TASARRUFTAN MENETME (HACR)

″Hacr″ lügatta; menetme, bir şeyi yasak etme anlamındadır. Fıkhî bir terim olarak da; söz ile yapılan tasarrufun geçerli olmamasıdır.

- Velisinden izinsiz küçük çocuğun, efendisinden izinsiz kölenin tasarrufları sahih değildir. Deliliği devamlı olan kimsenin de tasarrufu hiçbir durumda sahih değildir. Bunlardan birisi; satışın malı elden çıkarıcı, alışın ise mal kazandırıcı olduğunu bilerek alışveriş yapsa, bu alışveriş yapanın velisi muhayyer olup dilerse alışverişe izin verir, dilerse de alışverişi bozar. Eğer bunlardan birisi; başka birisine ait bir şeyi telef etse, telef ettiği şeyi öder. Çünkü bunlar, yaptıklarından yasaklanmamışlardır.

- Çocuk ile delinin karısını boşaması, köle âzat etmesi câiz değildir. Kölenin talâkı, kendi hakkındaki ikrârı ise, sahih ve muteberdir, fakat efendisi hakkındaki ikrârı sahih değildir. Bir köle, kendi üzerinde başka bir şahsın malı bulunduğunu ikrâr etse, bu malı âzat edildikten sonra ödemesi lâzım olur. Şâyet köle, üzerinde had (şer’î cezâ) yahut kısas bulunduğunu ikrâr etse, bunlar derhal tatbik edilir.

- Sefîh (aklı zayıf olup malını güzel idâre edemeyen) kimse, parasını lüzumsuz ve yersiz harcasa bile, tasarruftan menolunmaz. İmam-ı Âzam’a göre; bir kimse fayda ile zarar arasını ayırt edemediği halde ergenlik çağına (büluğ yaşına) girse, yirmi beş yaşına gelmedikçe malı kendisine teslim edilmez. Yirmi beş yaşına girince, fayda ile zarar arasını ayırt edemese bile malı kendisine teslim edilir. Böyle bir kimse, yirmi beş yaşına girmeden önce malından tasarrufta bulunsa, tasarrufu geçerlidir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise; sefîh kimse, tasarruftan menolunur. Fayda ile zarar arasını ayırt etmedikçe, malı kendisine teslim edilmez, tasarrufu da câiz olmaz.

İmam-ı Âzam, reşit[1] kimseyi nazara alarak şöyle buyurmuştur: Sefîh kimse, akıl sahibi mükellef bir kimse olduğundan, kısıtlanarak tasarruftan menedilemez. Çünkü tasarruf yetkisinin elinden alınması, insanlığının yok edilerek hayvan yerine konulmasına yol açar ki bu, savurganlıktan daha zararlı olduğundan; az zararlı bir şeyin önlenmesi için çok zararlı bir şeye katlanılmaz. Nitekim kısıtlanarak genel bir zarar önleniyorsa, meselâ; doktor geçinen bilgisiz kişi, dini dünyâ kazancına âlet eden bir müftü ve elinde bulunmayan malı kirâya veren müflis kısıtlanırsa, yani yetkileri ellerinden alınırsa, İmam-ı Âzam’a göre; bu câizdir. Çünkü bu, çok zararlıyı az zararlı ile önlemektir. Bunları maldan alıkonulmaya kıyaslamak sahih değildir. Çünkü cezâ olarak bu kısıtlılık, maldan alıkonulmaktan daha ağırdır. Çocuğa kıyaslamak da sahih değildir. Çünkü çocuk, kendi menfaatini gözetemezken savurgan kişi, bunu yapabilmektedir. Zîrâ onda bunu yapabilecek akıl gücü vardır. Akla aykırı davranış ise, onun yanlış seçim yapmasından dolayıdır.

Sefîh olan kimsenin malının zekâtı verilir. Sefîhin malından kendisine ve sefih üzerine nafakaları lâzım olan kimselere harcanır. Zîrâ sefâhat (sonunu düşünmeyerek malını har vurup harman savurma) hakları iptal etmez. Hâkim, zekât miktarını sefihin malından ayırıp, zekâta muhtaç olanlara vermesi için sefih olan kimseye teslim eder. Çünkü zekât, sefih olan kimsenin niyetine muhtaçtır. Hâkim, malının zekâtını sefih olan kimseye, fakirlere vermesi için teslim ettiğinde, sefih olan kimse bu zekât parasını fakirlere verinceye kadar, hâkim sefih olan kimse üzerine güvenilir bir kimseyi vekil tâyin eder.

Sefîh olan kimse hac görevini yapmak istediğinde, bu ondan menedilmez. Çünkü hac farzdır. Bir defa umre yapmaktan da menedilmez. Zîrâ umrenin vâcip olduğunu söyleyen âlimler vardır. Sefîh kimse, hacca niyet edip gitmek istediğinde, parasını hac yolundan başka yere harcamaması için, nafakası, yol parası, itimatlı ve kendisine güvenilir bir adama teslim edilir. Bu adam kendisine teslim edilen bu parayı, sefih için harcar.

Sefîh olan kişinin, malının üçte birini Allah’a yaklaştıran bir amelde, taatte ve diğer hayır yollarında vasiyet etmesi câizdir.

Kısıtlanarak tasarruftan menedilen kimse bir şey satsa, satışı sahih olmaz. Eğer bu satıştan bir fayda varsa, hâkim bu satışa izin verir. Eğer kölesini âzat etse, sahih olur. Çünkü kendisinde âzat etme selâhiyeti vardır. Kısıtlı kişi mâlî bir bağışta bulunamayacağından dolayı, âzat edilen kölenin de çalışıp kıymetini ödemesi gerekir. Kısıtlılık altındaki sefîhin kölesiyle yaptığı müdebberlik[2] anlaşmasına gelince, bu da bir nevî âzat etmek olduğundan sahih olup, eğer efendisi olan kimse fayda ve zararı ayırt edecek hâle gelmeden ölürse, kölesi müdebber olduğu halde çalışıp kıymetini öder.

Fayda ile zararı ayırt edemeyen bir kimse mehr-i misil ile evlense sahihtir, mehr-i misil’den ziyadeyle evlense, ziyâde olan kısım geçersiz olur.


[1] Reşit: Kişinin mâli işlerde tasarruf edebilecek güce, olgunluğa gelmesi demektir. Sûre-i Nisâ, Âyet 6’da: ″Yetimleri, evlilik çağına erinceye kadar deneyin. Eğer kendilerinde rüşd görürseniz, hemen mallarını kendilerine teslim edin…″ diye buyrulmaktadır. Reşit olma, büluğ ile başlar. Eğer kişi, büluğ çağına girmesine rağmen reşit değilse, bunun en son sınırı İmam-ı Âzam’a göre yirmi beştir.

[2] Müdebber: Sahibinin ″Ölümümden sonra hürsün″ demesi gibi tek taraflı irâde beyanı verdiği köledir.