KALEM SÛRESİ

Bu sûre 52 âyettir. Mekke döneminde nâzil olan ilk sûrelerden biridir. İsmini, ilk âyetinde geçen ″Kalem″ kelimesinden almıştır. ″Nûn Sûresi″ diye de isimlendirilmiştir. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre, 17-33 ve 48-50. âyetleri Medîne döneminde nâzil olmuştur.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ ﴿١﴾ مَٓا اَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۚ ﴿٢﴾

1-2. Nûn. Kalem’e ve yazdıkları şeylere yemin ederim ki,* Ey Resûlüm! Sen, Rabbinin Peygamberlik nîmetine mazharsın, mecnûn değilsin.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen Kalem’in yaratılması ile ilgili olarak Câbir Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif nakleder:

يَا رَسُولَ اللّٰهِ بِأَبِى أَنْتَ وَأُمِّى أَخْبِرْنِى اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ قَبْلَ الْاَشْيَاءِ؟ قَالَ: يَا جَابِرُ! اِنَّ اللّٰهَ تَعَالَى خَلَقَ قَبْلَ الْأَشْيَاءِ نُورَ نَبِيِّكَ مِنْ نُورِهِ فَجَعَلَ ذَلِكَ النُّورَ يَدُورُ بِالْقُدْرَةِ حَيْثُ شَاءَ اللّٰهُ وَلَمْ يَكُنْ فِى ذَلِكَ الْوَقْتِ لَوْحٌ وَلَا قَلَمٌ وَلَا جَنَّةٌ وَلَا نَارٌ وَلَا مَلَكٌ وَلَا سَمَاءٌ وَلَا أَرْضٌ وَلَا شَمْسٌ وَلَا قَمَرٌ وَلَا جِنِّىٌّ وَلَا اِنْسِىٌّ فَلَمَّا أَرَادَ اللّٰهُ أَنْ يَخْلُقَ الْخَلْقَ قَسَمَ ذَلِكَ النُّورَ أَرْبَعَةَ أَجْزَاءٍ فَخَلَقَ مِنَ الْجُزْءِ الْأَوَّلِ الْقَلَمَ وَمِنَ الثَّانِى اللَّوْحَ وَمِنَ الثَّالِثِ الْعَرْشَ ثُمَّ قَسَمَ الْجُزْءَ الرَّابِعَ أَرْبَعَةَ أَجْزَاءٍ فَخَلَقَ مِنَ الْجُزْءِ الْأَوَّلِ حَمَلَةَ الْعَرْشِ وَمِنَ الثَّانِى الْكُرْسِىَّ وَمِنَ الثَّالِثَ بَاقِى الْمَلَائِكَةِ ثُمَّ قَسَمَ الْجُزْءَ الرَّابِعَ أَرْبَعَةَ أَجْزَاءٍ فَخَلَقَ مِنَ الْأَوَّلِ السَّمَاوَاتِ وَمِنَ الثَّانِى الْأَرْضِينَ وَمِنَ الثَّالِثِ الْجَنَّةَ وَالنَّارَ ثُمَّ قَسَمَ الرَّابِعَ أَرْبَعَةَ أَجْزَاءٍ فَخَلَقَ مِنَ الْأَوَّلِ نُورَ أَبْصَارِ الْمُؤْمِنِينَ وَمِنَ الثَّانِى نُورَ قُلُوبِهِمْ وَهِىَ الْمَعْرِفَةُ بِاللّٰهِ وَمِنَ الثَّالِثِ نُورَ اَلْسِنَتِهِمْ وَهُوَ التَّوْحِيدُ لَا اِلَهَ اِلَّا اللّٰهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ. (عيد الرزق عن جابر بن عبد اللّٰه)

″Yâ Resûlallah! Bütün eşyanın hepsinden evvel, Allah’u Teâlâ neyi yarattı, ondan bana haber verir misin?″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Yâ Câbir! Bütün eşyanın hepsinden evvel Allah’u Teâlâ kendi nûrundan, senin Nebî’nin nûrunu yarattı. Bu nûru öyle yaptı ki; bu nûr, Allah’ın kudretiyle her tarafta devretti. O zamanda Levh, Kalem, Cennet, Cehennem, yer, gök, ay, güneş, insan ve cin hiçbir şey yoktu. Allah’u Teâlâ bu mahlûkatı yaratmayı dilediğinde bu benim nûrumu dörde böldü. Birinden Kalem’i, ikincisinden Levh’i üçüncü-sünden Arş’ı yarattı ve dördüncüsünü yine dört parçaya böldü. Onun da birinci parçasından, Arş’ı taşıyan melekleri yarattı, ikincisinden Kürsi’yi yarattı, üçüncüsünden geri kalan melekleri yarattı. Yine dördüncü parçayı dört bölüme ayırdı. Birincisinden gökleri yarattı, ikincisinden yerleri yarattı, üçüncüsünden Cennet ve Cehennemi yarattı. Yine dördüncü bölümü dört parçaya ayırdı. Birincisinden Mü’minlerin gözlerinin nûrunu yarattı. İkincisinden kalplerinin nûrunu yarattı ki o, mârifetullah’tır. Üçüncüsünden de dillerinin nûrunu yarattı ki o, tevhiddir; lâ ilahe illallâh Muhammed’un Resûlullâh’tır.″[1]

Bu Hadis-i Şerif’te geçtiği üzere Allah’u Teâlâ, ilk önce kendi nûrundan Muhammed Mustafa Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in nûrunu yaratmıştır. O nûrdan da yaratılmış olan her şeyi yaratmıştır. Bu yaratılanların ilkinin de ″Kalem″ olduğuna dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ أَوَّلَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ الْقَلَمَ فَقَالَ لَهُ اكْتُبْ فَجَرَى بِمَا هُوَ كَائِنٌ إِلَى الْأَبَدِ (ت عن أبى هريرة)

″Allah’u Teâlâ’nın ilk yarattığı şey Kalem’dir. Ona: ″Yaz″ dedi ve ebede kadar olacak olan her şeyi yazdı.″[2]

Ayrıca Cebrâil Aleyhisselâm gelip, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e Kur’ân’ı ve namazı öğretince, Mekke müşrikleri: ″Muhammed mecnûn oldu″ demiş­lerdi. Bunun üzerine de bu âyetler nâzil olmuştur.


[1] İmam Kastalâni, Mevâhib-i Ledünniyye, s. 9; Mir’at-ı Kâinât, c. 1, s. 10.

[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kurân, 66.


﴿ وَاِنَّ لَكَ لَاَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍۚ ﴿٣﴾ وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ ﴿٤﴾

3-4. Ey Habîbim! Şüphesiz ki, senin için tükenmez bir mükâfat vardır.* Şüphesiz ki sen, çok büyük bir ahlak üzeresin.

İzah: Âyet-i Kerîme’de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem için Allah’u Teâlâ: ″Şüphesiz ki sen, çok büyük bir ahlak üzeresin″ diye buyurmaktadır. Yani Allah’u Teâla şöyle buyurmuştur: Ey Habîbim! Şüphesiz ki sen, yaratılmışların içerisinde ahlâkı en güzel olanısın.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in güzel ahlâkı hakkında Sa’d b. Hişam Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise nakledilmiştir:

فَقُلْتُ يَا أُمَّ الْمُؤْمِنِينَ أَنْبِئِينِي عَنْ خُلُقِ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَتْ أَلَسْتَ تَقْرَأُ الْقُرْآنَ قُلْتُ بَلَى قَالَتْ فَإِنَّ خُلُقَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ الْقُرْآنَ (م حم عن سعد بن هشام)

Hz. Âişe’ye: ″Ey Mü’minlerin annesi! Bana Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkından haber ver″ dedim. Bana: ″Sen Kur’ân okumuyor musun?″ diye sordu. Ben: ″Evet″ dedim. Bunun üzerine dedi ki: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkı Kur’ân idi.″[1]

Yine Ebû Abdullah el-Cedelî Radiyallâhu anhu Hz. Âişe’ye, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkından sorunca, kendisine şöyle buyurmuştur:

كَانَ أَحْسَنَ النَّاسِ خُلُقًا لَمْ يَكُنْ فَاحِشًا وَلَا مُتَفَحِّشًا وَلَا صَخَّابًا فِي الْأَسْوَاقِ وَلَا يَجْزِي بِالسَّيِّئَةِ السَّيِّئَةَ وَلَكِنْ يَعْفُو وَيَصْفَحُ (حب عن ابى عبد اللّٰه الجدلى)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, insanların en güzel ahlâklısı idi. Her zaman sükûnet ve vakarla hareket eder, aslâ yüksek sesle konuşmaz ve kötülüğe kötülükle mukabelede bulunmazdı. Bilakis, affeder ve hoşgörülü davranırdı.″[2]

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

بُعِثْتُ لِأُتَمِّمَ حُسْنَ الْأَخْلَاقِ (موطأ عن مالك)

″Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim″[3]

Enes b. Mâlik Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

خَدَمْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَشْرَ سِنِينَ وَاللّٰهِ مَا قَالَ لِي أُفًّا قَطُّ وَلَا قَالَ لِي لِشَيْءٍ لِمَ فَعَلْتَ كَذَا وَهَلَّا فَعَلْتَ كَذَا (م عن انس بن مالك)

Ben, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e on sene hizmet ettim. Vallâhi! O bana hiçbir zaman ″Of″ demedi. O bana herhangi bir iş için, ″Niçin bunu böyle yaptın? Şöyle yapsaydın ya!″ demedi.[4]

Müslümanların da güzel bir ahlâka sahip olmaları gerektiği hakkında da çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan bâzıları şöyledir:

Bu hususta Ebû Zerr Radiyallâhu anhu şöyle anlatmaktadır:

قَالَ لِي رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اتَّقِ اللّٰهِ حَيْثُمَا كُنْتَ وَأَتْبِعْ السَّيِّئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ (ت حم عن ابى ذر)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bana buyurdu ki: ″Nerede ve hangi hâl üzere olursan ol, Allah’tan kork ve kötülüğün arkasında hemen bir iyilik yap ki, onu silsin. İnsanlarla da güzel bir ahlâk ile geçin.″[5]

Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu da şöyle anlatmaktadır:

سُئِلَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ أَكْثَرِ مَا يُدْخِلُ النَّاسَ الْجَنَّةَ فَقَالَ تَقْوَى اللّٰهِ وَحُسْنُ الْخُلُقِ وَسُئِلَ عَنْ أَكْثَرِ مَا يُدْخِلُ النَّاسَ النَّارَ فَقَالَ الْفَمُ وَالْفَرْجُ (ت عن ابى هريرة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e insanları en çok Cennete ne­yin girdireceğine dair soru soruldu. O da, ″Dâimâ Allah korkusunu üzerinde taşımak ve güzel ahlâk″ diye buyurdu. Sonra insanları en çok ateşe neyin girdireceğine dair soru sorul­du. Bu sefer de, ″Ağız ve ferç″ diye buyurdu.[6]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ مِنْ أَحَبِّكُمْ إِلَيَّ وَأَقْرَبِكُمْ مِنِّي مَجْلِسًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَحَاسِنَكُمْ أَخْلَاقًا وَإِنَّ أَبْغَضَكُمْ إِلَيَّ وَأَبْعَدَكُمْ مِنِّي مَجْلِسًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ الثَّرْثَارُونَ وَالْمُتَشَدِّقُونَ وَالْمُتَفَيْهِقُونَ قَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَدْ عَلِمْنَا الثَّرْثَارُونَ وَالْمُتَشَدِّقُونَ فَمَا الْمُتَفَيْهِقُونَ قَالَ الْمُتَكَبِّرُونَ (ت عن جابر)

″Mahşer gününde aranızdan en çok sevdiğim ve bana en çok yakın olanlar arasında başta gelenler, ahlâk itibariyle en güzel olanlarınızdır ve yine mahşer gü­nünde kendisine en çok buğzedip meclis itibariyle benden en uzakta olacak olanlar da, boşboğazlık edenler, diliyle insanlara eziyet ederek çirkin sözler söy­leyenler ve mütefeyhiklerdir.″ Ashâb-ı Kirâm: ″Yâ Resûlallah! Boşboğaz­lık edenleri, konuşmalarıyla başkalarına eziyet edenleri biliyoruz. Mütefeyhikler ne oluyor?″ diye sorunca, buyurdu ki: ″Kibirlenen kimselerdir.″[7]


[1] Sahih-i Müslim, Müsâfirin 18 (139 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 23134.

[2] Sahih-i İbn-i Hibban, Hadis No: 6551; Sünen-i Tirmizî, Birr 69; Sünen-i Dârimî, Mukaddime 2.

[3] İmam Mâlik, Muvatta, el-Câmi’ 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8595.

[4] Sahih-i Müslim, Fedâil 13 (51).

[5] Sünen-i Tirmizî, Birr 54; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 20392.

[6] Sünen-i Tirmizî, Birr 61.

[7] Sünen-i Tirmizî, Birr 70.


﴿ فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ ﴿٥﴾ بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ ﴿٦﴾ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ ﴿٧﴾

5-7. Yakında sen de görürsün, onlar da görürler;* hanginizin mecnûn olduğunu.* Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir. Doğru yolda olanı da en iyi bilen Odur.


﴿ فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّب۪ينَ ﴿٨﴾ وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ ﴿٩﴾ وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَه۪ينٍۙ ﴿١٠﴾ هَمَّازٍ مَشَّٓاءٍ بِنَم۪يمٍۙ ﴿١١﴾ مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ ﴿١٢﴾ عُتُلٍّ بَعْدَ ذٰلِكَ زَن۪يمٍۙ ﴿١٣﴾ اَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَن۪ينَۜ ﴿١٤﴾ اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿١٥﴾ سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ ﴿١٦﴾

8-16. Ey Resûlüm! Sen, o yalanlayanlara uyma.* Onlar isterler ki, sen onlara yumuşak davranasın, böylece onlar da sana yumuşak davransınlar.* Yalan yere çok yemin eden, hakir,* gıybetçi, koğuculuk yapan,* hayra engel olan, zâlim, günahkâr,* zorbalık yapan, bununla beraber soysuz olan bir kimseye,* mal ve oğullar sahibi olmuş diye sakın uyma.* Ona âyetlerimiz okunursa, ″Bu, öncekilerin masallarıdır″ der.* Biz yakında onun burnunu damgalayacağız.

İzah: İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ demiştir ki: Bu âyetler Velid b. Muğire hakkında nâzil olmuştur. Allah’u Teâlâ’nın onu kötülediği kadar hiçbir kimseyi kötülediğini bilmiyoruz.

Nakledildiğine göre; Velid’in annesi ona gayri meşrû bir sûrette gebe olmuştu. Bu durum, bu âyetler nâzil olana kadar kimse tarafından bilinmiyordu. Velid bu husustaki âyetleri işitince, annesine gitmiş ve kılıcını çekerek, ″Muhammed, beni on vasıf ile teşhir etti. Bunlardan dokuzunu kendimde buldum. Zinâ çocuğu olduğuma dair bir bilgim yok, bana hakikati söyle, yoksa boynunu vururum″ demiş. Annesi de demiş ki: ″Sus, hakikati sana söyleyeceğim. Senin baban zengindi, fakat cinsi münasebet gücüne sahip değildi. Onun için o ölünce malı başkalarına gidecek″ diye korktum. Nefsimi bir çobana dâvet ettim, o da geldi.

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ buyurdu ki:

Âyette geçen ″Biz yakında onun burnunu damgalayacağız″ buyruğu, kılıçla onun burnunu damgalayacağız, demek­tir. Nitekim bu âyetin hakkında indiği kişi olan Velid b. Muğire’nin burnu Bedir Gü­nü’nde kılıçla işâretlenmiştir. Ölünceye kadar bu şekilde işâretli kalmıştır.

Bu âyetlerde sayılan kötü vasıflarla ilgili olarak çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan birinde Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَلَا أُخْبِرُكُمْ بِأَهْلِ الْجَنَّةِ؟ قَالُوا بَلَى قَالَ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كُلُّ ضَعِيفٍ مُتَضَعِّفٍ لَوْ أَقْسَمَ عَلَى اللّٰهُ لَأَبَرَّهُ ثُمَّ قَالَ أَلَا أُخْبِرُكُمْ بِأَهْلِ النَّارِ؟ قَالُوا بَلَى قَالَ كُلُّ عُتُلٍّ جَوَّاظٍ مُسْتَكْبِرٍ (م عن حارثة بن وهب)

″Size Cennet ehlini haber vereyim mi?″ ″Evet″ dediler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ″Her zayıf olan ve başkası tarafından zayıf görülen, eğer Allah’a yemin verecek olsa, şüphesiz Allah’ın yemininin gereğini yerine getirdiği kimsedir. ″Size Cehennem ehlini de haber vereyim mi?″ deyince de yine, ″Evet″ dediler. Şöyle buyurdu: ″Her zorba, şerli, cimri ve büyüklük tas­layan kimsedir.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

خِيَارُ عِبَادِ اللّٰهِ الَّذِينَ إِذَا رُءُوا ذُكِرَ اللّٰهُ وَشِرَارُ عِبَادِ اللّٰهِ الْمَشَّاءُونَ بِالنَّمِيمَةِ الْمُفَرِّقُونَ بَيْنَ الْأَحِبَّةِ الْبَاغُونَ الْبُرَآءَ الْعَنَتَ (حم عن عبد الرحمن بن غنم)

″Allah’ın en hayırlı kulları, görüldükleri zaman Allah'u Teâlâ’yı hatırlatan kullarıdır. Allah’ın en kötü kulları da lâf götürüp getiren, dostların arasını açan, iyilere karşı gelip, direnenlerdir.″[2]


[1] Sahih-i Müslim, Cennet 13 (46).

[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 17312.


﴿ اِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَٓا اَصْحَابَ الْجَنَّةِۚ اِذْ اَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِح۪ينَۙ ﴿١٧﴾ وَلَا يَسْتَثْنُونَ ﴿١٨﴾ فَطَافَ عَلَيْهَا طَٓائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَٓائِمُونَ ﴿١٩﴾ فَاَصْبَحَتْ كَالصَّر۪يمِ ﴿٢٠﴾ فَتَنَادَوْا مُصْبِح۪ينَۙ ﴿٢١﴾ اَنِ اغْدُوا عَلٰى حَرْثِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَارِم۪ينَ ﴿٢٢﴾ فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَۙ ﴿٢٣﴾ اَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْك۪ينٌ ﴿٢٤﴾ وَغَدَوْا عَلٰى حَرْدٍ قَادِر۪ينَ ﴿٢٥﴾ فَلَمَّا رَاَوْهَا قَالُٓوا اِنَّا لَضَٓالُّونَۙ ﴿٢٦﴾ بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٢٧﴾

17-27. Şüphesiz ki Biz, bunları (Mekkeli inkârcıları) da, bahçe sahiplerini belâya uğrattığımız gibi belâya uğrattık. Onlar, bahçelerinin meyvelerini sabahleyin erkenden toplamak için yemin ettikleri vakit,* (fakirlerin hissesini) istisnâ etmiyorlardı.* Kendileri uykuda gâfil iken, Rabbinin belâsı inip bahçeyi kuşattı* ve meyvesini telef etti.* Onlar ise sabahleyin birbirlerine şöyle nidâ ettiler:* ″Bahçenizin meyvesini topla-yacaksanız, haydin!″* Artık aralarında gizlice söyleşerek bahçelerine doğru gittiler;* ″Bugün hiçbir yoksul oraya girip yanınıza sokulmasın″ diyerek.* Onlar, fakirleri bahçenin ürünlerinden alıkoymaya güçlerinin yetebileceğini düşünerek erkenden gittiler.* Fakat bahçeyi görünce, dediler ki: ″Herhalde biz yanlış geldik!* Hayır, biz mahrum olduk.″

İzah: İkrime Hazretlerinden nakledildiğine göre; bu âyetlerde bahsi geçen bahçe sahipleri, Habeşistanlı bir kısım insanlardır. Babalarının bir bahçesi vardı. O, bahçenin ürünlerinden fakirlere yedirip onları doyuruyordu. Babaları ölünce oğulları şöyle dediler: ″Babamız fakirleri yedirip doyururken ahmaklık ediyor­du.″ Bunlar, sabahleyin erkenden mahsullerini toplayacaklarına dair yemin et­mişler ve fakirlere bir şey vermeyeceklerine dair karar almışlardı. Neticede Allah’ın beyan ettiği akıbete uğradı­lar. Allah’u Teâlâ, bir rüzgâr estirdi ve hepsini kuruttu. Böylece kendileri o bahçeden fakirleri mahrum ettikleri gibi, Allah’u Teâlâ da bahçelerini mahvederek kendilerini mahrum etti.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِيَّاكُمْ وَالْمَعَاصِيَ إِنَّ الْعَبْدَ لِيُذْنِبُ الذَّنْبَ فَيَنْسَى بِهِ الْبَابَ مِنَ الْعِلْمِ، وَإِنَّ الْعَبْدَ لِيُذْنِبُ الذَّنْبَ فَيُحْرَمُ بِهِ قِيَامَ اللَّيْلِ، وَإِنَّ الْعَبْدَ لِيُذْنِبُ الذَّنْبَ فَيُحْرَمُ بِهِ رِزْقًا قَدْ كَانَ هُيِّئْ لَهُ، ثُمَّ تَلَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ { فَطَافَ عَلَيْهَا طَائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَائِمُونَ. فَاَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ} قَدْ حُرِمُوا خَيْرَ جَنَّتِهِمْ بِذَنْبِهِمْ (ابن أبي حاتم وابن مردويه عن ابن مسعود)

Günahlardan uzak durun. Zîrâ kul, bir günah işler de bundan dolayı ilimden bir kısmını unutur. Kul, bir günah işler de bundan dolayı gece kıyâmından mahrum edilir. Kul, bir günah işler de bundan dolayı kendisine hazırlanmış olan bir rızıktan mahrum edilir. Daha sonra, ″Kendileri uykuda gâfil iken, Rabbinin belâsı inip bahçeyi kuşattı* ve meyvesini telef etti″ diye geçen Sûre-i Kalem, Âyet 19-20’yi okudu ve onlar da işledikleri günahtan dolayı bahçelerinin ürününden mahrum bırakıldılar, buyurdu.[1]


[1] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 14, s. 583; İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 8, s. 196.


﴿ قَالَ اَوْسَطُهُمْ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ ﴿٢٨﴾ قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ ﴿٢٩﴾ فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ ﴿٣٠﴾ قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغ۪ينَ ﴿٣١﴾ عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِنْهَٓا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا رَاغِبُونَ ﴿٣٢﴾

28-32. Onların hayırlısı: ″Ben size, Allah’ı tesbih etseniz ya! demedim mi?″ dedi.* Onlar da: ″Ey Rabbimiz! Seni tesbih ederiz. Şüphesiz biz, zâlimlermişiz″ dediler.* Bunun üzerine birbirlerini kınamaya başladılar:* Dediler ki: ″Yazıklar olsun bize! Şüphesiz biz, haddi aşanlarmışız.* Umulur ki Rabbimiz, bize bu bahçeden daha hayırlısını verir. Şüphesiz biz, yönelip Rabbimizin affını arzu ediyoruz.″


﴿ كَذٰلِكَ الْعَذَابُۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟ ﴿٣٣﴾

33. İşte azap böyledir. Âhiretin azâbı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilse­lerdi!


﴿ اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ﴿٣٤﴾ اَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِم۪ينَ كَالْمُجْرِم۪ينَۜ ﴿٣٥﴾

34-35. Şüphesiz ki, takvâ sahipleri için Rablerinin katında Naîm Cennetleri vardır.* Biz, Müslümanları mücrimler gibi yapar mıyız?

İzah: Cennet-i Naîm ve orayı kazananların vasıfları ve mükâfatlarına dair geniş bilgi için Sûre-i Vâkıa, Âyet 10-12 ve izahlarına bakınız.


﴿ مَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَۚ ﴿٣٦﴾ اَمْ لَكُمْ كِتَابٌ ف۪يهِ تَدْرُسُونَۙ ﴿٣٧﴾ اِنَّ لَكُمْ ف۪يهِ لَمَا تَخَيَّرُونَۚ ﴿٣٨﴾ اَمْ لَكُمْ اَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ اِنَّ لَكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَۚ ﴿٣٩﴾

36-39. Ne oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz?* Yoksa size mahsus bir kitap var da ondan mı okuyorsunuz?* Siz her neyi arzu ederseniz, o hükmü mü içeriyor?* Yoksa Bizden, verdiğiniz hükmün mutlaka öyle olacağına dair kıyâmet gününe kadar sürecek kesin sözler mi aldınız?


﴿ سَلْهُمْ اَيُّهُمْ بِذٰلِكَ زَع۪يمٌۚ ۛ ﴿٤٠﴾ اَمْ لَهُمْ شُرَكَٓاءُۚ ۛ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَ ﴿٤١﴾

40-41. Ey Resûlüm! Onlara sor, hangisi bu iddianın doğruluğuna kefildir?* Yoksa onların ortakları mı var? Eğer iddialarında doğru iseler, haydi ortaklarını getirsinler.


﴿ يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَۙ ﴿٤٢﴾ خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ ﴿٤٣﴾

42-43. O gün baldır açılır. Kâfirler secdeye dâvet edilirler. Fakat secde edemezler.* O gün gözleri yerde, kendilerini de zillet kaplamıştır. Halbuki onlar, (dünyâda) sağlıklı iken secdeye dâvet olunuyorlardı.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″O gün baldır açılır″ diye geçen ifade hakkında bir kısım âlimler, bu ifadenin mecâzi bir anlam taşıdığını söylemişler, diğer bir kısım âlimler ise bunu, zâhirî mânâda almışlar ve bunu destekleyen Hadis-i Şe­rif’ler zikretmişlerdir.

Bu ifadenin mecâzi bir anlam taşıdığını söyleyenler şu şekilde çeşitli izahlarda bu­lunmuşlardır:

İkrime, Katâde, Said b. Cübeyr, Mücâhid ve Abdullah İbn-i Abbas Hazretlerinden nakledilen bir görüşe göre; ″O gün baldır açılır″ diye geçen ifadeden maksat, sıkıntılı bir günün, dehşetli bir olayın ortaya çıkmasıdır. Zîrâ böyle bir günde iş ciddiye alınır ve paçalar sıvanır. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen diğer bir görüşe göre de, ″O gün baldır açılır″ diye geçen ifadeden maksat, dünyânın gitmesi, âhiretin ortaya çıkmasıdır. O gün ameller ortaya dökülür. Kapalı olan baldırlar açıldığı gibi sırlar da açığa çıkar.

Bu ifadeye zâhir anlamda mânâ veren Abdullah İbn-iMes’ud, Ebû Hüreyre ve Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhum, mahşerde Allah’u Teâlâ’nın, baldırını açarak kendisini Mü’minlere tanıtacağını, Mü’minlerin de bu­nun karşısında Allah’a secde edeceklerini söylemişler ve bu konuda şu Hadis-i Şerif’i nakletmişlerdir:

Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhu diyor ki:

سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ يَكْشِفُ رَبُّنَا عَنْ سَاقِهِ فَيَسْجُدُ لَهُ كُلُّ مُؤْمِنٍ وَمُؤْمِنَةٍ فَيَبْقَى كُلُّ مَنْ كَانَ يَسْجُدُ فِي الدُّنْيَا رِيَاءً وَسُمْعَةً فَيَذْهَبُ لِيَسْجُدَ فَيَعُودُ ظَهْرُهُ طَبَقًا وَاحِدًا (خ م عن ابى سعيد)

Ben, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini işittim: ″Rabbimiz baldırını açacak, her Mü’min erkek ve kadın ona secde edecektir. Ancak, dünyâda iken gösteriş olsun ve desinler diye secde edenler, o gün secde edemeyeceklerdir. Secde etmeye ça­lışacaklar, fakat sırtları tek bir parça haline gelecek ve secde edemeyeceklerdir.″[1]

Yine Sûre-i Kalem, Âyet 42 hakkında Abdurrahman İbn-i Gunm Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

قَالَ سُئِلَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنِالْعُتُلِّ الزَّنِيمِ فَقَالَ: هُوَ الشَّدِيدُ الْخُلُقِ الْمُصَحَّحُ الأَكُولُ الشَّرُوبُ الْوَاجِدُ لِلطَّعَامِ وَالشَّرَابِ الظَّلُومُ لِلنَّاسِ رَحِيبُ الْجَوْفِ (ع عن عبد الرحمن بن غنم)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e: ″O gün baldır açılır. Kâfirler secdeye davet edilirler. Fakat secde edemezler″ diye geçen Sûre-i Kalem, Âyet 42 sorulduğunda, şöyle buyurdu: ″O çok büyük bir nûrdur ve O’nu görenler, hemen O’na secdeye kapanırlar.″[2]

Kâfirlerin, âhirette dehşetten dolayı gözleri yerde olacak, Allah’ın azâbından dolayı onları zillet ve hakirlik kaplayacaktır. Bu onların, dünyada iken kibirlenmelerinin karşılığıdır. Onlar dünyâda sağ iken Allah’a secde etmeye dâvet ediliyorlar. Fakat onlar, secde etmiyorlardı. İşte onlar âhirette secde etmek isteseler de secde edemez duruma geleceklerdir. Allah’u Teâlâ tecellî ettiğinde, Mü’­minler O’na secde ederlerken, kâfir ve münâfıklar secde edemeyecekler ve dimdik kalacaklardır.


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Kalem 2; Sahih-i Müslim, Îman 81 (302).

[2] Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7293; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 4678.


﴿ فَذَرْن۪ي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَد۪يثِۜ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۙ ﴿٤٤﴾ وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ ﴿٤٥﴾

44-45. Ey Resûlüm! Artık bu Kur’ân’ı yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri bir taraftan yavaş yavaş helâke yaklaştırırız.* Ve onlara mühlet veririm. Şüphesiz Benim tuzağım çok sağlamdır (ondan kimse kurtulamaz).

İzah: Ey Resûlüm! Kur’ân’ı yalanlayanları Bana bırak; sen kalbini onlarla meşgul etme. Ben onların hakkından gelirim. Biz, onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azâba yaklaştırırız; onlara sıhhat ve bol nimet veririz de, onu haklarında iyi zannederler. Halbuki onlara verdiğimiz bu dünyalık nîmetler ve mühlet, onlara âhireti unutturur. Bu şekilde de azâplarını artırırız, demektir.


﴿ اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ ﴿٤٦﴾ اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ ﴿٤٧﴾ فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ ﴿٤٨﴾ لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ ﴿٤٩﴾ فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ ﴿٥٠﴾

46-50. Ey Resûlüm! Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da, onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?* Yoksa gaybın ilmi yanlarında da oradan mı çıkarıp yazıyorlar?* Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balığın karnında iken, gam ve keder ile dolu olarak nidâ eden balık sahibi (Yunus Aleyhisselâm) gibi olma!* Eğer ona Rabbinden bir nîmet erişmeseydi, elbette ot olmayan bir yere kınanmış olarak bırakılırdı.* Fakat Rabbi onu seçti ve onu sâlihlerden kıldı.

İzah: Yunus Aleyhisselâm’ın bu kıssası hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i Enbiyâ, Âyet 87-88 ve izahlarına bakınız.


﴿ وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ ﴿٥١﴾ وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ ﴿٥٢﴾

51-52. Ey Resûlüm! Kâfirler, Kur’ân’ı işittikleri zaman, (sana olan kinlerinden dolayı) neredeyse gözleriyle seni kaydırıp devireceklerdi. Ve (senin için) derler ki: ″Şüphesiz, o elbette bir mecnundur.″* Halbuki o Kur’ân, âlemler için öğütten başka bir şey değildir.

İzah: Sûre-i Kalem, Âyet 51, nazar âyetidir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

الْعَيْنُ حَقٌّ (م د ه عن ابى هريرة)

″Nazar haktır.″[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

الْعَيْنُ حَقٌّ لَتُورِدُ الرَّجُلَ الْقَبْرَ وَالْجَمَلَ الْقِدْرَ وَإِنَّ أَكْثَرَ هَلَاكِ أُمَّتِي فِي الْعَيْنِ (الحافظ أبو عبد الرحمن محمد بن المنذر في كتاب العجائب عن جابر) فِى رواية آخر: الْعَيْنُ تُدْخِلُ الرَّجُلَ الْقَبْرَوَالْجَمَلَ الْقِدْرَ. (عد حل عن جابر عد عن أبي ذر)

″Nazar haktır. Öyle ki, kişiyi kabre ve deveyi kazana sokar. Benim ümmetimin çoğunluğunun ölümü nazardandır.″[2]

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُعَوِّذُ الْحَسَنَ وَالْحُسَيْنَ أُعِيذُكُمَا بِكَلِمَاتِ اللّٰهِ التَّامَّةِ مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَامَّةٍ وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لَامَّةٍ ثُمَّ يَقُولُ كَانَ أَبُوكُمْ يُعَوِّذُ بِهِمَا إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ (د ت عن ابن عباس)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i okurdu ve derdi ki: ″Allah’ın tam olan kelimeleri ile sizi her türlü öldürücü şeytandan ve değici gözden Allah’a sığındırırım.″ Sonra şöyle derdi: ″Babanız İbrâhim; İshâk’ı ve İsmâil’i böylece Allah’a sığındırır ve okurdu.″[3]

Yine bu hususta şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَأَى فِي بَيْتِهَا جَارِيَةً فِى وَجْهِهَا سَفْعَةٌ فَقَالَ اسْتَرْقُوا لَهَا فَاِنَّ بِهَا النَّظْرَةَ (خ م ك طب عم ام سلمة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Ümmü Seleme’nin odasında yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğu görünce, ″Bu kızcağızı okutun, buna nazar değmiştir″ diye buyurmuştur.[4]

Hz. Ali’den nakledilen Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

Cebrâil Aleyhisselâm, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına geldi ve onu kederli buldu ve ″Yâ Muhammed! Senin yüzünde gördüğüm bu üzüntü nedendir?″ diye sordu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de, ″Hasan ve Hüseyin’e göz değdi″ buyurdu. Cebrâil Aleyhisselâm dedi ki: ″Göz değmesi doğrudur, çünkü göz değmesi haktır. Sen onları şu sözlerle Allah’a sığındırsan olmaz mıydı?″ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Yâ Cebrâil! O sözler nelerdir?″ deyince, Cebrâil Aleyhisselâm dedi ki:

اَللّٰهُمَّ ذَا السُّلْطَانِ الْعَظِيمِ ذَا الْمَنِّ الْقَدِيمِ ذَا الرَّحْمَةِ الْكَرِيمِ وَهِيَ الْكَلِمَاتِ التَّامَّاتِ وَالدَّعَوَاتِ الْمُسْتَجَابَاتِ عَافِ الْحَسَنَ وَالْحُسَيْنَ مِنْ أَنْفُسِ الْجِنِّ وَأَعْيُنِ الإِنْسِ فَقَالَهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَامَا يَلْعَبَانِ بَيْنَ يَدَيْهِ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: عَوِّذُوا أَنْفُسَكُمْ وَنِسَاءَكُمْ وَأَوْلادَكُمْ بِهَذَا التَّعْوِيذِ فَإِنَّهُ لَمْ يَتَعَوَّذِ الْمُتَعَوِّذُونَ بِمِثْلِهِ (كر عن علي (

″Allah’ım! Yüce saltanat sahibi, ezelî lütuf sahibi, kerîm ve rahmet sahibi, kabul edilmiş duâların ve tamamlanmış kelimelerin sahibi, Hasan ve Hüseyin’i cinlerin nefeslerinden ve insanların gözlerinden afiyette kıl.″ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bunu söyledi de, onlar kalkıp huzurunda oynamaya başladılar. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ″Siz de kendinizi, eşlerinizi ve çocuklarınızı bu duâ ile koruyun. Çünkü onun gibi bir duâ ile hiçbir kimse korunmamıştır.″[5]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

الْعَيْنُ حَقٌّ وَيَحْضُرُ بِهَا الشَّيْطَانُ وَحَسَدُ ابْنِ آدَمَ (حم عن ابى هريرة)

″Göz değmesi haktır. Onu, şeytan ve Âdemoğlunun hasedi meydana getirir.″[6]


[1] Sahih-i Müslim, Selâm 16 (41 Sünen-i Ebû Dâvud, Tıb 15; Sünen-i İbn-i Mâce, Tıb 32.

[2] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 8, s. 206; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 17660; Kenz’ul-İrfan, Hadis No: 982, 983.

[3] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 22; Sünen-i Tirmizî, ed-Tıb 17.

[4] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1933, Sahih-i Müslim, Selâm 21 (59 Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 19252.

[5] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 28546.

[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 9291.