KIYÂMET SÛRESİ

Bu sûre 40 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. Genel olarak kıyâmetin hallerinden bahsettiği için ″Kıyâmet Sûresi″ ismi verilmiştir. Başındaki ifadeden dolayı ″Lâ uksimu Sûresi″ ismi de verilmiştir.

Bu sûre hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ قَرَأَ سُورَةَ الْوَاقِعَةِ فيِ كُلِّ لَيْلَةٍ لَمْ تُصِبْهُ فَاقَةٌ أَبَدًا وَمَنْ قَرَأَ فِي كُلِّ لَيْلَةٍ لا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ لَقِيَ اللّٰهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَوَجْهُهُ فِي صُورَةِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ (كر عن ابن عباس)

″Kim her gece Vâkıa Sûresi’ni okursa, ebedî fakirlik yüzü görmez. Her kim her gece Kıyâmet Sûresi’ni okursa, kıyâmet günü yüzü ayın on dördü gibi olarak Allah’a kavuşur.″[1]


[1] Râmûz’ul-Ehâdîs, Hadis No: 5462.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ لَٓا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ ﴿١﴾ وَلَٓا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ ﴿٢﴾ اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُۜ ﴿٣﴾ بَلٰى قَادِر۪ينَ عَلٰٓى اَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ ﴿٤﴾

1-4. Hayır! Kıyâmet gününe yemin ederim,* ve hayır! Nefs-i Levvâme’ye yemin ederim ki (mutlaka diriltileceksiniz).* İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?* Evet, parmak uçlarını bile düzeltmeye kâdiriz.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen ″Nefs-i Levvâme″, Tasavvuf’ta olan yedi nefis mertebesinden biridir. Bu yedi nefis mertebesi ise şöyledir: Nefs-i Emmâre, Nefs-i Levvâme, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Râziye, Nefs-i Marziye ve Nefs-i Safiyye’dir.

Nefs-i Levvâme’de olan kimse, hatâlarından dolayı kendi kendine levm eder, yani nefsini kınar. ″Ey Nefis! Beni azdırdın″ der. Hakkı bâtılı bilir, bâzen nefis kendini aldatır; nefsine uyar, günah işler, fakat pişman olur.

Bu yedi nefis mertebesi hakkında geniş bilgi için Sûre-i Fecr, Âyet 27-30‘un izahlarına bakınız.

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Evet, parmak uçlarını bile düzeltmeye kâdiriz″ diye buyrulmaktadır. Burada Allah’u Teâlâ, özellikle parmak uçlarına dikkat çekerek, düzeltmeye kâdiriz, diye bir ifade kullanmıştır. Her insanın, parmak uçlarındaki izler farklılık göstermektedir. İşte Allah’u Teâlâ kulları hesap için tekrar yarattığında, en ince detayına kadar, hattâ parmak izlerini dahi aynı şekilde yaratmaya kâdiriz, diye buyurmuştur.


﴿ بَلْ يُر۪يدُ الْاِنْسَانُ لِيَفْجُرَ اَمَامَهُۚ ﴿٥﴾ يَسْـَٔلُ اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِۜ ﴿٦﴾ فَاِذَا بَرِقَ الْبَصَرُۙ ﴿٧﴾ وَخَسَفَ الْقَمَرُۙ ﴿٨﴾ وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُۙ ﴿٩﴾ يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّۚ ﴿١٠﴾ كَلَّا لَا وَزَرَۚ ﴿١١﴾ اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمُسْتَقَرُّۜ ﴿١٢﴾ يُنَبَّؤُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ ﴿١٣﴾ بَلِ الْاِنْسَانُ عَلٰى نَفْسِه۪ بَص۪يرَةٌۙ ﴿١٤﴾ وَلَوْ اَلْقٰى مَعَاذ۪يرَهُۜ ﴿١٥﴾

5-15. Fakat insan, günahında devam etmek ister* ve ″Kıyâmet ne vakit kopacaktır?″ diye sorar.* Kıyâmet, gözlerin dehşetinden şaşmış olduğu,* ayın ışığının gittiği,* güneş ile ay bir araya toplandığı vakit kopar.* O gün insan, ″Nereye kaçalım?″ der.* Hayır, kaçacak ve sığınılacak yer yoktur.* O gün durulacak yer, Rabbinin huzurudur.* O gün insana, önceden gönderdiği ve ertelediği ameller haber verilir.* Doğrusu insan, kendi aleyhine şâhittir.* Hattâ birtakım mâzeretler öne sürse de.

İzah: ″O gün insana, önceden gönderdiği ve ertelediği ameller haber verilir″ diye geçen ifadeden maksat, ″Mahşer gününde insana, işlediği ve işlemediği hayır ve şerri haber verilir″ demektir. Bâzı âlimler, bu âyeti şöyle de izah etmişlerdir; bir kimsenin, hem sağ iken yaptığı, hem de kendisinden sonraya bıraktığı hayır veya şer amelleri kendisine mahşer gününde haber verilir ve bu kimse yaptığının karşılığını görür.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ سَنَّ فِي الْإِسْلَامِ سُنَّةً حَسَنَةً فَلَهُ أَجْرُهَا وَأَجْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا بَعْدَهُ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْءٌ وَمَنْ سَنَّ فِي الْإِسْلَامِ سُنَّةً سَيِّئَةً كَانَ عَلَيْهِ وِزْرُهَا وَوِزْرُ مَنْ عَمِلَ بِهَا مِنْ بَعْدِهِ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أَوْزَارِهِمْ شَيْءٌ (م حم جرير ابن عبد اللّٰه)

″Her kim İslâm’da güzel bir yol açarsa, onun mükâfatı ile ondan sonra onunla amel edenlerin mükâfatı ona verilir. Üstelik onlardan hiçbirisinin ecirlerinden de bir şey eksiltilmez. Her kim de İs­lâm’da kötü bir yol açarsa, onun günahı ile ondan sonra onunla amel eden­lerin günahı o kimseye yazılır. Üstelik onlardan herhangi birilerinin günahlarından da bir şey eksiltilmez.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

سَبْعٌ يَجْرِي لِلْعَبْدِ أَجْرُهُنَّ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهِ وَهُوَ فِي قَبْرِهِ مَنْ عَلَّمَ عِلْمًا أَوْ كَرَى نَهْرًا أَوْ حَفَرَ بِئْرًا أَوْ غَرَسَ نَخْلا أَوْ بَنَى مَسْجِدًا أَوْ وَرَّثَ مُصْحَفًا أَوْ تَرَكَ وَلَدًا يَسْتَغْفِرُ لَهُ بَعْدَ مَوْتِهِ (ابن ابى داود وسمويه حل هب عن انس)

″Yedi husus vardır ki, bunların mükâfatı kul için ölümünden sonra ve o, kabrinde olduğu halde yazılmaya devam eder: İlim öğreten, ırmak akıtan, kuyu kazan, bir miktar hurma ağacı diken, mescit inşaa eden, Mus­haf (Kur’ân) mîras bırakan yahut ölümünden sonra kendisinin bağışlanmasını dileyecek evlat bırakan.″[2]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Doğrusu insan, kendi aleyhine şâhittir.* Hattâ birtakım mâzeretler öne sürse de″ diye buyrulmaktadır. Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

كُنَّا عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَضَحِكَ فَقَالَ هَلْ تَدْرُونَ مِمَّ أَضْحَكُ قَالَ قُلْنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ مِنْ مُخَاطَبَةِ الْعَبْدِ رَبَّهُ يَقُولُ يَا رَبِّ أَلَمْ تُجِرْنِي مِنَ الظُّلْمِ قَالَ يَقُولُ بَلَى قَالَ فَيَقُولُ فَإِنِّي لَا أُجِيزُ عَلَى نَفْسِي إِلَّا شَاهِدًا مِنِّي قَالَ فَيَقُولُ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ شَهِيدًا وَبِالْكِرَامِ الْكَاتِبِينَ شُهُودًا قَالَ فَيُخْتَمُ عَلَى فِيهِ فَيُقَالُ لِأَرْكَانِهِ انْطِقِي قَالَ فَتَنْطِقُ بِأَعْمَالِهِ قَالَ ثُمَّ يُخَلَّى بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْكَلَامِ قَالَ فَيَقُولُ بُعْدًا لَكُنَّ وَسُحْقًا فَعَنْكُنَّ كُنْتُ أُنَاضِلُ (م عن انس)

Biz, bir gün Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında iken güldü de, ″Neye güldüğümü biliyor musunuz?″ buyurdu. Biz: ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir″ dedik. Bunun üzerine: ″Kulun Rabbine olan hitabından!″ buyurdu ve sözüne şöyle devam etti. Kul: ″Ey Rabbim! Sen beni zulümden korumadın mı?″ der. Allah’û Teâlâ da: ″Evet, korudum″ buyurur. Kul da: ″Fakat ben bugün kendime, kendimden başka bir kimsenin şâhit olmasını aslâ istemiyorum″ der. Allah’u Teâlâ: ″Bugün sana tek şâhit olarak nefsin, çok şâhit olarak da kirâmen kâtibîn melekleri kâfidir″ buyurur. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem devamla buyurdu ki: ″Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına, ″Konuş″ denilir. Onlar kişinin amelini haber verirler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: ″Yazıklar olsun size! Buradan defolun! Ben sizin için mücâdele etmiştim″ der.[3]


[1] Sahih-i Müslim, Zekât 20 (69 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18367, 18381.

[2] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 296/3; Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 3294.

[3] Sahih-i Müslim, Zühd 1 (17).


﴿ لَا تُحَرِّكْ بِه۪ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِه۪ۜ ﴿١٦﴾ اِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْاٰنَهُۚ ﴿١٧﴾ فَاِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْاٰنَهُۚ ﴿١٨﴾ ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۜ ﴿١٩﴾

16-19. Ey Resûlüm! Onu (Kur’ân’ı) acele almak için dilini kımıldatma.* Şüphesiz onu (kalbinde) toplamak da, onu okutmak da Bize aittir.* O halde, Biz onu (Cebrâil vâsıtasıyla) okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu tâkip et.* Sonra onu açıklamak da Bize aittir.

İzah: Allah’u Teâlâ, vahyi Peygamberlerin kalbine yerleştireceğini beyan buyurmuştur. Bu âyetler hakkında İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

- Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e vahiy geldiğinde, kendisi onu ezberlemek amacıyla çok titizlik gösterdiği için sıkıntıya düşerdi. Cebrâil Aleyhisselâm her âyeti okudu­ğunda, o da hemen onunla beraber okurdu. Allah’u Teâlâ bunun üzerine bu ve benzeri âyetleri indirdi ve onun sıkıntıya düşmemesini, kendisinin kalbine onu yerleştireceğini ve bu nedenle vahyi alırken acele et­memesini emretti.[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 71; Sahih-i Buhârî, Bed’ul-Vahy 4.


﴿ كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَۙ ﴿٢٠﴾ وَتَذَرُونَ الْاٰخِرَةَۜ ﴿٢١﴾ وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ ﴿٢٢﴾ اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ ﴿٢٣﴾ وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌۙ ﴿٢٤﴾ تَظُنُّ اَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌۜ ﴿٢٥﴾

20-25. Hayır, hayır! Siz dünyâ hayâtını seversiniz* ve âhireti bırakırsınız.* O günde birtakım yüzler parıldar;* Rabblerine bakarlar.* O gün birtakım yüzler de asık ve kararmıştır;* bel kemiklerini kıracak büyük bir belânın geldiğini anlarlar.

İzah: Bu âyetlerle ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ أَدْنَى أَهْلِ الْجَنَّةِ مَنْزِلَةً لَمَنْ يَنْظُرُ إِلَى جِنَانِهِ وَأَزْوَاجِهِ وَخَدَمِهِ وَسُرُرِهِ مَسِيرَةَ أَلْفِ سَنَةٍ وَأَكْرَمُهُمْ عَلَى اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ مَنْ يَنْظُرُ إِلَى وَجْهِهِ غُدْوَةً وَعَشِيَّةً ثُمَّ قَرَأَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ { وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ } (ت عن ابن عمر)

″Cennet ehlinin en aşağı mertebede olanı şu kişidir ki; bahçelerini, eşlerini, bol nîmetlerini, hizmetçilerini ve tahtlarını bin senelik mesâfeye kadar görecektir. Cennet ehlinin Allah katında en makbul olanı da şu kişidir ki, sabah akşam Allah’ın Cemâlini görecektir.″ Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″O günde birtakım yüzler parıldar;* Rabblerine bakarlar″ mealindeki Sûre-i Kıyâmet, Âyet 22-23’ü okudu.[1]


[1] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Cennet 16.


﴿ كَلَّٓا اِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِيَۙ ﴿٢٦﴾ وَق۪يلَ مَنْ۔ رَاقٍۙ ﴿٢٧﴾ وَظَنَّ اَنَّهُ الْفِرَاقُۙ ﴿٢٨﴾ وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِۙ ﴿٢٩﴾ اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمَسَاقُۜ۟ ﴿٣٠﴾

26-30. Hayır, hayır! Can boğaza geldiği* ve ″Bunu tedâvi edebilecek kim var?″ denildiği* ve kendisi artık (dünyâdan) ayrılık vaktinin geldiğini anlayınca* ve ayakları birbirine dolaştığı vakit,* o gün Rabbinin huzurundan başka sevk olunacak yer yoktur.

İzah: Âyet-i Kerîme’de ölüm döşeğinde olan bir kimse için, ″Bunu tedâvi edebilecek kim var?″ diye buyrulmaktadır. Yani, onu da ölümden kurtarabilecek uzman bir doktor mevcut mudur? Yahut ölüm meleği der ki: ″Bunun ruhunu rahmet melekleri mi, yoksa azap melekleri mi alıp kaldıracaktır?″ mânâsına gelir.

Âyet-i Kerîme’nin metninde geçen ″Râk″ kelimesi, duâ ve efsunda bulunan, sözle veya fiille şifâya vesîle olan doktor, anlamındadır. Yukarıya çıkan, yükselen kimse mânâsını da ifade eder.


﴿ فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلّٰىۙ ﴿٣١﴾ وَلٰكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰىۙ ﴿٣٢﴾ ثُمَّ ذَهَبَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ يَتَمَطّٰىۜ ﴿٣٣﴾ اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰىۙ ﴿٣٤﴾ ثُمَّ اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰىۜ ﴿٣٥﴾

31-35. Fakat (inkârcı insan) ne tasdik etti, ne de namaz kıldı.* Bilakis (Kur’ân’ı) yalanladı ve yüz çevirdi.* Sonra kibirlenerek ailesine gitti.* Sen helâke lâyıksın lâyık!* Sonra yine sen helâke lâyıksın lâyık!

İzah: Katâde Hazretleri diyor ki: Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Ebû Cehil’i yakaladı, elinden tuttu ve ona: ″Sen helâke lâyıksın lâyık!* Sonra yine sen helâke lâyıksın lâyık!″ buyurdu. Ebû Cehil: ″Ey Muhammed! Ne sen, ne de Rabbin bana bir şey yapabilirsiniz. Zîrâ ben, Mekke’nin iki dağı arasındaki en güçlü kimseyim″ dedi. Bedir Savaşı başladığın­da yine Müslümanlara üstten baktı ve ″Artık bu günden sonra Allah’a kulluk edilmeyecektir″ dedi. Allah’u Teâlâ da onun boynunu vurdurdu ve onu en kötü bir şekilde öldürttü.

Ebû Cehil’in, nasıl zelil olarak öldürüldüğüne dair Sûre-i Enfâl, Âyet 44’ün izahına bakınız.


﴿ اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ ﴿٣٦﴾ اَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنٰىۙ ﴿٣٧﴾ ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوّٰىۙ ﴿٣٨﴾ فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۜ ﴿٣٩﴾ اَلَيْسَ ذٰلِكَ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰى ﴿٤٠﴾

36-40. İnsan, başıboş bırakılacağını mı zanneder?* O, rahime atılan nutfe’den (sperm’den) değil midir?* Sonra o nutfe, alaka (embriyo) oldu. Allah’u Teâlâ, o alaka’dan insanı yarattı ve ona güzel bir sûret verdi.* Ve ondan erkek, dişi iki sınıf yarattı.* Bunlara muktedir olan Allah, ölüleri diriltmeye kâdir değil midir?

İzah: Bu sûrenin son âyeti ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ قَرَأَ مِنْكُمْ {وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ} فَانْتَهَى إِلَى آخِرِهَا {أَلَيْسَ اللّٰهُ بِأَحْكَمِ الْحَاكِمِينَ} فَلْيَقُلْ بَلَى وَأَنَا عَلَى ذَلِكَ مِنَ الشَّاهِدِينَ وَمَنْ قَرَأَ {لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ} فَانْتَهَى إِلَى {أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتَى} فَلْيَقُلْ بَلَى وَمَنْ قَرَأَ {وَالْمُرْسَلَاتِ} فَبَلَغَ {فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ} فَلْيَقُلْ آمَنَّا بِاللّٰهِ (د عن ابى هريرة)

Sizden kim Tin Sûresi’ni okuyup son âyeti olan, ″Allah’u Teâlâ, hâkimlerin hâkimi değil midir?″ buyruğuna gelince, ″Evet, ben buna şâhitlik edenlerdenim″ desin. Kıyâmet Sûresi’ni okuyup son âyeti olan, ″Bunlara muktedir olan Allah, ölüleri diriltmeye kâdir değil midir?″ buyruğunu okuduğunda, ″Şüphesiz evet″ desin. Kim de Mürselât Sûresi’ni okuyup en son âyeti olan, ″Onlar, Kur’ân’dan sonra hangi söze inanırlar?″ buyruğunu tamamlayınca da, ″Şüphesiz Allah’a inandık″ desin.[1]


[1] Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 154.