ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

﴿ وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ قُتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتًاۜ بَلْ اَحْيَٓاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَۙ ﴿١٦٩﴾ فَرِح۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۙ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْۙ اَلَّا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ ﴿١٧٠﴾ يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ ۛ ۟﴿١٧١﴾

169-171. Allah yolunda öldürülenleri, ölüler zannetmeyin. Bilakis onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar.* O öldürülenler, Allah’u Teâlâ’nın kendilerine lütfundan verdiği şeyler ile mesrur olurlar. Onlar, arkalarından kendilerine şehit olarak dâhil olamayan Mü’minler için, bir korku ve hüzün olmadığını müjdelerler.* Onlar, Allah’tan gelen bir nîmete ve ihsana nâil olacaklarını ve Allah’u Teâlâ’nın, Mü’minlerin mükâfatından bir şey zâyi etmeyeceğini de müjdelerler.

İzah: Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 169’un nüzul sebebine dair Câbir İbn-i Abdullah Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Babam Abdullah İbn-i Amr İbn-i Haram, Uhud Günü şehit edilince, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bana:

يَا جَابِرُ أَلَا أُخْبِرُكَ مَا قَالَ اللّٰهُ لِأَبِيكَ وَقَالَ يَحْيَى فِي حَدِيثِهِ فَقَالَ يَا جَابِرُ مَا لِي أَرَاكَ مُنْكَسِرًا قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ اسْتُشْهِدَ أَبِي وَتَرَكَ عِيَالًا وَدَيْنًا قَالَ أَفَلَا أُبَشِّرُكَ بِمَا لَقِيَ اللّٰهُ بِهِ أَبَاكَ قَالَ بَلَى يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ مَا كَلَّمَ اللّٰهُ أَحَدًا قَطُّ إِلَّا مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ وَكَلَّمَ أَبَاكَ كِفَاحًا فَقَالَ يَا عَبْدِي تَمَنَّ عَلَيَّ أُعْطِكَ قَالَ يَا رَبِّ تُحْيِينِي فَأُقْتَلُ فِيكَ ثَانِيَةً فَقَالَ الرَّبُّ سُبْحَانَهُ إِنَّهُ سَبَقَ مِنِّي أَنَّهُمْ إِلَيْهَا لَا يَرْجِعُونَ قَالَ يَا رَبِّ فَأَبْلِغْ مَنْ وَرَائِي قَالَ فَأَنْزَلَ اللّٰهُ تَعَالَى {وَلَا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللّٰهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ} (ه عن جابر)

″Yâ Câbir! Allah’u Teâlâ’nın babana söylediği sözü sana haber vereyim mi?″ diye sordu. Ben: ″Evet″ dedim. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Allah, perde ardından olmaksızın hiç kimse ile kat’iyen konuşmamıştır. Velâkin babanla perdesiz ve doğrudan doğruya konuştu ve ona: ″Ey kulum! Benden ikram iste, sana vereyim″ buyurdu. Baban da: ″Ey Rabbim! Arzum, beni diriltirsin, ben de ikinci defa senin uğrunda şehit edilirim″ dedi. Allah’u Teâlâ da: ″İnsanların dünyâya hiç dönmeyecekleri hükmü şüphesiz Benim tarafımdan önceden verilmiştir″ buyurdu. Baban: ″Yâ Rabbi! O halde bizim durumumuzu arkamda kalanlara bildir″ dedi. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ: ″Allah yolunda öldürülenleri, ölüler zannetmeyin. Bilakis onlar diridirler ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar″ diye geçen Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 169’u indirdi.[1]

Şehitliğin mükâfatı hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

لِلشَّهِيدِ عِنْدَ اللّٰهِ سِتُّ خِصَالٍ يَغْفِرُ لَهُ فِي أَوَّلِ دُفْعَةٍ مِنْ دَمِهِ وَيُرَى مَقْعَدَهُ مِنَ الْجَنَّةِ وَيُجَارُ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَيَأْمَنُ مِنَ الْفَزَعِ الْأَكْبَرِ وَيُحَلَّى حُلَّةَ الْإِيمَانِ وَيُزَوَّجُ مِنَ الْحُورِ الْعِينِ وَيُشَفَّعُ فِي سَبْعِينَ إِنْسَانًا مِنْ أَقَارِبِهِ (ه عن المقدام بن معديكرب(

″Şehidin Allah katında altı özelliği vardır. Kanının ilk damlası ile günah­ları bağışlanır. Cennetteki yeri kendisine gösterilir. Kabir azâbından korunur. En büyük korkudan (Cehennem korkusundan) emin olur. Îman elbisesi kendisine giydirilir. Hûruliyn ile evlendirilir ve akrabalarından yetmiş (Müslüman) kişi hakkında şefaat etmesi kabul edilir.″[2]

الشُّهَدَاءُ ثَلَاثَةٌ: رَجُلٌ خَرَجَ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ مُحْتَسِبًا فِي سَبِيلِ اللَّهِ، يُرِيدُ أَلَّا يُقْتَلَ وَلَا يَقْتُلَ وَلَا يُقَاتِلَ، يُكَثِّرُ سَوَادَ الْمُسْلِمِينَ، فَإِنْ مَاتَ وَقُتِلَ غُفِرَتْ لَهُ ذُنُوبُهُ كُلُّهَا، وَأُجِيرَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ، وَأُومِنَ مِنَ الْفَزَعِ الْأَكْبَرِ، وَزُوِّجَ مِنَ الْحُورِ الْعِينِ، وَحُلَّتْ عَلَيْهِ حُلَّةُ الْكَرَامَةِ، وَوُضِعَ عَلَى رَأْسِهِ تَاجُ الْوَقَارِ وَالْخُلْدِ، وَالثَّانِي: رَجُلٌ خَرَجَ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ مُحْتَسِبًا يُرِيدُ أَنْ يَقْتُلَ وَلَا يُقْتَلَ، فَإِنْ مَاتَ أَوْ قُتِلَ كَانَتْ رُكْبَتُهُ مَعَ رُكْبَةِ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلِ الرَّحْمَنِ، بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ، وَالثَّالِثُ : رَجُلٌ خَرَجَ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ مُحْتَسِبًا، يُرِيدُ أَنْ يَقْتُلَ وَيُقْتَلَ، فَإِنْ مَاتَ أَوْ قُتِلَ جَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ شَاهِرًا سَيْفَهُ وَاضِعَهُ عَلَى عَاتِقِهِ وَالنَّاسُ جَاثُونَ عَلَى الرُّكَبِ، يَقُولُ: أَلَا أَفْسِحُوا لَنَا مَرَّتَيْنِ، فَإِنَّا قَدْ بَذَلْنَا دِمَاءَنَا وَأَمْوَالَنَا لِلَّهِ» قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ قَالُوا ذَلِكَ لِإِبْرَاهِيمَ خَلِيلِ الرَّحْمَنِ أَوْ لِنَبِيٍّ مِنَ الْأَنْبِيَاءِ لَتَنَحَّى لَهُمْ عَنِ الطَّرِيقِ؛ لِمَا يَرَى مِنْ وَاجِبِ حَقِّهِمْ، حَتَّى يَأْتُوا مَنَابِرَ مِنْ نُورٍ عَنْ يَمِينِ الْعَرْشِ، فَيَجْلِسُونَ فَيَنْظُرُونَ كَيْفَ يُقْضَى بَيْنَ النَّاسِ، لَا يَجِدُونَ غَمَّ الْمَوْتِ، وَلَا يَغْتَمُّونَ فِي الْبَرْزَخِ، وَلَا تُفْزِعُهُمُ الصَّيْحَةُ، وَلَا يُهِمُّهُمُ الْحِسَابُ وَلَا الْمِيزَانُ وَلَا الصِّرَاطُ، يَنْظُرُونَ كَيْفَ يُقْضَى بَيْنَ النَّاسِ، وَلَا يَسْأَلُونَ شَيْئًا إِلَّا أُعْطُوا، وَلَا يَشْفَعُونَ فِي شَيْءٍ إِلَّا شُفِّعُوا فِيهِ، وَيُعْطَوْنَ مِنَ الْجَنَّةِ مَا أَحَبُّوا، وَيَنْزِلُونَ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ أَحَبُّوا (البزار والبيهقي عن أنس بن مالك)

″Şehitler, üç sınıftır. Biri Allah’u Teâlâ’nın rızâsını umarak Allah yolunda canını ve malını ortaya koyar, ancak ne öldürmeyi ne de ölmeyi düşünür, sâdece düşmana karşı Müslümanların sayısını fazla gösterir. Bu kişi öldüğü veya öldürüldüğü zaman bütün günahları bağışlanır, kabir azabından uzak tutulur, kıyâmet günündeki büyük korkudan emin kılınır, Cennet hurileri ile evlendirilir, kendisine kerâmet giysisi giydirilir. Başına sonsuzluk ve vakar tacı konulur.

Bir diğeri Allah’u Teâlâ’nın rızâsını umarak, Allah yolunda canını ve malını ortaya koyar. Gâyesi öldürülmeden düşmanları öldürmektir. Böylesi bir kişi öldüğü veya öldürüldüğü zaman, Halîlurrahman olan İbrâhim Aleyhisselâm’ın dizinin dibinde olur. Allah’u Teâlâ’nın, O kudretli hükümrânın huzurunda sıdk makâmında oturur.

Üçüncüsü de Allah’u Teâlâ’nın rızâsını umarak canını ve malını ortaya koyup cihada çıkar, gâyesi hem öldürmek, hem de öldürülmektir. Böylesi bir kişi de öldüğü veya öldürüldüğü zaman, mahşer gününde kılıcını çekip omuzuna dayamış bir şekilde gelir, tüm insanlar diz üstü çökmüşken, iki defa ″Bize yol verin, biz ki canımızı ve malımızı Allah yolunda fedâ ettik″ der. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, ″Yol verin″ sözünü Halîlurrahman olan İbrâhim Aleyhisselâm’a veya başka bir Peygambere dahi söyleyecek olsa, onlar bile böylesi bir kişinin değeri ve hakkı karşısında ona yol açarlar. Böylesi kişiler Arş’ın sağında bulunan nurdan minberlere gelip otururlar. Oradan insanların nasıl hesaba çekilip hükümlerinin verildiğini izlerler. Aslâ ölüm derdi çekmezler. Berzahta (kabir âleminde) üzüntüye mâruz kalmazlar. Kıyâmet günündeki o çığlıktan korkmazlar. Hesap, mizan ve sırat derdi taşımazlar. Oturdukları yerden insanların nasıl hesaba çekilip hükümlerinin verildiğini izlerler. İstedikleri her şey kendilerine verilir. Bir konuda ettikleri şefaat kabul edilir. Cennetten istedikleri kendilerine verilir. Cennet içinde istedikleri yere yerleşirler.[3]


[1] Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 34, Cihat 16.

[2] Sünen-i İbn-i Mâce Cihat 16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 17115; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 130/4.

[3] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 4, s. 130-131.