DUHÂ SÛRESİ

Bu sûre 11 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. İsmini, ilk âyetinde geçen ve ″Kuşluk vakti″ anlamındaki ″Duhâ″ kelimesinden almıştır.

Bu sûre ile ilgili olarak İkrime b. Süleyman Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

قَرَأْتُ عَلَىإِسْمَاعِيلَ بْنِ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ قُسْطَنْطِينَفَلَمَّا بَلَغْتُوَالضُّحَى قَالَ لِي: كَبِّرْ كَبِّرْ عِنْدَ خَاتِمَةِ كُلِّ سُورَةٍ حَتَّى تَخَتِمَ وَأَخْبَرَهُعَبْدُ اللّٰهِ بْنُ كَثِيرٍأَنَّهُ قَرَأَ عَلَى مُجَاهِدٍ فَأَمَرَهُ بِذَلِكَ وَأَخْبَرَهُمُجَاهِدُ أَنَّ ابْنَ عَبَّاسٍ أَمَرَهُ بِذَلِكَ وَأَخْبَرَهُابْنُ عَبَّاسٍأَنَّ أُبَيَّ بْنَ كَعْبٍ أَمَرَهُ بِذَلِكَ وَأَخْبَرَهُأُبَيُّ بْنُ كَعْبٍأَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَرَهُ بِذَلِكَ (ك عكرمة بن سليمان)

Ben, İsmâil b. Abdullah b. Kustantin’e Kur’ân’ı okudum. Duhâ Sûresi’ne gelince bana, ″Her sûrenin sonunda Kur’ân’ı hatmedinceye kadar tek­bir getir″ dedi. Çünkü ben Abdullah b. Kesir’e Kur’ân’ı okudum. Duha Sûresi’ne gelince, ″Hatim edinceye kadar tekbir getir″ dedi. Ona da Abdullah b. Kesir haber verdiğine göre o, Mücâhid Hazretlerine Kur’ân’ı okumuş, Mücâhid’in de ona haber verdiğine göre İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ kendisine bunu emretmiş. İbn-i Abbas’ın kendisine haber verdiğine göre, Übeyy b. Ka’b Radiyallâhu anhu kendisine böyle yapmayı emret­miş. Übeyy b. Ka’b’ın ona haber verdiğine göre de Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ona bu­nu emretmiş.[1]

Bu sebeple Kur’ân hatmedilirken, Duhâ Sûresi’ne gelindiğinde, bu sûreden başlayarak ondan sonraki sûrelerin başında ″Allah’u Ekber, Bismillâhirrahmânirrahîm″ diyerek okumak sünnettir. Ayrıca Duhâ Sûresi’nden aşağıdaki sûrelerin herhangi birinden başlanarak, ondan sonraki sûreler sonuna kadar okunacaksa, o zaman da aynı şekilde her sûrenin başında tekbir getirilebilir.


[1] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 5330.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ وَالضُّحٰىۙ ﴿١﴾ وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ ﴿٢﴾ مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلٰىۜ ﴿٣﴾

1-3. Kuşluk vaktine* ve sâkin olduğu zaman geceye yemin olsun ki,* Ey Habîbim! Rabbin seni terketmedi ve sana darılmadı.

İzah: Cebrâil Aleyhisselâm’ın Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelmesi bir süre gecikince, kâfirler: ″Allah, onu terk etti ve ondan uzaklaştı″ dediler. Bunun üzerine bu sûre nâzil oldu.[1]

Allah’u Teâlâ bu sûreye, ″Kuşluk vaktine″ yemin ile başlamaktadır. Bundan maksat, kuşluk vaktinin ışığına ki, bu da günün en aydınlık olduğu vakittir. Bir diğer mânâsı da, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in zamanıdır. Bu da İslâm’ın en aydınlık olduğu dönemdir. Allah’ın nûrunun ziyâsıdır, diye de mânâ verilmiştir. İşte Allah’u Teâlâ bunlara yemin etmektedir.

Yine Allah’u Teâlâ, Sâkin olduğu zaman geceye″ de yemin etmektedir. Geceleri ışık saçan yıldızların parladığı zamandır. Herkesin uykuda olduğu ve takvâ sahibi olanların gece ibâdetleriyle Allah’u Teâlâ ile baş başa kaldıkları bu zamana yemin ederim, demektir.


[1] Bakınız: Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Duhâ 2, Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7320.


﴿ وَلَلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُو۫لٰىۜ ﴿٤﴾

4. Elbette senin için âhiret dünyâdan daha hayırlıdır.

İzah: Ey Habîbim! Senin, bu dünyâda iken çektiğin meşakkatler, gördüğün gerek iyilik, gerek zahmet, gerek sıkıntılar... Senin dünyâdaki bu hâlinden, âhiretteki hâlin daha hayırlıdır, demektir.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ve Ashâbı, İslâm’ın ilk dönemleri olan yokluk yıllarında çok sıkıntı çekmişlerdi. Ancak daha sonra kâfirlerle yapılan savaşlarda çok sayıda ganîmet elde edilince, Peygamber Efendimizin ve Ashâbının, o sıkıntılı yılları geçti ve maddi durumları çok iyi oldu. Peygamber Efendimizin yirmi tâne kendine ait cins atı, kırk beş tâne sağılır devesi, yüz tâne koyunu ve yedi tâne sağılır keçisi vardı.[1] Hurma bahçeleri de vardı. Ayrıca himâyesinde bulunan Ashâb-ı Suffa‘ya da Peygamber Efendimiz tarafından bakılır, bir o kadar da misâfiri olurdu. Bu kişiler onun mutfağından yer, içerlerdi. Peygamber Efendimiz hakkında Münâfıkların: ″Çok malı olmasına rağmen, kendisi için harcama yapmıyor″ diye dedikodu yapmaları üzerine, Peygamber Efendimiz, yüz deve pahasına bir kürk diktirdi. Yabancı devlet temsilcileri ve kâfir beyleri geldiği zaman, bu kürkü giyerek onların karşısına çıkardı. Diğer zamanlarda da Ashâb-ı Suffa’nın giyindiği gibi giyinir ve onlar gibi yaşamayı severdi.

Allah’u Teâlâ’nın, Sevgili Habîbine Cennette vereceği ikrâm-ı ilâhi karşısında, dünyâda kendisine verdiği bu nîmetlerin hiçbir değeri yoktur.


[1] İmam Kastalânî, Mevâhib-i Ledünniyye, s. 194.


﴿ وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ ﴿٥﴾

5. Elbette Rabbin sana, sen râzı oluncaya kadar verecektir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e râzı oluncaya kadar kendisine şefaat etme izni verileceği beyan edilmiştir. Bu husus nakledilen bir Hadis-i Şerif’te şöyle geçmektedir:

Hz. Ali, Iraklılara şöyle söylemiştir:Sizler Allah’u Teâlâ’nın kitabında en ümit verici âyetin: Ey Resûlüm! De ki: ″Ey nefisleri üzerine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin…″ diye devam eden Sûre-i Zümer, Âyet 53 olduğunu söylüyorsunuz öyle mi?″ Onlar: ″Evet, biz böyle diyoruz″ dediler. Bunun üzerine Hz. Ali dedi ki:

- Bizler, Ehl-i Beyt olarak Allah’u Teâlâ’nın kitabındaki en ümit verici âyetin: ″Elbette Rabbin sana, sen râzı oluncaya kadar verecektir″ diye geçen Sûre-i Duhâ, Âyet 5 olduğunu söylüyoruz. Bu Âyet-i Kerîme nâzil olunca, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِذًا وَاللّٰهِ لَا أَرْضَى وَوَاحِدٌ مِنْ أُمَّتِي فِي النَّارِ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن على)

″O halde Allah’a yemin ederim ki, ümmetimden tek bir fert dahi Cehennemde kaldığı sürece ben de râzı olmayacağım.″[1]

Abdullah İbn-i Amr İbn’il-Âs Radiyallâhu anhu’dan da şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, İbrâhim Aleyhisselâm’ın, Sûre-i İbrâhîm, Âyet 36’da geçen ″Ey Rabbim! Şüphesiz putlar, insanlardan birçoğunun dalâlete düşmesine sebep oldular. Bana tâbi olan bendendir; bana âsi olan için de şüphesiz Sen çok bağışlayansın, çok merhamet edensin″ buyruğunu ve Îsâ Aleyhisselâm’ın, Sûre-i Mâide, Âyet 118’de geçen ″Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar Senin kullarındır (Sana itiraz edecek yoktur). Eğer onları affedersen, şüphesiz Sen her şeye gâlipsin, hüküm ve hikmet sahibisin″ diye geçen âyetleri okudu ve ellerini kaldırarak:

اللّٰهُمَّ أُمَّتِي أُمَّتِي وَبَكَى فَقَالَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ يَا جِبْرِيلُ اذْهَبْ إِلَى مُحَمَّدٍ وَرَبُّكَ أَعْلَمُ فَسَلْهُ مَا يُبْكِيكَ فَأَتَاهُ جِبْرِيلُ عَلَيْهِ السَّلَام فَسَأَلَهُ فَأَخْبَرَهُ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِمَا قَالَ وَهُوَ أَعْلَمُ فَقَالَ اللّٰهُ يَا جِبْرِيلُ اذْهَبْ إِلَى مُحَمَّدٍ فَقُلْ إِنَّا سَنُرْضِيكَ فِي أُمَّتِكَ وَلَا نَسُوءُكَ (م عن عبد اللّٰه بن عمرو بن العاص)

″Allah’ım! Ümmetim, ümmetim″ deyip ağladı. Allah’u Teâlâ: ″Yâ Cebrâil! Muhammed’e git ve Rabbin en iyi bilen olduğu halde, onu ağlatanın ne olduğunu sor″ diye buyurdu. Bunun üzerine Cebrâil Aleyhisselâm, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldi ve niçin ağladığını sordu. Peygamberimiz de durumu ona haber verdi. Allah’u Teâlâ en iyi bilen olduğu halde buyurdu ki:

- Yâ Cebrâil! Muhammed’e git ve de ki: ″Ümmetin konusunda Biz seni râzı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

يُشَفِّعُنِي اللّٰهُ فِي أُمَّتِي حَتَّى يَقُولَ اللّٰهُ سُبْحَانَهُ لِي رَضِيتَ يَامُحَمَّدُ؟فَأَقُولُ يَا رَبِّ رَضِيتُ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن على)

Allah’u Teâlâ, ümmetim hakkında beni şefaatçi kılacak. Tâ ki Allah’u Teâlâ bana: ″Yâ Muhammed! Râzı oldun mu?″ diyecek. Ben de: ″Evet Rabbim, râzı oldum″ diyeceğim.[3]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

خُيِّرْتُ بَيْنَ الشَّفَاعَةِ وَبَيْنَ أَنْ يَدْخُلَ نِصْفُ أُمَّتِى الْجَنَّةَ فَاخْتَرْتُ الشَّفَاعَةَ لِأَنَّهَا أَعَمُّ وَأَكْفَى أَتُرَوْنَهَا لِلْمُتَّقِينَ لَا وَلَكِنَّهَا لِلْمُذْنِبِينَ الْخَطَّائِينَ الْمُتَلَوِّثِينَ. (ه عن موسى الاشعرى)

″Ben, ümmetimin yarısının Cennete girmesi ya da şefaat etmem arasında muhayyer bırakıldım. Ben şefaati tercih ettim. Çünkü şefaat, daha kapsamlı ve ümmetimin hepsinin kurtuluşuna daha yeterlidir. Şefaati siz takvâ sahiplerine has mı biliyorsunuz? Hayır! O takvâ sahipleri için değil, günahkâr, hatâlı ve kötü işlere karışan Müslümanlar içindir.″[4]


[1] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 96.

[2] Sahih-i Müslim, Îman 86 (346).

[3] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 95.

[4] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 37.


﴿ اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪يمًا فَاٰوٰىۖ ﴿٦﴾ وَوَجَدَكَ ضَٓالًّا فَهَدٰىۖ ﴿٧﴾ وَوَجَدَكَ عَٓائِلًا فَاَغْنٰىۜ ﴿٨﴾

6-8. O, seni bir yetim iken barındırmadı mı?* Sana bilmediğin şeyleri bildirmedi mi?* Seni fakir iken zengin etmedi mi?

İzah: Allah’u Teâlâ bu âyetlerde, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem üzerindeki lütuf ve ihsanlarını sayarak, ″Sen yetim kalınca, amcan Ebû Tâlib’in yanında sana barınacağın bir yer takdir ettim ve sana bilmediğin şeyleri vahiy ile bildirdim ve sen fakirken, Hz. Hatice vâsıtası ile seni zengin kıldım, diye buyurmuştur. Böylece senin yanına yetimler geldi, sen de onları barındırdın. Fakir olanlar sana gelince, onlara yardım ettin, demektir.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hatice annemizden kalan bütün servetini, zor durumda olan Müslüman köleleri kölelikten kurtarmak ve fakir olan Ashâbına yardım etmek için harcamıştır.


﴿ فَاَمَّا الْيَت۪يمَ فَلَا تَقْهَرْۜ ﴿٩﴾ وَاَمَّا السَّٓائِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ ﴿١٠﴾ وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ ﴿١١﴾

9-11. Öyle ise, yetime sakın kötü bir muâmelede bulunma.* Ve isteyeni sakın azarlama.* Ve Rabbinin (sana verdiği) nîmetini anlat.

İzah: Yetime iyi muâmelede bulunulması hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

مَنْ مَسَحَ رَأْسَ يَتِيمٍ أَوْ يَتِيمَةٍ لَمْ يَمْسَحْهُ إِلَّا لِلّٰهِ كَانَ لَهُ بِكُلِّ شَعْرَةٍ مَرَّتْ عَلَيْهَا يَدُهُ حَسَنَاتٌ وَمَنْ أَحْسَنَ إِلَى يَتِيمَةٍ أَوْ يَتِيمٍ عِنْدَهُ كُنْتُ أَنَا وَهُوَ فِي الْجَنَّةِ كَهَاتَيْنِ وَقَرَنَ بَيْنَ أُصْبُعَيْهِ (حم طب عن ابى امامة)

″Bir kimse Allah rızâsı için merhametle bir yetimin başını sığasa, eline değen kılların sayısınca onun için sevap yazılır. Oğlan veya kız bir yetimi terbiyesine alıp ona iyilik eden, Cennette şöylece oluruz, buyurup iki parmağını birbirlerine yaklaştırdı.″[1]

İsteyen kimseleri memnun etmek hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

رُدُّوا السَّائِلَ بِبَذْلٍ يَسِيرٍ أَوْ رَدٍّ جَمِيلٍ فَإِنَّهُ يَأْتِيكُمْ مَنْ لَيْسَ مِنَ الْإِنْسِ وَلَا مِنَ الْجِنِّ يَنْظُرُ كَيْفَ صَنِيعِكُمْ فِيمَا خَوَّلَكُمُ اللّٰهُ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن)

″Dilenen kimseye ya kolayı­nıza gelen bir şeyi karşılıksız vererek yahut güzel bir söz söyleyerek geri çe­virin. Çünkü insanlardan da, cinlerden de olmayan kimseler size gelir ve Allah’ın size ihsan ettiği şeyler hususunda nasıl tasarruf ettiğinize bakarlar.″[2]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا تَحْقِرَنَّ مِنَ الْمَعْرُوفِ شَيْئًا وَلَوْ أَنْ تَلْقَى أَخَاكَ بِوَجْهٍ طَلْقٍ (م عن ابى ذر)

″İyilikten hiçbir şeyi küçük görme. Eğer verecek bir şey de bulamazsan, kardeşini sevimli bir yüzle karşıla.″[3]

İyiliğin nasıl yapılması gerektiğine dair de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أُعْطِيَ عَطَاءً فَوَجَدَ فَلْيَجْزِ بِهِ فَإِنْ لَمْ يَجِدْ فَلْيُثْنِ بِهِ فَمَنْ أَثْنَى بِهِ فَقَدْ شَكَرَهُ وَمَنْ كَتَمَهُ فَقَدْ كَفَرَهُ (د جابر بن عبد اللّٰه)

″Kime bir şey verilir de, o da onun karşılığında verecek bir şey bulursa onu versin. Bulamazsa onu övsün. Kim onu bu nîmetle övecek olursa ona teşek­kür etmiş olur. Kim de onu gizleyecek olursa nankörlük etmiş olur.″[4]

Yine Sûre-i Duhâ, Âyet 11’de ″Ve Rabbinin (sana verdiği) nîmetini anlat″ diye buyrulmaktadır. Hitap Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e olmakla birlikte, hüküm umûmidir. Bu hususta Hasan b. Ali Radiyallâhu anhu: ″Bir hayır el­de eder yahut bir hayır işlersen, güvendiğin kardeşlerine onu anlat″ diye buyurmuştur.


[1] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 7726; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadsi No: 21253

[2] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 20, s. 101.

[3] Sahih-i Müslim. Birr 43 (144).

[4] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb,12.