YOL KESME HADDİ:

″Hırsızlık″; mükellef olan bir şahsın, en az on dirhem veya kıymetçe bu miktar malı korunmuş bulunduğu yerden gizlice alıp dışarı çıkarmasıdır ki, kendisinin bu malda bir hakkı olmadığı gibi, bunda bir mülk şüphesi de bulunmaz. Bu şekilde yapılan hırsızlığa, ″Serikat-i suğrâ (küçük hırsızlık)″ denilir. Yol kesicilik; İslâm memleketinde olan Müslümanların veya gayr-i müslim olanların mallarını ellerinden zorla ve açıktan almak, hayatlarına kastetmek, halkı korkuya düşürmek için bir takım kimselerin veya kuvvet sahibi bir kimsenin yolları tutmasıdır ki, bu yüzden halk gidip gelmekten çekinerek yollar kesilmiş olur. Buna da ″Serikat-i kübrâ (Büyük hırsızlık)″ denilir.

- Müslüman veya zımmî (İslâm idaresi altında olan gayr-i müslim) bir kimse, Müslümanların yahut zımmîlerin yollarını kesmeyi kastetse, yolu kesmeden önce yakalansa, hâkim gerekli gördüğünde tâzirden (idâri cezâdan) sonra, tevbe ettiğine dair kendisinde pişmanlık eseri görülünceye kadar hapseder. Eğer yolcuların malını aldıktan sonra, yol kesiciler yakalanır, yol kesicilerin her birine hırsızlık nisabı olan on dirhem ve kıymetinde mal düşerse; elleri ve ayakları da sağlam olursa, her birinin sağ eliyle, sol ayağı bileklerinden kesilir. Yol kesiciler, isterse sopa yahut taş ile olsun yalnız öldürmek sûretiyle yol keserlerse, şer’î cezâları had olarak öldürülmeleridir. Hattâ eğer öldürdükleri kimsenin vârisleri onları bağışlasalar bile bağışlamaları kabul edilmez. Çünkü öldürülmeleri, şeriatın hakkıdır. Yol kesicileri, yolcuları hem öldürür, hem de mallarını alırlarsa, cezâları hakkında cezâyı tatbik eden yetkili muhayyerdir. Dilerse, bunların önce el ve ayaklarını çapraz olarak keser, sonra da öldürür ve asar. Dilerse, öldürür ve asar. Dilerse, yalnız öldürür. Dilerse de yalnız asar. İmam Muhammed; ″El ve ayakları kesilmeyip, yalnız ya öldülür yahut asılırlar. Çünkü işledikleri suç bir tek suç olduğu için bir tek cezâ vermek gerekir. Hem de, el ve ayak kesme cezâsı, öldürme cezâsından hafif olduğu için ona girer. Nasıl ki hem hırsızlık hem zinâ cezâsı birisine lâzım geldiği zaman hırsızlık cezâsı, zinâ cezâsından hafif olduğu için ona yalnız zinâ cezâsı uygulanır″ demiştir. İmam-ı Âzam ile İmam Ebû Yusuf ise, ″Hem soymak, hem öldürmek suçlarını işleyen yol kesiciye verilen bu cezâ bir tek cezâdır. Ancak sebebi ağır olduğu için ağır bir cezâdır. Çünkü bu yol kesici, yolcuları hem öldürmek, hem mallarını almak sûretiyle yollarda güven diye bir şey bırakmaz. Bunun içindir ki küçük hırsızlıkta el ve ayağın ikisini kesmek iki cezâ iken büyük hırsızlıkta bir cezâ olmuştur. Cezâların birbirlerine girmeleri de bir tek cezâda olmayıp, cezâların birden fazla olması hâline mahsustur″ demişlerdir.

Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Mâide, Âyet 33-34’te şöyle buyurmaktadır:

Allah ve Resûlü ile harp edenlerin ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezâsı, öldürülmeleri veya asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak (sağ eli ile sol ayağının) kesilmesi yahut bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu cezâ, o gibilerin dünyâdaki cezâlarıdır. Âhirette ise, onlar için büyük bir azap vardır.* Fakat onlardan ele geçmeden evvel tevbe edenler hakkında, bilin ki Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.″

Yol kesicilere birinci sûrette hapis cezâsı vesilmesinin sebebine gelince, çünkü âyette; ″Bulundukları yerden sürülmeleridir″ diye geçen ifadeden maksat, hapsedilmeleridir. Zîrâ hapsedilen kimse, yeryüzündeki insanları şerrinden korumak için yerinden sürülmüş olur. Bundan başka hâkim gerekli görürse, bu kimseye yol kesme suçunu işlediği için bir idâri cezâ da verebilir. Yol kesmek isteyen kimsenin kuvvet sahibi olmasının şartı da, eğer kuvvetli olmazsa, kimseyi soyamadığı için bu suçu işlemek istese bile işleyemez. Yol kesicinin, bir Müslümanı veya İslâm idaresi altında olan bir gayr-i müslimi soymasının şartı da, Müslüman kimsenin malı ile İslâm idâresi altında olan gayr-i müslimin malı sürekli olarak haram olduğu içindir. Bunun içindir ki, bizden aldığı emanla[1] ülkemize gelen bir gayr-i müslimi soyan kimsenin eli kesilmez.[2] Çünkü bu gayr-i müslimin malı sürekli olarak değil, bizim ülkemizde izinle kaldığı sürece haramdır.[3] Yol kesicinin, soyduğu malın bir hırsızlık nisabı kadar olması da şart olmuştur ki, insanın çok değerli olan vücut organları değersiz bir şey için kesilmesin.

Asılmanın şekline gelince; yol kesiciler diri olarak asılır. Ölünceye kadar karnı mızrakla yarılır. Üç gün kadar bu halde bırakılır. Üç günden fazla bırakılırsa; ölüler bozulup, insanlar eziyet duyarlar.

- Yol kesicilerin aldıkları mallar mevcutsa, sahiplerine geri verilir. Eğer mevcut değilse, ödenemez.

- Yol kesicilerden bir kısmı bu işi yaparsa, onların hepsine had tatbik edilir. Zîrâ kendilerine lâzım gelen cezâ topluma karşı çıkıp onlarla savaştıkları içindir. Bu durumda hepsi ortak olup birbirlerine yardımcı olmuşlardır.

- Eğer yol kesici, ne kimseyi öldürmüş ve ne de soymuş, ancak birini yaralamış ise, kısas gerektiren yaralarda kısas, diyet gerektiren yaralarda diyet kendisine lâzım gelir. Bunun takdiri de yaralıya aittir. Zîrâ yaralama suçunun şer’î cezâsı bulunmadığı için bu şahsın istek ve takdirine bağlı olur. Eğer yol kesici, soygun yaptıktan sonra birini yaralarsa, çapraz olarak el ve ayağı kesilir. Yaralama suçundan dolayı ise ona bir şey lâzım gelmez. Çünkü kendisine şer’î cezâ uygulandıktan sonra, soyduğu malın sorumluluğu nasıl üzerinden kalkıyorsa, diğer şahsî haklar da öyledir.

- Yol kesiciler, yolcuları yalnız yaralasalar veya yalnız öldürseler, fakat yakalanmadan önce tevbe etseler, tevbe ettikleri için had uygulanmaz. Yani yol kesmenin cezâsı olan el ve ayak kesme veya öldürme, yakalanmadan önce bu hareketlerinden pişman olup, tevbe ettikleri için kendilerinden düşer. Zîrâ yukarıda geçen Sûre-i Mâide, Âyet 34’te yakalanmadan önce tevbe eden kimseler istisnâ edilmiştir. Bu tevbe eden yol kesicilerin yaraladıkları veya öldürdükleri cinâyetlerin cezâları, hak sahipleri olan vârislerine bırakılır. Onlar dilerlerse affederler, dilerlerse cinâyetin gerektirdiği diyeti alırlar.

- Yol kesiciler arasında küçük çocuk yahut deli veya yolu kesilenlerin zî rahm-i mahrem’i yani soyulan veya öldürülen yolcunun nikâhı düşmeyen bir yakın akrabası bulunursa, yine onlara had tatbik edilmez. Bunun sebebi ise eğer hepsiyle beraber bulunan cinâyet bir olup, içlerinden birisinden düşerse, diğerlerinden de düşmesidir. Çocuk yahut deli hakkındaki bu söz, İmam-ı Âzam ve İmam Züfer’indir. İmam Ebû Yusuf’tan ise, çocuk veya deli soygun veya öldürme suçuna katılmayıp, bu suçu işleyenler, yalnız diğerleri ise, diğerleri cezâlandırılır, diye söylediği rivâyet olunmuştur. İmam Ebû Yusuf’a göre; asıl, suçu bizzat işleyendir. Ona yardım edenler ise, ona tâbidirler. Bunun için çocuk veya delinin bizzat soyan veya öldürenler arasında olmadığı zaman asılda eksiklik yoktur. Eksiklik varsa tâbi olanlardadır. Tâbi olanlardaki eksikliğe ise itibar olunmaz. Fakat çocuk veya delinin bizzat soyan veya öldürülenler arasında olması hâlinde eksiklik asıldadır. Asıldaki eksiklik ise, muteber olduğu için cezâ hepsinden düşer. İmam-ı Âzam’a göre; Suç hepsinin fiili sayılan bir tek suç olduğu için, bâzıları hakkında cezâyı gerektirmediği zaman diğerlerinin o fiildeki payı eksik bir sebep olur. Eksik sebep ile hüküm sabit olmaz. Bu yol kesiciler de, birisi bilerek, diğeri yanlışlıkla bir adam öldüren iki kimse hükmündedirler. Yol kesiciler arasında soyulan yolcunun nikahı düşmeyen bir yakın akrabası bulunması hâline gelince; kimisi bunu, soyulan malın bütün yolcular arasında müşterek olması ve yol kesiciler arasında da yolculardan birinin nikahı düşmeyen bir yakın akrabasının bulunması şeklinde yorumlamış ise de, en sahihi şudur ki; soyulan malın bütün yolcular arasında müşterek olması şart değildir. Zîrâ yukarıda da söylediğimiz üzere suç bir tane olduğu için bâzıları hakkında cezâyı gerektirmemesi, diğerleri hakkında da lâzım gelmemesini gerektirir. Yol kesicilerden şer’î cezâ düşünce, onlardan kısas alıp almamak öldürdükleri kimsenin vârislerine aittir. Zîrâ yukarıda da söylediğimiz gibi o zaman şahsî bir hak olur. İsterlerse onları öldürürler, isterlerse bağışlarlar.

- Aynı kâfilede bulunanların bir kısmı, diğerlerinin yollarını kesseler, bunlar hakkında yol kesiciliğin cezâsı tatbik edilmez. Çünkü kâfile bir ev hükmündedir. Bu takdirde, birbirlerinin malını çalan bir evin sakinleri gibidirler. Bu meselede yine, işlenen suçun cezâları hak sahiplerine bırakılır.

- Şehir içinde veya yakın iki şehir arasında gece yahut gündüz yol kesilirse, yine yol kesicilere had yoktur. Zîrâ buralarda hükümetin kuvveti mevcut, yardım gelmesi mümkündür.

- Bir kimse, eliyle birinin boğazını tutar ve adam boğuluncaya kadar bırakmayıp sıkarsa, İmam-ı Âzam’a göre; ölünün diyeti o kimsenin âkilesine lâzım gelir. Bu meselede, bir kimseyi kesici olmayan bir âletle öldürmek meselelerinden biridir ki, bu konu diyetler bahsinde anlatılacaktır. Fakat bu kimse, bir daha böyle yaparsa o zaman öldürülür. Çünkü o zaman bu kimsenin toplumun huzurunu bozmaya çalışan bir kimse olduğu anlaşılır.


[1] Eman: İster Müslüman, ister zımmî, ister kâfir olsun başka bir milletin ülkesine aldığı güvence ve müsaade ile giren kimse demektir

[2] Mevsılî, kitâb’ul-İhtiyâr, IV/138.

[3] Aksi halde harp yurdunda kâfirin malı Müslümana haram değildir. Bu hususta geniş bilgi için ″Cihat ve ganimet″ bahsine bakınız.