İstilâd, Ümmü Veled:

İstilâd; bir kimsenin mâlik olduğu bir câriyenin dünyaya diri veyâ ölü olarak getirmiş olduğu çocuğun nesebinin kendisinden olduğunu iddia etmesidir. Bir kimse, câriyesinin çocuğunun nesebini, ″Bendendir″ diye söylemesiyle, câriye ümmü veledi[1] olur. Efendisi sonra bu iddiasından dönemez. Çünkü efendisinin bu iddiasıyla câriyesi için hürriyet hakkı sâbit olmuştur. Artık efendisinin bunu düşürmeye hakkı yoktur. Böyle ümmü veled olan bir câriyeyi, efendisi mülkünden âzattan başka bir suretle meselâ; satmak, bağışlamak, vakfetmek, rehin vermek gibi bir yol ile çıkaramaz. Bu hususta şu Hadis-i Şerifler nakledilmiştir:

وَلَمَّا وَلَدَتْ مَارِيَةُ إبْرَاهِيمَ مِنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَرَضِيَ عَنْهَا وَقِيلَ لِرَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَلَا تَعْتِقُهَا قَالَ قَدْ أَعْتَقَهَا وَلَدُهَا.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mâriye adındaki câriyesi, İbrâhim adındaki çocuğunu doğurunca, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den; ″Yâ Resûlallah! Mâriye’yi âzat etmez misiniz?″ diye sordular. Bunun üzerine Resûlü Ekrem Efendimiz; ″Çocuğu, onu âzat etti″ diye cevap vermiştir.″[2]

مَنْ وَطِئَ أَمَتَهُ فَوَلَدَتْ لَهُ فَهِيَ مُعْتَقَةٌ عَنْ دُبُرٍ (حم عن ابن عباس)

″Bir kimse câriyesine cinsel ilişkide bulunup da, câriye onun için çocuk doğurursa, o câriye, müdebbere olarak âzat edilmiş olur.″[3]

Bir kimse kendi ümmü veledine cinsel ilişkide bulunabilir. Kendisine hizmet ettirebilir. Başkasına çalıştırmak için kirâya verebilir. Başkasına kocaya verip, mehrini alabilir.[4] Kitâbete kesebilir. Çünkü ümmü veled, efendisi hayatta bulundukça efendisinin mülküdür. Ümmü veled olan câriye, efendisinin ölümünden sonra bütün malından âzat olup, efendisinin borcu için çalıştırılamaz. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’den: ″Ümmü veled, efendisinin bütün malından âzat olup, efendisinin borcu için çalıştırılamaz″[5] diye buyurduğu nakledilmiştir.

Bir câriye ümmü veled olunca, sonra doğurduğu çocukların nesebi, dâvasız efendisinden sâbit olur. Çünkü birinci çocuğun nesebi dâva ile efendisinden sâbit olunca, efendisinin câriyesine cinsel ilişkide bulunması şehvet için değil, çocuk istemek için olduğu meydana çıkmış olur. Bu takdirde:

اَلْوَلَدُ لِلْفِرَاش... (خ م عن عائشة وأبى هريرة)

″Çocuk, kimin döşeğinde doğarsa onundur″[6] Hadis-i Şerif’i gereğince, sonraki çocukların nesepleri dâvasız efendisinden sâbit olur. Ancak ″İkinci çocuk benden değildir″ diyerek, çocuğun nesebinin kendisinden olmadığını söylerse, o çocuğun nesebi efendisinden sâbit olmaz.

Döşek üç kısımdır:

1- Kuvvetli döşek: Nikâhlı kadının döşeğidir. İkrârsız yani dâva etmeden çocuğun nesebi kocasından sâbit olur. Kocası; böyle bir çocuğun nesebinin kendisinden olmadığını söylerse, bu takdirde liân[7] yapılması vâcip olur. Yani çocuğun nesebi ancak lîanla kaldırılır.

2- Orta döşek: Ümmü veledin döşeğidir. İkrârsız çocuğun nesebi sâbit olur. Fakat liânsız, efendisinin; ″Bu çocuk benden değildir″ demesiyle çocuğun nesebi kaldırılır.

3- Zayıf döşek: Câriyenin döşeğidir. Efendisi tarafından, çocuğun kendisine ait olduğu söylenmeden çocuğun nesebi sâbit olmaz. Efendi, bu çocuğu kabul etmediği için de o câriye ümmü veled olmaz.

Câriye efendisinden bir çocuk doğurduğunda, efendisi bunu inkâr etmediği sürece bu çocuk hürdür. Eğer câriye, hür bir kimse ile efendisi tarafından evlendirilirse, o câriyenin kocasından doğurduğu çocuk, o efendinin kölesi olmuş olur.

Bir kimse başkasının câriyesini nikâhlayıp; o câriyeden çocuğu olsa, bundan sonra o câriyeye mâlik olsa, o câriye, o kimsenin ümmü veledi olur. Bir kimse bir câriye satın alıp, o câriyeyi ümmü veled yapsa, bundan sonra o câriyenin başkasının olduğu meydana çıksa, sonra o câriyeye mâlik olduğu takdirde câriye, o kimsenin ümmü veledi olur. Fakat zinâ ile bir câriyeden çocuğu olan kimse, o câriyeye sonra mâlik olsa, bu câriye o kimsenin ümmü veledi olmaz. Çünkü zinâdan nesep sâbit olmaz.

Hristiyan olan bir kimsenin ümmü veledi Müslüman olsa; Hristiyanın, Müslüman olması istenir. Müslüman olursa, câriye onundur. Müslüman olmazsa, bu câriye mükâtebe gibi kıymetinin bedelini ödemek üzere çalışır. Kıymetinin bedelini ödeyince tamamen hürriyetine kavuşur. Kıymetinin bedelini ödemekten âciz olsa dahi tekrar câriyeliğe dönmez. Ancak İslâm ülkesi vatandaşı olan bir gayr-i müslimin (zımmînin) mülkiyet hakkı dokunulmazdır. Bu hakkın karşılıksız olarak ortadan kaldırılması mümkün değildir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ise, ümmü veled olan câriyenin kendisi değerli olan bir maldır. Câriyenin cinselliğinden yararlanma hakkından öte bir şey vardır. Çünkü bu durumda zımmî olan bu kişinin câriyenin cinselliğinden yararlanma hakkı bedelsiz olarak ortadan kalkar. Nitekim böyle bir kimsenin hanımı Müslüman olduğunda, kendisi küfürde ısrar ederse, yine aynı hüküm geçerlidir.

Müslüman birisi, İslâm ülkesi vatandaşı olan bir gayr-i müslimin ümmü veled câriyesi ile evlense, câriye Müslüman kocasından bir çocuk doğurursa, bu çocuk kendi değerini karşılamak üzere çalışmakla yükümlü olur. Çünkü çocuk, babası Müslüman olduğu için Müslüman kabul edilir. Ancak çocuk annesi gibi zimmî efendinin kölesidir. Dolayısıyla değerini ödemeye çalışmak sûretiyle bu efendinin mülkiyetinden çıkarılması gerekir.

İki kişi ortaklaşa mâlik oldukları câriyenin çocuğunun kendilerinden olduğunu iddia etseler, çocuğun nesebi her ikisine birden bağlanır. Bu durumda çocuk onların ikisine de mirasçı olabileceği gibi, onlar da çocuğa mirasçı olurlar. Hattâ böyle bir vaka Kadı Şürayh zamanında meydana gelmiş, kesin hüküm verilemeyerek Hz. Ömer’e mektup gönderilmiş; ″Ortak bir câriyenin çocuğunda, ortakçılardan her birisi, ″Çocuk bendendir″ diye dâva etmektedirler, diye sorulmuş. Hz. Ömer bunun üzerine mektup yazarak; ″İş içinden çıkılmaz hâle gelmiştir. Eğer onlar açıklarlarsa, sen de onlara açıkla. O çocuk, ikisinin de çocuğudur; o çocuk ikisine de mirasçı olur. Onlar da, çocuğa mirasçı olurlar. O iki kimseden biri ölürse, çocuk hayatta kalan kimsenin olur ve çocuğun bütün mirasına hayatta kalan baba vâris olur″ demiştir. Hz. Ömer bu mektubu yazarken yanında Ashâb-ı Kirâm mevcut olup, hiçbirisi bu mektuba itiraz etmemişlerdir. Bu mektup, Kadı Şürayh’e varınca; mektuba göre hüküm vermiştir.[8]

Bir kimse tek başına mâlik olduğu ümmü veled câriyesinin yarısını özgür kılarsa, câriye tamamen özgürlüğüne kavuşur. Çalışma yükümlü-lüğü de olmaz. Çünkü İmam-ı Âzam’a göre; ümmü veled câriyenin hiçbir durumda çalışıp gelir elde etmek gibi bir sorumluluğu yoktur. Böyle bir yükümlülüğü olmadığına göre de özgürlüğüne kavuşması gerekir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed ise, ümmü veled câriyenin bu konuda normal câriyelerle aynı hükme tâbi olduğunu söylerler.


[1] Ümmü veled: Efendisinden çocuk doğuran câriyeyi ifade etmektedir. Ümmü veled, câriyeye tanınan özel bir statü olup, bundan sonra satılması veya başkasına temlik edilmesi (hakkın başkasına geçirilmesi) câiz değildir ve efendisinin ölümünden sonra hürriyetine kavuşur.

[2] Serahsî, Mebsut, c. 9, s. 160; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 301.

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 2785.

[4] O câriyenin efendisi ölünce, hür olur, hür olunca da isterse nikâhını feshedebilir.

[5] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 302.

[6] Sahih-i Buhârî, Buyû 3; Sahih-i Müslim, Radâ 10; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 240/4.

[7] Liân: Karşılıklı yeminleşmek demektir. Buna ″Mülaane″ de denilmiştir. Bu ifade fıkıh ıstılahında; yemin ile pekiştirilmiş, lânet ve gazap lafızları ile birlikte koca ile karısı tarafından yapılan dörder şehadetten ibârettir ki, koca hakkında kazf haddi (iftirâ cezâsı) yerine; kadın hakkında da zinâ haddi (cezâsı) yerine geçer. Bu hususta geniş bilgi için ″Liân″ bahsine bakınız.

[8] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 303.