YÛNUS SÛRESİ

﴿ ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى وَهٰرُونَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَ۬ائِه۪ بِاٰيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِم۪ينَ ﴿٧٥﴾

75. O Peygamberlerden sonra, Mûsâ ve Hârun’u, mûcizelerimizle Firavun’a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Fakat kibirlenerek îman etmediler. Onlar da mücrim bir topluluktu.

﴿ فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿٧٦﴾ قَالَ مُوسٰٓى اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَكُمْۜ اَسِحْرٌ هٰذَاۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ ﴿٧٧﴾

76-77. Mûsâ onlara, Bizim tarafımızdan mûcizeler ile geldiği zaman, ″Şüphesiz bu, âşikâr sihirden başka bir şey değildir″ dediler.* Mûsâ da onlara: ″Size mûcize gelince, böyle mi diyorsunuz? Bu sihir midir? Halbuki sihirbazlar, aslâ kurtuluşa eremezler″ dedi.

﴿ قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَٓاءُ فِي الْاَرْضِۜ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِن۪ينَ ﴿٧٨﴾

78. Firavun ile onun ileri gelenleri, Mûsâ’ya dediler ki: ″Bizi babalarımızın dîninden döndürmek ve yeryüzünde büyüklüğü kendine ve kardeşine mahsus kılmak için mi bize geldin? Biz ikinize de îman etmeyiz!″

﴿ وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُون۪ي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَل۪يمٍ ﴿٧٩﴾ فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ ﴿٨٠﴾ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿٨١﴾ وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ۟ ﴿٨٢﴾

79-82. Firavun: ″Bana her bilgin sihirbazı getirin″ dedi.* Sihirbazlar geldiği vakit, Mûsâ onlara: ″Atmak istediğiniz şeyleri siz atın″ dedi.* Sihirbazlar (iplerini) attıkları vakit, Mûsâ onlara dedi ki: Bu sizin yaptığınız sihirdir. Allah’u Teâlâ onları iptal edecektir. Muhakkak ki Allah’u Teâlâ, fesat çıkaranların işini düzeltmez.* Mücrimler istemese de Allah’u Teâlâ, kelimeleriyle (emir ve hükümleriyle) hakkı ispat eder.″

İzah: Mûsâ Aleyhisselâm Firavun’a ilk olarak Peygamberliğini ilan ettiğinde, Firavun ondan mûcize istemişti. Bunun üzerine Mûsâ Aleyhisselâm âsâsını yere attı ve âsâ büyük korkunç bir yılan oldu. Bunu gören Firavun, kavmine: ″Mûsâ, büyük sihirbazdır; bu değnek yılan olmaz″ dedi. Firavun’un adamları da: ″Biz de çevremizdeki beldelerde ne kadar bilgili sihirbaz varsa çağıralım, onlar da buna karşılık sihir yapsın″ dediler. Sonuçta sihirbazları getirdiler. O sihirbazlar, kalın ipleri uc uca bağlayıp sihirle yüzlerce metre uzunluğunda, ağzından ateş saçan çok sayıda yılan yaptılar. Bu sihirler, Mûsâ Aleyhisselâm’ın ve tâbiasının üzerine doğru geliyordu. Artık hiç kurtuluş yoktu. Tâbiası, Mûsâ Aleyhisselâm’a yalvardılar. Allah’u Teâlâ: ″Yâ Mûsâ! Âsâyı yere bırak″ deyince Mûsâ Aleyhisselâm âsâyı yere bıraktı. Âsâ, yine bir mil uzunluğunda büyük ve korkunç bir yılan oldu. Onların sihirle ağızlarından ateş saçarak gelen yılanların hepsini yuttu.

Bu husus Sûre-i A’râf, Âyet 117-119’da da şöyle geçmektedir:

Biz, ″Mûsâ’ya âsânı bırak″ diye vahyettik. Bıraktı, âsâ da hemen onların bütün uydurduklarını yutuverdi.* Böylece hak ortaya çıktı ve onların yaptıkları yok olup gitti.* Artık orada sihirbazlar mağlup ve Firavun ile kavmi zelil oldular.

﴿ فَمَٓا اٰمَنَ لِمُوسٰٓى اِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِه۪ عَلٰى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَ۬ائِهِمْ اَنْ يَفْتِنَهُمْۜ وَاِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْاَرْضِۚ وَاِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِف۪ينَ ﴿٨٣﴾

83. Mûsâ’ya, kavminden sâdece az bir topluluk îman etti. Onlar da, Firavun ve onun ileri gelenlerinin, kendilerine azap etmelerinden korkmakta idiler. Çünkü Firavun, Mısır’da kibirli, kuvvetli ve şüphesiz haddi aşmış bir kimse idi.

﴿ وَقَالَ مُوسٰى يَا قَوْمِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُسْلِم۪ينَ ﴿٨٤﴾ فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ ﴿٨٥﴾ وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿٨٦﴾

84-86. Mûsâ, (Mü’minlerin bu korkularını görünce): ″Ey kavmim! Siz gerçekten Allah’a îman ettiyseniz ve O’nun birliğine ihlas ile teslim olmuş Müslümanlarsanız, artık O’na tevekkül edin!″ dedi.* Onlar da dediler ki: ″Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Zâlimleri üzerimize musallat etme* ve rahmetinle bizi kâfirler topluluğundan kurtar.″

﴿ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰى وَاَخ۪يهِ اَنْ تَبَوَّاٰ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٨٧﴾

87. Biz, Mûsâ’ya ve kardeşi Hârun’a: ″Kavminiz için Mısır’da evler yapın ve evlerinizi mescit edinin ve (düşmanın musallat olmasından emin olmak için, o evlerde) namazlarınızı kılın, Yâ Mûsâ! Mü’minleri (yardım ve Cennet ile) müjdele″ diye vahyettik.

İzah: İsrailoğullarına namazlarını sâdece mâbetlerinde kılmaları emredilmişti. Firavun, onların mâbetlerini yıkıp onları namaz kılmaktan menetti. Bu­nun üzerine Allah’u Teâlâ onlara, Firavun’un musallat olmasından emin olmaları için, evlerini namazgâh edinip oralarda namaz kılma­larını emretti.

Mûsâ Aleyhisselâm’da olduğu gibi, bütün Peygamberlere namazlarını sâdece mescitlerde kılmaları emredilmişti. İşte bizim Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in diğer Peygamberlerden üstün olan özelliklerinden biri de, kendisine yeryüzünün mescit kılınmasıdır. Böylece Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmeti, namaz vakti girdiğinde namazını dilediği yerde kılabilir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, kendisinden önce hiçbir Peygambere verilmeyen ve sâdece kendisine verilen özellikleri sayarken bunlardan birinin de bir Hadis-i Şerif’inde şu olduğunu beyan etmiştir:

وَجُعِلَتْ لِي الْأَرْضُ مَسْجِدًا وَطَهُورًا وَأَيُّمَا رَجُلٍ مِنْ أُمَّتِي أَدْرَكَتْهُ الصَّلَاةُ فَلْيُصَلِّ... (خ م عن جابر)

″Yeryüzü benim için mescit (namaz kılma mahalli) ve temiz kılındı. Ümmetimden kim bir namaz vaktine erişirse, hemen bulunduğu yerde namazını kılsın…″[1]

﴿ وَقَالَ مُوسٰى رَبَّنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَ۬أَهُ ز۪ينَةً وَاَمْوَالًا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ رَبَّنَا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِكَۚ رَبَّنَا اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُوا حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ ﴿٨٨﴾

88. Mûsâ dedi ki: ″Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen, Firavun’a ve onun ileri gelenlerine dünyâ hayatında ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye mi verdin? Ey Rabbimiz! Onların mallarını mahvet ve kalplerini şiddetle mühürle ki, elim azâbı görünceye kadar îman etmesinler!″

İzah: Burada açık bir şekilde Mûsâ Aleyhisselâm, Firavun ve adamlarına bedduâ etmiştir. Nitekim daha evvel Nûh Aleyhisselâm da kavmini dokuz yüz elli yıl îmana dâvet etmiş ve her defasında kavmi tarafından büyük hakaretlere uğramıştı. En sonunda Nûh Aleyhisselâm, kavminin îmana gelmelerine dair ümidi kalmadığında, helâk olmaları için bedduâ etmiştir. Bu husus Sûre-i Nûh, Âyet 26-28’de şöyle geçmektedir:

Nûh dedi ki: ″Yâ Rabbi! Yeryüzünde hiçbir kâfir bırakma.* Şüphesiz ki, Sen onları bırakırsan, kullarını dalâlete düşürürler ve ancak fâcir, kâfir çocuklar doğururlar.* Yâ Rabbi! Beni, anne ve babamı, Mü’min olarak evime girenleri, bütün Mü’min erkekleri ve Mü’min kadınları bağışla. Zâlimlerin ise ancak helâkini artır.″

Bu sebeple dînimizde Müslümanlara zulmeden kâfirlere bedduâ etmek haktır. Nitekim Abdullah İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in müşrik beylerinden bâzılarına bedduâ ettiğine dair şu hâdiseyi anlatır:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir keresinde Kâbe’nin yanında namaz kılıyordu. Ebû Cehil ile bâzı arkadaşları da oturuyor-lardı. Derken biri diğerlerine falancalarda yeni boğazlanan devenin döl eşini hanginiz muhteviyâtı ile beraber getirip secdeye vardığında Muhammed’in sırtına koyar, dedi. Oradakilerin en şâkisi koşarak getirdi ve bekledi. Tâ ki Resûlü Ekrem secdeye varınca, iki omuzu arasına mübârek sırtının üzerine koydu. Ben ise hiçbir işe yaramayarak bel bel bakıyordum. Ah ne olurdu o zaman elimde kuvvet olaydı. İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu der ki:

- Herifler gülmek ve eğlenmek için bu işi birbirlerine isnat etmeye başladılar. Resûlallah Sallallâhu aleyhi ve sellem secdeden başını kaldıramıyordu. Nihâyet kızı Hz. Fâtıma gelip onu sırtından attı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem başını kaldırdı. Namazı tamamladıktan sonra da üç kere:

اَللّٰهُمَّ عَلَيْكَ بِقُرَيْشٍ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ فَشَقَّ عَلَيْهِمْ إِذْ دَعَا عَلَيْهِمْ قَالَ وَكَانُوا يَرَوْنَ أَنَّ الدَّعْوَةَ فِي ذَلِكَ الْبَلَدِ مُسْتَجَابَةٌ ثُمَّ سَمَّى اللّٰهُمَّ عَلَيْكَ بِأَبِي جَهْلٍ وَعَلَيْكَ بِعُتْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ وَشَيْبَةَ بْنِ رَبِيعَةَ وَالْوَلِيدِ بْنِ عُتْبَةَ وَأُمَيَّةَ بْنِ خَلَفٍ وَعُقْبَةَ بْنِ أَبِي مُعَيْطٍ وَعَدَّ السَّابِعَ فَلَمْ يَحْفَظْ قَالَ فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَقَدْ رَأَيْتُ الَّذِينَ عَدَّ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَرْعَى فِي الْقَلِيبِ قَلِيبِ بَدْرٍ (خ عن ابن مسعود)

″Yâ Rabbi! Kureyş’i Sana havale ederim″ diye buyurdu ve bunu üç kere tekrar etti. Resûlallah Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in aleyhlerinde böyle duâ buyurması onlara pek ağır geldi. Zîrâ o makamda duânın kabul olacağını biliyorlardı. Ondan sonra Resûlallah Sallallâhu aleyhi ve sellem birer birer isim sayarak:

″Yâ Rabbi! Ebû Cehil’i Sana havale ederim. Utbe b. Rebia’yı, Şeybe b. Rebia’yı, Velid b. Utbey’i, Umeyye b. Halef’i, Utbe b. Ebî Muayt’ı sana havale ederim″ buyurdu. Yedinciyi de saydı ise de ismini râvi unut-muştur. İbn-i Me’sud Radiyallâhu anhu der ki: ″Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Resûlallah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu saydıklarının ekserisini Bedir çukurunda serilmiş gördüm.″[2]

﴿ قَالَ قَدْ اُج۪يبَتْ دَعْوَتُكُمَا فَاسْتَق۪يمَا وَلَا تَتَّبِعَٓانِّ سَب۪يلَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٨٩﴾

89. Allah’u Teâlâ, Mûsâ ve Hârun’a buyurdu ki: ″İkinizin duâsı da kabul edildi. Siz, yine istikâmette devam edin. Câhillerin tuttuğu yola gitmeyin.″

İzah: Ebû Sâlih, Ebu’l-Âliye ve İkrime Hazretlerinden nakledildiğine göre; Allah’u Teâlâ, Mûsâ Aleyhisselâm’ın Firavun ve adamlarının helâk olmaları için yapmış oldukları bu bedduâsını kabul buyurmuştur. Kardeşi Hârun Aleyhisselâm da bu duâya âmin! demiştir. İşte bundan dolayı, Âyet-i Kerîme’de: Allah’u Teâlâ, Mûsâ ve Hârun’a buyurdu ki: ″İkinizin duâsı da kabul edildi…″ diye buyrulmuştur.

﴿ وَجَاوَزْنَا بِبَن۪ٓي اِسْرَٓا ئ۪لَ الْبَحْرَ فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًاۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَدْرَكَهُ الْغَرَقُۙ قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّذ۪ٓي اٰمَنَتْ بِه۪ بَنُٓوا اِسْرَٓا ئ۪لَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿٩٠﴾ آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿٩١﴾ فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَ۟ ﴿٩٢﴾

90-92. İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri de azgınlıkla, düşmanlıkla onları tâkip ettiler. Tâ ki Firavun gark olacağını anladı ve ″İsrailoğullarının îman ettiği ilahtan başka hiçbir ilah olmadığına îman ettim. Ben de Müslümanlardanım″ dedi.* Ona: ″Şimdi mi? Halbuki evvelce isyan ettin ve fesat çıkaranlardan idin″ denildi.* Biz de bugün senin cesedini kurtaracağız ki, senden sonra geleceklere bir ibret olsun. Şüphesiz ki, insanların birçoğu bizim âyetlerimizden elbette gâfildirler.

İzah: Firavun’un helâk olması ile ilgili Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَمَّا أَغْرَقَ اللّٰهُ فِرْعَوْنَ قَالَ {آمَنْتُ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ} فَقَالَ جِبْرِيلُ يَا مُحَمَّدُ فَلَوْ رَأَيْتَنِي وَأَنَا آخُذُ مِنْ حَالِ الْبَحْرِ فَأَدُسُّهُ فِي فِيهِ مَخَافَةَ أَنْ تُدْرِكَهُ الرَّحْمَةُ (ت عن ابن عباس)

Allah’u Teâlâ, Firavun’u suya gark ettiği vakit o: ″İsrailoğullarının îman ettiği ilahtan başka hiçbir ilah olmadığına îman ettim ve ben, Müslümanlardanım″ dedi. Cebrâil dedi ki: ″Yâ Muhammed! Rahmetin ona ulaşmasından korkarak, denizin çamurlarından alıp onun ağzını tıkarken beni görecektin!″[3]

Bu hususta geniş bilgi için Sûre-i A’râf, Âyet 136 ve Sûre-i Şuarâ, Âyet 63-66 ve izahlarına bakınız.

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Biz de bugün senin cesedini kurtaracağız ki, senden sonra geleceklere bir ibret olsun″ diye buyrulmaktadır.

İngilizler, Firavun’un cesedini Kızıldeniz’de aradılar. Üç bin yıldan fazla kalmış olan Firavun’un cesedinin hâlâ sağlam olduğunu gördüler. Bu ceset İngiltere bulunan bir müzede sergilenmektedir.

Allah’u Teâlâ, Firavun’un cesedini üç bin yıldan fazla denizin altında korumuş ve kullara ibret olması için, onu ne balıklara yedirmiş ne de çürütmüştür. Bu ibretlik hâdise, Allah’ın dilemesiyle, kâfirlerin eliyle ortaya çıkarılmış, onlar tarafından da korunmakta ve sergilenmektedir. İşte bu da Kur’ân-ı Kerîm’deki mûcizelerden biridir.


[1] Sahih-i Buhârî, Salât 56; Sahih-i Müslim Mesâcid 1.

[2] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrîd-i Sarîh, Hadis No: 177.

[3] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 11.