HUCURÂT SÛRESİ

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢﴾

12. Ey îman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Bâzınız bâzınızı gıybet etmesin. Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Elbette bundan tiksinirsiniz! Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, tevbeleri çok kabul edendir ve çok merhametlidir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

صَعِدَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمِنْبَرَ فَنَادَى بِصَوْتٍ رَفِيعٍ فَقَالَ يَا مَعْشَرَ مَنْ أَسْلَمَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يُفْضِ الْإِيمَانُ إِلَى قَلْبِهِ لَا تُؤْذُوا الْمُسْلِمِينَ وَلَا تُعَيِّرُوهُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا عَوْرَاتِهِمْ فَإِنَّهُ مَنْ تَتَبَّعَ عَوْرَةَ أَخِيهِ الْمُسْلِمِ تَتَبَّعَ اللّٰهُ عَوْرَتَهُ وَمَنْ تَتَبَّعَ اللّٰهُ عَوْرَتَهُ يَفْضَحْهُ وَلَوْ فِي جَوْفِ رَحْلِهِ قَالَ وَنَظَرَ ابْنُ عُمَرَ يَوْمًا إِلَى الْبَيْتِ أَوْ إِلَى الْكَعْبَةِ فَقَالَ مَا أَعْظَمَكِ وَأَعْظَمَ حُرْمَتَكِ وَالْمُؤْمِنُ أَعْظَمُ حُرْمَةً عِنْدَ اللّٰهِ مِنْكِ (ت حب عن ابن عمر)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem minbere çıktı ve yüksek sesle şöyle buyurdu: ″Ey diliyle îman edip kalplerine îmanın girmedi­ği kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın, onları ayıplamayın ve onların gizli kusurlarının pe­şine düşmeyin. Her kim Müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa, Allah’u Teâlâ onun ayıbını ortaya çıkarır. Allah’u Teâlâ her kimin ayıbını ortaya çıkarırsa, evinde bile olsa rezil eder.″ İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ: Bir gün Kâbe’ye baktı ve şöyle buyurdu: ″Senin hürmetin büyüktür. Fakat Mü’minin hürmeti Allah katında senin hürmetinden daha büyüktür.″[1]

Gıybet hakkında da Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle geçmektedir:

أَتَدْرُونَ مَا الْغِيبَةُ قَالُوا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ ذِكْرُكَ أَخَاكَ بِمَا يَكْرَهُ قِيلَ أَفَرَأَيْتَ إِنْ كَانَ فِي أَخِي مَا أَقُولُ قَالَ إِنْ كَانَ فِيهِ مَا تَقُولُ فَقَدْ اغْتَبْتَهُ وَإِنْ لَمْ يَكُنْ فِيهِ فَقَدْ بَهَتَّهُ (م عن ابى هريرة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Gıybe­tin ne olduğunu biliyor musunuz?″ diye sordu. Ashâb: ″Allah ve Resûlü daha iyi bilir″ dediler. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Kardeşinden, onun hoşuna gitmeyecek bir şekilde söz etmektir″ buyurdu. ″Peki, benim sözünü ettiğim husus kardeşimde var ise ne olur?″ diye sorulunca da, ″Eğer söylediğin şey onda var ise onun gıybetini yapmış olur­sun, eğer onda yoksa ona iftira etmiş olursun″ diye buyurdu.[2]

Yaptığı kötülüğü açığa vuranın gıybetini yapmak bu kabilden değildir. Çün­kü: ″Hayâ örtüsünü bir kenara bırakanın gıybeti yoktur″ diye buyrulmuştur.

Bu hususta da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

فَاذْكُرُوا الْفَاجِرَ بِمَا فِيهِ يَحْذَرَهُ النَّاسُ. (ابن أبي الدنيا في ذم الغيبة والحكيم في نوادر الاصول عن بهز بن حكيم عن أبيه عن جده)

″Fâciri, özelliği ile bir­likte zikredin ki, insanlar ondan sakınabilsinler.″[3]

Haset ve kötü zan hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyrulmuştur:

ثَلاثٌ لازِمَاتٌ لأُمَّتِي الطِّيَرَةُ وَالْحَسَدُ وَسُوءُ الظَّنِّ فَقَالَ رَجُلٌ مَا يُذْهِبُهُنَّ يَا رَسُولَ اللّٰهِ مِمَّنْ هُوَ فِيهِ قَالَ إِذَا حَسَدْتَ فَاسْتَغْفَرِ اللّٰهَ وَإِذَا ظَنَنْتَ فَلا تُحَقِّقْ وَإِذَا تَطَيَّرْتَ فَامْضِ (طب عن جده حارثة بن النعمان)

″Üç şey vardır ki ümmetimde bulunacaktır. Bunlar: Uğursuz fal, haset ve kötü zandır.″ Adamın biri: ″Yâ Resûlallah! Birisinde bunlar varsa bunları giderecek olan nedir?″ diye sorunca, şöyle buyurdu: ″Haset ettiğin zaman, Allah’tan bağışlanma dile. Bir zanda bulunduğunda bu zannını pekiştirip teyit etme. Uğursuz bir fal karşısında kaldığında aldırmayıp geç, git.″[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

لَمَّا عُرِجَ بِي مَرَرْتُ بِقَوْمٍ لَهُمْ أَظْفَارٌ مِنْ نُحَاسٍ يَخْمُشُونَ وُجُوهَهُمْ وَصُدُورَهُمْ فَقُلْتُ مَنْ هَؤُلَاءِ يَا جِبْرِيلُ قَالَ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ لُحُومَ النَّاسِ وَيَقَعُونَ فِي أَعْرَاضِهِمْ (د عن انس)

Mîraca çıktığımda bir topluluğa rastladım. Bakırdan tırnakları vardı ve yüzlerini, göğüslerini tırmalıyorlardı. ″Yâ Cebrâil! Bunlar kim?″ diye sordum. ″Bunlar, insanların etlerini yiyenler (gıybet edenler) ve insanların namusuna leke sürecek sözler söyleyenlerdir″ dedi.[5]


[1] Sünen-i Tirmizî, Birr 84; Sahih-i İbn-i Hibban, Hadis No: 5857.

[2] Sahih-i Müslim, Birr 20 (70 Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 40; Sünen-i Tirmizî, Birr 23.

[3] Kenz’ul-Ummal, Hadis No 8070.

[4] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 3153.

[5] Sünen-i Ebû Dâvud, Edeb 40.