretin mükâfatı hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ فَرَّ بِدِينِهِ مِنْ أَرْض إِلَى أَرْض وَإِنْ كَانَ شِبْرًا اِسْتَوْجَبَ الْجَنَّة وَكَانَ رَفِيق إِبْرَاهِيم وَمُحَمَّد عَلَيْهِمَا السَّلَام (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن الحسن)

″Bir kimse dînini muhafaza etmek için bir yerden bir yere hicret ederse, eğer hicreti bir karış mesafe olsa bile, o kimsenin Cennete girmesi vâcip olur ve Cennette arkadaşı İbrâhim Aleyhisselâm ve Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem olur.″[1]

Yine bu Âyet-i Kerîme’nin sonunda geçtiği üzere sabredenlerin mükâfatı hakkında İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

لَمَّا نَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ: مَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍ ) قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: رَبِّ زِدْ أُمَّتِي فَنَزَلَتْ: مَنْ ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً قَالَ: رَبِّ زِدْ أُمَّتِي فَنَزَلَتْ: إِنَّمَا يُوفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ (طب هب عن ابن عمر)

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin misâli, yedi başak veren ve her başağında yüz tane bulunan bir tohum gibidir…″[2] diye geçen âyet nâzil olunca, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Rabbim, ümmetime artır″ buyurdu. Bunun üzerine ″Kimdir o kimse ki, Allah için güzel bir ödünç ile ödünçte bulunur, Allah’u Teâlâ da o kimseye mükâfatını kat kat verir…″[3] diye geçen âyet nâzil oldu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem yine: ″Rabbim, ümmetime artır″ buyurdu­. Bunun üzerine de: ″… Şüphesiz ki, sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir″ diye geçen Sûre-i Zümer, Âyet 10 nâzil oldu.[4]

Yine Allah yolunda belâ ve musîbetlere sabredenlerin mükâfatı hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تُنْصَب الْمَوَازِين فَيُؤْتَى بِأَهْلِ الصَّدَقَة فَيُوَفَّوْنَ أُجُورهمْ بِالْمَوَازِينِ وَكَذَلِكَ الصَّلَاة وَالْحَجّ وَيُؤْتَى بِأَهْلِ الْبَلَاء فَلَا يُنْصَب لَهُمْ مِيزَان وَلَا يُنْشَر لَهُمْ دِيوَان وَيُصَبّ عَلَيْهِمْ الْأَجْر بِغَيْرِ حِسَاب قَالَ اللّٰه تَعَالَى إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرهمْ بِغَيْرِ حِسَاب حَتَّى يَتَمَنَّى أَهْل الْعَافِيَة فِي الدُّنْيَا أَنَّ أَجْسَادهمْ تُقْرَضُ بِالْمَقَارِيضِ مِمَّا يَذْهَب بِهِ أَهْل الْبَلَاء مِنْ الْفَضْل (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن انس)

″Mahşer gününde mizanlar konulur. Sadaka ehli getirilir. Ecirleri terazilerle tastamam verilir. Namaz ve hac da aynı şekilde. Sonra belâ ve musîbete uğramış kimseler getirilir. Onlar için terazi konulmaz. Herhangi bir amel defterleri açılmaz. Ecir; üzerlerine hesapsız bir şekilde sağnak sağnak yağdırılır. Allah’u Teâlâ Sûre-i Zümer, Âyet 10’da: ″… Şüphesiz ki, sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir″ diye buyurmuştur. Öyle ki dünyâdaki afiyet ve esenlik içerisinde olanlar keşke cesetlerimiz makaslarla kesilmiş olsaydı, diye temenni edeceklerdir. Buna sebep ise belâ ve musîbet ehlinin alıp gidecekleri fazilet ve lütuflardır.″[5]

Hz. Hasan Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

سَمِعْتُ جَدِّي رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِنَّ فِي الْجَنَّةِ شَجَرَةً يُقَالُ لَهَا شَجَرَةُ الْبَلْوَى يُؤْتَى بِأَهْلِ الْبَلاءِ يَوْمَ الْقِيَامَةَ فَلا يُرْفَعُ لَهُمْ دِيوَانٌ وَلا يُنْصَبُ لَهُمْ مِيزَانٌ يُصَبُّ عَلَيْهِمُ الأَجْرُ صَبًّا وَقَرَأَ {إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ} (طب الحسن بن على)

Dedem Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim: ″Şüphesiz ki, Cennette belâ ağacı diye bilinen bir ağaç vardır. Belâ ehli getirilir ve onlar için ne mizan kurulur, ne de amel defterleri açılır. Mükâfat üzerlerine sağnak sağnak yağdırılır. Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″… Şüphesiz ki, sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir″[6] diye geçen buyruğu okudu.[7]

Yine bu konu hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ جِئَ بِأَهْلِ الْبَلَاءِ فَلَا يُنْشَرُ لَهُمْ دِيوَانٌ وَلَا يُنْصَبُ لَهُمْ مِيزَانٌ وَلَا يُوضَعُ لَهُمْ صِرَاطٌ وَيُصَبُّ عَلَيْهِمُ الْاَجْرُ صَبًّا. (ابن النجار عن عمر)

″Mahşer günü, dünyâda üzüntü, sıkıntı hastalık çekmiş insanlar getirilecek, onlara amel defteri dağıtılmayacak, onlar için Mizan kurulmayacak ve kendilerine Sırat Köprüsü de konmayacak. Bilakis üzerlerine ecirdöküldükçe dökülecek.″[8]


[1] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 4, s. 97; Tercüme-i Tefsir-i Tibyan, c. 1, s. 388; Nûr’ul-Beyan, c. 2, s. 774.

[2] Sûre-i Bakara, Âyet 261.

[3] Sûre-i Bakara, Âyet 245.

[4] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 645; Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 3168.

[5] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 15, s. 241; Ayrıca bakınız: Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12659.

[6] Sûre-i Zümer, Âyet 10.

[7] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 2694.

[8] Râmûz’ul-Ehâdîs, s.58/15; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 6814.


﴿ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۙ ﴿١١﴾ وَاُمِرْتُ لِاَنْ اَكُونَ اَوَّلَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿١٢﴾ قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿١٣﴾ قُلِ اللّٰهَ اَعْبُدُ مُخْلِصًا لَهُ د۪ين۪يۙ ﴿١٤﴾ فَاعْبُدُوا مَا شِئْتُمْ مِنْ دُونِه۪ۜ قُلْ اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَا ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ ﴿١٥﴾ لَهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِنَ النَّارِ وَمِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌۜ ذٰلِكَ يُخَوِّفُ اللّٰهُ بِه۪ عِبَادَهُۜ يَا عِبَادِ فَاتَّقُونِ ﴿١٦﴾

11-16. Ey Habîbim! De ki: ″Şüphesiz ben, dîni sâdece O’na hâlis kılarak Allah’a ibâdet etmekle emrolundum* Ben, Müslümanların ilki olmakla da emrolundum.″* De ki: ″Eğer ben, Rabbime isyan edersem, elbette büyük bir günün azâbına uğramaktan korkarım.″* De ki: ″Ben, dînimi sâdece O’na hâlis kılarak Allah’a ibâdet ederim.* Siz de Allah’tan başka dilediğinize ibâdet edin.″ De ki: ″Gerçek zarara uğrayanlar, mahşer günü kendilerini ve ehlini hüsrâna uğratanlardır. Dikkat edin! Apaçık hüsran budur.″* Onlar için üstlerinde gölgeleyen ateşler, altlarında gölgeleyen ateşler vardır. İşte Allah’u Teâlâ, bu azapla kullarını korkutur. Ey kullarım! Benden korkun.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: De ki: ″Gerçek zarara uğrayanlar, mahşer günü kendilerini ve ehlini hüsrâna uğratanlardır. Dikkat edin! Apaçık hüsrân budur″ diye buyrulmaktadır. Ey Habîbim! De ki: ″Asıl helâk olanlar, kendilerini aldatan ve kendileriyle birlikte ailelerini helâk edenlerdir. İşte apaçık hüsran budur″ demektir. Hakkı inkâr eden o kâfirlerin aileleri de onlardan etkilenip hakkı inkâr ederler. Böylece kendileri Cehenneme girecekleri gibi, kendilerine tâbi olan aileleri de aynı şekilde Cehenneme gireceklerdir.


﴿ وَالَّذ۪ينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ اَنْ يَعْبُدُوهَا وَاَنَابُٓوا اِلَى اللّٰهِ لَهُمُ الْبُشْرٰىۚ فَبَشِّرْ عِبَادِۙ ﴿١٧﴾ اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿١٨﴾

17-18. Şeytana ibâdet etmekten sakınıp, Allah’a yönelenlere gelince, onlar için müjde vardır. Ey Resûlüm! Kullarımı müjdele.* O kullarım ki, sözü dikkatle dinlerler, sonra onun en güzeline tâbi olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidâyete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar, hâlis akıl sahipleridir.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Şeytana ibâdet etmekten sakınıp, Allah’a yönelenlere gelince, onlar için müjde vardır″ diye buyrulmaktadır. Yani her kim şeytanın vesvesesine uymayarak, Allah’a ortak koşmaz ve nefse hoş gelen mâsiyetleri de Allah korkusundan terk ederse, Allah’u Teâlâ ona büyük ecirler vereceğini müjdelemektedir.

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″O kullarım ki, sözü dikkatle dinlerler, sonra onun en güzeline tâbi olurlar″ diye geçen ifadeden maksat da, Kur’ân ve sünnetteki azîmet ve ruhsatları dinleyip, en güzel şekliyle amel etmektir. Meselâ: Vâcip ile mendub karşısında kalsalar, vâcibi yaparlar. Kısâsla affetmek karşısında kalırlarsa, affı tercih ederler. Hâsılı emrolundukları şeyin hangisi efdal ise onu yaparlar.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَبْلُغُ الْعَبْدُ أَنْ يَكُونَ مِنْ الْمُتَّقِينَ حَتَّى يَدَعَ مَا لَا بَأْسَ بِهِ حَذَرًا لِمَا بِهِ الْبَأْسُ (ت ه عن عطية السعدى)

″Kul, sakıncalı şeyden korktuğundan dolayı sakıncalı olmayan şeyi de bırakmadıkça takvâlı kişilerden olamaz.″[1]


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 24; Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 19.


﴿ اَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِۜ اَفَاَنْتَ تُنْقِذُ مَنْ فِي النَّارِۚ ﴿١٩﴾ لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ غُرَفٌ مِنْ فَوْقِهَا غُرَفٌ مَبْنِيَّةٌۙ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ الْم۪يعَادَ ﴿٢٠﴾

19-20. Ey Resûlüm! Üzerine azap hükmü hak olmuş kimseleri mi, Cehennemde olanı mı sen kurtaracaksın?* Fakat Rabbinden korkanlar için, üst üste binâ edilmiş, altlarından nehirler akan köşkler vardır. Allah’u Teâlâ böyle vaad etti. Allah’u Teâlâ vaadinden dönmez.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: Ey Resûlüm! Üzerine azap hükmü hak olmuş kimseleri mi, Cehennemde olanı mı sen kurtaracaksın?″ diye buyrulmaktadır. Bu ifade, Ey Resûlüm! Sen, hak­kında azap vaadi gerçekleşen kimseyi mi hidâyete erdirecek ve sen mi onu Ce­hennem ateşinden kurtaracaksın? Sen buna güç yetirecek değilsin, anlamındadır.

Allah’u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’de, hidâyete kavuşturacak olanın ancak kendisi olduğunu, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in dahi hidâyete erdirmeye gücünün yetmeyeceğini beyan etmiştir. Böylece Resûlünü, îman etmeyen inatçı kâfirler karşısında teselli etmiştir.

Yine Âyet-i Kerîme‘de geçtiği üzere, Cennette olan köşkler ve binalar ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

قُلْنَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّا إِذَا رَأَيْنَاكَ رَقَّتْ قُلُوبُنَا وَكُنَّا مِنْ أَهْلِ الْآخِرَةِ وَإِذَا فَارَقْنَاكَ أَعْجَبَتْنَا الدُّنْيَا وَشَمَمْنَا النِّسَاءَ وَالْأَوْلَادَ قَالَ لَوْ تَكُونُونَ أَوْ قَالَ لَوْ أَنَّكُمْ تَكُونُونَ عَلَى كُلِّ حَالٍ عَلَى الْحَالِ الَّتِي أَنْتُمْ عَلَيْهَا عِنْدِي لَصَافَحَتْكُمْ الْمَلَائِكَةُ بِأَكُفِّهِمْ وَلَزَارَتْكُمْ فِي بُيُوتِكُمْ وَلَوْ لَمْ تُذْنِبُوا لَجَاءَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُذْنِبُونَ كَيْ يَغْفِرَ لَهُمْ قَالَ قُلْنَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ حَدِّثْنَا عَنْ الْجَنَّةِ مَا بِنَاؤُهَا قَالَ لَبِنَةُ ذَهَبٍ وَلَبِنَةُ فِضَّةٍ وَمِلَاطُهَا الْمِسْكُ الْأَذْفَرُ وَحَصْبَاؤُهَا اللُّؤْلُؤُ وَالْيَاقُوتُ وَتُرَابُهَا الزَّعْفَرَانُ مَنْ يَدْخُلُهَا يَنْعَمُ وَلَا يَبْأَسُ وَيَخْلُدُ وَلَا يَمُوتُ لَا تَبْلَى ثِيَابُهُ وَلَا يَفْنَى شَبَابُهُ ثَلَاثَةٌ لَا تُرَدُّ دَعْوَتُهُمْ الْإِمَامُ الْعَادِلُ وَالصَّائِمُ حَتَّى يُفْطِرَ وَدَعْوَةُ الْمَظْلُومِ تُحْمَلُ عَلَى الْغَمَامِ وَتُفْتَحُ لَهَا أَبْوَابُ السَّمَاءِ وَيَقُولُ الرَّبُّ عَزَّ وَجَلَّ وَعِزَّتِي لَأَنْصُرَنَّكَ وَلَوْ بَعْدَ حِينٍ (حم عن ابى هريرة)

″Yâ Resûlallah! Biz seni gördüğümüz zaman kalplerimize bir rikkat[1] geliyor ve bizler âhiret adamları oluyoruz. Senden ayrıldığımız zaman da ise, dünyâ bizim hoşumuza gidiyor, kadınları ve çocukları kokluyoruz″ demiştik. Şöyle buyurdu: ″Şâyet sizler bütün hallerde benim yanımda bulunduğunuz durumdaki gibi olsanız, melekler elleriyle sizinle musâfaha eder ve evlerinizde sizi ziyaret ederlerdi. Şâyet sizler günah işlememiş olsaydınız, Allah’u Teâlâ bağışlayabilmek için günah işleyecek bir kavim getirirdi.″ Biz: ″Yâ Resûlallah! Bize Cennetten bahset, binaları nasıldır?″ diye sorduk. Şöyle buyurdu: ″Altın ve gümüş kerpiçten, sıvası miskten, çakılları inci ve yakuttan, toprağı za’ferândandır. Kim oraya girerse nîmete gark olur ve aslâ yoksul düşmez. Ebedî olur ve ölmez. Elbiseleri eskimez, gençliği sona ermez.″ Üç kimse vardır ki duâları geri çevrilmez: Adâletli devlet başkanı, iftar edinceye kadar oruçlu ve mazlumun duâsı, bulutlar üzerinde taşınır ve göklerin kapıları ona açılır da Rabb Teâlâ: ″İzzetim adına yemin olsun ki, bir süre sonra bile olsa, sana mutlaka yardım edeceğim″ buyurur.[2]

Cennetteki köşklere sahip olanlar hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّ أَهْلَ الْجَنَّةِ لَيَتَرَاءَوْنَ أَهْلَ الْغُرَفِ مِنْ فَوْقِهِمْ كَمَا تَتَرَاءَوْنَ الْكَوْكَبَ الدُّرِّيَّ الْغَابِرَ مِنْ الْأُفُقِ مِنْ الْمَشْرِقِ أَوْ الْمَغْرِبِ لِتَفَاضُلِ مَا بَيْنَهُمْ قَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ تِلْكَ مَنَازِلُ الْأَنْبِيَاءِ لَا يَبْلُغُهَا غَيْرُهُمْ قَالَ بَلَى وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ رِجَالٌ آمَنُوا بِاللّٰهِ وَصَدَّقُوا الْمُرْسَلِينَ (م ابى سعيد الخدرى)

″Şüphesiz Cennet ehli, üstlerinde bulunan köşklerdeki kimselerin makâmını, sizin doğu veya batı tarafında ufukta bulunan ve inci gibi parıldayan yıldızı gördüğünüz gibi göreceklerdir. Buna sebep ise aralarındaki fazilet farkıdır.″ ″Yâ Resûlallah! O dedikleriniz Peygamberlerin makâmıdır, zâten onlardan başka kimse oraya ulaşamaz″ dediler. Bunun üzerine buyurdu ki: ″Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, hayır; bunlar Allah’a îman eden ve Resûlleri tasdik eden birtakım kimselerdir.″[3]


[1] Rikkat: Yufkalık, incelik.

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7700; Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Cennet 2.

[3] Sahih-i Müslim, Cennet 4 (11).


﴿ اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَلَكَهُ يَنَاب۪يعَ فِي الْاَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِه۪ زَرْعًا مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَامًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ۟ ﴿٢١﴾

21. Görmez misin ki, şüphesiz Allah’u Teâlâ, semâdan su indirdi de onu yerin altındaki mecrâlara girdirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde bitkiler bitirir. Sonra o bitkiler kurur da artık onları sararmış görürsün. Sonra da Allah’u Teâlâ onları çer çöp hâline getirir. Şüphesiz bunda, hâlis akıl sahipleri için elbette bir ibret vardır.

İzah: Allah’u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’de; yağmur yağdırıp, onu da yerdeki mecrâlara girdirdiğinden bahsetmektedir. Bu da, yağan yağmurun yerin altına geçmesi ve toprağın içindeki tohumların yeşererek çıkıp büyümesi ve ayrıca bu yağan yağmurun daha derinlere inerek su yataklarını doldurup pınarlardan akması ve yerden kaynaması olayıdır.


﴿ اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٢٢﴾

22. Kalbi Allah tarafından İslâm’a açılan ve Rabbinden bir nûr üzere olan kimse, katı kalp ile vasıflanmış kimse gibi midir? Veyl, zikrullaha karşı kalpleri katılaşmış olanlaradır. İşte bunlar, apaçık dalâlettedirler.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Veyl, zikrullaha karşı kalpleri katılaşmış olanlaradır″ diye buyrulmaktadır. Veyl Cehennemi, Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanlara ve Allah’ın indirdiği Kur’ân’dan yüz çevirenleredir, demektir.

Yine Âyet-i Kerîme’de geçen ″Veyl″ de Cehennemdeki bir vâdinin adıdır. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

الْوَيْلُ وَادٍ فِي جَهَنَّمَ يَهْوِي فِيهِ الْكَافِرُ أَرْبَعِينَ خَرِيفًا قَبْلَ أَنْ يَبْلُغَ قَعْرَهُ (حم ت عن أبى سعيد)

″Veyl, Cehennemde bir vâdidir ki kâfirler, üzerinden bırakıldığı vakit, kırk yılda dibine inemez.″[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 21; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 11287; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 10063.


﴿ اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَابًا مُتَشَابِهًا مَثَانِيَۗ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ ﴿٢٣﴾

23. Allah’u Teâlâ, kelâmın en güzelini, âyetleri birbirine benzer ve ikişer ikişer olarak bir kitap hâlinde indirdi. Rablerinden korkanların derileri ondan ürperir, sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar. Bu, Allah’ın hidayetidir ki, onunla dilediğini hidâyete kavuşturur. Allah’u Teâlâ’nın dalâlette bıraktığına da kimse hidâyet edemez.


﴿ اَفَمَنْ يَتَّق۪ي بِوَجْهِه۪ سُٓوءَ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَق۪يلَ لِلظَّالِم۪ينَ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ ﴿٢٤﴾

24. Mahşer günü, kötü azaptan kendini yüzüyle koruyan kimse, her türlü sıkıntıdan emin olan kimse gibi midir? Zâlimlere: ″Kazandığınızın karşılığı olan azâbı tadın″ denir.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Kötü azaptan kendini yüzüyle koruyan kimse″ diye geçen ifadeden maksat, Abdullah İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre şöyledir:

″Cehennemlik olan insanın elleri boynuna bağlı olacağı için Cehenneme atılırken ateşten korunmak için yüzünü öne tutmaktan başka çaresi yoktur. Böylece ateş önce onun yüzünü yakar.″


﴿ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٢٥﴾ فَاَذَاقَهُمُ اللّٰهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٢٦﴾

25-26. Onlardan öncekiler de Peygamberlerini yalanlamışlardı. Onlara, farkına varamadıkları bir yerden azap geldi.* Böylece Allah’u Teâlâ, onlara dünyâ hayatında zilleti tattırdı. Elbette âhiret azâbı daha fecidir. Keşke bilselerdi!


﴿ وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۚ ﴿٢٧﴾ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا غَيْرَ ذ۪ي عِوَجٍ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿٢٨﴾

27-28. Yemin olsun ki, düşünüp öğüt alsınlar diye bu Kur’ân’da insanlar için her türlü misalden beyan ettik.* Biz onu, Allah’tan korksunlar diye hiçbir eğriliği olmayan Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.


﴿ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا رَجُلًا ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلًا سَلَمًا لِرَجُلٍۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلًاۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٩﴾

29. Birbirleriyle geçinemeyen birçok ortak efendisi olan bir köleyle, sâdece bir efendisi olan köleyi, Allah’u Teâlâ misal olarak beyan buyurdu. Bu iki kölenin halleri bir midir? Hamd, Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu bu açık hakikati bilmezler.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme, birçok ilaha inanan müşrik ile bir tek Allah’a inanan Müslümanın durumunu misâl vermektedir. Yani birbirleriyle çekişip duran birçok müşterek efendisi olan bir köleye, efendilerinin her biri bir hizmet emre­der. Köle şaşırır kalır. Emredilen hizmetleri tam yapamayacağı için, hiçbirinin hoşnutluğunu kazanamaz. Hele birinin emrettiği şeyi, diğeri nehyederse vaziyeti büsbütün müşkülleşir. Halbuki tek ki­şiye ait olan ve yalnız ona hizmet eden bir kölenin durumu böyle değildir. O, işini kolaylıkla görür. Elbette ikisinin vaziyeti birbiri­nin aynısı olmaz, demektir.

İşte putları ilah edinen müşrik ile bir tek Allah’a inanan Müslümanın misâli böyledir.


﴿ اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَۘ ﴿٣٠﴾ ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ۟ ﴿٣١﴾

30-31. Ey Resûlüm! Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da elbette ölecekler.* Sonra muhakkak ki, sizler mahşer günü âlemlerin Rabbinin huzurunda muhakeme olursunuz.

İzah: Dünyâda iken görülen dâvâların, âhirette de aynı şekilde görüleceğine dair Abdullah b. Zübeyr Radiyallâhu anhu, şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

لَمَّا نَزَلَتْ {ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ} قَالَ الزُّبَيْرُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَتُكَرَّرُ عَلَيْنَا الْخُصُومَةُ بَعْدَ الَّذِي كَانَ بَيْنَنَا فِي الدُّنْيَا قَالَ نَعَمْ فَقَالَ إِنَّ الْأَمْرَ إِذًا لَشَدِيدٌ (ت عن عبد اللّٰه بن الزبير)

″Sonra muhakkak ki, sizler mahşer günü âlemlerin Rabbinin huzurunda muhakeme olursunuz″[1] diye geçen âyet nâzil olduğu zaman, babam Zübeyr, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem‘e: ″Dünyâda aramızda olan muhakemenin ardından bunlar âhirette de tekrarlanacak mı ki?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet″ diye buyurdu. Bunun üzerine Zübeyr Radiyallâhu anhu: ″O zaman iş pek zor olacaktır″ dedi.[2]

Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ كَانَتْ لَهُ مَظْلَمَةٌ لِأَخِيهِ مِنْ عِرْضِهِ أَوْ شَيْءٍ فَلْيَتَحَلَّلْهُ مِنْهُ الْيَوْمَ قَبْلَ أَنْ لَا يَكُونَ دِينَارٌ وَلَا دِرْهَمٌ إِنْ كَانَ لَهُ عَمَلٌ صَالِحٌ أُخِذَ مِنْهُ بِقَدْرِ مَظْلَمَتِهِ وَإِنْ لَمْ تَكُنْ لَهُ حَسَنَاتٌ أُخِذَ مِنْ سَيِّئَاتِ صَاحِبِهِ فَحُمِلَ عَلَيْهِ (خ عن ابى هريرة)

Her kim bir başkasına namus, haysiyet veya başka bir husus­ta haksızlık yapmış ise, dinar ve dirhemin bulunmadığı bir gün gelmeden önce ondan helâllik dilesin. Aksi takdirde o kimsenin, eğer sâlih bir ameli var­sa, yaptığı haksızlık kadarıyla ondan alınır. Şâyet hasenâtı olmazsa, bu sefer haksızlık yaptığı kimsenin günahlarından alınır ve o kimsenin üzerine yükle­tilir.″[3]

Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Siz müflisin kim olduğunu biliyor musunuz?″ diye sordu. Sahâbe: ″Aramızda müflis herhangi bir dirhemi ve malı bulunmayan kimseye denir″ dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّ الْمُفْلِسَ مِنْ أُمَّتِي يَأْتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِصَلَاةٍ وَصِيَامٍ وَزَكَاةٍ وَيَأْتِي قَدْ شَتَمَ هَذَا وَقَذَفَ هَذَا وَأَكَلَ مَالَ هَذَا وَسَفَكَ دَمَ هَذَا وَضَرَبَ هَذَا فَيُعْطَى هَذَا مِنْ حَسَنَاتِهِ وَهَذَا مِنْ حَسَنَاتِهِ فَإِنْ فَنِيَتْ حَسَنَاتُهُ قَبْلَ أَنْ يُقْضَى مَا عَلَيْهِ أُخِذَ مِنْ خَطَايَاهُمْ فَطُرِحَتْ عَلَيْهِ ثُمَّ طُرِحَ فِي النَّارِ (م عن ابى هريرة)

″Ümmetimden müflis kişi, mahşer gününe namaz kılmış, oruç tutmuş, zekât vermiş olarak gelir. Bununla birlikte şuna sövmüş, buna iftirada bulunmuş, şunun malını almış, berikinin kanını akıtmış, öbürünü dövmüş olarak gelir. Bunun iyiliklerinden diğerinin iyiliklerine verilir. İyilikleri üzerindeki hakların karşılığı bitirilmeden bitip tükenecek olur­sa, bu sefer onların günahlarından alınır ve onun üzerine bırakılır, sonra da Cehenneme atılır.″[4]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يُجَاء بِالْإِمَامِ الْجَائِر الْخَائِن يَوْم الْقِيَامَة فَتُخَاصِمهُ الرَّعِيَّة فَيُفْلِحُونَ عَلَيْهِ فَيُقَال لَهُ سُدَّ رُكْنًا مِنْ أَرْكَان جَهَنَّم (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن انس)

Mahşer günü hâin devlet başkanı getirilecek ve tebaası ile duruşmaya çıkarılacak da, onlar bu hâin devlet başkanına üstün gelecek, ona gâlip geleceklerdir. Bunun üzerine o hâin devlet başkanı hakkında: ″Bununla Cehennemin temellerinden bir temeli kapatın″ buyrulacaktır.[5]


[1] Sûre-i Zümer, Âyet 31.

[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 40.

[3] Sahih-i Buhârî, Mezâlim 10.

[4] Sahih-i Müslim, Birr 15 (59 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7686.

[5] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 7, s. 97.


﴿ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ اِذْ جَٓاءَهُۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِر۪ينَ ﴿٣٢﴾ وَالَّذ۪ي جَٓاءَ بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ ﴿٣٣﴾

32-33. Allah’a karşı yalan söyleyen ve doğru geldiği vakit, onu yalanlayan kimseden daha zâlim kimdir? Kâfirler için Cehennemde yer mi yok?* Doğruyla gelen zâtı (Muhammed Aleyhisselâm’ı) tasdik edenler var ya, işte takvâ sahipleri onlardır.

İzah: Âyet-i Kerîme‘de: ″Doğru geldiği vakit″ diye geçen ″Doğru″dan maksat Mîraç hâdisesidir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Mîraçtan döndüğünde kavmine bu olayı haber verdiği zaman, ilk inkâr eden Ebû Cehil olmuştur. Onun hakkında: ″Allah’a karşı yalan söyleyen ve doğru geldiği vakit, onu yalanlayan kimseden daha zâlim kimdir?...″ diye geçen Sûre-i Zümer, Âyet 32 nâzil oldu.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Mîraçtan döndüğünde kavmine bu olayı haber verdiği zaman, kimse kabul etmemiş, hattâ birçok îmanı zayıf olan Müslümanlar dahi küfre dönmüşlerdir. Yetişkin olan erkeklerden ilk olarak Hz. Ebû Bekir tasdik etmiş ve onun hakkında da: Doğruyla gelen zâtı (Muhammed Aleyhisselâm’ı) tasdik edenler diye devam eden Sûre-i Zümer, Âyet 33 nâzil oldu.[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mîraç mûcizesi hakkında geniş bilgi için de Sûre-i İsrâ, Âyet 1 ve izahına bakınız.


[1] Altıparmak (Peygamberler Tarihi), c. 1, 3. Rükün, s. 188-189.


﴿ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الْمُحْسِن۪ينَۚ ﴿٣٤﴾ لِيُكَفِّرَ اللّٰهُ عَنْهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي عَمِلُوا وَيَجْزِيَهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٣٥﴾

34-35. Takvâ sahipleri için, Rableri katında istedikleri her şey vardır. İşte muhsinlerin mükâfatı budur.* Çünkü Allah’u Teâlâ, onların işlediklerinin en kötüsünü bile ba­ğışlayacak ve onları, amellerinin daha güzeliyle mükâfatlandıracaktır.


﴿ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍۚ ﴿٣٦﴾ وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِعَز۪يزٍ ذِي انْتِقَامٍ ﴿٣٧﴾

36-37. Allah’u Teâlâ, kuluna yetmez mi? Ey Resûlüm! Kâfirler seni, Allah’tan başka şeylerle (putlarla) korkutmak istiyorlar. Allah’u Teâlâ, kimi dalâlette bırakırsa, artık ona hidâyet edecek yoktur.* Allah’u Teâlâ, kime de hidâyet ederse, onu da dalâlete düşürecek yoktur. Allah’u Teâlâ, her şeye gâlip ve intikam sahibi değil midir?


﴿ وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ اَوْ اَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ ﴿٣٨﴾

38. Ey Resûlüm! Yemin olsun ki, eğer onlara: ″Gökleri ve yeri kim yarattı?″ diye sorsan, elbette ″Allah!″ derler. De ki: ″Allah’u Teâlâ bana bir fenâlık dilerse, Allah’ı bırakıp da ibâdet ettiğiniz şeyler, bunun defedilmesine muktedir midir? Yahut Allah’u Teâlâ bana bir rahmet dilese, onlar bu rahmeti menedebilirler mi? Söyleyin.″ De ki: ″Allah’u Teâlâ bana yeter. Tevekkül edenler, O‘na tevekkülde bulunurlar.″

İzah: Âyet-i Kerîme‘de geçen tevekkül ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَحَبَّ أَنْ يَكُونَ أَقْوَى النَّاس فَلْيَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰه وَمَنْ أَحَبَّ أَنْ يَكُون أَغْنَى النَّاس فَلْيَكُنْ بِمَا فِي يَد اللّٰه عَزَّ وَجَلَّ أَوْثَق مِنْهُ بِمَا فِي يَدَيْهِ وَمَنْ أَحَبَّ أَنْ يَكُون أَكْرَم النَّاس فَلْيَتَّقِ اللّٰه عَزَّ وَجَلَّ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن ابن عباس)

″Kim insanların en güçlüsü olmayı isterse, Allah’a tevekkül etsin. Kim de insanların en zengini olmak isterse, elindekinden ziyade Allah katında olanlara güvensin. Kim de insanların en şereflisi olmayı sevip isterse Allah’tan korksun.″[1]


[1] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 7, s. 101.


﴿ قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ ﴿٣٩﴾ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ ﴿٤٠﴾

39-40. Ey Resûlüm! De ki: ″Ey kavmim! Siz bulunduğunuz hâl üzere devam edin. Şüphesiz ben de bulunduğum hâl üzere devam edeceğim. Elbette yakında bileceksiniz;* kime zelil edici bir azâbın geleceğini ve kimin dâim olan azâba uğrayacağını.″


﴿ اِنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ۟ ﴿٤١﴾

41. Ey Resûlüm! Şüphesiz Biz sana kitabı (Kur’ân’ı), insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yola gelirse, faydası kendinedir. Kim de dalâlete düşerse, zararı kendine döner. Sen onların üzerine vekil değilsin.


﴿ اَللّٰهُ يَتَوَفَّى الْاَنْفُسَ ح۪ينَ مَوْتِهَا وَالَّت۪ي لَمْ تَمُتْ ف۪ي مَنَامِهَاۚ فَيُمْسِكُ الَّت۪ي قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٤٢﴾

42. Allah’u Teâlâ, canlıların ruhlarını ölüm anında alır. Henüz ölmemiş olan­ların ruhlarını da uyurken alır. Uyurken eceli gelenlerin ruhlarını bedene göndermeyip tutar. Eceli gelmeyenlerin ruhlarını ise belirlenmiş olan eceli gelinceye kadar bedene iâde eder. Şüphesiz bunda, tefekkür eden bir topluluk için elbette Allah’ın kudretine deliller vardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِذَا أَوَى أَحَدُكُمْ إِلَى فِرَاشِهِ فَلْيَأْخُذْ دَاخِلَةَ إِزَارِهِ فَلْيَنْفُضْ بِهَا فِرَاشَهُ وَلْيُسَمِّ اللّٰهَ فَإِنَّهُ لَا يَعْلَمُ مَا خَلَفَهُ بَعْدَهُ عَلَى فِرَاشِهِ فَإِذَا أَرَادَ أَنْ يَضْطَجِعَ فَلْيَضْطَجِعْ عَلَى شِقِّهِ الْأَيْمَنِ وَلْيَقُلْ سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ رَبِّي بِكَ وَضَعْتُ جَنْبِي وَبِكَ أَرْفَعُهُ إِنْ أَمْسَكْتَ نَفْسِي فَاغْفِرْ لَهَا وَإِنْ أَرْسَلْتَهَا فَاحْفَظْهَا بِمَا تَحْفَظُ بِهِ عِبَادَكَ الصَّالِحِينَ (م عن ابى هريرة)

Sizden bir kişi yata­ğına girecek olduğu zaman, izarının içiyle yatağını silkelesin, Allah’ın adı­nı zikretsin. Çünkü O, kendisinden sonra yatağına neler geldi­ğini bilemez. Yatmak istedi mi sağ yanı üzere yatsın ve ″Rabbim! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Rabbim! Seninle yanımı yatağa koydum. Seninle kaldıracağım. Eğer canımı alacak olursan, onu bağışla. Eğer onu geri iâde edersen, sâlih kullarını ne ile koruyorsan, onu da öyle koru″ desin.[1] Bir diğer nakilde de ziyâdeyle şu ifade de geçmiştir:

فَإِذَا اسْتَيْقَظَ فَلْيَقُلْ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذِي عَافَانِي فِي جَسَدِي وَرَدَّ عَلَيَّ رُوحِي وَأَذِنَ لِي بِذِكْرِهِ (ت عن ابى هريرة)

Uyandığı vakit de şöyle desin: ″Bedenimde bana afiyet ve­ren ve ruhumu bana geri iâde edip kendisini zikretmem için bana izin veren Al­lah’a hamd olsun.″[2]

Huzeyfe Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te de şöyle geçmektedir:

كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا أَخَذَ مَضْجَعَهُ مِنْ اللَّيْلِ وَضَعَ يَدَهُ تَحْتَ خَدِّهِ ثُمَّ يَقُولُ اللّٰهُمَّ بِاسْمِكَ أَمُوتُ وَأَحْيَا وَإِذَا اسْتَيْقَظَ قَالَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذِي أَحْيَانَا بَعْدَ مَا أَمَاتَنَا وَإِلَيْهِ النُّشُورُ (خ عن حذيفة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem gece uyumak üzere yatağına çekildi mi elini yanağının altına koyar, son­ra da, ″Allah’ım! Senin adınla ölüyor ve diriliyorum″ der­di. Uyandığı zaman da, ″Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun. Öldükten sonra diriliş de O’na olacaktır″ der­di.[3]

Uyku, küçük ölümdür. Bu hususta Câbir b. Abdul­lah Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

قِيلَ يَا رَسُول اللّٰه أَيَنَامُ أَهْل الْجَنَّة؟ قَالَ لَا النَّوْم أَخُو الْمَوْت وَالْجَنَّة لَا مَوْت فِيهَا (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن جابر بن عبد اللّٰه)

″Yâ Resûlallah! Cennet ehli uyurlar mı?″ diye sorulunca, buyurdu ki: ″Hayır, uyku ölümün kardeşi­dir. Cennette ise ölüm yoktur.″[4]


[1] Sahih-i Müslim, Zikir ve Duâ 17 (64).

[2] Sünen-i Tirmizî, Daavât 14.

[3] Sahih-i Buhârî, Daavât 8.

[4] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 15, s. 261.


﴿ اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَعْقِلُونَ ﴿٤٣﴾ قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعًاۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٤٤﴾

43-44. Yoksa o kâfirler, Allah’tan başkasını (putları) kendileri için şefaatçi mi edindiler? Ey Resûlüm! De ki: ″Bir şeye muktedir olmasalar ve akletmeseler de mi? (Onları şefaatçi edineceksiniz?)* De ki: ″Şefaatin hepsi Allah’a aittir. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra hepiniz O’na döndürüleceksiniz.″

İzah: Âyet-i Kerîme‘de geçen ″Şefaatin hepsi Allah’a aittir″ buyruğu; şefaatin yalnızca Allah’ın iznine bağlı olduğunu ifade eder. Kâfirler için ise şefaat yoktur. Bu husus Sûre-i Müddessir, Âyet 48’de de şöyle geçmektedir: Artık o kâfirlere, şefaat edenlerin şefaatleri fayda vermez.″

Müslümanlara ise, şefaat haktır. Nitekim Allah’ın izin verdiği kimselerin şefaatinin hak olduğuna dair çok sayıda Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif vardır. Allah’u Teâlâ, Sûre-i Bakara, Âyet 255’te şöyle buyurmuştur:

″… O’nun izni olmadıkça, O‘nun katında kimse şefaat edemez…″

Yine Allah’u Teâlâ Sûre-i Tâhâ, Âyet 109’da şöyle buyurmuştur:

″O gün şefaat fayda vermez. Ancak Rahmân‘ın kendilerine izin verdiği ve sözünden râzı olduğu kimseler müstesnâ.″

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

خُيِّرْتُ بَيْنَ الشَّفَاعَةِ وَبَيْنَ أَنْ يَدْخُلَ نِصْفُ أُمَّتِى الْجَنَّةَ فَاخْتَرْتُ الشَّفَاعَةَ لِأَنَّهَا أَعَمُّ وَأَكْفَى أَتُرَوْنَهَا لِلْمُتَّقِينَ لَا وَلَكِنَّهَا لِلْمُذْنِبِينَ الْخَطَّائِينَ الْمُتَلَوِّثِينَ (ه عن موسى الاشعرى)

″Ben, ümmetimin yarısının Cennete girmesi ya da şefaat etmem arasında muhayyer bırakıldım. Ben şefaati tercih ettim. Çünkü şefaat, daha kapsamlı ve ümmetimin hepsinin kurtuluşuna daha yeterlidir. Şefaati siz takvâ sahiplerine has mı biliyorsunuz? Hayır! O takvâ sahipleri için değil, günahkâr, hatâlı ve kötü işlere karışan Müslümanlar içindir.[1]

Şefaat hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 255’in izahına bakınız.


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 37.


﴿ وَاِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚ وَاِذَا ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿٤٥﴾

45. Allah’u Teâlâ bir olarak zikredildiği zaman, âhirete îman etmeyenlerin kalpleri sıkılır. Allah‘tan başkasının zikri olunca da ferahlanıp sevinir.


﴿ قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٤٦﴾

46. Ey Habîbim! De ki: ″Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gizliyi de, âşikârı da bilen Allah‘ım! İhtilafa düştükleri hususlarda kullarının arasında Sen hükmedersin.″

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Ebû Sele­me b. Abdurrahman b. Avf Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

Hz. Âişe’ye, ″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem geceleyin namaza kalktığı zaman namazının başında ilk olarak ne okurdu?″ diye sor­dum. Şöyle dedi:

كَانَ إِذَا قَامَ مِنْ اللَّيْلِ افْتَتَحَ صَلَاتَهُ اللّٰهُمَّ رَبَّ جَبْرَائِيلَ وَمِيكَائِيلَ وَإِسْرَافِيلَ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ أَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ اهْدِنِي لِمَا اخْتُلِفَ فِيهِ مِنْ الْحَقِّ بِإِذْنِكَ إِنَّكَ تَهْدِي مَنْ تَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (م عن عائشة)

- Geceleyin namaza kalktığında, namazına şu sözleri söyleye­rek başlardı: ″Cebrâil’in, Mikâil’in ve İsrâfil’in Rabbi olan Allah’ım! Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gizliyi de, âşikârı da bilen Allah‘ım! İhtilafa düştükleri hususlarda kullarının arasında Sen hükmedersin.[1] Hakkında ihtilafa düşülmüş hu­susta iznin ile beni doğruya ilet. Şüphesiz Sen, dilediğin kimseyi dosdoğru yola iletirsin.″[2]


[1] Sûre-i Zümer, Âyet 46.

[2] Sahih-i Müslim, Salât’ül-Müsâfirîn 26 (200).


﴿ وَلَوْ اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ ﴿٤٧﴾ وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٤٨﴾

47-48. Yerdekilerin hepsi ve onunla beraber bir misli de zâlimlerin olsa, mahşer günü görecekleri kötü azaptan kurtulmak için elbette bunları fedâ ederlerdi. Onlar için mahşer gününde Allah tarafından akıllarına ve hayallerine gelmeyen, hesaplarında olmayan çeşit çeşit azaplar âşikâr olur.* Onların dünyada işledikleri amellerin fenâlıkları karşılarına çıkmış olur ve dünyâda alay ettikleri şeyin cezâsı onları kuşatır.


﴿ فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٤٩﴾ قَدْ قَالَهَا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٥٠﴾ فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۜ وَالَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ سَيُص۪يبُهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۙ وَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَ ﴿٥١﴾

49-51. İnsana bir kötü hâl isâbet ettiği zaman, Bize duâ eder. Sonra ona tarafımızdan bir nîmet verdiğimiz vakit de, ″Ben bunu ancak ilmimle kazandım″ der. Bilakis bu hâl, onun hakkında bir imtihandır. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.* Bunlardan evvelkiler de böyle demişlerdi. Fakat (dünyâ malından) kazandıkları şeyler, onları (Allah’ın azâbından) kurtaramadı.* Nihâyet kötü amellerinin cezâsı onlara isâbet etti. Bunlardan zulmedenlere de kötü amellerinin cezâsı isâbet edecektir. Onlar için bundan kurtuluş yoktur.


﴿ اَوَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟ ﴿٥٢﴾

52. Onlar Allah’u Teâlâ‘nın, dilediğine rızkı geniş ve dilediğine dar ettiğini bilmiyorlar mı? Şüphesiz bunda, îman eden bir topluluk için elbette ibretler vardır.


﴿ قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿٥٣﴾

53. Ey Resûlüm! De ki: ″Ey nefisleri üzerine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah’u Teâlâ günahların hepsini bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.″

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu hâdise anlatılmıştır:

أَنَّ نَاسًا مِنْ أَهْلِ الشِّرْكِ كَانُوا قَدْ قَتَلُوا وَأَكْثَرُوا وَزَنَوْا وَأَكْثَرُوا فَأَتَوْا مُحَمَّدًا صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا إِنَّ الَّذِي تَقُولُ وَتَدْعُو إِلَيْهِ لَحَسَنٌ لَوْ تُخْبِرُنَا أَنَّ لِمَا عَمِلْنَا كَفَّارَةً فَنَزَلَ {وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ إِلَهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّٰهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ} وَنَزَلَتْ {قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ} (خ عن ابن عباس)

Müşriklerden bâzı kimseler, çok kişiyi öldürmüşler ve çok zinâ etmişlerdi. Bunlar Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldiler ve ″Senin söylediğin ve kendisine çağırdığın şüphesiz güzeldir. Keşke yapmış olduklarımıza keffâret olacağını bize haber vermiş olsan″ dediler. Bunun üzerine Sûre-i Furkân, Âyet 68-70’teki: ″Ve onlar, Allah ile beraber başka ilah edinip ona ibâdet etmezler. Allah’u Teâlâ’nın öldürülmesini haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler ve zinâ etmezler. Bu nehyedilenleri kim yaparsa, Esâme’de (Cehennemde bir kuyuda) cezâsını çeker.* Mahşer günü azâbı kat kat artırılır ve orada zelil olarak ebedî kalır.* Ancak tevbe eden ve îman eden ve sâlih amelde bulunan müstesnâ. Artık Allah’u Teâlâ onların günahlarını sevaplara çevirir. Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir″ buyruğu ve Ey Resûlüm! De ki: ″Ey nefisleri üzerine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin…″ diye devam eden Sûre-i Zümer, Âyet 53 nâzil oldu.[1]

Allah’u Teâlâ’dan ümit kesilmemesi hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şu hâdiseyi anlatmıştır:

كَانَ فِيمَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ رَجُلٌ قَتَلَ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ نَفْسًا فَسَأَلَ عَنْ أَعْلَمِ أَهْلِ الْأَرْضِ فَدُلَّ عَلَى رَاهِبٍ فَأَتَاهُ فَقَالَ إِنَّهُ قَتَلَ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ نَفْسًا فَهَلْ لَهُ مِنْ تَوْبَةٍ فَقَالَ لَا فَقَتَلَهُ فَكَمَّلَ بِهِ مِائَةً ثُمَّ سَأَلَ عَنْ أَعْلَمِ أَهْلِ الْأَرْضِ فَدُلَّ عَلَى رَجُلٍ عَالِمٍ فَقَالَ إِنَّهُ قَتَلَ مِائَةَ نَفْسٍ فَهَلْ لَهُ مِنْ تَوْبَةٍ فَقَالَ نَعَمْ وَمَنْ يَحُولُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ التَّوْبَةِ انْطَلِقْ إِلَى أَرْضِ كَذَا وَكَذَا فَإِنَّ بِهَا أُنَاسًا يَعْبُدُونَ اللّٰهَ فَاعْبُدْ اللّٰهَ مَعَهُمْ وَلَا تَرْجِعْ إِلَى أَرْضِكَ فَإِنَّهَا أَرْضُ سَوْءٍ فَانْطَلَقَ حَتَّى إِذَا نَصَفَ الطَّرِيقَ أَتَاهُ الْمَوْتُ فَاخْتَصَمَتْ فِيهِ مَلَائِكَةُ الرَّحْمَةِ وَمَلَائِكَةُ الْعَذَابِ فَقَالَتْ مَلَائِكَةُ الرَّحْمَةِ جَاءَ تَائِبًا مُقْبِلًا بِقَلْبِهِ إِلَى اللّٰهِ وَقَالَتْ مَلَائِكَةُ الْعَذَابِ إِنَّهُ لَمْ يَعْمَلْ خَيْرًا قَطُّ فَأَتَاهُمْ مَلَكٌ فِي صُورَةِ آدَمِيٍّ فَجَعَلُوهُ بَيْنَهُمْ فَقَالَ قِيسُوا مَا بَيْنَ الْأَرْضَيْنِ فَإِلَى أَيَّتِهِمَا كَانَ أَدْنَى فَهُوَ لَهُ فَقَاسُوهُ فَوَجَدُوهُ أَدْنَى إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي أَرَادَ فَقَبَضَتْهُ مَلَائِكَةُ الرَّحْمَةِ (م عن ابى سعيد الخدرى)

Sizden evvelki ümmetler içinde bir adam vardı ki, doksan dokuz insan öldürmüştü. Bu zât, yeryüzü insanlarının en âliminin kim olduğunu sordu. Kendisine bir râhip gösterildi. O da râhib’e gelerek kendisinin doksan dokuz kişi öldürdüğünü ve tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini sordu. Râhip: ″Hayır edilmez″ diye cevap verdi. Bu cevap üzerine kâtil, o râhibi de öldürdü. Bununla sayıyı yüze tamamladı. Sonra yine yeryüzü halkının en âlimini sordu. Ona âlim bir kimse gösterildi. Onun yanına gelince (kendisini işâret ederek): ″Bu adam yüz tane insan öldürmüştür. Acaba Onun için bir tevbe yolu var mıdır?″ dedi. O: ″Evet vardır. İnsan ile tevbesi arasına kim girebilir? Sen, filan yere git. Çünkü orada Allah’a ibâdet etmekte olan birtakım insanlar vardır. Sen de onlarla beraber Allah’a ibâdet et ve sakın bir daha kendi memleketine dönme. Çünkü orası kötü bir çevredir″ dedi. Bunun üzerine adam gitti. Nihâyet yolun yarısına vardığı zaman eceli geldi. Bu sefer rahmet melekleri ile azap melekleri çekişmeye başladılar: Rahmet melekleri: ″Bu adam tevbe ederek ve kalbi ile Allah’a yönelerek geldi″ dediler. Azap melekleri de: ″Bu adam hiçbir hayır işlememiştir″ dediler. Bu sırada insan kılığında başka bir melek geldi. Her iki taraf bu meleği aralarında hakem yaptılar. O melek: ″Şimdi siz buradan itibaren, geldiği yer ile gideceği yerin mesafesini ölçün. Bulunduğu bu yer, hangisine daha yakın ise bu kimse oraya ait olur″ dedi. Melekler mesafeleri ölçtüler ve adamın gitmek istediği yere daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onun ruhunu rahmet melekleri aldılar.[2]

Bu Âyet-i Kerîme‘ye göre tevbe, günah işleyenlerin günahlarından kurtulmaları için Allah’ın onlara tanıdığı bir imkandır. İnsan ne kadar çok günah işlerse işlesin, Allah’tan ümidini kesmemelidir. Mü’min, Allah’tan ümidini kesmez.

Bu Âyet-i Kerîme hakkında Hz. Ali de şöyle buyurmuştur:

Kur’ân-ı Kerîm’de; Ey Resûlüm! De ki: ″Ey nefisleri üzerine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin…″ diye devam eden âyetten daha geniş bir âyet yoktur.

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ لَمْ تُذْنِبُوا لَذَهَبَ اللّٰهُ بِكُمْ وَلَجَاءَ بِقَوْمٍ يُذْنِبُونَ فَيَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ فَيَغْفِرُ لَهُمْ (م عن ابى هريرة)

″Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve yerinize günah işledikten sonra Allah’tan af dileyecek bir millet getirir ve onları da affederdi.″[3]

Allah’u Teâlâ, kullarının günahlarını tevbe istiğfar ettikleri sürece affeder. Kulların da, ″Allah’u Teâlâ nasıl olsa affeder″ diyerek günah işlememeleri gerekir. Bu husus Sûre-i Lokmân, Âyet 33’te: ″… Şeytan da sizi Allah ile (O’nun affına güvendirerek) aldatmasın″ diye geçmektedir.

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

ادْعُوا اللّٰهَ وَأَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالْإِجَابَةِ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لَاهٍ (ت عن ابى هريرة)

″Allah’a duâyı, size icâbet edeceğinden emin olarak yapın. Şunu bilin ki, Allah’u Teâlâ gafletle oyalanan kalbin duâsını kabul etmez.″[4]


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Zümer 1.

[2] Sahih-i Müslim, Tevbe 8 (46).

[3] Sahih-i Müslim, Tevbe 2 (11).

[4] Sünen-i Tirmizî, Daavât 66.


﴿ وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ ﴿٥٤﴾

54. Size azap gelmeden evvel, Rabbinize dönün ve O’na boyun eğin. Sonra size yardım edilmez.


﴿ وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ ﴿٥٥﴾ اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ ﴿٥٦﴾ اَوْ تَقُولَ لَوْ اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ ﴿٥٧﴾ اَوْ تَقُولَ ح۪ينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ اَنَّ ل۪ي كَرَّةً فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٨﴾ بَلٰى قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٥٩﴾

55-59. Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada azap gelmeden önce, Rabbinizden size nâzil olanların en güzeline (Kur’ân‘a) tâbi olun.* Yoksa mahşer günü kişi, ″Allah’a karşı işlediğim kusurlardan dolayı eyvah bana! Gerçekten ben (Allah’ın dîniyle) alay edenlerdendim″ der.* Yahut ″Allah bana hidâyet etseydi, elbette ben de takvâ sahiplerinden olurdum″ der.* Yahut azâbı gördüğünde, ″Keşke benim için dünyâya bir da­ha dönüş olsaydı da muhsinlerden olsaydım″ der.* Allah’u Teâlâ şöyle buyurur: ″Bilakis sana âyetlerim geldi. Sen onları yalanladın, kibirlendin ve inkârcılardan oldun.″

İzah: Cehennemde azap gören kimsenin pişmanlığı hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَدْخُلُ أَحَدٌ النَّارَ إِلَّا أُرِيَ مَقْعَدَهُ مِنْ الْجَنَّةِ لَوْ أَحْسَنَ لِيَكُونَ عَلَيْهِ حَسْرَةً وَلَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ أَحَدٌ إِلَّا أُرِيَ مَقْعَدَهُ مِنْ النَّارِ لَوْ أَسَاءَ لِيَزْدَادَ شُكْرًا (حم عن ابى هريرة)

″Bir kimse Cehenneme girdiği zaman, ona bir hasret olması için Cennetten en güzel bir yer ona gösterilir. Bir kimse de Cennete girdiği zaman, onun şükrünü artırmak için Cehennemden en kötü bir yer ona gösterilir.″[1]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10557.


﴿ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ ﴿٦٠﴾

60. Ey Resûlüm! Mahşer günü, Allah’a iftirada bulunanların (O’na ortak koşanların) yüzlerini kararmış görürsün. Kibirlenenler için Cehennemde yer mi yok?

İzah: Kibirlenenler hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ قَالَ رَجُلٌ إِنَّ الرَّجُلَ يُحِبُّ أَنْ يَكُونَ ثَوْبُهُ حَسَنًا وَنَعْلُهُ حَسَنَةً قَالَ إِنَّ اللّٰهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ الْكِبْرُ بَطَرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النَّاسِ (م عن ابن مسعود)

″Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kim­se Cennete giremez.″ Orada bulunan adamın biri: ″Fakat kişi, elbisesinin ve ayakkabılarının güzel olması­nı ister″ deyince, buyurdu ki: ″Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir, Hakk’a karşı gururlanmak ve insanlara üstten bakmaktır.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

يُحْشَرُ الْمُتَكَبِّرُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَمْثَالَ الذَّرِّ فِي صُوَرِ الرِّجَالِ يَغْشَاهُمْ الذُّلُّ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَيُسَاقُونَ إِلَى سِجْنٍ فِي جَهَنَّمَ يُسَمَّى بُولَسَ تَعْلُوهُمْ نَارُ الْأَنْيَارِ يُسْقَوْنَ مِنْ عُصَارَةِ أَهْلِ النَّارِ طِينَةَ الْخَبَالِ (ت عن عمرو بن شعيب عن ابيه عن جده)

″Kibirlenenler, mahşer gününde adam sûretinde tanecikler kadar küçük olarak haşredilecekler. Horluk her taraftan kendilerini kaplayacak, Cehennemde adına bûles denilen bir hapishaneye sürülecekler, üzerlerinde ateşlerin ateşi yükselecek ve kendilerine Cehennemliklerin sıkılan suyundan, kan ve irin çamurundan içirilecektir.″[2]


[1] Sahih-i Müslim, Îman 39 (147).

[2] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 6390.


﴿ وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٦١﴾

61. Allah’u Teâlâ, takvâ sahiplerini başarıları sayesinde kurtuluşa erdirir. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar mahzun da olmazlar.


﴿ اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ ﴿٦٢﴾ لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ ﴿٦٣﴾

62-63. Allah’u Teâlâ, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir (her şey O’nun tasarrufunda ve himâyesindedir)* Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenlerler var ya, işte onlar, hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.

İzah: Sûre-i Zümer, Âyet 63 hakkında İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Hz. Osman b. Afvan, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, Sûre-i Zümer, Âyet 63’te ki: ″Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur″ buyruğunun tefsirinin ne olduğunu sormuş, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

مَا سَأَلَنِي عَنْهَا أَحَد لَا إِلَه إِلَّا اللّٰه وَاللّٰه أَكْبَر وَسُبْحَان اللّٰه وَبِحَمْدِهِ أَسْتَغْفِرُ اللّٰه وَلَا حَوْل وَلَا قُوَّة إِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِيّ الْعَظِيم هُوَ الْأَوَّل وَالْآخِر وَالظَّاهِر وَالْبَاطِن يُحْيِي وَيُمِيت بِيَدِهِ الْخَيْر وَهُوَ عَلَى كُلّ شَيْء قَدِير (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن ابن عمر)

″Buna dair kimse bana soru sormadı. Bu, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Allah en büyüktür, O’na hamd ederim ve Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. Allah’tan günahlarımın bağışlanması­nı dilerim. Çok yüce ve çok büyük olan Allah’ın yardımı olmadıkça, hiç­bir şeye güç yetirilemez. O ilktir, sondur, en üstün olan­dır, gizli olandır, diriltir, öldürür, hayır yalnız O’nun elindedir, O her şeye kâdirdir″ demektir.[1]


[1] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 15, s. 275.


﴿ قُلْ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي اَعْبُدُ اَيُّهَا الْجَاهِلُونَ ﴿٦٤﴾ وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٦٥﴾ بَلِ اللّٰهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ ﴿٦٦﴾

64-66. Ey Resûlüm! De ki: ″Ey câhiller! Benim, Allah’tan başkasına ibâdet etmemi mi teklif ediyorsunuz?* Ey Habîbim! Şüphesiz ki, sana ve senden önceki Peygamberlere şöyle vahyedildi: ″Yemin olsun ki, eğer Allah’a ortak koşarsan, elbette amelin bâtıl olur ve elbette hüsrâna uğrayanlardan olursun.″* Bilakis sen, yalnız Allah’a ibâdet et ve şükredenlerden ol.

İzah: Bu âyetlerin nüzul sebebi Abdullah İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şöyle nakledilmiştir:

- Mekke müşrikleri, bilgisizliklerinden, Resûlullah (Sallalâhu aleyhi vesellem)’e kendi ilâhlarına ibâdet etmeye çağırdılar ve dediler ki: ″Sen bizim ilâhlarımıza ibadet edersen, biz de seninle birlikte senin ilâhına ibâdet ederiz.″ İşte bunun üzerine Sûre-i Zümer, Âyet 64-66 nâzil olmuştur.


﴿ وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ وَالْاَرْضُ جَم۪يعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٦٧﴾ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۚ ثُمَّ نُفِخَ ف۪يهِ اُخْرٰى فَاِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ ﴿٦٨﴾

67-68. O kâfirler, Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla takdir etmediler. Kıyâmet günü bütün arz, Allah’ın kabzasındadır. Gökler de sağ eliyle dürülür. Allah’u Teâlâ, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır ve çok yücedir.* Sûr’a üflenir, göklerde ve yerde bulunan kimselerin hepsi ölür. Ancak Allah’u Teâlâ’nın diledikleri (şehitler) müstesnâ. Sonra Sûr’a bir daha üflenir, hemen cümlesi kalkıp bakışırlar.

İzah: Sûre-i Zümer, Âyet 67 ile ilgili olarak Abdullah İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

جَاءَ يَهُودِيٌّ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ إِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْأَرَضِينَ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْجِبَالَ عَلَى إِصْبَعٍ وَالْخَلَائِقَ عَلَى إِصْبَعٍ ثُمَّ يَقُولُ أَنَا الْمَلِكُ قَالَ فَضَحِكَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى بَدَتْ نَوَاجِذُهُ قَالَ {وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِهِ} (ت عن عبد اللّٰه)

Bir Yahudi, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelip şöyle dedi: Yâ Muhammed! Allah gökleri bir parmak üzerinde, dağları bir parmak üzerinde, yerleri bir parmağının üzerinde ve diğer bütün yaratılanları da bir parmak üzerinde tutar, son­ra da, ″Melik Benim″ der. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, azı dişleri görülünceye kadar güldü, sonra, ″O kâfirler, Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla takdir etmediler…″ diye devam eden Sûre-i Zümer, Âyet 67’yi okudu.[1]

Yine âyette geçtiği üzere gökler, yer ve her şey Allah’ın mülk ve tasarrufundadır. ″Kıyâmet günü bütün arz, Allah’ın kabzasındadır″ buyruğu; on sekiz bin âlem ve bütün yıldızların mülk ve tasarrufu Allah’ın avucunun içindedir. ″Gökler de sağ eliyle dürülür″ buyruğu da, bütün gök âlemlerindeki meleklerdir. Bunlarda Allah’ın sağ eliyle dürülür. Hâsılı kıyâmet koptuğunda Allah’u Teâlâ bunların hepsini kudretiyle dürüp yok eder ve bir tek kendi kalır, demektir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَقْبِضُ اللّٰهُ الْأَرْضَ وَيَطْوِي السَّمَاءَ بِيَمِينِهِ ثُمَّ يَقُولُ أَنَا الْمَلِكُ أَيْنَ مُلُوكُ الْأَرْضِ (خ م عن ابى هريرة)

″Allah’u Teâlâ kıyâmet gününde arzı kabzasına (avucunun içine) alır, semâyı da sağ eliyle dürer. Sonra da, ″Melik Benim, yeryüzünün melikleri nerede?″ diye buyurur.[2]

Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere, kıyâmet koptuğunda Allah’u Teâlâ’nın, ölmeyeceklerini dilediği kimseler hakkında da Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَنِ اسْتَثْنَى اللّٰهُ حِينَ يَقُولُ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الأَرْضِ إِلا مَنْ شَاءَ اللّٰهُ؟ قَالَ أُولَئِكَ الشُّهَدَاءُ، هُمْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ، وَقَاهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَأَمَّنَهُمْ مِنْ عِقَابِهِ وَإِنَّمَا يَصَلُ الْفَزَعُ إِلَى الأَحْيَاءِ، وَهُوَ عَذَابُ اللّٰهِ يَبْعَثُهُ عَلَى شِرَارِ خَلْقِهِ ... (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن ابى هريرة)

″Yâ Resûlallah! Sûre-i Neml, Âyet 87’deki: ″Sûr’a üflendiği gün, göklerde ve yerde bulunan kimselerin hepsi, şiddetli bir korkuya tutulur. Ancak Allah’u Teâlâ’nın diledikleri müstesnâ…″ buyruğunda istisnâ ettikleri kimlerdir?″ diye sorunca, buyurdu ki: ″Bunlar şehitlerdir. Korku, dirilere ulaşacaktır. Şehitler, Allah katında diriler olup rızıklanmaktadırlar. Allah’u Teâlâ, o günün korkusundan onları koruyup emîn kılacaktır. Kıyâmet, Allah’u Teâlâ’nın yarattıklarının kötüleri üzerine göndereceği bir azaptır.″[3]

İşte Sûre-i Zümer, Âyet 68’de de aynı hâdise anlatıldığından, kâfirler üzerine kıyâmet koparken Allah’u Teâlâ’nın istisnâ ettiği kişilerin, Allah yolunda ölen şehitler olduğu beyan edilmiştir.[4]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 40.

[2] Sahih-i Buhârî, Rikâk 43; Sahih-i Müslim, Sıfat-ı Kıyâmet 1.

[3] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 3, s. 287. Bu Hadis-i Şerif’in geniş metni için Sûre-i En’âm, Âyet 71-73’ün izahına bakınız.

[4] Allah yolunda ölenlerin diri olduklarına dair geniş bilgi için Sûre-i Nisâ, Âyet 95-96’ya bakınız.


﴿ وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٦٩﴾ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُونَ۟ ﴿٧٠﴾

69-70. O gün arz, Rabbinin nûruyla aydınlanır. Amel defterleri hesap meydanına konulur. Peygamberler ve şâhitler getirilir. Allah’ın kulları arasında hak ile hükmolunur. Hiç kimseye haksızlık edilmez.* Herkese (iyi veya kötü) amelinin karşılığı tam olarak verilir. Allah’u Teâlâ, onların yaptıklarını en iyi bilendir.


﴿ وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَرًاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ ﴿٧١﴾ ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ ﴿٧٢﴾

71-72. Kâfirler, bölük bölük Cehenneme sevk edilirler. Onlar Cehenneme geldikleri vakit, kapıları açılır. Cehennem zebânileri onlara: ″Size Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne yetişeceğiniz hakkında korkutan Resuller gelmedi mi?″ derler. Onlar da: ″Evet geldi″ derler. Fakat Allah’ın azap vaadi kafirler üzerine hak oldu.* Onlara: ″Girin Cehennemin kapılarından, orada ebedî kalmak üzere! Kibirlenenlerin yeri olan Cehennem ne kötüdür″ denir.


﴿ وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ اِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا وَفُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِد۪ينَ ﴿٧٣﴾ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَاَوْرَثَنَا الْاَرْضَ نَتَبَوَّاُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَٓاءُۚ فَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ ﴿٧٤﴾

73-74. Rablerinden korkanlar da bölük bölük Cennete sevk edilirler. Oraya geldikleri vakit, Cennetin kapıları açılır. Cennetin bekçileri de onlara: ″Size selâm olsun! Mâsiyetlerden temizlendiniz. Artık ebedî olarak Cennete girin″ derler.* Onlar da: ″Vaadinde sâdık olup burasını bize vâris kılarak ihsanda bulunan Allah’a hamd olsun! Her birimiz, Cennetten her istediğimiz yerde otururuz. Güzel amellerde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş″ derler.

İzah: Cennetin kapıları hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَنْفَقَ زَوْجَيْنِ مِنْ مَالِهِ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ دُعِيَ مِنْ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ وَلِلْجَنَّةِ أَبْوَابٌ فَمَنْ كَانَ مِنْ أَهْلِ الصَّلَاةِ دُعِيَ مِنْ بَابِ الصَّلَاةِ وَمَنْ كَانَ مِنْ أَهْلِ الصَّدَقَةِ دُعِيَ مِنْ بَابِ الصَّدَقَةِ وَمَنْ كَانَ مِنْ أَهْلِ الْجِهَادِ دُعِيَ مِنْ بَابِ الْجِهَادِ وَمَنْ كَانَ مِنْ أَهْلِ الصِّيَامِ دُعِيَ مِنْ بَابِ الرَّيَّانِ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ وَاللّٰهِ يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَا عَلَى أَحَدٍ مِنْ ضَرُورَةٍ مِنْ أَيِّهَا دُعِيَ فَهَلْ يُدْعَى مِنْهَا كُلِّهَا أَحَدٌ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ نَعَمْ وَإِنِّي أَرْجُو أَنْ تَكُونَ مِنْهُمْ (حم عن ابى هريرة)

″Malından her kim Allah yolunda bir çift harcarsa, Cennetin kapılarından çağırılır. Cennetin kapıları vardır; namaz ehli namaz kapısından, sadaka ehli sadaka kapısından, cihat ehli cihat kapısından, oruçlular ise Reyyan kapısından çağrılırlar.″ Hz. Ebû Bekir: ″Yâ Resûlallah! Bir kimse hangi kapıdan çağırılmışsa, oradan girmek zorunda mıdır? Bütün bu kapıların hepsinden çağrılacak bir kimse var mıdır?″ diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Evet, senin onlardan olacağını umarım″ buyurdu.[1]

Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

فِي الْجَنَّةِ ثَمَانِيَةُ أَبْوَابٍ، بَابٌ مِنْهَا يُسَمَّى الرَّيَّانَ، لَا يُدْخُلُهُ إِلَّا الصَّائِمُونَ (طب عن سهل بن سعد)

″Cennette sekiz kapı vardır. Onlardan bir kapı da, Reyyan diye isimlendirilir ki, o kapıdan oruç tutanlar girer.″[2]

Cennet kapılarının mesâfesi hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ مَا بَيْن مِصْرَاعَيْنِ فِي الْجَنَّة لَمَسِيرَة أَرْبَعِينَ سَنَة (حم ع عن ابى سعيد)

″Cennet kapılarının iki kanadı arası, kırk senelik yoldur.″[3]

Hesaba çekilmeden Cennete girecekler hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مِنْ أُمَّتِي زُمْرَةٌ هُمْ سَبْعُونَ أَلْفًا تُضِيءُ وُجُوهُهُمْ إِضَاءَةَ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ وَقَالَ أَبُو هُرَيْرَةَ فَقَامَ عُكَّاشَةُ بْنُ مِحْصَنٍ الْأَسَدِيُّ يَرْفَعُ نَمِرَةً عَلَيْهِ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ ادْعُ اللّٰهَ أَنْ يَجْعَلَنِي مِنْهُمْ قَالَ اللّٰهُمَّ اجْعَلْهُ مِنْهُمْ ثُمَّ قَامَ رَجُلٌ مِنْ الْأَنْصَارِ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ ادْعُ اللّٰهَ أَنْ يَجْعَلَنِي مِنْهُمْ فَقَالَ سَبَقَكَ بِهَا عُكَّاشَةُ (خ عن ابى هريرة)

″Cennete ümmetimden yetmiş bin kişilik bir zümre hesapsız olarak girecek; onların yüzleri, parlaklıkta ayın on dördüncü gecesindeki ayın parlaklığı gibidir.″ Ukkâşe b. Mahsen kalkıp, ″Yâ Resûlallah! Allah’a duâ et de beni onlardan kılsın″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ey Allah’ım! Ukkâşe’yi onlardan kıl″ diye duâ buyurdu. Sonra Ensârdan birisi kalkıp, ″Yâ Resûlallah! Allah’ın beni onlardan kılması için duâ buyur″ dedi de, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ukkâşe bu hususta senden önce davrandı″ buyurdu.[4]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7313

[2] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 5663.

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10809; Kenz’ul-Ummal, Hadis No. 39233.

[4] Sahih-i Buhârî, Rikâk 48.


﴿ وَتَرَى الْمَلٰٓئِكَةَ حَٓافّ۪ينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْۚ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ وَق۪يلَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٧٥﴾

75. Meleklerin, Arş’ın etrafını kuşatmış oldukları halde Rablerini hamd ile tesbih ederek döndüklerini görürsün. Artık kulların arasında adâletle hüküm verilmiş ve ″Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun!″ denilmiştir.

İzah: Allah’ın Arş’ının büyüklüğü hesap edilemez. Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere melekler, bir saniye boş kalmadan Allah’u Teâlâ’yı hamd ve tesbih ile zikrederek dönerler. Bunlar, Beyt’ül-Mâmur etrafında devr edip Allah’u Teâlâ’yı zikrederler.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem yedinci kat semâya yükseltildiğinde, Beyt’ül Mâmur ile ilgili olarak şöyle anlatmıştır:

فَإِذَا أَنَا بِإِبْرَاهِيمَ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُسْنِدًا ظَهْرَهُ إِلَى الْبَيْتِ الْمَعْمُورِ وَإِذَا هُوَ يَدْخُلُهُ كُلَّ يَوْمٍ سَبْعُونَ أَلْفَ مَلَكٍ لَا يَعُودُونَ إِلَيْهِ (م عن انس)

″Ben orada İbrâhim Aleyhisselâm ile, arkasını Beyt’ül-Mâmur’a dayamış olarak karşılaştım. Beyt’ül Mâmur’u gördüm. Ona günde yetmiş bin melek girer ve bir daha ona dönmezler…″[1]

Beyt’ül-Mâmur: Aynı Kâbe gibi meleklerin tavaf yaparak ibâdet, zikir, tesbih ettikleri yer olup, yeryüzündeki Kâbe’nin tam üzerine denk gelen yedinci kat semâdadır.

Beyt’ül-Mâmur’un altında aynı hizada yeryüzündeki insanlar da, devamlı melekler gibi Kâbe’yi devredip dönerler, zikrederler; aşkla, şevkle tekbir, tahlil, tevhid ederler. Bu hususta da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اِنَّمَا جُعِلَ الطَّوَافُ بِالْبَيْتِ وَالسَّعْيُ بَيْنَ الصَّفَا وَالْمَرْوَةِ وَرَمْيُ الْجِمَارِ لِإِقَامَةِ ذِكْرِ اللّٰهِ لَا لِغَيْرِهِ (حم د ت ك هب عن عائشة)

″Beytullah‘ı tavaf etmek, Safâ ile Merve arasında sa’y etmek ve şeytanı taşlamak, zikrullahı ikâme etmek (öğretmek) içindir. Başka bir şey için değildir.″[2]

İşte cihanda canlı cansız, göklerde ve yerde olan bütün mahlûkat, devran ederek Allah’ı zikretmektedirler. Bir saniye zikrullahtan gâfil değildirler.

Sûre-i İsrâ, Âyet 44’te de Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Yedi gök, yer ve onlarda bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O’nu hamd ile tesbih etmesin...″

Güneş, ay, yıldızlar, bütün dünyâ devranda, harekettedir. Cümlesi aşkla Allah’ı zikir ile coşarak uyumazlar da, O’nu zikrederler. İnsanlar Kâbe’yi tavaf ederler, nice türlü zikir ederler. Evvelki ümmetlerde, mescitlerden başka yerlerde ibâdet etmek câiz değildi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hürmetine Allah’u Teâlâ bize yeryüzünü mescit eyledi.[3] Bu sebeple bütün Mü’minler, yeryüzünün her yerinde Allah’a ibâdet ederek, O’nu zikredip tesbih ederler, namaz kılarlar.


[1] Sahih-i Buhârî, Bed’ul-Halk 6, Enbiyâ 22-23, Salat 1; Sahih-i Müslim, Îman 74 (259, 263 Sünen-i Nesâî, Salat 1; Sünen-i İbn-i Mâce, İkâmet’üs-Salat 194.

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Menâsik 51; Sünen-i Tirmizî, Hac 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 23215; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 1392.

[3] Bu hususta Sûre-i Bakara, Âyet 150 ve izahına bakınız.