ZEKÂT:

Zekât lügatte; artmak ve temizlemek mânâlarına gelir. Zekâtta dünyâda malın, âhirette sevabın artması vardır. Böyle olunca zekât, zenginin malını da kendisini de temize çıkarır. Ve ayrıca zekât; fakirin, zenginlerin malı üzerindeki hakkıdır. Şeriatta zekât; belli şartlara uyarak, belli bir malı, maddi açıdan sıkıntıda olan kimselere zekat niyetiyle ona mülk edindirmek üzere vermektir.

Zekât, hicretin ikinci yılında, oruçtan önce farz kılınmıştır. İslâm’ın beş şartından biridir. Zekât; kitap, sünnet, icmâ-i ümmet ile farzdır. Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 110’da: ″Ey Müslümalar! Namazı kılın ve zekâtı verin…″ diye buyurmuştur. Resûlü Ekrem Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz de:

وَأَدُّوا زَكَاةَ أَمْوَالِكُمْ (ت ك عن أبى أمامة)

″Mallarınızın zekâtını verin″[1] diye buyurmuştur.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Asr-ı Saadetinden günümüze kadar İslâm’ın rükünlerinden birisinin zekât fârizası olduğuna dair icmâ-i ümmet vardır.

Allah’u Teâlâ, birçok âyette, namaz ile zekâtı birlikte zikretmiştir. Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 277’de de şöyle buyurmaktadır:

″Şüphesiz îman edenlerin, sâlih amellerde bulunanların, namazlarını kılanların ve zekâtlarını verenlerin Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.″

Zekâtın önemi hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اَلزَّكَاةُ قَنْطَرَةُ الْإِسْلَامِ (طب هب عن ابى الدرداء)

″Zekât, İslâm’ın köprüsüdür″[2] diye buyurmuştur.

Abdullah İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

أُمِرْتُمْ بِإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَمَنْ لَمْ يُزَكِّ فَلَا صَلَاةَ لَهُ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن عبد اللّٰه بن مسعود)

″Siz namaz kılmakla ve zekâtı vermekle emrolundunuz. Kim, zekât vermezse, onun namazı da yoktur.″[3]

Zekâtını vermeyenler hakkında Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 254’te şöyle buyurmuştur:

″Ey îman edenler! Alışveriş, dostluk ve şefaat olmayan gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infak edin (zekâtı verin). (Zekâtı) inkâr edenler ise, zâlimlerin ta kendileridir.″

Bu Âyet-i Kerîme’de kendisine zekât farz olduğu halde, zekâtı kabul etmeyerek kasıtlı bir şekilde vermeyen kimsenin kâfir olacağı beyan edilmiştir. Zekâtın verme vakti gelince, geciktirilmeden verilmesi gerekir. Zekâtın vakti gelmeden önce verilmesi de câizdir. Vakti geldiği halde zekâtını veremeyenler ise, sonradan vakti geçse dahi yine zekatını vermesi gerekir. Fakat zekât borcu olan bir kimse, zekâtını vermeden ölse, niyet olmadığı için malından zekât alınmaz. Eğer vasiyet etmiş ise, o zaman malının üçte birinden ödenir.

Zekâtın âşikare verilmesi efdaldir. Çünkü zekâtı bu şekilde veren kimse, başkalarına örnek olmuş olur. Ayrıca zekât, farz olduğu için bunun yerine getirilmesinde riyâ olmaz. Nâfile olarak verilen sadakalarda ise durum böyle değildir. Bunların gizli verilmesi efdaldir.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ آتَاهُ اللّٰهُ مَالًا فَلَمْ يُؤَدِّ زَكَاتَهُ مُثِّلَ لَهُ مَالُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ شُجَاعًا أَقْرَعَ لَهُ زَبِيبَتَانِ يُطَوَّقُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ يَأْخُذُ بِلِهْزِمَتَيْهِ يَعْنِي بِشِدْقَيْهِ ثُمَّ يَقُولُ أَنَا مَالُكَ أَنَا كَنْزُكَ ثُمَّ تَلَا (لَا يَحْسِبَنَّ الَّذِينَ يَبْخَلُونَ) الْآيَةَ (خ عن ابى هريرة)

″Allah’ın mal verdiği bir kimse, malının zekâtını vermezse, mahşer gününde o mal ona bir yılan sûretinde gelir. O yılanın zehirli iki dili olur. Onun boynuna dolanıp avurtlarını çok zaman sokar, durur. ″Ben senin malın ve hazinendim″ diye ona bildirir. Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Allah’u Teâlâ’nın, kendilerine lütfundan verdiği nîmetlere nâil olup da (zekâtını vermekte) cimrilik edenler, bunu kendileri için hayır zannetmesinler…″ diye devam eden Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 180’i okudu.[4]

Bir kimsenin cimrilikten kurtulabilmesi için en az, zekât verirken malının en iyisinden veya orta hallisinden tam olarak vermesi gerekir. Cömertliğin en azı budur. Bir kimse zekât verse dahi, eğer malın kötüsünden veriyorsa, o kimse cimri sayılır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

بَرِيءٌ مِنَ الشُّحِّ مَنْ أَدَّى الزَّكَاةَ وَقَرَى الضَّيْفَ وَأَعْطَى فِي النَّائِبَةِ (ع طب خالد بن زيد)

″Zekât veren, misafir ağırlayan, insanlara gelen sıkıntılara karşı onlara yardım elini uzatan, cimrilikten kurtulmuştur.″[5]

Yine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَلسَّخَاءُ شَجَرَةٌ مِنْ أَشْجَارِ الْجَنَّةِ أَغْصَانُهَا مُتَدَلِّيَاتٌ فِي الدُّنْيَا فَمَنْ اَخَذَ بِغُصْنٍ مِنْهَا قَادَهُ ذَلِكَ الْغُصْنُ إِلَى الْجَنَّةِ وَالْبُخْلُ شَجَرَةٌ مِنْ أَشْجَارِ النَّارِ أَغْصَانُهَا مُتَدَلِّيَاتٌ فِي الدُّنْيَا فَمَنْ اَخَذَ بِغُصْنٍ مِنْ أَغْصَانِهَا قَادَهُ ذَلِكَ الْغُصْنُ إِلَى النَّارِ (قط فى الافراد هب خط عد حل هب كر عن على وانس وابى هريرة وجابر)

″Cömertlik, öyle bir ağaçtır ki, kökü Cennettedir. Dalları dünyâya sarkmıştır. Kim ki o ağacın bir dalına tutunursa, bu dal onu Cennete götürür. Cimrilik de öyle bir ağaçtır ki, kökü Cehennemdedir. Onun da dalları dünyâya sarkmıştır. Kim ki onun dallarından birine tutunursa, bu dal da onu Cehenneme götürür.″[6]

Zekâtı verilen malın artacağına dair Allah’u Teâlâ Sûre-i Rûm, Âyet 39’da şöyle buyurmaktadır:

İnsanların malları artsın diye fâiz olarak verdiğiniz şey, Allah katında artmaz. Fakat Allah’ın rızâsını dileyerek verdiğiniz zekât böyle değildir. İşte (mallarını ve sevaplarını) kat kat artıranlar ancak onlardır.

Allah’u Teâlâ zekâtı tam olarak verilen malı kazâdan ve belâlardan korur, esirger.


[1] Sünen-i Tirmizî, Cuma 82; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 1695.

[2] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 1795; Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 3159.

[3] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 4, s. 111.

[4] Sahih-i Buhârî, Zekât 3; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 2674.

[5] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 3989; Râmûz’ul Ehâdîs, s. 244/4.

[6] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 10449; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 213/3.