KEVSER SÛRESİ

Bu sûre 3 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. İsmini, ilk âyetinde geçen ″Kevser″ kelimesinden almıştır.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَۜ ﴿١﴾ فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْۜ ﴿٢﴾ اِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْاَبْتَرُ ﴿٣﴾

1-3. Ey Resûlüm! Şüphesiz ki, Biz sana Kevser’i verdik.* O halde, Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.* Muhakkak ki asıl ebter (nesli kesilmiş) olan, sana buğzedendir.

İzah: Bu sûrenin nüzul sebebine dair Yusuf b. Sa’d Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise nakledilmiştir:

فَإِنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أُرِيَ بَنِي أُمَيَّةَ عَلَى مِنْبَرِهِ فَسَاءَهُ ذَلِكَ فَنَزَلَتْ {إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ} يَا مُحَمَّدُ يَعْنِي نَهْرًا فِي الْجَنَّةِ وَنَزَلَتْ هَذِهِ الْآيَةَ {إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ} يَمْلِكُهَا بَعْدَكَ بَنُو أُمَيَّةَ يَا مُحَمَّدُ قَالَ الْقَاسِمُ فَعَدَدْنَاهَا فَإِذَا هِيَ أَلْفُ شَهْرٍ لَا يَزِيدُ يَوْمٌ وَلَا يَنْقُصُ (ت عن يوسف بن سعد)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e minberinin üzerinde iken Ümeyyeoğullarının hâli gösteril­di. Bundan hoşlanmadı. Bunun üzerine: ″Ey Resûlüm! Şüphesiz ki, Biz sana Kevser’i verdik″[1] buyruğu nâzil oldu ki, bununla Cennetteki bir nehri kastetmektedir. Yine: ″Şüphesiz ki, Biz Kur’ân’ı Kadir Gecesi’nde indirdik.* Ey Resûlüm! Kadir Gecesi’nin ne olduğunu bilir misin?* Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır…″ diye geçen Kadir Sûresi nâzil oldu. ″Senden sonra bu sürede Ümeyyeoğulları hükümdarlık yapacaklardır″ buyurdu. el-Kâsım dedi ki: ″Biz onların hükümdarlıklarını saydık, bin ay olduğunu gördük. Bir gün fazla, bir gün eksik değil.″[2] Yezid ile başlayan Emeviler hakkında geniş bilgi için Sûre-i İsrâ, Âyet 60’ın izahına bakınız.

Muhakkak ki asıl ebter (nesli kesilmiş) olan, sana buğzedendir″ diye geçen Âyet-i Kerîme hakkında da İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Mescid-i Harâm’a Merve kapısından girip, Safâ kapısından çıktı. Çıkarken de Âs b. Vâil es-Sehmî ile karşılaştı. Âs, kureyşlilerin yanına gittiğinde ona, Ey Ebû Amr! Demin kiminle karşılaştın? diye sordular. Âs da, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’i kastederek, ebter (nesli kesilmiş) olan kişi ile karşılaştım, dedi. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ Kevser Sûresi’ndeki âyeti indirdi. Burada Allah’u Teâlâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, asıl ebter olan ve senin düşmanın olan Âs b. Vâil’dir. Sana gelince, Ben nerede zikredilirsem, sen de Benimle birlikte zikredileceksin. Beni zikredip de, seni zikretmeyen Cennetten bir nasibi olmayacaktır, demiş oldu.[3]

Bu sûrede geçen Kevser’in birçok anlama geldiği tefsir âlimleri tarafından beyan edilmiştir. Bunlardan bâzıları şöyledir:

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mahşer günü hesap için durulacak yerdeki Havuz’un adıdır. Havz-ı Kevser diye söylenir.

Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

بَيْنَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَاتَ يَوْمٍ بَيْنَ أَظْهُرِنَا إِذْ أَغْفَى إِغْفَاءَةً ثُمَّ رَفَعَ رَأْسَهُ مُتَبَسِّمًا فَقُلْنَا مَا أَضْحَكَكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ أُنْزِلَتْ عَلَيَّ آنِفًا سُورَةٌ فَقَرَأَ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ {إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ} ثُمَّ قَالَ أَتَدْرُونَ مَا الْكَوْثَرُ فَقُلْنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ فَإِنَّهُ نَهْرٌ وَعَدَنِيهِ رَبِّي عَزَّ وَجَلَّ عَلَيْهِ خَيْرٌ كَثِيرٌ هُوَ حَوْضٌ تَرِدُ عَلَيْهِ أُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ آنِيَتُهُ عَدَدُ النُّجُومِ فَيُخْتَلَجُ الْعَبْدُ مِنْهُمْ فَأَقُولُ رَبِّ إِنَّهُ مِنْ أُمَّتِي فَيَقُولُ مَا تَدْرِي مَا أَحْدَثَتْ بَعْدَكَ (م عن انس)

Bir gün Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem mescitte namazda iken, hafifçe bir uyukladı ve sonra tebessüm ederek başını kaldırdı. Neden tebessüm edip güldüğünü sordu­ğumuzda buyurdu ki: ″Az önce bana bir sûre nâzil oldu″ diye buyurdu ve: ″Bismillâhirrahmânirrahîm, diyerek, ″Ey Resûlüm! Şüphesiz ki, Biz sana Kevser’i verdik″ diye devam eden Kevser Sûresi’ni okudu. Sonra, ″Kevser’in ne olduğunu bilir misiniz?″ diye sordu. ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir″ dedik. Şöyle buyurdu: O, Rabbimin bana vaad etti­ği bir nehirdir. Onda çok hayır vardır. Ümmetimin mahşer gününde yanına toplanacağı bir havuzdur. Bardakları gökteki yıldızların sayısıncadır. Derken aralarından bir kul uzaklaştırılacak; bunun üzerine diyeceğim ki: ″Ey Rabbim! O benim ümmetimdendir.″ Allah’u Teâlâ şöyle buyuracak: ″O, senden sonra neler yaptı biliyor musun? (dinden dönüp mürtet oldular)[4]

Allah’u Teâlâ’nın Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bahşettiği hayırdır. Bu hususta Sâid b. Cübeyr Hazretleri, İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şöyle anlatır:

أَنَّهُ قَالَ فِي الْكَوْثَرِ هُوَ الْخَيْرُ الَّذِي أَعْطَاهُ اللّٰهُ إِيَّاهُ قَالَ أَبُو بِشْرٍ قُلْتُ لِسَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ فَإِنَّ النَّاسَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُ نَهَرٌ فِي الْجَنَّةِ فَقَالَ سَعِيدٌ النَّهَرُ الَّذِي فِي الْجَنَّةِ مِنَ الْخَيْرِ الَّذِي أَعْطَاهُ اللّٰهُ إِيَّاهُ (خ عن سعيد بن جبير)

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ, Kevser hakkında: ″O, Allah’u Teâlâ’nın Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e ihsan ettiği hayırdır″ dedi. Bunun üzerine Ebû Bişr, İbn-i Cübeyr’e: ″İnsanlar, onun Cennette bir nehir olduğunu söylüyorlar″ dedim. O da bana: ″Cennetteki o nehir de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e ihsan ettiği o hayırlardan sâdece birisidir.″[5]

Kevser, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i başkalarına üstün tutmak, demektir. Onun şânının yüceltilmesidir de denilmiştir.

Biz sana Kevser Irmağı gibi verdik. Bu verme zâhirde evlat vermedir. Dünyâ yüzünde Evlâd-ı Resûl kıyâmete kadar vardır. Dünyâda iken kendinin yolunu, izini tâkip eden, şeriat ve tarikat ehli milyarlarca mânevi evlat ve çok sayıda evliyâ da verdik, demektir.

Bu husuta Rasulullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

كُلُّ سَبَبٍ وَ نَسَبٍ يَنْقَطِعُ اِلَّا سَبَبِى وَ نَسَبِى يَوْمَ الْقِيَامَةِ (حل قط ك ق ض طب عن ابن عباس)

″Her sebep ve nesep kesilir. Ancak benim sebebim ve nesebim, kıyâmette kesilmez.″[6] Hadis-i Şerif’te geçen nesep, Peygamberimizin kan bağından gelen evlatlarıdır. Sebep ise takvâ üzere olup, Peygamberimizin yolundan giden mânevi evlatlarıdır.

Sûre-i Vâkıa, Âyet 10-12’de: ″Biri de Sâbikûndur (sebat edip ibâdette ileri geçenlerdir).* İşte onlar, Allah’u Teâlâ’ya en yakın olanlardır;* Naîm Cennetlerindedirler″ diye geçtiği üzere, dünyâda ibâdet hususunda fazla çalışanlara, Cennette Allah’a yakınlık ve Allah’ın Cemâlini sabah akşam görme hasletini verdim, demektir.[7]

Allah’u Teâlâ’dan gelen Feyz-i İlâhi hiçbir şeye benzetilmez. Onu, sana ve senin yolundan giden ümmetine verdim, demektir. Bu feyzin benzeri olmadığı için anlatmak imkânsızdır.

Sana âhirette Kevser ırmağı gibi şefaat etme izni verdim, demektir.

Âlimler, Kevser’e bunlara benzer birçok mânâlar vermişlerdir.

Yine Âyet-i Kerîme’de, ″Kurban kes″ diye geçtiği üzere, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem her yıl kurban keserdi. Bu hususta Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ اِذَا أَرَادَ أَنْ يُضَحِّيَ اشْتَرَى كَبْشَيْنِ عَظِيمَيْنِ سَمِينَيْنِ أَقْرَنَيْنِ أَمْلَحَيْنِ مَوْجُوءَيْنِ فَذَبَحَ أَحَدَهُمَا عَنْ أُمَّتِهِ لِمَنْ شَهِدَ لِلَّهِ بِالتَّوْحِيدِ وَشَهِدَ لَهُ بِالْبَلَاغِ وَذَبَحَ الْآخَرَ عَنْ مُحَمَّدٍ وَعَنْ آلِ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. (حم عن ابى هريرة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kurban kesmek istediğinde, iki tane iri, besili, boynuzlu, alacalı ve hadımlaştırılmış koç alırdı. Bunlardan birisini Allah’ın birliğine ve kendisinin Peygamberliğine şehâdet eden ümmeti adına keser, diğerini de Muhammed ve Âl-i Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem adına keserdi.[8]


[1] Sûre-i Kevser, Âyet 1.

[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 84.

[3] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 15, s. 642-643.

[4] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Kevser 1; Sahih-i Müslim, Salat 14 (53 Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 26; Sünen-i Nesâî, Salat 21.

[5] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Kevser 3; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7334.

[6] Taberânî Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 2567, 2568; Abdürrezzak, Musannef, Hadis No: 10354; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 340/15.

[7] Bakınız: Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 4395; Râmûz’ul-Ehâdîs, 113/10.

[8] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 14491; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 6925.