Velâ:

Velâ; âzat olmaktan veya velâ-i müvâlât akdinden doğan hükmî akrabalık bağı olup, bir kimsenin diğer bir kişiye vâris olmasını mümkün kılar. Velâ lügatta; sevgi, muhabbet, yardım, yakınlık, yardımlaşma mânâsındadır. Velâ akdi, velâ-i atâka ve velâ-i müvâlât olmak üzere iki kısma ayrılır:

1- Velâ-i Atâka: Efendi ile kölesi arasında âzat sonucu meydana gelmiş olan bir velâ ve yardımlaşma anlaşmasıdır. Velâ-i nîmet adıyla da bilinir.[1] Kölesini özgür bırakan efendiye de ″Mevle’l-atâka″ denilir. Efendi ile köle arasında âzat neticesi olarak meydana gelmiş bir yakınlık ve yardımlaşma olduğu için, âzat edilen köle bir suç işlediği takdirde diyetini efendisi verir, köle ölüp vârisi bulunmadığında da mirası efendisine kalır.

Âzat edilen kölenin velâsı, onu âzat eden kimsenin hakkıdır; bu âzat etmek gerek köleyi müdebber kılmakla, gerek câriyeyi ümmü veled edinmekle, gerek mükâteb kılmakla, gerek vasiyet etmekle, gerek yakını olan kimsenin satın almasıyla olsun. Meselâ; bir kimse, köle olan yakın akrabasını satın alsa yahut bir kimseye yakın akrabası hibe edilse yahut bir kimseye yakın akrabası vasiyet edilip ona mâlik olsa, onlar âzat olur. Bu meselelerde âzat eden gerek erkek, gerek kadın olsun velâ hususunda aynı haklara sahiptirler.

Efendi, kendi kölesini âzat edip, velâsının kendinden başka bir kimsenin olmasını şart kılsa yahut ona mirasçı olmamayı şart koşsa, geçersiz olur. Çünkü bu şartlar şeriata muhaliftir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اَلْوَلَاءُ لُحْمَةٌ كَلُحْمَةِ النَّسَبِلَا يُبَاعُ وَلَا يُوهَبُ (طب عن عبد اللّٰه ابن أبي أوفى ك ه ق عن ابن عمر)

″Velâ; neseb akrabalığı gibi bir akrabalıktır. Velâ hakkı satılamaz ve hibe edilemez″[2] diye buyurmuştur. Âzad olan köle ölürse, onun vârisleri, vârisleri yoksa da onu âzat eden kimse köleye mirasçı olur. Araplar bu hakkı kimi satar, kimi birine hibe ederdi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bunu menetmiştir, zîrâ velâ hakkı, neseb gibidir.

Âzat sebebiyle olan velâ, herkesçe kabul edildiğinden mirasçılık konusunda velâ-i müvâlâttan (anlaşmalı velâdan) daha kuvvetlidir. Bundan dolayı, âzat sebebiyle olan velâ, mirasa hak kazanma bakımından asabelerin[3] sonuncusu olup, zevi’l-erhâm’dan[4] önce gelir. Hz. Ali’nin görüşü de böyledir. Yine bu hususta şu hâdise de nakledilmiştir:

أَنَّ بِنْتَ حَمْزَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا أَعْتَقَتْ عَبْدًا فَمَاتَ الْمُعْتَقُ وَتَرَكَ بِنْتًا فَجَعَلَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نِصْفَ الْمَالِ لِلْبِنْتِ وَنِصْفَهُ لِبِنْتِ حَمْزَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا وَالْبَاقِي بَعْدَ نَصِيبِ صَاحِبِ الْفَرْضِ لِلْعَصَبَةِ

″Hz. Hamza’nın kızı bir köle âzat etmişti. Daha sonra âzat edilen köle ölmüş ve geride o kölenin bir kızı kalmıştı. Bu durumda Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, âzat edilen o kölenin malının yarısını kızına, diğer yarısını da Hz. Hamza’nın kızına (onu özgür bırakana) vermiştir.″[5]

Efendi ölse, sonra âzat ettiği kölesi de ölse, bu âzat edilen kölenin mirası, efendisinin asabesi olan akrabasına kalır. Böyle olunca, ölen efendinin babası ile bir oğlu kalsa, âzat edilmiş kölenin mirası İmam-ı Âzam ile İmam Muhammed’e göre; yalnız efendinin oğluna kalır, babasına bir şey verilmez.[6] Ölen efendinin vârisleri yakınlıkta eşit olsalar, meselâ; hepsi kendi çocukları yahut çocuklarının çocukları olsalar, miras aralarında eşit olarak taksim edilir.

İbrâhim en-Nehaî Hazretleri; ″Kadınlara ancak kendi âzat ettikleri veya mükâtebe yaptıkları veya âzat ettiği kölelerin âzat ettikleri kölelerde velâ hakkı vardır″ diye buyurmuştur.[7] Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den şöyle rivâyet edilmiştir:

لَيْسَ لِلنِّسَاءِ مِنْ الْوَلَاءِ إلَّا مَا أَعْتَقْنَ أَوْ أَعْتَقَ مَنْ أَعْتَقْنَ أَوْ كَاتَبْنَ أَوْ كَاتَبَ مَنْ كَاتَبْنَ أَوْ جَرَّهُ وَلَاءُ مُعْتَقِ مُعْتَقِهِنَّ.

″Kadınlara ancak kendi âzat ettiğinin veya âzat edilmiş kölelerinin âzat ettiği kölelerde; mükâtebe akdi yaptıkları veya bunların mükâtebe akdi yaptığı kölelerde veya âzat ettikleri kölelerin âzat ettiklerinin velâsının sağladıklarının velâ hakkı vardır.″[8]

2- Velâ-i Müvâlât (Anlaşmalı velâ): Nesebi bilinmeyen bir kimsenin, belirli bir takım koşullar çerçevesinde başka bir kişiyle gerçekleştirmiş olduğu bir dayanışma anlaşmasıdır. Yani, bir kimsenin nesebi bilinmese ve aslâ mirasçısı olmasa bu kimse, bir kişiye veya İslâm ülkesine gelerek Müslüman olan o şahıs, bir Müslümana; ″Sen benim mirasçım ol. Buna karşılık eğer bir suç işlersem, onun diyetini sen verirsin″ dese, o kimse de kabul etse, aralarında ″Velâ-i müvâlât″ yapılmış olur. Bu, icab ve kabul ile yapılan bir anlaşmadır. Velâ sözleşmesinde, teklifi kabul eden tarafa da ″Mevle’l-müvâlât″ denilmiştir. Bu akit, velâ-i atâkadan farklı olarak tercihe bağlı olan bir akittir. Bu hususta şu hâdise nakledilmiştir:

أَنَّ رَجُلًا مِنْ أَهْلِ الْأَرْضِ أَتَاهُ بِوَالِيهِ فَأَبَى عَلِيٌّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ ذَلِكَ فَأَتَى ابْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ فَوَالَاهُ.

″Bir kimse müvâlât sözleşmesi yapmak için Hz. Ali’ye gelir. Ama o kabul etmez. Sonra İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’ya gider. Onunla müvâlât sözleşmesi yapar.″[9]

İmam-ı Âzam’a göre, meselâ; bir kâfir, bir Müslümanın eliyle İslâm’a girerse, işledikleri hatâlardan dolayı diyetini ödeme ve mirasçı olma hususunda aralarında anlaşarak bir sözleşme meydana gelirse, Müslüman olmasına vesîle olan kişi, onun aracılığıyla Müslüman olan kişiye mirasçı olur. Eğer Sûre-i Nisâ, Âyet 11, 12 ve 176’da belirtilen mirasçılardan farz olan hisse sahipleri, asabe (baba tarafından akraba) olanlar ve bunların dışındaki diğer bütün akrabalardan (dayısı gibi zevi’l-erham’dan) Müslüman olan hiçbir mirasçısı yoksa, bunlardan her biri diğerine mirasçı olur. Eğer bu şekilde ölen kişinin mirasçısı varsa, bu sözleşmenin hükmü geçersizdir; mirasçı olamazlar. Bunlar ancak hiçbir mirasçısı olmadığı zaman, mirasa hak sahibi olurlar. Bu mevle’l-muvâlat olan kimse, mirasta zevi’l-erhâm’dan sonra gelir. Zîrâ zevi’l-erhâm, asabe olan akraba olmadığında akrabalık ile vâris olurlar. Akrabalık ise, bu velâdan daha kuvvetlidir.

Müvâlât sözleşmesinde, sözleşme yapılan kişi aracılığıyla Müslüman olmak şart değildir. ″Bir Müslümanın aracılığı ile İslâm’a girerse″ diye söylenmesi; genellikle böyle meydana geldiği içindir. Velâsını veren tarafın, akdi yapacağı kişi aracılığıyla Müslüman olması ya da Müslüman olarak gelip onunla müvâlât sözleşmesi yapması aynı hükümdedir.

Mevla’l-Müvâlât, bâzen iki taraftan da olur. Nesebleri bilinmeyen iki şahıstan her biri yukarıda açıklandığı üzere müvâlat akdi yaparlar. Böylece bunlardan herbiri, diğerinin vârisi olur. Mevlâ-i a’lâ, velâyetini kabul ettiği kimsenin veya iki taraftan yapılan müvâlat akdinde, biri diğerinin cinâyet diyetini ödemeden yaptıkları akitten dönebilirler.

Velâ-i müvâlâtın sahih olması için şu üç şartın yerine gelmesi gerekir:

1- Velâ-i müvâlâtın yapılmasını isteyen şahıs, vaktiyle bir kimse tarafından âzat edilmiş bulunmamalıdır. Çünkü âzat edilmiş olunca, onun velâ hakkı âzat eden kimsenin olur. Âzat eden kimsenin velâ hakkı ise, bozulması mümkün olmadığı cihetle velâ-i muvâlattan daha kuvvetlidir.

2- Velâ isteyen şahıs, nesebi bilinmeyen veya o hükümde olmalı, kendisine vâris olacak bir yakını bulunmamalıdır.

Akıllı, ergenlik çağında olan yahut iyiyi, kötüden ayıracak yaşta akıllı bir çocuk, kendi babasının yahut vâsisinin izniyle nesebi bilinmeyen kimseye; ″Sen ölürsen, sana vâris olayım, bir suç işlersen diyetini ben ödeyeyim″ dese, o kimse de kabul etse, aralarında velâ-i müvâlât yapılmış olur. Bu ergenlik çağında olan şahıs veya mümeyyiz çocuk, o kimsenin mevle’l-müvâlâtı olur.

Bu sözleşmeyi yapan kişilerin gerçekleştirmek istediği şey, karşılıklı yardımlaşmadır. Araplar bu anlaşmayı yemin ile de kuvvetlendirirlerdi. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَوْلَى الْقَوْمِ مِنْ أَنْفُسِهِمْ وَحَلِيفُهُمْ مِنْهُمْ.

″Bir kavmin âzatlısı onlardandır, anlaşma yaptıkları da onlardandır″[10] diye buyurmuştur. Yardımlaşmayı sağladığı için İslâm, bu müvâlât sözleşmesini geçerli saymış ve bu sözleşmeye miras hükümlerini uygulamıştır. Bu husus Sûre-i Nisâ, Âyet 33’te: ″Anne, baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için mirasçılar tayin ettik. Yemin akdiyle mirasçı kıldıklarınızın paylarını da verin. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ her şeye şâhittir″ diye geçmektedir.

Temim ed-Dârî Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te:

Bir adamın elinden Müslüman olup, o adamla müvâlât akdi yapan bir kimsenin durumu hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e sorulunca, buyurmuş ki:

هُوَ أَحَقُّ النَّاسِ بِهِ مَحْيَاهُ وَمَمَاتَهُ (د ت عن تميم الداري)

″Hayatında da ölümünde de o adam, (vârisi olmadığında) insanlar arasında onun üzerinde daha fazla hak sahibidir.″[11]

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَسْلَمَ عَلَى يَدَيْ رَجُلٍ فَلَهُ وَلَائَهُ (ض طب عد قط ق كر عن ابى عمامة)

″Bir kimse bir adamın elinde Müslüman olursa, o adamın velâyet hakkı vardır (o adam ölse, vârisi de olmasa, bu adam ona vâris olur).″[12]

Yine bu hususta şu hâdise nakledilmiştir:

أَبِي الْأَشْعَثِ حَيْثُ سَأَلَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ عَنْ رَجُلٍ أَسْلَمَ عَلَى يَدَيْهِ وَوَالَاهُ فَمَاتَ وَتَرَكَ مَالًا فَقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ مِيرَاثُهُ لَكَ فَإِنْ أَبَيْتَ فَلِبَيْتِ الْمَالِ.

Ebu’l-Eş’as, Hz. Ömer’e: ″Benim aracılığımla Müslüman olan bir kişi, benimle müvâlât sözleşmesi yapsa, sonra ölse, (mirasçısı olmadığında) kalan mallarının durumu nedir?″ diye sorar. Bunun üzerine Hz. Ömer: ″Onun mirası senin olur. Eğer almak istemezsen devlet hazinesinindir″ diye cevap verir.″[13]

Bu delillerden yola çıkarak Hanefi âlimleri, müvâlât sözleşmesini kabul etmişlerdir.[14]

Başkasının velâsı altına giren şahıs bir suç işleyip, o suçun diyeti efendisi tarafından ödenmedikçe, bu şahsın efendisinin huzurunda söz ile yahut efendisinin bulunmadığı bir yerde efendisi üzerinde bulunan velâ-i müvâlâtı başkasına nakletmek suretiyle birinci velâ-i müvâlât akdini bozması câizdir. Çünkü bu velâ akdi, lâzım olan bir akit değildir. Ama efendi, velâsı altına giren şahsın yahut onun çocuğunun işlediği suçun diyetini ödedikten sonra, velâ altına giren şahsın ve onun çocuğunun velâ-i müvâlât anlaşmasını bozma hakkı yoktur. Efendi için de, o şahsın yanında onun velâsından vazgeçmesi câizdir.


[1] Sûre-i Ahzâb, Âyet 37’de, âzat edilen köle için nîmet tabiri kullanıldığı için, bu isim de verilmiştir.

[2] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 29624; Sünen-i Ebû Dâvud, Ferâiz 12.

[3] Asabe: Baba tarafından akraba olanlardır. Bunlar ölen kişiye, baba tarafından hısım olup Ashâb-ı Ferâiz, hisselerini aldıktan sonra geriye kalan mala hak sahibi olan ve yalnız bulunduklarında malın tamamını alan kimselerdir.

[4] Zev’il-erhâm: Mirastan hisseleri Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif ile belirlenmiş olan vârislerden ve asabeden hiç mirasçısı olmayan kimselerin, kendisine en yakın olan diğer akrabalarının onun malına mirasçı olmalarıdır.

[5] Serahsî, Mebsut, c. 10, s. 125.

[6] İmam Ebû Yusuf’a göre ise, mirasın altıda biri babasına, geriye kalanı oğluna kalır.

[7] Serahsî, Mebsut, c. 10, s. 129. Yine bu hususta bakınız: Abdurrezzak, Musannef, Hadis No: 16261, 16263.

[8] Serahsî, Mebsut, c. 10, s. 130.

[9] Serahsî, Mebsut, c. 10, s. 148.

[10] Serahsî, Mebsut, c. 10, s. 124; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18222; Sahih-i Buhârî, Ferâiz 24.

[11] Mevsilî, Kitab’ul-İhtiyâr, 5/135; Sünen-i Tirmizî, Ferâiz 20; Sünen-i Ebû Dâvud, Ferâiz 11.

[12] Râmûz’ul-Ehâdîs. 403/11; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 7683.

[13] Serahsî, Mebsut, c. 10, s. 148.

[14] Şa’bî ise; ″Âzat edilme velâsından başka velâ yoktur″ diye buyurmuş, İmam Şâfii’de bu görüşü kabul etmiştir. (Serahsî, Mebsut, c. 10, s. 148). İmam Şâfii; Sahih-i Buhâri, Kefâlet 2; Sahih-i Müslim, Fedâil’us-Sahabe 206’da geçen hadisleri delil almıştır.