ALAK SÛRESİ

Bu sûre 19 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. Bu sûrede insanın alaka’dan yaratıldığı beyan edildiği için ″Alak Sûresi″ ismi verilmiştir. Aynı zamanda Hira Mağarası’nda iken Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e ilk nâzil olan âyetlerin geçtiği sûredir.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ ﴿١﴾ خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ ﴿٢﴾ اِقْرَأْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُۙ ﴿٣﴾ اَلَّذ۪ي عَلَّمَ بِالْقَلَمِۙ ﴿٤﴾ عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْۜ ﴿٥﴾

1-5. Ey Resûlüm! Yaratan Rabbinin ismiyle (sana vahyolunanı) oku!* O, insanı alak’tan (embriyo’dan) yarattı!* Oku! Senin Rabbin, nihâyeti olmayan kerem sahibidir.* O, kalemle (yazmayı) öğretendir* ve insana bilmediği şeyleri bildirendir.

İzah: Bu âyetler ile ilgili olarak Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ şöyle anlatmıştır:

كَانَ أَوَّلُ مَا بُدِئَ بِهِ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنَ الْوَحْيِ الرُّؤْيَا الصَّادِقَةَ فِي النَّوْمِ فَكَانَ لَا يَرَى رُؤْيَا إِلَّا جَاءَتْ مِثْلَ فَلَقِ الصُّبْحِ ثُمَّ حُبِّبَ إِلَيْهِ الْخَلَاءُ فَكَانَ يَخْلُو بِغَارِ حِرَاءٍ يَتَحَنَّثُ فِيهِ وَهُوَ التَّعَبُّدُ اللَّيَالِيَ أُوْلَاتِ الْعَدَدِ قَبْلَ أَنْ يَرْجِعَ إِلَى أَهْلِهِ وَيَتَزَوَّدُ لِذَلِكَ ثُمَّ يَرْجِعُ إِلَى خَدِيجَةَ فَيَتَزَوَّدُ لِمِثْلِهَا حَتَّى فَجِئَهُ الْحَقُّ وَهُوَ فِي غَارِ حِرَاءٍ فَجَاءَهُ الْمَلَكُ فَقَالَ اقْرَأْ قَالَ مَا أَنَا بِقَارِئٍ قَالَ فَأَخَذَنِي فَغَطَّنِي حَتَّى بَلَغَ مِنِّي الْجَهْدَ ثُمَّ أَرْسَلَنِي فَقَالَ اقْرَأْ قَالَ قُلْتُ مَا أَنَا بِقَارِئٍ قَالَ فَأَخَذَنِي فَغَطَّنِي الثَّانِيَةَ حَتَّى بَلَغَ مِنِّي الْجَهْدَ ثُمَّ أَرْسَلَنِي فَقَالَ أَقْرَأْ فَقُلْتُ مَا أَنَا بِقَارِئٍ فَأَخَذَنِي فَغَطَّنِي الثَّالِثَةَ حَتَّى بَلَغَ مِنِّي الْجَهْدَ ثُمَّ أَرْسَلَنِي فَقَالَ {اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ عَلَّمَ الْإِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ} ... (خ م ت عن عائشة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü sâlih rüyâlar idi. Rüyâda her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen meydana geliyordu. Ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira Mağarası’na çekilip orada, ailesine dönmeksizin birkaç gece tek başına kalıp, ibâdet ediyordu. Bu maksatla yanına azık alıyor, azığı tükenince, Hz. Hatice’ye dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu. Bu hâl, kendisine Hira Mağarası’nda hak gelinceye kadar devam etti. Bir gün ona melek (Cebrâil Aleyhisselam) gelip, ″Oku!″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ben okuma bilmiyorum″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem hâdisenin devamını şöyle anlattı: ″Ben okuma bilmiyorum″ deyince, melek beni tutup kucakladı ve tâkatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar, ″Oku!″ dedi. Ben tekrar, ″Okuma bilmiyorum″ dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp tâkatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve ″Oku!″ dedi. Ben yine, ″Okuma bilmiyorum″ dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer tâkatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve ″Ey Resûlüm! Yaratan Rabbinin ismiyle (sana vahyolunanı) oku!* O, insanı alak’tan (embriyo’dan) yarattı!* Oku! Rabbin, nihâyeti olmayan kerem sahibidir.* O, kalemle (yazmayı) öğretendir* ve insana bilmediği şeyleri bildirendir″ diye geçen Sûre-i Alak, Âyet 1-5’i okudu.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir titreme vardı. Hz. Hatice’nin yanına geldi ve ″Beni örtün, beni örtün!″ diye buyurdu. Onu örttüler. Titreme hâli gidinceye kadar öyle kaldı. Sükûnete erince, Hz. Hatice’ye, başından geçenleri anlattı ve″Nefsim hususunda korktum″ dedi. Hz. Hatice de, ″Aslâ korkma! Vallâhi! Allah’u Teâlâ seni ebediyyen rüsvay etmeyecektir. Zîrâ sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın. Misafire ikram edersin. Hak yolunda zuhur eden hâdiseler karşısında halka yardım edersin″ dedi.

Sonra Hz. Hatice, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i alıp Varaka İbn-i Nevfel İbni Esed İbni Abdi’l-Uzzâ İbn-i Kusay’a götürdü. Bu zât, Hz. Hatice’nin amcasının oğlu idi. Câhiliye devrinde Hristiyan olmuş bir kimseydi. İbraniceyi bilirdi. İncil’den, Allah’ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri âmâ olmuş yaşlı bir ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine: ″Ey Amcamoğlu! Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylüyor, dedi. Varaka, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e:″Ey Kardeşimin oğlu! Neler görüyorsun?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem gördüklerini anlattı. Varaka da O’na:″Bu gördüğün melektir. O, Hz. Mûsâ’ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım da sana yardım etseydim. Keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:″Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?″ diye sordu. Varaka:″Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, ona husumet edilmemiş olsun! O gününü görürsem, sana müessir yardımda bulunurum″ dedi. Ancak çok geçmeden Varaka vefât etti ve vahiy de fetrete girdi (bir müddet kesildi).[1]

Bu Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ’nın, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, ″Oku″ diye emretmesi, okuma yazma anlamında değildir. Bu Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif’te anlatıldığı gibi, ″Sana vahyedileni oku″ demektir. Allah’u Teâlâ, kendisine vahyedilen Kur’ân âyetlerini okurken de Allah’ın ismini zikrederek okuması, yani Besmele-i Şerife çekerek başlaması, bu şekilde Allah’ın emirlerini halka anlatarak, onları hak yola dâvet etmesini emretmiştir.

Allah’u Teâlâ birçok âyette Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmî yani okuma yazma bilmeyen bir Peygamber olduğuna vurgu yapmaktadır.

Bu hususta Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hazretleri Sûre-i A’râf, Âyet 158’de şöyle buyurmaktadır:

″… O halde Allah’a ve ümmî (okuma yazma bilmeyen) bir Peygamber olup Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne îman edin ve ona tâbi olun ki, hidâyete nâil olasınız.″

Eğer bu Alak Sûresi’nde Allah’u Teâlâ’nın ″Oku″ diye emretmesi, okuma yazma anlamında olmuş olsaydı, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem her şeyi bırakıp önce okuma yazmayı öğrenmesi gerekirdi. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın emrine karşı gelmekten en çok korkan kişi kendisi idi. Halbuki böyle bir şey yapmamıştır. Çünkü âyetin emri bu anlamda değildi. Ayrıca kendisi okuma yazma bilmediği için Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in vahiy kâtipleri vardı. Peygamber Efendimize nâzil olan Kur’ân âyetleri, bu vahiy kâtipleri tarafından kayıt altına alınırdı.


[1] Sahih-i Buhârî, Bed'ul-Vahy 3, Enbiyâ 21, Tefsir-i Alâk 1, Tâbir 1; Sahih-i Müslim, Îman 73 (252 Sünen-i Tirmizî, Menâkib 13.


﴿ كَلَّٓا اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰىۙ ﴿٦﴾ اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ ﴿٧﴾ اِنَّ اِلٰى رَبِّكَ الرُّجْعٰىۜ ﴿٨﴾

6-8. Hayır! Şüphesiz ki insan, elbette azar;* kendisini ihtiyaçtan kurtulmuş görünce.* Muhakkak ki dönüş, ancak Rabbinedir.


﴿ اَرَاَيْتَ الَّذ۪ي يَنْهٰىۙ ﴿٩﴾ عَبْدًا اِذَا صَلّٰىۜ ﴿١٠﴾ اَرَاَيْتَ اِنْ كَانَ عَلَى الْهُدٰىۙ ﴿١١﴾ اَوْ اَمَرَ بِالتَّقْوٰىۜ ﴿١٢﴾ اَرَاَيْتَ اِنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰىۜ ﴿١٣﴾ اَلَمْ يَعْلَمْ بِاَنَّ اللّٰهَ يَرٰىۜ ﴿١٤﴾ كَلَّا لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ۬ لَنَسْفَعًا بِالنَّاصِيَةِۙ ﴿١٥﴾ نَاصِيَةٍ كَاذِبَةٍ خَاطِئَةٍۚ ﴿١٦﴾ فَلْيَدْعُ نَادِيَهُۙ ﴿١٧﴾ سَنَدْعُ الزَّبَانِيَةَۙ ﴿١٨﴾ كَلَّاۜ لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ (سَجْدَه) ﴿١٩﴾

9-19. O kimseyi gördün mü ki, nehyediyordu;* bir kulu namaz kıldığı vakit.* Gördün mü, ya o nehyetmek istediği zât, hidâyet üzere ise* yahut takva ile emrettiyse.* Gördün mü, ya diğeri, hakkı yalanladı ve yüz çevirdi ise,* o nehyeden, bu halleri Allah’ın gördüğünü bilmez mi?* Hayır, hayır! Yemin olsun ki bundan vazgeçmezse, elbette perçeminden tutup sürükleriz (Cehenneme atarız);* o günahkâr ve yalancının perçeminden.* Artık o, meclisini ve yardımcılarını çağırsın.* Biz de zebânileri çağıracağız.* Hayır, hayır! Ona itaat etme. Secde et ve Rabbine yakınlığa devam et. (Secde âyetidir)

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Bir kulu″ diye geçen kişi, Muhammed Mustafa Sallallâhu aleyhi ve sellem’dir. ″Onu namazdan nehyetmek isteyen kişi″ de, Ebû Cehil’dir.

Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle anlatmıştır:

كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُصَلِّي فَجَاءَ أَبُو جَهْلٍ فَقَالَ أَلَمْ أَنْهَكَ عَنْ هَذَا أَلَمْ أَنْهَكَ عَنْ هَذَا أَلَمْ أَنْهَكَ عَنْ هَذَا فَانْصَرَفَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَزَبَرَهُ فَقَالَ أَبُو جَهْلٍ إِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا بِهَا نَادٍ أَكْثَرُ مِنِّي فَأَنْزَلَ اللّٰهُ {فَلْيَدْعُ نَادِيَهُ سَنَدْعُ الزَّبَانِيَةَ} فَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ فَوَاللّٰهِ لَوْ دَعَا نَادِيَهُ لَأَخَذَتْهُ زَبَانِيَةُ اللّٰهِ (ت عن ابن عباس)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, namaz kılmakta idi. Ebu Cehil geldi ve ″Seni bu işten nehyetmedim mi? Seni bu işten nehyetmedim mi?″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, namazı bitirince, Ebû Cehil’e sert davrandı. Bunun üzerine Ebû Cehil, ″Sen de gâyet iyi bilirsin ki, Mekke’de benim meclisimden daha kalabalık bir meclis yoktur″ dedi. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ: ″Artık o, meclisini ve yardımcılarını çağırsın.* Biz de zebânileri çağırırız″ diye geçen Sûre-i Alak, Âyet 17-18’i indirdi. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ dedi ki: Ebû Cehil, meclisini çağırmış olsaydı, Allah’ın zebânileri onu mutlaka yakalayıp kapıvereceklerdi.[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 85