ÇOCUĞUN BAKIMINI ÜSTLENME (HİDÂNE):

″Hidâne″; hidn kökünden gelir. ″Hidn″; koltuğun altından böğüre kadar olan kısma denilir. Bir şeyin iki hidni; iki yanı anlamındadır. Kuşun hidni, kanatlarının altına alıp koruduğu yumurtasıdır. Çocuğu besleyen sanki onu koltuğunun altına ve yanına almış gibi olduğu için hidâne denmiştir. Küçük çocuk kendi işlerine bakmaktan âciz olduğundan dolayı Allah’u Teâlâ bu vazifeyi onun velâyetini üstlenenlere vermiştir. Maldaki ve akitlerdeki velâyeti erkeklere havâle etmiştir. Çünkü onlar bu hususda daha güçlü ve daha dirâyetlidirler. Besleyip büyütme işini ise, kadınlara havâle etmiştir. Çünkü onlar erkeklere nazaran terbiye hususunda daha güçlü, daha dirâyetli, işi daha güzel idâre eden ve daha şefkatli kimselerdir.

Karı-koca ayrılmadan evvel veya ayrıldıktan sonra çocuk hakkında anlaşmazlığa düşerlerse; çocuğun doğumdan itibaren beslenmesini, bakım ve temizliğini belli bir süreye kadar en iyi bir biçimde annesi yerine getireceğinden, hidâne hakkı öncelikle anneye tanınmıştır. Bu itibarla kocasından ayrıldıktan sonra çocuğuna, mahrem olmayan bir kimseyle evlenmedikçe, çocuğu korumaya ve terbiye etmeye en layık olan annesidir. Bu hususta Abdullah b. Amr Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ امْرَأَةً قَالَتْ يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّ ابْنِي هَذَا كَانَ بَطْنِي لَهُ وِعَاءً وَثَدْيِي لَهُ سِقَاءً وَحِجْرِي لَهُ حِوَاءً وَإِنَّ أَبَاهُ طَلَّقَنِي وَأَرَادَ أَنْ يَنْتَزِعَهُ مِنِّي فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْتِ أَحَقُّ بِهِ مَا لَمْ تَنْكِحِي (د حم عبد اللّٰه بن عمرو)

Bir kadın; ″Yâ Resûlallah! Benim şu oğluma, karnım barınak oldu. göğüslerim içecek, kucağım da bir sığınak oldu. Onun babası beni boşadı. Şimdi de onu benden almak istiyor″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de ona; ″Sen evlenmediğin sürece ona bakmaya daha fazla hak sahibisin″ buyurdu.[1]

İkrime Radiyallâhu anhu da şu hâdiseyi nakleder:

خَاصَمَتِ امْرَأَةٌ عُمَرَ إِلَى أَبِي بَكْرٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا، وَكَانَ طَلَّقَهَا فَقَالَ‏:‏ هِيَ أَعْطَفُ، وَأَلْطَفُ، وَأَرْحَمُ، وَأَحْنَا، وَأَرْأَفُ، وَهِيَ أَحَقُّ بِوَلَدِهَا مَا لَمْ تَزَوَّجْ (مصنف عبد الرزاق عن عكرمة)

″Hz. Ömer’in boşadığı karısı, çocuğun kendinde kalması konusunda Hz. Ebû Bekir’e müracaat etti. Hz. Ebû Bekir: ″Annesi çocuğa daha şefkatli, daha yumuşak, daha merhametli, daha düşkün ve daha sıcak davranır. Başkasıyla evlenmediği sürece, çocuğun babasından daha fazla hakeder″ dedi.[2] Bu hâdiseyi daha ayrıntılı olarak İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle anlatmaktadır:

طَلَّقَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ امْرَأَتَهُ الأَنْصَارِيَّةَ أُمَّ ابْنِهِ عَاصِمٍ فَلَقِيهَا تَحْمِلُهُ بِمَحْسَرٍ، وَلَقِيَهُ قَدْ فُطِمَ وَمَشَى، فَأَخَذَ بِيَدِهِ لِيَنْتَزِعَهُ مِنْهَا وَنَازَعَهَا إِيَّاهُ حَتَّى أَوْجَعَ الْغُلاَمَ وَبَكَى، وَقَالَ‏:‏ أَنَا أَحَقُّ بِابْنِي مِنْكِ فَاخْتَصَمَا إِلَى أَبِي بَكْرٍ فَقَضَى لَهَا بِهِ، وَقَالَ‏:‏ رِيحُهَا وَحَرُّهَا وَفَرْشُهَا خَيْرٌ لَهُ مِنْكَ حَتَّى يَشِبَّ وَيَخْتَارَ لِنَفْسِهِ ‏(مصنف عبد الرزاق عن ابن عباس)

″Ömer b. Hattab Radiyallâhu anhu, oğlu Âsım’ın annesi olan Ensarlı kadını boşadı. Daha sonra çocuğu Mahser denilen çarşıda gördü. Sütten kesilmiş, yürümeye başlamıştı. Hz. Ömer çocuğu elinden çekip annesinden almak istedi, ancak annesi de bırakmak istemedi ve çocuğun elinden çekti. Çocuğun kolları acıyınca ağlamaya başladı. Hz. Ömer; ″Ben bu çocuğu senden daha fazla hakediyorum″ dedi ve Hz. Ebû Bekir’in huzurunda dâvalaştılar. Hz. Ebû Bekir, çocuğun annesine verilmesine hükmetti ve; ″Büyüyüp kimde kalacağına kendi karar verene kadar annesinin kokusu, sıcaklığı ve kucağı çocuk için daha hayırlıdır″ dedi.[3]

Çocuğun nafakası ise, babaya aittir. Fakat çocuğa bakma hakkı olan kadın, ona bakması için zorlanamaz. Çünkü bakmaktan âciz olma ihtimâli vardır. Ancak çocuk başkasını emmezse yahut çocuğun bu kadından başka bakacak akrabası bulunmazsa, bu takdirde kadın çocuğa bakması hususunda zorlanır.

- Çocuğu korumaya ve terbiye etmeye en lâyık olan anneden sonra anneannesidir. Bundan sonra, babaannesidir. Bundan sonra, çocuğun anne ve baba bir kız kardeşidir. Bundan sonra, çocuğun anne bir kız kardeşidir. Bundan sonra, baba bir kız kardeşidir. Bundan sonra teyzeleridir. Zîrâ anne tarafından olan akrabalar çocuğa bakma hususunda, baba tarafından olan akrabalardan daha lâyıktır. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اَلْخَالَةُ وَالِدَةٌ (طب عن ابن مسعود)

″Teyze de anne hükmündedir″[4] diye buyurmuştur. Bâzı âlimler, demiştir ki: Sûre-i Yusuf, Âyet 100’de: ″Ve Yusuf, babası ile annesini köşküne çıkardı″ buyruğunda geçen anne, Yusuf Aleyhisselâm’ın öz annesi olmayıp teyzesi idi.[5]

Anne ve baba bir olan teyze çocuğa bakar. Bundan sonra anne bir teyze, daha sonra baba bir teyze gelir. Bunlardan sonra halası bakar. Bundan sonra çocuğa bakmaya, kız kardeşinin kızları, erkek kardeşinin kızlarından daha lâyıktır. Erkek kardeşinin kızları, halalardan çocuğa bakmaya daha lâyıktır. Hala kızları ve teyze kızları için çocuğa bakma, çocuğu terbiye hakları yoktur. Zîrâ onlar mahrem değildir.

- Çocuğu koruyacak ve terbiye edecek kimse bulunmadığı takdirde, çocuğa bakma hakkı miras tertibi üzere asabelerine (erkek tarafından olan akrabalarına) geçer. Neseb itibariyle asabatta, asıl olan şunlardır: Bir çocuğa bakma hakkı önce babasına, sonra ne kadar yukarı çıkarsa çıksın dedelerine; bunlardan sonra sırasıyla anne ve baba bir erkek kardeşine, baba bir erkek kardeşine, anne ve baba bir erkek kardeşin oğluna, baba bir erkek kardeşin oğluna, anne ve baba bir amcaya, baba bir amcaya, anne ve baba bir amca oğluna, baba bir amca oğluna geçer. Fakat kız çocuğu, amca oğlu, âzat edilen câriyenin efendisi gibi mahremi olmayan asabeye verilmez ve yine kız çocuğu, din işlerine ehemmiyet vermeyen fâsığa verilmez. Çocuğa bakma hususunda aynı derecede olan yukarıda sayılan kimseler toplansalar, takvâ sahipleri tercih edilir. Bunlardan sonra yaşlılar tercih edilir.

- Bir kadın, çocuğunun mahreminden başkasıyla evlenirse, o kadının çocuğa bakma hakkı düşer, çocuk velisine teslim edilir. Bu annenin evlenmiş olduğu o adam ölse veya kadın ondan boşansa, tekrar çocuğuna bakma hakkına sahip olur.

- Çocuğuna bakma hakkı olan annesi için, çocuğun akrabaları; ″Evlendin″ diye iddia etseler, kadın da inkâr etse, kadının sözü kabul edilir.

- Çocuk, kendisine bakanların yanında kendi başına yiyip, içip, giyinip, taharetini yapıncaya kadar kalır. Zîrâ erkek çocuk bu hâle gelince, erkeğin ahlakıyla ahlaklanmaya, ilim ve sanat tahsiline muhtaç olur. Bunları temin etmeye babaları daha selâhiyetlidir. Çocuğa bakılma müddeti, yedi veya dokuz yaş ile takdir edilmiştir. Erkek çocuğu bu yaşa gelince, babasına zorla verilir. Çünkü çocuğun nafakası babası üzerine vaciptir. Kız çocuğu ise, kadınlara mahsus edep ile ahlaklanmaya, ev işlerini öğrenmeye muhtaçtır. Bu bakımdan öğretmeye anneler daha selâhiyetlidirler. Bu itibarla annesinin ve ninesinin yanında âdet görünceye kadar kalır. İmam Muhammed’den; ″Kız çocuğu, cinsel arzu çağına vardıktan sonra kesin olarak korunmaya muhtaç olduğu için babaya teslim edilir″ diye söylediği rivâyet olunmuştur.

- Âzat edilmeden önce câriye ve ümmü veledin, hıdâne (çocuğunun bakımını üstlenme) hakkı yoktur.

- Zımmî (İslâm idâresinde yaşayan gayr-i müslim) bir kadın, Müslüman olan çocuğuna bakabilir. Ancak böyle bir çocuk, küfre alışmasından ve ahlakının değişmesinden korkulmadıkça zımmî olan annesinin yanında kalabilir. Eğer böyle bir korku hissedilirse, annesinin yanında bırakılmaz.

- Çocuğun bakılması hususunda, çocuk ister erkek, ister kız olsun, yanında kalacağı kimseyi seçme hakkı yoktur. İmam Şâfii ise; ″Vardır, zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onu muhayyer (serbest) kılmıştır″ demiştir. Hanefiler ise, çocuk kârını, zararını ayırt edemediği için eğer biz onu muhayyer kılarsak, hakkında iyi olmayan kimseyi, sâdece mizacına uygun davrandığı için seçebilir. Sâbittir ki, Ashâb-ı Kirâm da hiçbir çocuğu muhayyer kılmamışlardır. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ise, muhayyer kıldığı çocuğa:

اَللّٰهُمَّ اهْدِهِ (ن عن عبد الحميد بن سلمة الأنصاري عن أبيه عن جده)

″Allah’ım! Ona başarı ve basiret ver″[6] diye duâ buyurduğu için çocuk, hakkındaki iyi olanı seçmeye başarılı olmuştur. Yahut Peygamber Efendimizin muhayyer kıldığı çocuk, ergenlik çağına ermişti.

- Çocuk kendini idâre edecek bir hâle gelmedikçe, babasının onu sefere götürmeye hakkı yoktur. Zîrâ yola götürmekte, annesinin bakma hakkını iptal vardır. Annesi için de çocuğu sefere götürmek yoktur. Çünkü bunda da babaya zarar vardır; çocuk babasından ayrı düşer. Ancak harp yurdu olmazsa, kadın da çocuğun babasıyla kendi memleketinde evlenmiş ise, o zaman çocuğu beraberinde götürebilir. Zîrâ bu durumda çocuğun babası, kadının memleketinde oturmaya hem örfen, hem şer’an söz vermiş sayılır. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ تَأَهَّلَ بِبَلْدَةٍ فَهُوَ مِنْهُمْ.

″Bir beldede evlenen kimse, o beldenin halkından olur″[7] diye buyurmuştur. Çocuğu annesinden başkası, meselâ; çocuğun kız kardeşi, o yere babasından izinsiz götüremez. Eğer o evlendikleri yer, iki şehir yahut iki köy arasında bulunur da, çocuğun babası gidip çocuğu görecek, akşam evine dönebilecek bir mesâfede olursa, annesinin o yere çocuğu götürmesinde bir sakınca yoktur. Yine çocuğu, köyden şehire götürmekte bir sakınca yoktur. Zîrâ şehir halkının imkanları daha iyi olduğundan çocuğun yetişmesi için şehirde kalması daha iyidir ve aynı zamanda çocuğun babası için de bir zararı yoktur. Fakat şehirden köye götürmesi câiz değildir. Zîrâ köy halkının imkanları kısıtlı olduğundan çocuğa zararı vardır.


[1] Sünen-i Ebû Dâvud, Talâk 34-35; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 6420; Abdurrezzak, Musannef, Hadis No: 12596, 12597.

[2] Abdurrezzak, Musannef, Hadis No: 12600.

[3] Abdurrezzak, Musannef, Hadis No: 12601.

[4] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 14099; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 30380.

[5] Hidâye Tercümesi, c. 2, s. 152.

[6] Sünen-i Nesâî, Talâk 52; Hidâye Tercümesi, c. 2, s. 154.

[7] Eğer kadın büyük olduğu halde kocası çocuk olduğu için onunla cinsel ilişkide bulunamıyorsa, kadına çocuğun malından nafaka düşer. Zîrâ bu durumda kadın kendini ona teslim ettiği halde onda mevcut olan bir vasıftan dolayı kendisi cinsel ilişkide bulunamamaktadır. Bu itibarla bu da, tenasül organı kesik olan yahut erkeklik gücüne sahip olmayan kimse hükmündedir. (Hidâye Tercümesi, c. 2, s. 157)