ENBİYÂ SÛRESİ

﴿ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ ﴿١٠٧﴾ قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ ﴿١٠٨﴾ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ ﴿١٠٩﴾ اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ ﴿١١٠﴾ وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿١١١﴾

107-111. Ey Habîbim! Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.* De ki: ″Bana, ancak ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor. Artık siz İslâmiyet’i kabul etmiş kimseler misiniz?″* Eğer onlar, İslâm’dan yüz çevirirlerse, de ki: ″Ben görevli olduğum şeyleri hepinize tebliğ ettim. Size vaad olunan şeyin, yakın mı veya uzak mı olduğunu bilmiyorum.* Şüphesiz Allah’u Teâlâ, açığa vurulan sözü de bilir, gizlediğiniz şeyleri de bilir.* Bilmiyorum, belki vaad olunan azâbınızın ertelenmesi, sizin için bir imtihan ve bir müddete (eceliniz gelinceye) kadar faydalanmadır.

İzah: Sûre-i Enbiyâ, Âyet 107 ile ilgili olarak İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ [الأنبياء آية 107] قَالَ مَنْ تَبِعَهُ كَانَ لَهُ رَحْمَةً فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمَنْ لَمْ يَتْبَعْهُ عُوفِيَ مِمَّا كَانَ يُبْتَلَى سَائِرُ الأُمَمِ مِنَ الْخَسْفِ وَالْمَسْخِ وَالْغَرْقِ (طب عن ابن عباس)

″Ey Habîbim! Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik″[1] âyeti gereğince, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, kendisine tâbi olanlara hem dünyâda, hem de âhiretde bir rahmet olacaktır. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e tâbi olanlar ise, bu rahmetten dolayı diğer ümmetlerin uğradığı yerle bir olma, hayvanlara dönüşme ve suya gark olma gibi cezâlara mâruz kalmayacaktır.[2]

Peygamberimiz, on sekiz bin âlemin Efendisidir. Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olup hepsinin Peygamberidir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أُعْطِيتُ خَمْسًا لَمْ يُعْطَهُنَّ أَحَدٌ مِنَ الْأَنْبِيَاءِ قَبْلِي نُصِرْتُ بِالرُّعْبِ مَسِيرَةَ شَهْرٍ وَجُعِلَتْ لِي الْأَرْضُ مَسْجِدًا وَطَهُورًا وَأَيُّمَا رَجُلٍ مِنْ أُمَّتِي أَدْرَكَتْهُ الصَّلَاةُ فَلْيُصَلِّ وَأُحِلَّتْ لِي الْغَنَائِمُ وَكَانَ النَّبِيُّ يُبْعَثُ اِلَى قَوْمِهِ خَاصَّةً وَبُعِثْتُ إِلَى النَّاسِ كَافَّةً وَأُعْطِيتُ الشَّفَاعَةَ (خ م حم ه عن جابر)

″Bana, benden önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş özellik verildi: Bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salmakla ilâhi yardıma mazhar oldum. Yeryüzü benim için mescit (namaz kılma mahalli) ve temiz kılındı; ümmetimden kim bir namaz vaktine erişirse, hemen bulunduğu yerde namazını kılsın. Ganîmetler bana helâl kılındı. Benden önceki Peygamberler sâdece kendi kavmine Peygamber olarak gönderiliyordu, ben ise bütün insanlığa Peygamber olarak gönderildim. Bana şefaat yetkisi verildi.″[3] (Bir diğer Hadis-i Şerif’te: ″Mahşer günü ilk şefaat edecek ve şefaatı kabul edilecek olan benim″[4] diye buyrulmuştur.)

Yunus Emre Hazretleri bir kasidesinde der ki:

Mü’min olanların çoktur cefâsı,

Âhirette vardır, zevk-ü sefâsı,

On sekiz bin âlemin bir Mustafa’sı,

Adı güzel, kendi güzel Muhammed.

Bu dünyâdan başka, içinde insan yaşayan çok sayıda dünyâ vardır. Bu hususta Vehb b. Münebbih Rahimehullah şöyle buyurmuştur:

إِنَّ لِلّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ ثَمَانِيَةَ عَشْرَ أَلْفَ عَالَمٍ الدُّنْيَا عَالَمٌ مِنْهَا.

″Aziz ve Celil olan Allah’ın, on sekiz bin âlemi vardır ve dünyâ da bu âlemlerden bir tanesidir.″ Hattâ bu konuda Sahâbe-i Kirâm’dan Ebû Said el-Hudrî Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

إِنَّ لِلّٰهِ أَرْبَعِينَ أَلْف عَالَم الدُّنْيَا مِنْ شَرْقهَا إِلَى غَرْبهَا عَالَمٌ وَاحِدٌ.

″Allah’u Teâlâ’nın, kırk bin âlemi vardır. Doğusundan batısına dünyâ, tek bir âlemdir.″[5]

Allah’u Teâlâ Sûre-i Câsiye, Âyet 36’da şöyle buyurmuştur:

″Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.″

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Mîraca çıktığında bahsedilen bu âlemlere de uğrayıp onlardan kendisine ümmet edinmiştir.

Âlemler hakkında bir Hadis-i Kudsî’de, şöyle buyrulmuştur:

قَالَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ يَا جِبْرِيلُ اِنِّى خَلَقْتُ أَلْفَ أَلْفِ أُمَّةٍ لَا تَعْلَمُ أُمَّةٌ اِنِّى خَلَقْتُ سِوَاهَا لَمْ أَطَّلِعْ عَلَيْهَا اللَّوْحَ الْمَحْفُوظَ وَلَا صَرِيرَ الْقَلَمِ اِنَّمَا أَمْرِى لِشَىْءِ اِذَا أَرَدْتُ أَنْ أَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ وَلَا تَسْبِقُ الْكَافُ النُّونَ(الديلمى عن ابن عمر)

Allah’u Teâlâ buyurdu ki: ″Ey Cebrâil! Bir milyon muhtelif millet yarattım. Hiçbir millet kendinden başkasını yarattığımı bilmez. Onlara Levh-i Mahfuz’u göstermedim. Kalemin hareketine de muttali kılmadım. Ben bir şeyin olmasını dilediğim zaman, ona sâdece ″Ol″ derim, o da hemen oluverir. Kef, Nûn’u katiyyen geçemez.″[6]

Bu Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif’lerden, bu dünyâdan başka içinde insanların yaşadığı başka dünyâların olduğu anlaşılmaktadır. İşte Âyet-i Kerîme’de de geçtiği üzere Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bu âlemlerin hepsine rahmet olarak gönderilmiştir.


[1] Sûre-i Enbiyâ, Âyet 107.

[2] Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12189; Rudânî, Cem’ul-Fevaid, Hadis No: 7092.

[3] Sahih-i Buhârî, Salat 56; Sahih-i Müslim, Mesâcid 1 (3).

[4] Sahih-i Müslim, Fedâil 2 (3 Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 12; Sünen-i Tirmizî, Menâkib 3.

[5] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’ân, c. 1, s. 138.

[6] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 330/7.