NÛH SÛRESİ

Bu sûre 28 âyettir. Mekke döneminde nâzil olmuştur. Nûh Aleyhisselâm’dan bahsedildiği için ″Nûh Sûresi″ ismi verilmiştir.


﴿ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillâhirrahmânirrahîm.

﴿ اِنَّٓا اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرْ قَوْمَكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١﴾

1. Şüphesiz ki Biz, Nûh’u kavmine, ″Kendilerine elim bir azap gelmeden önce kavmini uyar″ diye Peygamber olarak gönderdik.

İzah: Nûh Aleyhisselâm’ın, kavmini dîne dâvet etmesi ile ilgili olarak Allah’u Teâlâ Sûre-i Ankebût, Âyet 14’te şöyle buyurmaktadır:

″Yemin olsun ki Biz, Nûh’u kavmine Peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli sene onların arasında (Peygamber olarak) kaldı. Nihâyet onlar, zâlimler oldukları halde tufan onları helâk etti.″

Bu husus İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen bir hadiste de şöyle geçmektedir:

بَعَثَ اللّٰهُ نُوحًا لأَرْبَعِينَ سَنَةً وَلَبِثَ فِي قَوْمِهِ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا يَدْعُوهُمْ وَعَاشَ بَعْدَ الطُّوفَانِ سِتِّينَ سَنَةً حَتَّى كَثُرَ النَّاسُ وَفَشَوْا (ك عن ابن عباس)

″Allah’u Teâlâ, Nûh’u kırk yaşında Peygamber kıldı. Dokuzyüz elli sene kavmini dîne dâvet etti. Altmış sene de insanlar çoğalıncaya ve yayılıncaya kadar tufandan sonra yaşadı.″[1]


[1] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 244/12; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3964.


﴿ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ ﴿٢﴾ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُ وَاَط۪يعُونِۙ ﴿٣﴾ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿٤﴾

2-4. Nûh dedi ki: ″Ey kavmim! Şüphesiz ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.* Allah’a ibâdet edin, O’ndan korkun ve bana itaat edin ki,* Allah’u Teâlâ günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli olan ecelinize kadar ertelesin. Şüphesiz ki, Allah’ın takdir ettiği ecel gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz!″


﴿ قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي دَعَوْتُ قَوْم۪ي لَيْلًا وَنَهَارًاۙ ﴿٥﴾ فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَٓائ۪ۤى اِلَّا فِرَارًا ﴿٦﴾ وَاِنّ۪ي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُٓوا اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَاَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًاۚ ﴿٧﴾

5-7. Nûh dedi ki: ″Ey Rabbim! Şüphesiz ben, kavmimi gece gündüz îmana dâvet ettim.* Benim dâvetim, ancak onların îmandan firarını artırdı.* Şüphesiz ben, onları bağışlaman için her ne vakit îmana dâvet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar ve (beni görmemek için) elbiselerine büründüler; küfürde ısrar ettiler ve kibirlendikçe kibirlendiler.″


﴿ ثُمَّ اِنّ۪ي دَعَوْتُهُمْ جِهَارًاۙ ﴿٨﴾ ثُمَّ اِنّ۪ٓي اَعْلَنْتُ لَهُمْ وَاَسْرَرْتُ لَهُمْ اِسْرَارًاۙ ﴿٩﴾ فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ اِنَّهُ كَانَ غَفَّارًاۙ ﴿١٠﴾ يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًاۙ ﴿١١﴾ وَيُمْدِدْكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَلْ لَكُمْ اَنْهَارًاۜ ﴿١٢﴾ مَا لَكُمْ لَا تَرْجُونَ لِلّٰهِ وَقَارًاۚ ﴿١٣﴾ وَقَدْ خَلَقَكُمْ اَطْوَارًا ﴿١٤﴾

8-14. Sonra onları açıkça îmana dâvet ettim.* Sonra onlara âşikâr ve gizli söyledim.* Dedim ki: ″Rabbinizden bağışlanma dileyin. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır.* Size semâdan bol yağmur gönderir.* Mallarınızı ve evlatlarınızı çoğaltır. Size bahçeler verir, nehirler akıtır.* Size ne oluyor da Allah’ın azametinden korkmuyorsunuz?* Halbuki O, sizi çeşitli merhalelerden geçirerek yarattı.″

İzah: Katâde Hazretleri buyuruyor ki: Bize nakledildiğine göre, Nûh kavminden insanlar oğullarını tutup Nûh Aleyhisselâm’a götürürmüş ve onlara: ″Bundan kaçın. Sakın seni baştan çıkarmasın. Beni de babam, senin gibi iken tutup buna getirmiş ve benim seni bundan sakındırdığım gibi, o da beni sakındırmıştı″ derdi.

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Halbuki O, sizi çeşitli merhalelerden geçirerek yarattı″ diye geçmektedir. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’ya göre, insanın yaratılışında çeşitli merhâlelerden geçmesi; önce meni, sonra alakadan sonra da bir et parçası olma safhâlarıdır.


﴿ اَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللّٰهُ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقًاۙ ﴿١٥﴾ وَجَعَلَ الْقَمَرَ ف۪يهِنَّ نُورًا وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا ﴿١٦﴾ وَاللّٰهُ اَنْبَتَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ نَبَاتًاۙ ﴿١٧﴾ ثُمَّ يُع۪يدُكُمْ ف۪يهَا وَيُخْرِجُكُمْ اِخْرَاجًا ﴿١٨﴾ وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ بِسَاطًاۙ ﴿١٩﴾ لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلًا فِجَاجًا۟ ﴿٢٠﴾

15-20. Görmediniz mi Allah’u Teâlâ, yedi göğü tabaka tabaka nasıl yarattı?* Ve bunların içinde ayı bir ışık yaptı, güneşi de bir kandil yaptı.* Ve Allah’u Teâlâ sizi (Âdem Aleyhisselâm’ı) yerden bitki bitirir gibi yarattı;* sonra sizi yere iâde eder. Sonra sizi kesin olarak tekrar çıkarır.* Allah’u Teâlâ, yeryüzünü sizin için döşedi.* Tâ ki, üzerindeki geniş yollarda yürüyesiniz.

İzah: İbn-i Cüreyc Hazretleri, ″Ve Allah’u Teâlâ sizi (Âdem Aleyhisselâm’ı) yerden bitki bitirir gibi yarattı″ diye geçen Âyet-i Kerîme’yi açıklarken; ″Âdem Aleyhisselâm, yeryüzünün tüm toprağının karışımından yaratıldı″ demiştir. Bu hususta geniş bilgi için Sûre-i En’âm, Âyet 2 ve izahına bakınız.


﴿ قَالَ نُوحٌ رَبِّ اِنَّهُمْ عَصَوْن۪ي وَاتَّبَعُوا مَنْ لَمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُٓ اِلَّا خَسَارًاۚ ﴿٢١﴾ وَمَكَرُوا مَكْرًا كُبَّارًاۚ ﴿٢٢﴾ وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ اٰلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًاۙ وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًاۚ ﴿٢٣﴾ وَقَدْ اَضَلُّوا كَث۪يرًاۚ وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا ضَلَالًا ﴿٢٤﴾

21-24. Nûh dedi ki: Yâ Rabbi! Kavmim bana isyanda devam etti. Mal ve evlâ­dı kendisine hüsrândan başka bir şey artırmayan kimselere uydular.* O tâbi oldukları da çok büyük tuzaklar kurdular.* Ve kendilerine tâbi olanlara: ″İlahlarınızı bırakmayın, ne Vedd’i, ne Süvâ’ı, ne Yeğûs’u, ne Yeûk’u ve ne de Nesr putlarını bırakmayın″ dediler.* Ve muhakkak ki, onların birçoklarını dalâlete düşürdüler. Yâ Rabbi! Sen de bu zâlimlerin ancak dalâletini artır.

İzah: Nûh Aleyhisselâm’ın, kavminin taptıkları putlarla ilgili olarak İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

صَارَتْ الْأَوْثَانُ الَّتِي كَانَتْ فِي قَوْمِ نُوحٍ فِي الْعَرَبِ بَعْدُ أَمَّا وَدٌّ كَانَتْ لِكَلْبٍ بِدَوْمَةِ الْجَنْدَلِ وَأَمَّا سُوَاعٌ كَانَتْ لِهُذَيْلٍ وَأَمَّا يَغُوثُ فَكَانَتْ لِمُرَادٍ ثُمَّ لِبَنِي غُطَيْفٍ بِالْجَوْفِ عِنْدَ سَبَإٍ وَأَمَّا يَعُوقُ فَكَانَتْ لِهَمْدَانَ وَأَمَّا نَسْرٌ فَكَانَتْ لِحِمْيَرَ لِآلِ ذِي الْكَلَاعِ أَسْمَاءُ رِجَالٍ صَالِحِينَ مِنْ قَوْمِ نُوحٍ فَلَمَّا هَلَكُوا أَوْحَى الشَّيْطَانُ إِلَى قَوْمِهِمْ أَنْ انْصِبُوا إِلَى مَجَالِسِهِمْ الَّتِي كَانُوا يَجْلِسُونَ أَنْصَابًا وَسَمُّوهَا بِأَسْمَائِهِمْ فَفَعَلُوا فَلَمْ تُعْبَدْ حَتَّى إِذَا هَلَكَ أُولَئِكَ وَتَنَسَّخَ الْعِلْمُ عُبِدَتْ (خ عن ابن عباس)

Nûh’un kavminde mevcut olan putlar daha sonra Araplara da intikal etmiştir. Vedd adlı put, Devmetü’l-Cendel’de Kelb kabilesinin putudur. Süvâ ise Hüzeyl kabilesinin pu­tu, Yeğûs ise Murad kabilesinin putudur ki, daha sonra o, Curf mevkiindeki Sebe’in ya­nında bulunan Gutayfoğullarının putu oldu. Yeûk’a gelince, o da Hemedan kavminin putudur. Nesr ise, Zilkelâ ailesi olan Himyer kabilesinin putudur. Aslında bunlar, Nûh’un kavminden sâlih kişilerin isimleridir. Onlar öldükleri zaman, şey­tan bunların kavmine gelip onların hatıralarına putlarının, oturdukları yerlerde dikilmesini ve bu putlara da onların isimlerinin verilmesini iğvâ etti, şeytanın bu isteğini yerine getirdiler. Onlar ölünceye dek bu putlara tapılmadı. Son­ra halkın bu hususta bildikleri unutulunca, onlara tapmaya başladılar.[1]

Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de, şöyle buyrulmuştur:

لَمَّا اشْتَكَى النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَكَرَتْ بَعْضُ نِسَائِهِ كَنِيسَةً رَأَيْنَهَا بِأَرْضِ الْحَبَشَةِ يُقَالُ لَهَا مَارِيَةُ وَكَانَتْ أُمُّ سَلَمَةَ وَأُمُّ حَبِيبَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا أَتَتَا أَرْضَ الْحَبَشَةِ فَذَكَرَتَا مِنْ حُسْنِهَا وَتَصَاوِيرَ فِيهَا فَرَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ أُولَئِكِ اِذَا مَاتَ مِنْهُمْ الرَّجُلُ الصَّالِحُ بَنَوْا عَلَى قَبْرِهِ مَسْجِدًا ثُمَّ صَوَّرُوا فِيهِ تِلْكَ الصُّورَةَ أُولَئِكِ شِرَارُ الْخَلْقِ عِنْدَ اللّٰهِ. (خ م عن عائشة)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem hastalandığında onun hanımlarından birisi Habeşistan’da Mariye diye adlandırılan bir kiliseyi söz konusu etti. Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe Habeşistan’a gitmişlerdi. Onlar bu kilisenin güzelliğinden, oradaki sûretlerden söz ettiler. Âişe Radiyallâhu anhâ dedi ki:

- Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem başını kaldırdı ve şöyle buyurdu: ″Şüphesiz onlar, aralarında sâlih bir adam bulunur da bu adam ölürse, onun kabri üzerine bir mescit bina ederler, sonra orada bu sûretleri yaparlardı. İşte onlar, mahşer gününde Allah katında yaratılmışların en şerlileridirler.″[2]


[1] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Nûh 1; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 7296.

[2] Sahih-i Buhârî, Cenâiz 70; Sahih-i Müslim, Mesâcid 16 (528).


﴿ مِمَّا خَط۪ٓيـَٔاتِهِمْ اُغْرِقُوا فَاُدْخِلُوا نَارًا فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْصَارًا ﴿٢٥﴾

25. Onlar, günahları sebebiyle tufanda gark oldular, sonra Cehenneme girdirildiler. Artık kendileri için Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar.


﴿ وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّارًا ﴿٢٦﴾ اِنَّكَ اِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُٓوا اِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا ﴿٢٧﴾ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا تَبَارًا ﴿٢٨﴾

26-28. Nûh dedi ki: ″Yâ Rabbi! Yeryüzünde hiçbir kâfir bırakma.* Şüphesiz ki, Sen onları bırakırsan, kullarını dalâlete düşürürler ve ancak fâcir, kâfir çocuklar doğururlar.* Yâ Rabbi! Beni, anne ve babamı, Mü’min olarak evime girenleri, bütün Mü’min erkekleri ve Mü’min kadınları bağışla. Zâlimlerin ise ancak helâkini artır.″

İzah: Nûh Aleyhisselâm, dokuz yüz elli sene tebliğden sonra kavminden ümidini kesince, helâk olmaları için Allah’u Teâlâ’ya duâ etmiş ve böylece hepsi tufanda helâk edilmiştir. Nûh Aleyhisselâm’ın kavmiyle olan mücâdelesi ve en son meydana gelen Nûh Tufanı hakkında geniş bilgi için Sûre-i Hûd, Âyet 36-49 ve izahlarına bakınız.