DUHÂN SÛRESİ

﴿ اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي مَقَامٍ اَم۪ينٍۙ ﴿٥١﴾ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ ﴿٥٢﴾ يَلْبَسُونَ مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَقَابِل۪ينَۚ ﴿٥٣﴾ كَذٰلِكَ۠ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍۜ ﴿٥٤﴾ يَدْعُونَ ف۪يهَا بِكُلِّ فَاكِهَةٍ اٰمِن۪ينَۙ ﴿٥٥﴾ لَا يَذُوقُونَ ف۪يهَا الْمَوْتَ اِلَّا الْمَوْتَةَ الْاُو۫لٰىۚ وَوَقٰيهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِۙ ﴿٥٦﴾ فَضْلًا مِنْ رَبِّكَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿٥٧﴾

51-57. Takvâ sahipleri ise, emin bir makamdadırlar.* Cennetlerde, pınar başlarındadırlar.* İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler ve karşı karşıya otururlar.* Takvâ sahipleri işte böyledir. Ve onları hûruliyn ile evlendiririz.* Onlar, her türlü sıkıntıdan emin olarak her çeşit meyveyi isterler.* Orada, (dünyâdaki) ilk tattıkları ölüm dışında artık ölüm tatmazlar. Allah’u Teâlâ, onları Cehennem azâbından korumuştur.* Bunlar, Rabbinden bir lütuftur. Büyük kurtuluş da işte budur.

İzah: Cennetlik olan zümreler hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَوَّلُ زُمْرَةٍ تَدْخُلُ الْجَنَّةَ عَلَى صُورَةِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ عَلَى ضَوْءِ أَشَدِّ كَوْكَبٍ دُرِّيٍّ فِي السَّمَاءِ إِضَاءَةً لَا يَبُولُونَ وَلَا يَتَغَوَّطُونَ وَلَا يَمْتَخِطُونَ وَلَا يَتْفُلُونَ أَمْشَاطُهُمْ الذَّهَبُ وَرَشْحُهُمْ الْمِسْكُ وَمَجَامِرُهُمْ الْأَلُوَّةُ أَزْوَاجُهُمْ الْحُورُ الْعِينُ أَخْلَاقُهُمْ عَلَى خُلُقِ رَجُلٍ وَاحِدٍ عَلَى صُورَةِ أَبِيهِمْ آدَمَ سِتُّونَ ذِرَاعًا (ه عن ابى هريرة)

″Cennete giren ilk zümrenin sûreti, ayın on dördüncü gecesindeki gibi parlaktır. Onların ardından girenler de gökteki en şiddetli ışık saçan yıldız parlaklığındadır. Küçük abdest yapmazlar, büyük abdest yapmazlar, sümkürmezler ve tükürmezler. Tarakları altındır. Terleri de misktir. Buhurları da od ağacıdır. Zevceleri, hûruliyn’dir. Huyları bir adamın huyu üzerindedir(huyları aynıdır). Onlar, babaları Âdem’in sûretindeve boyları daaltmış arşındır.″[1]

Dünyâ kadınlarından Cennete girenler, dünyâda işledikleri ameller sebebiyle hurulîyn’den üstün kılınmış olacaktır. Nitekim Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

الْآدَمِيَّات أَفْضَل مِنْ الْحُور الْعِين بِسَبْعِينَ أَلْف ضِعْف (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن)

″Âdemoğullarından olan kadınlar, hûruliyn’den yetmiş bin kat daha üstündürler.″[2]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الْحُور الْعِين يَأْخُذ بَعْضهنَّ بِأَيْدِي بَعْض وَيَتَغَنَّيْنَ بِأَصْوَاتٍ لَمْ تَسْمَع الْخَلَائِق بِأَحْسَنَ مِنْهَا وَلَا بِمِثْلِهَا نَحْنُ الرَّاضِيَات فَلَا نَسْخَط أَبَدًا وَنَحْنُ الْمُقِيمَات فَلَا نَظْعَن أَبَدًا وَنَحْنُ الْخَالِدَات فَلَا نَمُوت أَبَدًا وَنَحْنُ النَّاعِمَات فَلَا نَبْؤُس أَبَدًا وَنَحْنُ خَيْرَات حِسَان حَبِيبَات لِأَزْوَاجٍ كِرَام. وَقَالَتْ عَائِشَة رَضِيَ اللّٰه عَنْهَا :إِنَّ الْحُور الْعِين إِذَا قُلْنَ هَذِهِ الْمَقَالَة أَجَابَهُنَّ الْمُؤْمِنَات مِنْ نِسَاء أَهْل الدُّنْيَا نَحْنُ الْمُصَلِّيَات وَمَا صَلَّيْتُنَّ وَنَحْنُ الصَّائِمَات وَمَا صُمْتُنَّ وَنَحْنُ الْمُتَوَضِّئَات وَمَا تَوَضَّأْتُنَّ وَنَحْنُ الْمُتَصَدِّقَات وَمَا تَصَدَّقْتُنَّ. فَقَالَتْ عَائِشَة رَضِيَ اللّٰه عَنْهَا فَغَلَبْنَهُنَّ وَاللّٰه .(القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن عائشة)

Hûruliyn birbirleriyle el ele tutuşur ve mahlûkatın daha güzelini aslâ duymadığı, bizim de benzerini aslâ duymadığımız güzel seslerle şarkı söy­lerler ve derler ki: ″Biz hoşnut olanlarız, aslâ kızıp öfkelen-meyiz. Biz ev­lerinde kalanlarız, aslâ göçüp gitmeyiz. Biz ebedî olanlarız, aslâ ölmeyiz. Biz nîmetler içerisinde olanlarız, aslâ yoksul düşmeyiz. Biz güzel yüzlüleriz. Üstün ve değerli kocaların sevgili eşleriyiz.″

Hz. Âişe dedi ki: Hurulîyn bu sözleri söylediği vakit, dünyâ ehlinden olan Mü’min kadınlar onlara şöyle cevap verirler: ″Bizler namaz kılan kadınlarız, siz ise kılmadınız. Bizler oruç tutan kadınlarız, siz tutmadınız. Bizler abdest alan kadınlarız, siz abdest almadınız. Bizler bolca sadaka veren kadınlarız, siz sadaka vermediniz.″

Hz. Âişe dedi ki: Allah’a yemin olsun ki, bu sözleriyle onları susturacaklardır.[3]

Âyet-i Kerîme’de: ″Orada, (dünyâdaki) ilk tattıkları ölüm dışında artık ölüm tatmazlar″ ifadesinde geçen ilk ölümden maksat da, insanların dünyâda iken yaşayıp ölmeleridir. Cennette ise ölüm yoktur.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ لَكُمْ أَنْ تَصِحُّوا فَلَا تَسْقَمُوا أَبَدًا وَإِنَّ لَكُمْ أَنْ تَحْيَوْا فَلَا تَمُوتُوا أَبَدًا وَإِنَّ لَكُمْ أَنْ تَشِبُّوا فَلَا تَهْرَمُوا أَبَدًا وَإِنَّ لَكُمْ أَنْ تَنْعَمُوا فَلَا تَبْأَسُوا أَبَدًا فَذَلِكَ قَوْلُهُ عَزَّ وَجَلَّ {وَنُودُوا أَنْ تِلْكُمْ الْجَنَّةُ أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ} (م عن ابى هريرة وابى سعيد الخدرى)

Şüphesiz ki Cennet ehline bir münâdi şöyle nidâ eder: ″Sizin için sıhhatli olmak var, ebedî hasta olmayacaksınız, size yaşamak var, ebedî ölmeyeceksiniz, sizin için genç olmak var ebedî ihtiyarlamayacaksınız, sizin için devamlı nîmetlendirilmek var, ebedî sıkıntı çekmeyeceksiniz.″ Onlara: ″İşte sâlih amellerinizin karşılığı olarak mîrasçı olduğunuz Cennet budur″ diye nidâ olunur,[4] diye geçen âyetten murad budur.[5]

Câbir b. Abdullah Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

سُئِلَ نَبِيُّ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهِ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَقِيلَ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ، أَيَنَامُ أَهْلُ الْجَنَّةِ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ النَّوْمُ أَخُو الْمَوْتِ، وَأَهْلُ الْجَنَّةِ لَا يَنَامُونَ (هب عن جابر بن عبد اللّٰه)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e: ″Yâ Resûlullah! Cennet ehli uyur mu?″ diye sorulunca, buyurdu ki: ″Uyku ölümün kardeşidir. Cennet ehli ise uyumazlar.″[6]


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 39.

[2] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17, s. 188.

[3] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 17, s. 187.

[4] Sûre-i A’râf, Âyet 43.

[5] Sahih-i Müslim, Cennet 8 (22).

[6] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 4559.