KÂFİRİN NİKÂHI:

Kâfir olan bir erkek, kâfir olan bir kadını şâhitsiz olarak yahut iddet beklerken nikâhlasa, şâhitsiz yahut iddet içinde evlenilmesi dinlerinde câiz ise, bundan sonra ikisi Müslüman oldukları zaman İmam-ı Âzam’a göre; Müslüman olmadan önce dinlerinde kıyılan nikâh üzerinde bırakılmaları câizdir.[1] Eğer Müslüman bir kadın, iddet beklerken nikâhı kıyılsa, ittifakla nikâhı olmaz. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; kâfir olan bir kadının da iddet içinde nikâhı câiz değildir. Bu iki imamın delili şöyledir; iddet içinde bekleyen kadının nikâhının haram olması üzerinde ittifak edilmiştir. Fakat şâhitsiz kıyılan nikâhın haram olup olmamasında ihtilaf vardır. İmam-ı Âzam’ın delili ise şöyledir; iddet içinde nikâhın haram olmasının sebebi iddettir. Zîrâ iddet bekleyen bir kadın bir bakımdan nikâhlı olduğundan nikâh kıyılırsa, nikâh üzerine nikâh kıyılmış olur. İddetin sâbit olması ya şeriat içindir, yahut kadının kocası içindir. İddetin şeriat için olmasına yol yoktur. Çünkü kâfirler şeriat hukuku ile muhatap değillerdir. Bundan dolayı onların şarap ve domuz alıp satmalarına dokunulmaz. İddetin kadının kocası için sâbit olmasına da yol yoktur. Çünkü bu Müslüman olmayan koca, iddetin haram olduğuna inanmamaktadır. Bu takdirde nikâhın rüknü olan ″İcab ile kabül″ nikâha ehil olan ergenlik çağında bulunan erkek ile kadından meydana geldiği için kıyılan nikâh sahihtir. Ancak Müslüman bir kadın iddet beklerken, onun nikâhı sahih değildir. Müslüman olmayanların iddet beklerken kıydıkları nikâh sahihtir. Bunların nikâhı sahih olduğundan şer’î mahkemeye başvursalar, mahkeme aralarını ayırmaz. Kâfirlerin nikâhlarının câiz olması şâhitlerin bulunmasına bağlı değildir.

- Eğer bir Mecûsi, annesi veya kızı ile evlendikten sonra Müslüman olursa, onları birbirinden ayırmak gerekir. Zîrâ İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre; birbirleriyle evlenmeleri câiz olmayan akrabaların nikâhı, Mecûsiler için de bâtıl hükmündedir. İmam-ı Âzam’a göre de, bu durum her ne kadar Mecûsiler için bâtıl görülmese de, Müslüman oldukları için onların birbirinden ayrılmaları lâzımdır. Çünkü birbirleriyle evlenmelerinin haram olması nikâha aykırıdır. Ancak ikisi Müslüman olmayıp yalnız biri Müslüman olsa yine onları birbirinden ayırmak gerekir. Fakat şer’î mahkemeye ikisi başvurmayıp yalnız birisi başvurursa, onları ayırmak gerekmez. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise, bu durumda da onları ayırmak gerekir. İmam-ı Âzam’a göre; eşlerden birinin mahkemeye başvurması, diğerinin hakkını iptal etmez. Çünkü o, diğerinin inancını benimsememektedir. Ama ikisi anlaşıp mahkemeye birlikte başvururlarsa, mahkeme bu durumda onları birbirinden ayırır. Çünkü bu durumda onlar bizim hükmümüze râzı olmuşlardır. Dolayısıyla hükmümüz onlar için bağlayıcı olur. İmâmeyn ise, her iki durumda da onların aralarının ayrılması gerektiğini söylemişlerdir.

- Eğer eşlerden birisi Müslüman iken onlardan çocuk doğarsa, çocuk Müslüman olana tâbi olur. Bunun gibi eğer eşlerden biri Müslüman olurken onun çocuğu bulunursa, onun Müslümanlığıyla çocuk da Müslüman olmuş sayılır. Çünkü çocuk için Müslüman olan anne veya babasının tâbi kılınmasında yarar vardır. Eğer çocuğun anne veya babasından birisi Mecûsi, diğeri Ehl-i Kitap olursa, çocuk Ehl-i Kitab’ındır. Zîrâ Mecûsilik, Ehl-i Kitap olmaktan daha kötü olduğu için Mecûsiliğe göre Ehl-i Kitap olmakta yarar vardır.

- Kâfirin karısı yahut Mecûsi kadının kocası Müslüman olsa, diğerine ″Müslüman ol″ diye teklif edilir. Eğer Müslüman olursa, karı-koca olarak kalırlar, tekrar nikâh kıyılmasına ihtiyaç yoktur. Eğer Müslüman olmazsa, araları ayrılır.[2] Cinsel ilişkide bulunulduktan sonra, ister erkek Müslüman olmasın, ister kadın Müslüman olmasın, kadın için mehir lâzımdır. Zîrâ nikâh, gerdeğe girmekle güç kazanır. Cinsel ilişkide bulunmadan önce erkek Müslüman olmazsa, mehrin yarısı lâzımdır, eğer kadın Müslüman olmazsa, mehirden hiçbir şey lâzım değildir. Çünkü kocası kendisiyle gerdeğe girmediği için nikâhı güç kazanmadığı gibi, bu ayrılmaya da kendisi sebep olmuştur.

- Eğer İslâm idâresi altında olmayan bir kadın Müslümanlığı kabul edip de kocası kâfir olarak kalırsa yahut bir erkek Müslümanlığı kabul edip de karısı Mecûsi olarak kalırsa, kadın üç kez aybaşı âdetini görmedikçe kocasından ayrılmış sayılmaz. Âdet görmeyenlerde de bu süre üç aydır. Cinsel ilişkide bulunsa da bulunmasa da hüküm böyledir.

- Eğer kâfir olan bir erkek Müslüman olup, karısı Ehl-i Kitap olarak kalsa, nikâhları devam eder. Çünkü bir Müslümanın, Ehl-i Kitap’tan olan bir kadınla evlenmesi câizdir.

- Eğer eşlerden birisi Müslüman olup, kendi ülkesinden İslâm ülkesine göç etse yahut esir edilerek İslâm ülkesine getirilse, İslâm ülkesiyle küfür ülkesi birbirine zıt olduğu için karıyla kocanın ayrılmasına sebeptir. Eğer karı-koca beraber esir edilirse, birbirinden boş olmazlar. İmam Şâfii’ye göre; ayrılmalarına sebep esirliktir. Hattâ karı-kocadan birisi Müslüman olarak İslâm ülkesine gelse yahut haraç vermeyi kabul ederek Müslümanlarla antlaşma yapsa, karıyla koca birbirinden boş olmazlar. Zîrâ esirlik bulunmamıştır. Ama karı-kocadan birisi esir edilse, araları ayrılmış olur. Fakat Hanefi İmamlarına göre; ayrılmanın sebebi iki ülkenin birbirine zıt olmasıdır. Bu hususta Hanefilerin delili; Allah’u Teâlâ’nın Sûre-i Mümtehine, Âyet 10’da: Ey îman edenler! Size Muhâcir olarak Mü’min kadınlar gelirse, onları imtihan edin. Allah’u Teâlâ, onların îmanlarını daha iyi bilir. Onların Mü’min olduklarına kanaat getirirseniz, artık onları kâfirlere geri göndermeyin…″ diye geçen buyruğudur.

Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebi, İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ tarafından şöyle nakledilmiştir:

Hudeybiye’de Kureyş müşrikleri ile Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ken­disine gelen Mekkelileri onlara geri vermek üzere antlaşma yapmış idi. Antlaşma­nın yazılışından sonra Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem henüz Hudeybiye’de bulunuyorken el-Haris kızı Eslemli Saîde geldi. Kâfir olan kocası Sayfî b. er-Rahib gelip, ″Yâ Muhammed! Bana hanımımı geri ver, çünkü sen bu şartla antlaşma yapmış bulunuyor­sun. İşte henüz yazışmamızın mührü daha kurumadı″ dedi. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ bu âyeti indirdi ve böyle Mü’min olarak gelen kadınların geri iâde edilmelerini yasakladı.

Bundan, iki ülkenin birbirine zıt olmasının, ayrılmayı gerektirdiği anlaşılmıştır. Yine Allah’u Teâlâ’nın bu Âyet-i Kerîme’nin devamında: Ve tarafınızdan ayrıca mehirlerini kendilerine verirseniz, onları nikâhla almakta sizin için bir vebâl yoktur″ diye geçen buyruğu, iki ülkenin birbirine zıt olmasının nikâhı hükümsüz kılacağına delildir.

- İmam-ı Âzam’a göre; bir kadın, kâfir veya Müslüman olarak İslâm ülkesine göç etse, kocasından boş olur. Hâmile olmazsa, iddet beklemesi de lâzım değildir. Hâmile olursa, doğum yapıncaya kadar ona yeni bir nikâh kıyılması câiz değildir. Çünkü karnındaki çocuğun nesebi sâbittir. Ona göre; iddet, geçmiş nikâhın eseri olup geçmiş nikâhın değerini belirtmek için gerekli kılınmıştır. İslâm idâresi altında olmayan kâfirin nikâhı ise değersizdir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise, kadın hâmile olmasa da iddet (üç hayız müddeti) beklemesi lâzımdır. Zîrâ o kadın, İslâm ülkesine girdikten sonra boş olur. Bu takdirde, o kadına İslâmiyet’in hükmü gerekir.

- Eşlerden biri mürted olursa (dinden çıkarsa), derhal aralarındaki nikâh fesh olur (bozulur). Kadına cinsel ilişkide bulunulmuşsa, mehrin tamamı; bulunulmamışsa, mehrin yarısı gerekir. Eğer mürted olan kadın ise, ona cinsel ilişkide bulunulmuşsa, mehrini alır. Cinsel ilişkide bulunulmadan evvel mürted olmuşsa; kadına mehirden bir şey verilmez. Karıyla koca beraber mürted olup, tekrar beraber Müslüman olsalar, nikâhları bozulmaz. İmam Züfer ile İmam Şâfii’ye göre ise bozulur. Bu hususta Hanefi İmamlarının delili şudur; Hz. Ebû Bekir Radiyallâhu anhu zamanında Araplardan Hanifeoğulları kabilesi zekât vermemek için mürted oldular. Hz. Ebû Bekir üzerlerine asker gönderdiğinde hepsi Müslüman oldular. Fakat nikâh tazelemekle emrolunmadılar. Ashâb-ı Kirâm’dan hiçbir kimse nikâh tazelemelerini emretmemişlerdir. Beraber mürted olan karı-koca, ayrı ayrı Müslüman olsalar, aralarında nikâh bozulur.

- Mürted olan kimse, ne Müslüman ne gayr-i müslim ne de mürted olan bir kadınla evlenebilir. Çünkü mürted, öldürülmeyi hak etmiş bir kimsedir. Aynı sebebe binâen mürted olan kadın da, ne Müslüman ne gayr-i müslim ne de mürted olan bir erkekle evlenebilir.[3] Bu husus ″Kitâb’ul-İhtiyâr″ adlı eserde de şöyle geçmektedir: ″Müslümanlıktan dönen erkek ve kadınlarla evlenmek câiz olmaz. Bu hususta Sahâbîler icmâ etmişlerdir. Bunlarla evlenmekte fayda da yoktur. Zîrâ nikâhın meşruiyetinden maksat, evlenmenin maslahatlarıdır.[4] Bu durumda bu maslahatlar temin edilemez. Zîrâ Müslümanlıktan dönen erkek öldürülür. Müslümanlıktan dönen kadın da hapsedilir. Ya da şöyle diyebiliriz: Böylelerinin dini yoktur. Çünkü bunlar Müslümanlıktan çıkmış oldukları gibi, geçtikleri dinde de karar kılmazlar.″


[1] Bu hususta İmam-ı Âzam’ın delili; kâfirler hakkında Hadis-i Şerif’te: اتركوهم وما يدينون Onları, dinlerinin hükümleri ile başbaşa bırakındiye buyrulmuş olmasıdır (Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, 3/138)

[2] İmam Ebû Yusuf ise bu hususta, kadının kocası Müslüman olmazsa, nikâh bozulur. Kadın Müslüman olmazsa, kendiliğinden boş olmayıp kadı tarafından araları ayrılır, demiştir.

[3] Hidâye Tercümesi, c. 2, s. 44-45.

[4] Maslahat: İyi olan ve iyiliğe yol açan, hayır getiren, fayda sağlayan şey.