Zinâ Haddini Gerektiren ve Gerektirmeyen Cinsel İlişkiler:

Had cezâları, şüphe ile düşer. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

ادْرَءُوا الْحُدُودَ مَا اسْتَطَعْتُمْ (عب عمر بن الخطاب)

″Gücünüz yettiği kadar, şüpheli durumlarda had cezâlarını düşürün″[1] diye buyurmuştur.

Zinâ haddini düşüren şüphe iki kısımdır:

1- Cinsel ilişkide olan şüphe: Bu, helalliğine dair bir delil olmadığı halde, delil var zannedilmesidir. Buna, ″Fiili şüphe″ veya ″Yanılma şüphesi″ de denir. Bu taktirde böyle cinsel ilişkide bulunan kimse, bu cinsî ilişkinin helal olduğunu zannederse, kendisine had vurulmaz. Fakat bu cinsel ilişkinin haram olduğunu bilirse, kendisine had vurulur. Delil olmayan şeyi delil zannederek cinsel ilişkide bulunulan şüpheli yerler şöyledir:

- Bir kimsenin üç talakla boşamış olduğu, fakat iddeti bitmemiş olan karısına cinsel ilişkide bulunması.

- Bir kimsenin mal karşılığında ve kesin olarak boşamış olduğu, fakat iddeti bitmemiş olan karısına cinsel ilişkide bulunması.

- Bir kimsenin âzat etmiş olduğu ve daha iddeti bitmeyen ümmü veledine cinsel ilişkide buluması.

- Bir kimsenin ne kadar yukarı çıkarsa çıksın baba ve dedelerinin câriyelerine cinsel ilişkide bulunması.

- Bir kimsenin annesinin câriyesine cinsel ilişkide bulunması.

- Bir kimsenin karısının câriyesine cinsel ilişkide bulunması.

- Bir kölenin efendisinin câriyesine cinsel ilişkide bulunması.

- Bir kimsenin kendisine rehin olarak verilen câriyeye cinsel ilişkide bulunması.

Bu durumlarda cinsel ilişkide bulunan kimse, ″Helal zannettim″ derse, kendisine had vurulmaz. Ama ″Haram olduğunu biliyordum″ dese, kendisine had vurulur.

2- Mahalde olan şüphe: Bu, fiilin yeri olan kadında edilen şüphedir. Buna ″Hükmî şüphe″ de denir. Bu şüphe, bizzat haramlığını kaldıran bir delilin bulunmasıdır. Bu takdirde, bu cinsel ilişkide bulunan kimse, ″Haram olduğunu bilerek, bu işi işledim″ dese bile, bu durumda olan şüpheden dolayı kendisine zinâ haddi tadbik edilmez. Bir kimsenin ne kadar aşağı inerse insin oğlunun câriyesine cinsel ilişkide bulunması gibi. Bu kimse, haram olan cinsel ilişkide bulunmuştur. Bununla beraber hakkında zinâ haddi lâzım gelmez. Çünkü çocuğun malı üzerinde babasının büyük bir alakası vardır. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

أَنْتَ وَمَالُكَ لِأَبِيكَ (ه عن جابر)

″Sen de, malın da babana aitsiniz″[2] Hadis-i Şerif’i, bu hususta bir delil teşkil etmektedir. Bu delile bakarak, çocuğun malı babasına ait olmuş oluyor. Bu cihetle bir mülk şüphesi bulunmuş oluyor. Bu şüphe ise, haddin düşmesi için kâfidir. Yine bir kimse başkasıyla ortak olduğu câriyeye cinsel ilişkide bulunsa yahut kinâye lafızlarıyla bir veya iki talakla boşamış olduğu karısına[3] yahut satmış, fakat henüz teslim etmemiş olduğu câriyeye yahut mehir olarak karısına verdiği, fakat henüz karısına teslim etmemiş olduğu câriyeye cinsel ilişkide bulunsa hüküm aynıdır. Bu kimse, bu suretlerde haram olan cinsel ilişkide bulunmuştur. Fakat kendisine zinâ haddi lâzım gelmez. Çünkü bu meselelerin her birinde mülk şüphesi, nikah şüphesi mevcuttur ve bu mahalde olan şüphelerde cinsel ilişkide bulunan kimse, neseb iddiasında bulunsa, yani doğan çocuğun kendisinin olduğunu iddia etse, nesebi sâbit olur. Ama cinsî ilişkide olan şüphelerde neseb iddiasında bulunan kimsenin, nesebi sâbit olmaz.

Bu konu hakkındaki diğer hükümler de şöyledir:

- Bir kimse kardeşinin câriyesine yahut amcasının câriyesine helal olduğunu zannetse bile cinsel ilişkide bulunursa, kendisine had vurulur. Çünkü kişi ile kardeşinin veya amcasının menfaatleri müşterek değildir. Anne, baba ile çocuklar dışında, diğer akrabalar da böyledir.

- Bir âmâ kendi yatağında bulduğu bir kadına cinsel ilişkide bulunsa, kendisine had vurulur. Zîrâ âmâ kendi karısının haraketini ve vaziyetini diğer kadınlardan ayırt edebilir. Ancak âmâ, karısını döşeğine dâvet ettiği zaman, ″Ben senin karınım″ diye cevap verirse bu takdirde had vurulmaz.

- Bir kimse karısı olacak kadını görmeden evlenmiş olup, kadınlar; ″İşte bu senin karındır″ diyerek, yabancı bir kadını bu adamın yanına zifafa soksalar, bu sûretle meydana gelen bir şüpheden dolayı, o kimse hakkında had lâzım gelmez. O kimsenin, bu kadının mehrini vermesi icap eder. Hz. Ali Radiyallâhu anhu böyle hükmetmiş ve kadına iddet beklemesini de emretmiştir.

- Bir kimse, bir hayvana cinsel ilişkide bulunsa, o kimseye had vurulmaz. Bu günahı gerektiren bir suçtur, yoksa zinâ değildir. Bu hayvan, eti yenmeyen hayvanlardan ise, boğazlandıktan sonra yakılır. Bu hayvana cinsel ilişkide bulunan kimseden hayvanın kıymeti alınır. Eğer bu hayvanın eti, yenen hayvanlardan ise, İmam-ı Âzam’a göre; kesilir ve eti yenir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre; başkalarını bu çirkin işten menetmek için, bu et her hâlukarda yakılmalıdır. Hidâye’de; ″Bununla beraber bu fiili yapan kimseyi de idâri yönden cezâlandırmak gerekir. Kendisiyle cinsel ilişkide bulunulan hayvanın kesilip yakılması hakkındaki rivâyet ise, olayı unutturmak içindir, yoksa yakmak vâcip değildir″ diye buyrulmuştur.[4]

- Bir kimse dâr’ül-harpte (harp yurdunda)[5] veya İslâm hükümetine karşı gelen azgınların bulunduğu yerde zinâ etse, kendisine had vurulmaz. İmam Şâfii: ″Uygulanır. Çünkü kişi Müslüman olduktan sonra, nerede olursa olsun İslâmiyetin bütün hükümlerini kabul etmiş demektir″ demiştir. Hanefiler ise, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

لَا يُقَامَ الْحَدُّ فِى دَارِ الْحَرْبِ.

″Dâr’ül-Harp’te şer’î cezâlar uygulanmaz″[6] Hadis-i Şerif’ini delil getirmişlerdir. Yine bir diğer Hadis-i Şerif’inde Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

لَا تُقْطَعُ الْأَيْدِي فِي الْغَزْوِ (ت عن بسر بن أرطاة)

″Savaşta yapılan hırsızlıkta el kesme yoktur″[7] diye buyurmuştur. Hem de şer’î cezâları uygulamaktan gaye, kişinin işlediği suçu bir daha işlememesidir. Harp yurdunda veya asiler elinde bulunan yerde ise, İslâm devleti hâkim olmadığı için şer’î cezâları uygulamanın vâcip olmasında mânâ yoktur. Kişi bize geldikten sonra da uygulanmaz. Çünkü işlenirken cezâyı gerektirmeyen bir suçun sonradan gerektirmesine bir sebep yoktur. Eğer devlet reisi veya ülke valisi gibi ülkenin idâresi kendisine âit olan bir kimse, bizzat savaşı idâre ederken askeri garnizonda biri zinâ ederse, zinâ eden kimse onun idâresi altında olduğu için, devlet reisi yahut vâli ona şer’î cezâyı uygular. Ordu veya birlik komutanı ise öyle değildir. Çünkü şer’î cezâları uygulama yetkisi, askeri komutana verilmemiştir.

- İmam-ı Âzam’a göre; bir kimse, kendisine nikâhı ebediyyen haram olan herhangi bir kadınla evlenip de, ona cinsel ilişkide bulunsa, hakkında bu çirkin hareketinden dolayı had cezâsı lâzım gelmez. Ancak bu kadının kendisine haram olduğunu bilirse, tâzir sûretiyle ağır cezâ tatbik edilir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise, bir kimse başkasının karısıyla veya kendisine nikahı ebediyyen haram olan herhangi bir kadınla bilerek evlenip ona cinsel ilişkide bulunursa, o kimseye had cezâsı vurulur. Çünkü onun bu çirkin işi, zinâdan başka bir şey değildir. Fetvâ da buna göredir. Ancak bu kadının haram olduğunu bilmeyip, helal olduğunu zannetmiş olursa, meselâ; küçük yaşta ayrılıp birbirinden habersiz yaşayan iki öz veya süt kardeşin bir gün karşılaşıp, akraba olduklarını bilmeksizin evlenmesi gibi, ona herhangi bir cezâ gerekmez.

- İmam-ı Âzam’a göre; bir kimse, zinâ etmek için kirâladığı bir kadına cinsel ilişkide bulunsa, her ikisine de bu çirkin hareketlerinden dolayı had cezâsı lâzım gelmez. Çünkü bu kirâlama, bir çeşit mehir karşılığında nikâh akdine benzer. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; bu cinsel ilişkiden dolayı, zinâ haddi her ikisine de vurulur. İmam Şâfii’ye göre de böyledir. Çünkü erkek ile bu kadın arasında mülk ve mülk şüphesi yoktur. Bu taktirde hâlis zinâ olmuş olur. İmam-ı Âzam’ın delili şudur; bir kadın bir adamdan para istedi. Adam, kadın nefsini kendisine teslim etmeyince parayı ona vermedi. Hz. Ömer; ″Bu para kadının mehridir″ diyerek her ikisine de zinâ haddini tatbik etmedi.[8]

- İmam-ı Âzam’a göre; bir kimse, nikahlısı olmayan bir kadının ön tarafı dışında uyluğu gibi herhangi bir âzâsına yahut arkasına veya bir erkeğin arkasına cinsel ilişkide bulunsa, en ağır tâzir cezâsı verilirse de, zinâ cezâsı tatbik edilmez. Câmi’us-Sağir’de; ″Bu çirkin işi yapan kimse hapis de edilir″ diye bir ziyâde de vardır. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; bu kimseye had vurulur. Bu görüş, İmam Şâfii’nin iki görüşünden biridir. Diğer görüşü ise, bu fenâ fiili hem yapan hem yaptıran, her ikisi de öldürülür. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ وَجَدْتُمُوهُ يَعْمَلُ عَمَلَ قَوْمِ لُوطٍ فَاقْتُلُوا الْفَاعِلَ وَالْمَفْعُولَ بِهِ (ت عن ابن عباس)

″Her kimi Lût kavminin işlediği fiili yaptığını görürseniz yapanı da yaptıranı da öldürün″[9] diye buyurmuştur.

İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’in aklî delili; arkadan cinsî münâsebette bulunma, zinâ anlamındadır. Zîrâ bu çirkin iş, şehvet yerinde, şehveti tam olarak tatmin etmektir. İmam-ı Âzam’ın delili ise; bu sûretle cinsel ilişki, zinâdan başka bir ahlaksızlık olup, zinâ gibi değildir.[10] Eğer zinâ olsaydı, Ashâb-ı Kirâm bu çirkin işi yapana lâzım gelen cezâ hakkında ihtilâf etmezlerdi. Oysa Ashâb-ı Kirâm’dan kimisi; ″Onu yakmak″, kimisi ″Bir duvarın dibinde bağlayıp üstüne duvarı yıkmak″, kimisi ″Yüksek bir yerden baş aşağı atıp arkasından da büyük taşlar yuvarlamak″, kimisi ″Bilmem onu ne yapmak gerekir″ diye söylemişlerdir. Doğan çocukların zayi olması ve soyların karışması gibi zinâda bulunan sakıncaların bu çirkin fiilde bulunmadığı için, bu fiil zinâ hükmünde de değildir. Hem de bu fiilde cinsel istek (boşalma) yalnız bir taraftan olduğu için zinâya göre bu fiil daha az işlenmiş olur. Zinâda ise, istek her iki taraftandır.

- Eğer İslâm memleketinde oturan bir zımmî (gayr-i müslim), kâfir memleketinden gelen bir kadına zinâ etse, yalnız İslâm memleketinde oturan kimseye had vurulur. İmam Ebû Yusuf’a göre ise, her ikisine de zinâ haddi vurulur. Zîrâ bizden aldığı izinle gelenler ve gayr-i müslim olanlar, İslâm hükümlerini kabul etmiştir. Eğer İslâm memleketine izinle gelen ve gayr-i müslim olan bir kimse, İslâm memleketinde oturan gayr-i müslim bir kadına zinâ ederse, İslâm memleketinde oturan kadına had vurulur. Müslüman memleketine emanla gelen ve gayr-i müslim olan erkeğe had vurulmaz. İmam Ebû Yusuf’a göre; her ikisine de had vurulur. İmam Muhammed’e göre; bu durumda her ikisine de had vurulmaz.

- Mükellef yani akıllı ve ergenlik çağına girmiş olan bir kimse, deli yahut küçük olan bir kıza zinâ ederse, yalnız mükellef olan kimseye had vurulur. Bir çocuk veya deli, akıllı ve ergenlik çağında bir kadına zinâ etse, hiçbirine had vurulmaz. Zîrâ deli ile çocuk mükellef değildirler, bunların cinsel ilişkisi tam bir zinâ ahlaksızlığı sayılmaz. Kadın ise, bunlara tâbi sayılacağından, onun hakkında da had tatbik edilmez. Ancak İmam Ebû Yusuf’tan gelen bir rivâyette; kadın hakkında had tatbik edilir. Çünkü o, mükelleftir. Onun nefsini teslim etmesi zinâdan sayılır. İmam Züfer ile İmam Şâfii de; ″Bu durumda kadına had lâzım gelir. Çünkü deli veya çocuk olan kadınla zinâ eden erkeğe cezâ lâzım geldiğine göre, kendini deli veya çocuk olan erkeğe teslim eden kadına da lâzım gelmesi gerekir. Zîrâ herkes kendi yaptığından sorumludur″ demişlerdir. Diğer imamlarımız ise şöyle demişlerdir; zinâ ancak erkeğin fiilidir. Kadın ise bu fiilin yeridir. Bunun içindir ki erkeğe ″Zinâ etmiş″, kadına da ″Kendisiyle zinâ edilmiş″ denilir. Şâyet bir kadın hakkında ″Zinâ etmiş″ dense bile, bu deyim mecâzen ″Kendisiyle zinâ edilmiş″ mânâsında kullanılmış olur. Bunun için kadına cezâ lâzım geldiği zaman kadının, kendisiyle zinâ edilmesine imkân verdiği içindir. Deli ile çocuk ise, mükellef olmadıkları için fiilleri zinâ sayılmaz ki, kadınla cinsel ilişkide bulundukları zaman kadın, kendisiyle zinâ edilmeye imkân vermiş olsun. Bunun için bu kadına cezâ lâzım gelmez.

- Bir erkek veya kadına zorla zinâ yaptırılsa, bunlara zinâ haddi tatbik edilmez.

- Zinâ eden erkek ile kadından birisi zinâ ettiklerini ikrâr edip, diğeri nikâhlı olduklarını iddia etse, her ikisine de had vurulmaz. Erkeğin üzerine mehir lâzım olur.

- Bir kimse başka bir şahsın câriyesine zinâ ederken câriye ölürse, zinâ eden kimseye hem had, hem de câriyenin kıymeti lâzım gelir. Yâni zinâ yaparken zor kullanıldığından dolayı câriye ölürse hüküm böyledir. Çünkü o zaman bu kimse, iki suç işlediği için ona her iki suçun cezâsı ayrı ayrı lâzım gelir. İmam Ebû Yusuf ise, ″Ona had lâzım olmayıp, ancak câriyenin kıymeti lâzımdır. Çünkü câriyenin kıymeti ona lâzım gelince, câriye ile zinâ ettikten sonra sanki câriyeyi satın almış olur. Oysa, eğer kişi zinâ ettiği câriyeyi, henüz cezâlandırılmamışken satın alırsa cezâsı düşer. Nasıl ki hırsız da henüz eli kesilmemişken eğer çaldığı malı satın alırsa artık eli kesilmez″ demiştir. İmam-ı Âzam ile İmam Muhammed ise, ″Bu kimseye lâzım gelen şey, her ne kadar câriyenin kıymeti ise de, câriyenin ölümü ile ona lâzım geldiği için esasında câriyenin kan bedelidir. Kan bedeli ise ölümden sonra kişiye lâzım geldiği için, kişi onunla câriyeye mâlik olamaz″ demişlerdir.

- Eğer İslâm ülkesinde devlet başkanı olan kimse, kısas ve mâlî alacaklar dışında şer’î cezâyı gerektiren bir suç işlerse ona had cezâsı uygulanmaz. Çünkü şer’î cezâlar tamamen Allah’ın hakkı oldukları için, onları uygulamak devletin büyüğüne aittir. Devlet büyüğünün bu cezâları kendine uygulaması ise mümkün değildir. Devlet başkanı hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

إِنَّ السُّلْطَانَ ظِلُّ اللّٰهِ فِي الْأَرْضِ يَأْوِي إِلَيْهِ كُلُّ مَظْلُومٍ مِنْ عِبَادِهِ فَإِذَا عَدَلَ كَانَ لَهُ الْأَجْرُ وَعَلَى الرَّعِيَّةِ الشُّكْرُ وَإِذَا جَارَ كَانَ عَلَيْهِ الْإِصْرُ وَعَلَى الرَّعِيَّةِ الصَّبْرُ (هب عن ابن عمر ابن النجار عن أبي هريرة)

″Devlet başkanı, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. Kullarından her mazlum ona sığınır Eğer adâletli olursa sevâbını alır. Halkın da bu duruma şükretmesi gerekir. Eğer haksızlık, zulüm yaparsa onun vebâli ona aittir, halk ise sabretmekle yükümlüdür″[11] diye buyurmuştur. Kula âit haklar ise öyle değildir. Çünkü kula ait hakları, hak sahibi kim ise o alır. Kısas ile malî haklar da kul haklarındandırlar. Kazf yani başkasına zinâ isnad etme suçunun cezâsı ise, onda Allah hakkı olma vasfı galib olduğu için onun da hükmü diğer şer’î cezâlarının hükmü gibidir.


[1] Abdurrezzâk es-San’ânî, Musannef, Hadis No: 13641; Kez’ul-Ummal, Hadis No: 12956, 13414; Mültekâ Tercümei, Mevkûfat, c. 1, s. 323.

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Ticaret 64.

[3] Çünkü Ashâb-ı Kirâm, kinâyeli lafızlarla boşanan bir kadının Ric’î mi yoksa Bâin bir talakla mı boşandığı hususunda farklı görüşler beyan etmişlerdir. (Fıkıh Ansiklopedisi, c. 7, s. 337)

[4] Hidâye Tercümesi, c. 2, s. 224. Yine bakınız; Sünen-i Tirmizî, Hudûd 23.

[5] Harp yurdu (Dâr’ul-Harp): Savaş, kavga meydanı, her an harp olabilecek yer anlamına gelmektedir.

[6] Hidâye Tercümesi, c. 2, s. 224.

[7] Sünne-i Tirmizî, Hudûd 20; Sünen-i Ebû Dâvud, Hudûd 19.

[8] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 326.

[9] Sünne-i Tirmizî, Hudûd 24.

[10] Bu durumda olana zinâ cezâsı uygulanmaz ama bu işi yapan lânetlenmiştir. Bu hususta Muhammed b. İshâk, yukarıda delil alınan hadisin Amr b. ebî Amr’dan rivâyet ederek şöyle der:

مَلْعُونٌ مَنْ عَمِلَ عَمَلَ قَوْمِ لُوطٍ وَلَمْ يَذْكُرْ فِيهِ الْقَتْلَ وَذَكَرَ فِيهِ مَلْعُونٌ مَنْ أَتَى بَهِيمَةً ″Lut kavminin yaptığı işi yapan melundur. Burada öldürülmek zikredilmemekte hayvana yaklaşan kimsenin de lânetlendiği kaydedilmektedir.″ (Sünne-i Tirmizî, Hudûd 24)

[11] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 7117; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 14581.