ÖLÜ ARAZİLERİN İHYÂSI

Arapçada ″İhyâ-i mevât″ diye tabir edilen ölü toprakları ihyâ etmek; sahipsiz bir yeri ziraate elverişli bir hâle getirmektir. ″Mevât″ lügatta; sahibi olmayan işlenmemiş bir yerdir. Hidâye’de; mevât, kendisinden faydalanılmayan arazidir″ denilmiştir. Mevât’ın, ölüm mânâsına gelen ″Mevt″ kelimesinden alınması ve işlenen arazi hakkında ″İhyâ″ tâbirinin kullanılması; işlenmeyen arazinin ölüye, işlenenlerin ise, diriye benzemesindendir.

Şeriatta mevât (işlenmemiş arazi Âd kavminden (çok eskiden) beri işlenmemiş bir arazi yahut İslâm memleketinde belirli bir Müslümanın veya bir zımmînin mülkü olmayan arazidir. Âd kavminden beri işlenmemiş bir arazi denilmesinin sebebi; çok eskiden beri ekilip, biçilmeyen bir yer olmasından kinayedir.

- İmam Ebû Yusuf’a göre; bir yerin işlenmemiş arazi sayılması için, işlenmiş yerlerden uzak olması şarttır. Şöyle ki; işlenmiş olan yerin en kenarından sesi kuvvetli olan bir kimsenin sadâsı (çağırması), işitilmeyecek kadar işlenmemiş olan yerin uzak bulunması lâzımdır. Ona göre, işlenmiş bir yer ile işlenmemiş yerin arasındaki uzaklığın miktarı böyle takdir edilmiştir. İmam Ebû Yusuf’tan nakledilen diğer bir rivâyete göre de; işlenmemiş ile işlenmiş olan yerlerin arasındaki mesâfe bir ok atımı kadar bulunmalıdır. Hulâsa İmam Ebû Yusuf’a göre; gerek çok eskiden beri işlenmemiş olsun, gerek Müslüman memleketinde Müslümanların mülkü bulunup fakat belirli bir sahibi olmayan bir yerin işlenmemiş arazi sayılması için, o yer ile işlenmiş yer arasındaki uzaklık ve yakınlığın miktarı muteberdir. İmam Muhammed’e göre ise, işlenmiş yerlerin sahiplerinin merâsı, baltalığı, otlağı gibi bir sûrette kendisinden faydalanmadıkları bir yer, işlenmiş yerlere yakın olsa da işlenmemiş araziden sayılır. Buna göre, böyle bir yeri ziraate elverişli hâle getirmek câizdir. Fetvâ, İmam Muhammed’in görüşüne göre verilmiştir.

- Bir kimse zımmî olsa bile hükümdârın yahut onun naibinin (yardımcısının) izniyle işlenmemiş olan bir araziyi ziraate elverişli bir hâle getirse, ittifakla o yere mâlik olur. Hükümdâr ve naibinden izinsiz olarak işlenmemiş olan araziyi ziraate elverişli hâle getirse, İmam-ı Âzam’a göre; o yere mâlik olamaz. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise, mâlik olur. Bu iki imama göre, o yere mâlik olması izne bağlı değildir. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ أَعْمَرَ أَرْضًا لَيْسَتْ لِأَحَدٍ فَهُوَ أَحَقُّ. (خ عن عائشة)

″Her him sahipsiz bir yeri mâmur ederse (ihyâ ederse), o kimse o arazide öncelikli hak sahibidir ″[1] buyurmuştur. Bu husus bir diğer Hadis-i Şerif’te de:

مَنْ أَحْيَا أَرْضًا مَيْتَةً فَهِيَ لَهُ (د عن سعيد بن زيد حم عن جابر)

″Her kim işlenmemiş bir araziyi ihyâ ederse, o arazi onun olmuş olur″[2] diye geçmektedir. Zîrâ bu yer, mübah olan bir maldır. Önce kim o yeri imar ederse, o yere mâlik olmaya başkalarından daha lâyıktır. Bir de, böyle sahipsiz yeri deniz ve nehir sularına, kuş ve hayvan avına kıyas ederler ve ″Nasıl ki, bunlarda hükümdârdan veya nâibinden izin almak şart değilse, sahipsiz bir yeri ziraate elverişli hâle getirmek de şart değildir″ derler. İmam-ı Âzam’ın delili ise, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

لَيْسَ لِلْمَرْءِ إلَّا مَا طَابَتْ نَفْسُ إمَامِهِ بِهِ (طب عن جنادة)

″Bir kimse için ancak hükümdârın hoşnut ve râzı olduğu şey helaldir″[3] Hadis-i Şerif’idir. Bu arazi kâfirlerin elindeydi, onların elinden Müslümanların eline geçince ganimet oldu. Ganimet ise, hükümdâr veya nâibinden izinsiz hiçbir kimseye mahsus değildir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’in delil aldıkları Hadis-i Şerif ise, Peygamberimizin izin vermiş olduğu araziye hamlolunur, yoksa şer’an tâyin edilmiş değildir. Ayrıca Cenâde b. Ebî Müleyke Radiyallâhu anhu’dan anlattığı şu Hadis-i Şerif’i de delil olarak getirmiştir:

كُنَّا مُعَسْكِرِينَ بِدَابِقٍ فَذَكَرَ لِحَبِيبِ بْنِ مَسْلَمَةَ الْفِهْرِيِّ إلَى أَنْ قَالَ: فَجَاءَ بِسَلَبِهِ يَحْتَمِلُهُ عَلَى خَمْسَةِ أَبْغَالٍ مِنْ الدِّيبَاجِ وَالْيَاقُوتِ وَالزَّبَرْجَدِ فَأَرَادَ حَبِيبٌ أَنْ يَأْخُذَهُ كُلَّهُ وَأَبُو عُبَيْدَةَ يَقُولُ بَعْضَهُ فَقَالَ حَبِيبٌ لِأَبِي عُبَيْدَةَ: قَدْ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ {مَنْ قَتَلَ قَتِيلًا فَلَهُ سَلَبُهُ} قَالَ أَبُو عُبَيْدَةَ: إنَّهُ لَمْ يَقُلْ ذَلِكَ لِلْأَبَدِ وَسَمِعَ مُعَاذٌ ذَلِكَ فَأَتَى أَبَا عُبَيْدَةَ وَحَبِيبٌ يُخَاصِمُهُ فَقَالَ مُعَاذٌ : أَلَا تَتَّقِي اللّٰهَ وَتَأْخُذُ مَا طَابَتْ بِهِ نَفْسُ إمَامِك فَإِنَّمَا لَك مَا طَابَتْ بِهِ نَفْسُ إمَامِك وَحَدَّثَهُمْ بِذَلِكَ مُعَاذٌ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَاجْتَمَعَ رَأْيُهُمْ عَلَى ذَلِكَ فَأَعْطَوْهُ بَعْضَ الْخُمُسِ فَبَاعَهُ حَبِيبٌ بِأَلْفِ دِينَارٍ.

″Ordumuz ile Dâbık’ta idik. Habib b. Mesleme, savaş sırasında orada öldürdüğü kişiden elde ettiği ipek, yakut ve zeberced’i beş katırla getirdi. Habîb, bunların hepsini almak istedi. (Ordu komutanı) Ebû Ubeyde ise, bir kısmını vermek istedi. Habîb, Ebû Ubeyde’ye şöyle dedi: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Her kim savaşta birini öldürürse üzerinden çıkanlar ona ait olur″ buyurdu. Ebû Ubeyde şöyle dedi: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bunun ilelebed böyle olduğunu söylemedi. Muaz b . Cebel bunu işitince, Ebû Ubeyde’nin yanına geldi. O, Habîb ile bu meseleyi tartışıyordu. Muaz, Habîb’e; ″Allah'tan korkup da komutanının râzı olduğu şeyi almaz mısın? Yalnızca komutanının razı olduğu şey sana aittir″ dedi. Muaz, bunu Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’den nakletti. Onlar bu görüşte ittifak ettiler. Habîb’e beşte birin bir kısmını verdiler. Habîb de bunu bin dinara sattı.″[4]

- Ekilip biçilen yerlere yakın olan köylünün veya kasabalının merası veya harman yeri olması için bıraktıkları boş yerlerin ziraate elverişli hâle getirilmesi câiz değildir.

- Fırat ve Dicle gibi herhangi bir ırmağın suyu sapsa (nehir yatağı değişse), tekrar o yere geri dönme ihtimâli bulunursa, böyle yerlerin ziraate elverişli hâle getirilmesi de câiz değildir. Eğer geri dönme ihtimâli bulunmazsa, bu takdirde böyle yerlerin ziraate elverişli hâle getirilmesi câiz olup, her kim böyle bir yeri ziraate elverişli hâle getirirse, onun olur.

- Bir kimse sahipsiz olan bir yere nişan koysa yani dört tarafını taşlarla yahut kuru ağaç gibi şeylerle çevirse, fakat o yeri, (tohum ekmek, fidan dikmek, binâ yapmak, nadas yapmak, sulamak için ark açmak gibi şeylerle) üç seneye kadar ihyâ ve imarda bulunmazsa; o yer, idâreci tarafından o kimsenin elinden alınıp başkasına verilir. ″İşaretlenmiş olan işlenmemiş arazinin üç sene zarfında mâmur hâle getirilmeyip terk edildiği takdirde elinden çıkarılacaktır″ diye ileri sürülen üç sene şartı Hz. Ömer Radiyallâhu anhu’nun:

لَيْسَ لِمُتَحَجِّرٍ بَعْدَ ثَلَاثِ سِنِينَ حَقٌّ.

″Bir araziyi işâretleyene üç seneden sonra hak olmaz″[5] şeklindeki sözüne dayanır. İmam Ebû Yusuf’un ″Kitâb’ul-Harac″ adlı eserinde kaydettiği Hz. Ömer’in bu sözünü Nesâî de ″Kitâb’ul-Emval″ adındaki eserinde şu şekilde kaydetmiştir:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَقْطَعَ نَاسًا مِنْ جُهَيْنَةَ أَوْ مُزَيْنَةَ أَرْضًا، فَعَطَّلُوهَا، فَجَاءَ قَوْمٌ فَأَحْيَوْهَا، فَخَاصَمَهُمْ الَّذِينَ أَقْطَعَهُمْ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إلَى عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ، فَقَالَ عُمَرُ: لَوْ كَانَتْ قَطِيعَةً مِنِّي أَوْ مِنْ أَبِي بَكْرٍ، لَمْ أَرُدَّهَا، وَلَكِنَّهَا قَطِيعَةٌ مِنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ. فَأَنَا أَرُدُّهَا، ثُمَّ قَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ: مَنْ كَانَتْ لَهُ أَرْضٌ يَعْنِي مَنْ تَحَجَّرَ أَرْضًا فَعَطَّلَهَا ثَلَاثَ سِنِينَ، فَجَاءَ قَوْمٌ فَعَمَرُوهَا، فَهُمْ أَحَقُّ بِهَا (عن عمرو بن شعيب)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Cüheyne veya Müzeyne kabilesinden bâzı kimselere bir arazi vermişti. Onlar da araziyi âtıl bir halde bıraktıkları için başkaları gelip o araziye el koydular ve orayı ihyâ ettiler. Bunun üzerine arazinin eski sahipleri bu durumu Hz. Ömer’e şikâyet edince, Hz. Ömer Radiyallâhu anhu: ″Eğer bu araziyi ben veya Ebû Bekir size vermiş olsaydık, onlardan alıp size vermezdim. Fakat ne var ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem size vermiştir (onun hürmetine size geri veriyorum). Sonra Hz. Ömer Radiyallâhu anhu şöyle buyurdu: ″Her kimin bir arazisi olur yani etrafını işaretlediği bir yeri olur da, onu üç yıl âtıl bir halde bırakır ve başkaları gelip onu işlerse, o başkaları o arazide daha çok hak sahibi olurlar.″[6]


[1] Sahih-i Buhârî, Muzâraa 13; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 215

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Harâc, İmâre ve Fey 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 14109.

[3] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 3453; Hidâye Tercümesi, c. 4, s. 166.

[4] Feth’ul-Kadir, c. 13, s. 53; Delilleriyle Hanefi Fıkhı, s. 1012.

[5] Feth’ul-Kadir, c. 22 s. 334; Hidâye Tercümesi, c. 4, s. 167.

[6] Hidâye Tercümesi, c. 4, s. 167.