YÛNUS SÛRESİ

﴿ وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ نُوحٍۢ اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ اِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَام۪ي وَتَذْك۪ير۪ي بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَعَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ فَاَجْمِعُٓوا اَمْرَكُمْ وَشُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ اَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُٓوا اِلَيَّ وَلَا تُنْظِرُونِ ﴿٧١﴾ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿٧٢﴾

71-72. Ey Resûlüm! Onlara, Nûh’un kıssasını oku. Hani o, kavmine şöyle demişti: ″Ey kavmim! Benim, içinizde bulunmam ve Allah’ın âyetleri ile nasihat etmem size ağır geliyorsa, bilin ki ben, Allah’a tevekkül ettim. Siz de Allah’a ortak koştuğunuz şeylerle beraber aleyhimdeki kötü maksatlarınızı aranızda kararlaştırın. Sonra bana yapacağınızı âşikâre yapın. Sonra hakkımda hükmünüzü verin, bana mühlet de vermeyin.″* ″Yine hakkı kabulden yüz çevirirseniz, ben sizden bir ücret istemedim. Benim mükâfatım, ancak Allah’a aittir ve ben, Müslümanlardan olmakla emrolundum.″

İzah: Peygamberler, hayatlarını tehlikeye atarak yaptıkları tebliğ ve nasihatlardan dolayı hiçbir şekilde ücret ve menfaat gözetmemişlerdir. Nitekim Peygamberlerin kıssalarını anlatan âyetlere bakıldığı zaman, bu hususa vurgu yapıldığı görülmektedir.

Peygamberlerin vârisleri olan âlimlerin de böyle olmaları gerekir. Sûre-i Yâsîn, Âyet 20-21’de; Îsâ Aleyhisselâm’ın ümmetinden olan bâzı âlimlerin, Antakya ahâlisini dîne dâvet için gittiklerinde, dîni tebliğ etme karşılığında, onlardan bir ücret talep etmedikleri şöyle geçmektedir:

″O esnâda şehrin öbür ucundan bir adam (Habib-i Neccâr) koşarak geldi ve şehir ahâlisine şöyle dedi: ″Ey kavmim! Bu Resullere tâbi olun.* Sizden hiçbir ücret istemeyen ve hidâyete ermiş olan bu kimselere tâbi olun.″

Bu sebeple nasihat, Allah için yapılır. Kur’ân, Allah için okunur ve bunlar yapılırken hiç kimseden bir menfaat beklenmez. Bunun karşılığı ancak Allah’u Teâlâ’dan beklenir.

Bu husus nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle geçmektedir:

أَنَّهُ مَرَّ عَلَى قَارِئٍ يَقْرَأُ القُرآنَ ثُمَّ يَسْألُ النَّاسَ بِهِ فاسْتَرْجَعَ وَقالَ: سَمِعْتُ رَسُولُ اللّٰهِ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يقُولُ: مَنْ قَرَأَ الْقُرآنَ فَلْيَسْأَلِ اللّٰهَ بِهِ سَيَجِئُ أَقْوَامٌ يَقْرَأُونَ الْقُرآنَ وَيَسْأَلُونَ بِهِ النَّاسَ (ت عن عمران بن حصين )

İmran İbn-i Husayn Radiyallâhu anhu, Kur’ân okuyan arkasından da buna mukabil halktan dünyâlık taleb eden birine rastlamıştı. ″İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!″[1] deyip arkasından şu açıklamayı yaptı: Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işitmiştim: ″Kim Kur’ân okursa isteyeceğini Allah’tan istesin. Zîrâ birtakım insanlar zuhur edecek, onlar Kur’ân okuyup, okudukları mukabilinde halktan dünyâlık isteyecekler.″[2]

Nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

دَخَلَ رَجُلَانِ مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَسْجِدًا، فَلَمَّا سَلَّمَ الْإِمَامُ قَامَ رَجُلٌ فَتَلَا آيَاتٍ مِنَ الْقُرْآنِ، ثُمَّ سَأَلَ، فَقَالَ أَحَدُهُمَا: إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: سَيَجِيءُ قَوْمٌ يَسْأَلُونَ بِالْقُرْآنِ، فَمَنْ سَأَلَ بِالْقُرْآنِ فَلَا تُعْطُوهُ (عن فضيل بن عمرو)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Ashâbından iki kişi, bir gün bir mescide geldiler. İmam namazdan selâm verince, cemaatten biri bir miktar Kur’ân okudu, sonra da yardım istedi. Olaydan müteessir olan Sahâbîlerden biri dedi ki: ″İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Muhakkak ki, biz O’ndan geldik ve elbette yine O’na döneceğiz).″ Resûsullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işitmiştim: ″Pek yakın bir gelecekte bir grup insan türeyecek, bunlar Kur’ân’ı âlet edip dilenecekler. Bu işi kimin yaptığını görürseniz, sakın ona bir şey vereyim demeyin.″[3]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مِنْ اِقْتِرَابِ السَّاعَةِ اِذَا كَثُرَ خُطَبَاءِ مَنَابِرِكُمْ وَرَكَنَ عُلَمَاؤُكُمْ اِلَى وُلَاتِكُمْ فَأَحَلُّوا لَهُمُ الْحَرَامَ وَحَرَّمُوا عَلَيْهِمُ الْحَلَالَ فَأَ‏فْتُوهُمْ بِمَا يَشْتَهُونَ، وَيُعَلِّمُ عُلَمَائَكُمْ لِيُحِلُّوا بِهِ دَنَانِيرَكُمْ وَدَرَاهِمَكُمْ، وَاتَّخَذْتُمُ الْقُرْآنَ تِجَارَةً ‏(‏الديلمي عن علي‏)‏‏

″Minberlerinizin hatipleri çoğaldığı, âlimleriniz idarecilere meylettikleri, haram olan şeyleri onlara helâl, helâl olanları da haram ederek arzularına göre fetvâ verdikleri zaman, yine âlimleriniz sırf dinar ve dirhemleriniz için öğrettikleri zaman, bir de Kur’ân’ı ticaret vesîlesi edindiğiniz zaman, bilin ki kıyâmet yaklaşmıştır.″[4]

Yine bu hususta Câbir Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

خَرَجَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَنَحْنُ نَقْرَأُ الْقُرْآنَ وَفِينَا الْأَعْرَابِىُّ وَالْأَعْجَمِىُّ فَقَالَ اقْرَؤُا فَكُلٌّ حَسَنٌ وَسَيَجِيءُ أَقْوَامٌ يُق۪يمُونَهُ كَمَا يُقَامُ الْقِدْحُ يَتَعَجَّلُونَهُ وَلَا يَتَأَجَّلُونَهُ (د عن جابر)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bizler Kur’ân okuyorken yanımıza geldi; aramızda Arap da vardı, Arap olmayan da. Şöyle buyurdu: ″Okuyun, her okuyuş güzel­dir. İlerde bir kavim gelecektir ki bunlar, Kur’ân’ın kelime ve lafızlarını, okun yon­tulması gibi yontacaklar. Ondan hâsıl olan ecri âhirete bırakmayıp, dünyâda iken karşılığını alacaklar.″[5]

Kur’ân okuyanlar hakkında Tabiinden Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle buyurmuştur:

Kur’ân okuyucuları üç grupta mütalaa edilir:

Bir grup vardır ki, bunlar Kur’ân kıraatini geçimlerine vasıta yapıp bu yoldaki kazançlarıyla hayatlarını sürdürürler. Bunlar dilenci grubudur.

Diğer bir grup vardır ki, bunlar bütün tecvid kaidelerine de uyarak okumayı başarırlar, ama Kur’ânla amel etmezler, onu istismar ederek halkın kendilerine rağbetini sağlarlar. Devlet adamlarının bu sayede teveccühlerini elde ederler. Bu sınıfın çoğunu hafızlar teşkil eder. Allah’u Teâlâ onların sayısını artırmasın.

Diğer bir grup da vardır ki, onlar Kur’ânın ilahi feyzine yönelmiş-lerdir. Kalplerine arız olan hastalıkları bu feyizle tedavi ederler, daima Allah’tan sakınırlar. Şiarları ciddiyet ve vakardır. Allah’u Teâlâ onları rahmetiyle taltif etsin ve düşmanlarına üstün kılsın. Ancak, Allah’a yemin ederim ki, Hamele-i Kur’ân’ın (âlimlerin) bu sınıfından olanlar parmakla gösterecek kadar azdır ve her biri bir değerdir.[6]

İşte Âyet-i Kerîme’de geçtiği gibi, İslâm’ı yaymak karşılığında dünyâlık bir ücret beklenemez. İnsanlara ilim öğretmek ve Kur’ân okumak karşılığında bir ücret beklemek haramdır. Ancak istemedikleri halde, kendilerine verilen hediyeyi almalarında, bir sakınca yoktur. Peygamberler ve ulemâ, dîne yaptıkları hizmetlerin karşılığını kullardan değil, ancak Allah’u Teâlâ’dan beklemişlerdir.

﴿ فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ وَاَغْرَقْنَا الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَ ﴿٧٣﴾

73. Kavmi, Nûh’u yalanladılar. Biz, Nûh’u ve gemide onunla beraber olanları kurtardık ve onları (yeryüzünde) halifeler kıldık. Âyetlerimizi yalanlayanları da tufanla gark ettik. Ey Resûlüm! Bak, uyarıldıkları halde, kabul etmeyenlerin âkıbeti nasıl oldu?

İzah: Kavmi, Nûh Aleyhisselâm’ı yalanlayınca, Allah’u Teâlâ tufanla hepsini gark etti. Yeryüzünde karada yaşayan insanlar, hayvanlar, ne varsa hepsi ölmüştü. Çünkü tufanda su, dünyânın en yüksek dağından kırk arşın daha yukarıya yükselmişti. Daha sonra insanlar, Nûh Aleyhisselâm’a îman edip gemiye binenlerden dünyâ yüzüne yayıldı. Allah’u Teâlâ bu gark edilenlerin yerine bunları getirdi ve nesil tekrar onlardan çoğaldı. İşte bu âyette geçen halifeler kıldık, ifadesi bu anlamdadır. Yine karada yaşayan hayvanlar da, Nûh Aleyhisselâm’ın gemiye aldığı hayvanlardan çoğalmıştır.

Nûh Aleyhisselâm’ın kıssası hakkında geniş bilgi için Sûre-i Hûd, Âyet 25-49 ve izahlarına bakınız.


[1] Sure-i Bakara, Âyet 156: Bu Âyet-i Kerîme; musîbet ve belâ anında okunur, sünnet-i seniyyedir.

[2] Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ul-Kur’ân 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19039; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 14788; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 434.

[3] Nevevî, et-Tibyan, s. 29; Yüce Kitabımız Hz Kur’ân, s. 57.

[4] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 448/10.

[5] Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 139; Rudânî, Câm’ul-Fevâid, Hadis No: 7352.

[6] Ebû Şâme, el-Mürşid’ul-Vecîz, s. 209; Dr. Tayyar Altıkulaç, Yüce Kitabımız Hz Kur’ân, s. 57-58.