Diyeti Ödeyenler (Âkile):

″Meâkil″; ma’kûle kelimesinin çoğulu olup, diyet anlamındadır. Diyete, ″Akıl″ ve ″Me’kûle″ denilmesinin sebebi; diyetin verilmesi, kan dökülmesini önleyecek bir kuvvet yerinde olduğu içindir. İnsanın hareketlerini tanzim edip, kendisini kötülüklerden menedip alıkoydu-ğundan, insandaki yüksek bir kuvvete de ″Akıl″ denilmiştir. Bu itibarla ″Akıl, diyet anlamındadır″ denilmiştir. Bu kelimeden türeyen ″Âkile″ de; diyeti ödeyen kimseler demektir.

İnsan, varlığına saygı gösterilmesi gereken ve dokunulması câiz olmayan bir varlık olduğu için, akıtılan kanının boşa gitmemesi, yani onu öldürenin cezâlandırılması gerekir. Ancak onu hatâen öldüren kimse mâzur olduğu için onu cezâlandırmak haksızlık olur. Kasten öldürmeye benzeyen şekilde öldüren de kullandığı âlet öldürücü olmadığı için öyledir. Eğer bunlar büyük bir mâli yükümlülük altına girerlerse, ezilip yok olacakları için büyük bir cezâya çarptırılmış olurlar. Bunun için bu ağır mâli yükü kendileri yalnız taşımasınlar diye âkileleri onlara yardım etmekle mükellef tutulmuşlardır.

- Bir kimseyi hatâen veya şibh-i amd (kasten öldürmeye benzeyen öldürme) ile öldüren şahıs ehl-i divandan olursa, onun âkilesi Hanefilere göre; ehl-i divandır. Ehl-i divan; akrabası olsun olmasın bir topluluğun kendi aralarında diyet için yapmış oldukları bir anlaşmadır. ″Muğrib″ sahibi; ″Divan, defterdir″ demiştir. İslâmiyette ilk defa divanları oluşturan Hz. Ömer’dir. Hz. Ömer Radiyallâhu anhu, beyt’ül-maldan maaş alan askerlerin adlarını sıra ile deftere yazdırdıktan sonra herhangi bir arkadaşları hatâen birini öldürdükleri zaman ona yardım etmelerini, yani ölenin diyetini kendi maaşlarından vermelerini emretmiştir. İmam Şâfii ise; ″Diyet, kâtilin kabilesi yani baba tarafından erkek akrabalarından alınır. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, diyeti kâtilin kabilesi üzerine hükmetmiştir. Peygamber Efendimizden sonra da nesh (hükmün kaldırılması) yoktur. Zîrâ diyet, kendisine büyük bir mâli cezâ lâzım geldiği için yardıma muhtaç duruma düşmüş bir kimseye edilen bir yardımdır. Yardıma muhtaç bir kimseye yardım etmek ise, herkesten çok, akrabalarının hakkıdır″ demiştir. İmam Şâfii’nin delilleri arasında, İbn-i Ebi Şeybe, İmam Şa’bi’den:

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Kureyşlilerin diyetini Kureyşlerin, Ensarilerin diyetini de Ensarilerin vermesini emretti″[1] diye rivâyet ederken, Abdurrezzak da Hasan’dan şöyle rivâyet etmiştir: ″Hz. Ömer, bir iş için bir kadına haber gönderdi. Kadın da, ″Acaba halife niçin beni istiyor?″ diye çok korktu ve yolda gelirken korkudan doğum sancısı kendisini yakaladığı için yolun kenarında bulunan bir eve girmek zorunda kaldı ve orada bir çocuk düşürdü. Çocuk düştükten sonra ondan iki defa ses çıktı ve ondan sonra öldü. Bunun üzerine Hz. Ömer, Ashaba danıştı. Kimisi Hz. Ömer’e; ″Sana bir şey lâzım gelmez. Çünkü sen ülke yöneticisisin ve dolayısıyla vatandaşları terbiyeye yetkilisin″ dedi. Hz. Ali ise onları dinliyordu. Hz. Ömer, bu sefer ona dönüp, ″Yâ Ali, sen ne diyorsun?″ diye sordu. Hz. Ali: ″Eğer bunların görüşleri gerçekten böyle ise görüşleri yanlıştır. Eğer görüşleri böyle olmayıp da senin hatırın için böyle söylüyorlarsa bil ki senin dostun değillerdir. Benim kanâtımca çocuğun diyeti sana lâzım gelir. Çünkü sen kadını korkuttuğun için düşük yapmıştır″ dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Hz. Ali’ye çocuğun diyetini Kureyşlilerden toplamasını emretti ve Hz. Ali de öyle yaptı. Çünkü bu, yanlışlıkla öldürmeye giriyordu.″[2]

Hanefilerin delili de; yukarıda geçtiği üzere, Hz. Ömer’in hükmüdür. Zîrâ Hz. Ömer, bunu yaparken, yani askerler için ehl-i divan oluştururken, bütün Ashap orada hazır olup hiç biri ona itiraz etmediğinden icmâ oluşmuş oldu. Bu ise nesh (hükmün kaldırılması) değildir, bilakis mânen takrîrdir (yerleştirmedir). Yani, Hz. Ömer’in bu hükmü, hükmün değiştirilmesi değil, onun yürütülmesi idi. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında diyetler, adam öldürene yardım etmeleri gereken kimseler tarafından ödendiği için, bir yardım ve dayanışma aracı niteliğini taşıyordu. Dayanışmanın da, ″Antlaşma, dostluk akti, akrabalık ve benzeri gibi″ birçok vasıtaları vardı. Hz. Ömer, ordu kurarken ordu mensubu olmayı da bu vasıtalardan biri hâline getirdi. Bunun içindir ki ulemâ şöyle demişlerdir: ″Eğer bugün aynı sanat ve mesleğe sahip olanlar birbirlerine yardım etselerdi, her meslek sahibinin âkilesi kendi meslektaşlarıdır, diyecektik.″ Evet, İmam Şafii’nin dediği gibi diyet bir yardımdır. Fakat kişinin mevcut mallarına ilâveten aldığı maaşlarından yardım yapması ana malından yardım yapmasından daha iyidir. Hulâsa; Hz. Ömer zamanında yardımlaşma, divan ile olduğundan dolayı, Hz. Ömer diyeti, ehl-i divana hükmetmiştir.

- Diyet, ehl-i divana hükmedildiği zamandan itibaren üç seneye kadar alınır. Böylece diyet, her yıl üçte biri ödenmek üzere üç yılda ödenir. Diyetin üç senede ödeneceği, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’den rivâyet edilmiş ve Hz. Ömer’in de öyle yaptığı ayrıca nakledilmiştir.[3] Zîrâ ehl-i divanın verdikleri şeylerden almak hafifletme, kolaylaştırma içindir. Ayrıca Hz. Ömer’in hükmetmesi, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hükmetmesi gibidir. Zîrâ böyle şeyler, içtihat yolu ile hükmedilemez. İmam Şâfii’ye göre ise; diyetin ödenmesi derhal vâcip olur.

Eğer lâzım gelen diyet, adam öldürme diyetinin üçte biri veya daha az olursa bir yılda, üçte birinden fazla olursa, üçte ikisine kadar ikinci yılda üçte ikisinden de fazla olursa, tamamına kadar üçüncü yılda alınır. Sonra diyet ister âkileye, ister bizzat adam öldürene lâzım gelmiş olsun, üç yılda alınır. Meselâ; oğlunu kasten öldüren babaya, baba olduğu için kısas lâzım gelmiyorsa da, diyet lâzım gelir ve öldürme kasten olduğu için âkileye değil, kendisine lâzım gelir. İşte bizzat adam öldürene lâzım gelen bu diyet de, Hanefilere göre; üç yılda ödenir.

İmam Şâfii ise; ″Bizzat öldürene lâzım gelen diyetler peşin olup taksite bağlanamaz. Çünkü âkile suçsuz olduğu için, zorluk çekmesin diye onun ödediği diyet taksite bağlanır. Bizzat adam öldürene lâzım gelen diyeti ise, taksite bağlamak için bir sebep yoktur″ demiştir. Hanefi ulemâsı da diyor ki; ″Kıyas, diyetin bizzat adam öldürene lâzım gelmesine mânidir. Nass da (şer’î delil de) kime olursa olsun lâzım gelen diyetin taksitle alınmasını emrettiği için, onun dışına çıkılamaz.″

- Eğer on kişi hatâen bir kimseyi öldürürlerse, her birinin âkilesine üç yılda diyetin onda biri lâzım gelir. Zîrâ diyet, şahsın bedeli olduğu için onun parçaları da onun tamamı hükmündedir. Üç yıl da, hâkimin diyetle hükmettiği tarihten itibaren başlar. Bu sebeple diyeti verme süresi, hâkimin diyetle hükmettiği andan itibarendir.

- Âkile, kendi fertlerinden birinin hatâ, şibh-i amd (kasten öldürmeye benzeyen öldürme) veya sebep olma sûretiyle yaptığı cinayetten dolayı vâcip olan diyetini öder. Kasten yaptığı cinâyetin, kölenin yaptığı cinâyetin, kendisinin sulh ve ikrârıyla lâzım olan cinâyetin diyetini ödemez. Ancak cinâyeti ikrâr suretinde câniyi tasdik eden bir âkile, icap eden diyeti vermeye ortak olur, bir de caniye lâzım gelen diyetin miktarı tam diyetin yirmide birinden az olursa, bu diyet de câninin kendi üzerinedir. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

لَا تَعْقِلُ الْعَاقِلَةُ عَمْدًا وَلَا عَبْدًا وَلَا صُلْحًا وَلَا اعْتِرَافًا وَلَا مَا دُونَ أَرْشِ الْمُوضِحَةِ.

″Âkile, kendi fertlerinden birinin kasten işlediği cinâyetin, kölenin işlediği cinâyetin, sulh ve ikrâr yoluyla câninin ikrâr ettiği cinâyetin diyetini ve mûzihanın (et ile baş kemiği arasındaki zar gibi olan deri yırtılıp, kemik meydana çıkmış olan bir yaranın) diyetinden (tam diyetin yirmide biridir) az olan diyeti de ödemez″[4] buyurmuştur.

- Hatâ ve kasten öldürmeye benzeyen öldürme sûretiyle öldüren kâtil, ehl-i divandan olmazsa, onun âkilesi kabîlesidir. Onun kabîlesinden, üç senede her birinden üç dirhem yahut dört dirhem alınır. Bu takdirde her senede bir dirhem yahut bir dirhem ile bir dirhemin üçte biri alınır, bundan fazla alınmaz. En sahih görülen de budur. Zîrâ böylece, kolaylık gösterilmiş olur. Bâzı âlimler; ″Her sene üç dirhem veya dört dirhem alınır, bu takdirde üç senede dokuz dirhem veya on iki dirhem alınmış olur″ demişlerdir.

Bir kâbile diyet vermeye yeterli gelmeyip güçleri yoksa yahut kabilesi az ise, bu takdirde asabe tertibi üzere kendilerine nesep itibariyle en yakın olan kabilenin fertleri ilâve edilir, kâtil de diyet ödeyenler arasına girer. Yani, kendi kabîlesinden sonra soy bakımından hangi kabîle ona daha yakınsa, kendi kabilesi, bu kabîle ile tamamlanır. Bütün bunlar, diyetin ödenmesini kolaylaştırmak içindir.[5]

Hatâ ve şibh-i amd (kasten öldürmeye benzeyen öldürme) sûretiyle öldüren kâtil, sanat ehlinden olup, başlarına bir felâket geldiğinde birbirlerine yardım etmek yahut bir sanat ehlinden olmayıp fakat başlarına bir felâket geldiğinde birbirine yardım etmek üzere anlaşma yapan cemaatten ise, onun âkilesi sanat erbabıdır yahut anlaşma yaptığı cemaattir.

- Âzat edilen kölenin âkilesi ve mevle’l-muvâlât’ın[6] âkilesi efendisi ve efendisinin kabîlesidir.

- Bir koca, karısı çocuk doğurduğunda; ″Bu çocuk benden değildir″ deyip, bu çocuk sebebiyle karıyla koca hâkimin huzurunda usule uygun olarak birbirine lânet okuyup ayrılsalar, bu çocuğun âkilesi, annesinin âkilesidir. Eğer annesinin âkilesi, böyle bir çocuğun hatâ neticesinde öldürdüğü kimsenin diyetini verdikten sonra babası lânetleştiği bu çocuğun nesebinin kendisinden olduğunu dâva etse, çocuğun âkilesi verdikleri diyeti, çocuğun babasının âkilesinden üç seneye kadar alırlar.

- Kadınlar ve çocuklar diyeti vermeye dâhil olmazlar. Zîrâ Hz. Ömer; ″Âkile ile beraber çocuk ile kadın diyet vermez″ demiştir. Yardım edenler üzerine diyetin vâcip olması, kendi fertlerinden olan câninin cinayetten menedilmesine sebep olabilecek muhâfaza ve murâkebede (denetlemede) bulunmayı terkettikleri içindir. İnsanların çocuklar ve kadınlarla yardımlaşmadıkları muhakkaktır. Bundan dolayı, onların üzerine diyet vâcip değildir.

- Müslüman, kâfirden dolayı; kâfir de Müslümandan dolayı diyet vermez. Zîrâ bunlar arasında yardımlaşma olmadığı muhakkaktır. Yahudi ve Hristiyanlar gibi iki millet arasında açık düşmanlık bulunmazsa, milletleri ayrı olsa bile bir kâfir diğer kâfirin diyetini verir. Zîrâ küfrün hepsi bir millettir. Yahudilerle Hristiyanlar arasında açık düşmanlık bulunduğundan, bunlar birbirine âkile olamaz.

- Bir zımmînin âkilesi yoksa diyeti, hüküm olunduğu günden itibaren üç seneye kadar kendi malından öder.

- Âkilesi olmayan bir Müslümanın diyeti, beyt’ül-mal üzerinedir. Zîrâ diyetin vâcip olması, yardım etmek itibariyledir. Müslüman cemaat ise, birbirine yardım ederler.

- Hür olan bir kimse, hatâen bir köleye cinâyet işlediği takdirde, hür olan kimsenin diyeti âkilesi üzerine lâzımdır.


[1] Hidâye Tercümesi, c. 4, s. 346.

[2] Hidâye Tercümesi, c. 4, s. 346.

[3] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 268.

[4] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 269; Serahsî, Mebsut, c. 29, s. 214.

[5] Buna göre önce kardeşler, sonra kardeş oğulları, sonra amcalar, sonra amca oğulları gelir. Adam öldürenin babası ile oğullarına gelince, kimisi; ″Bunlar en yakını oldukları için bunlar da âkileye dâhildir. Kimisi de; ″Dâhil değillerdir. Çünkü âkilenin fertlerini çoğaltmak akile fertlerinden hiç birine üç veya dört dirhemden fazla düşmemesini sağlamak içindir. Adam öldürenin babası ile oğullan ise mahdut şahıslar olduğu için, onlarla âkile fertlerinin sayısı pek çoğalmaz″ demiştir. (Hidâye Tercümesi, c. 4, s. 348)

[6] Mevle’l-muvâlât: Nesebi bilinmeyen veya harp yurdundan İslâm memleketine gelip İslâm dinini kabul eden bir kimse, bir Müslümana; ″Sen benim efendimsin, ben şâyet bir cinâyet işlersem diyetimi sen verirsin, ben ölünce de sen bana vâris olursun″ deyip, o da kabul etmesidir. Böylece aralarında mevle’l muvâlât yapılmış olur.