Kadının Bedel karşılığında Kocasından Boşanması (Bedel-i Hul):

″Hul″ lügatta; giderme ve çıkarma mânâsına gelmektedir. Esasen elbiseyi ve ayakkabıyı çıkarma mânâsında kullanılır. Allah’u Teâlâ’nın Sûre-i Bakara, Âyet 178’de: ″Onlar (günaha girmeyi engellediği için) sizin elbiseniz, siz de onların elbisesisiniz″ diye buyurduğu üzere, kadın erkeğin elbisesidir, erkek de kadının elbisesidir. Bedel-i Hul’un şer’î mânâsı ise, erkeğin karısından alacağı bir bedel karşılığında ondan ayrılmasıdır. Hanefiler, bunu şöyle tarif etmişlerdir: ″Bedel-i Hul; kadının, kocasına vereceği bir mal karşılığında evliliğin sona erdirilmesidir.″

Bedel-i Hul ile boşanma meydana geldiğinde, bir bâin talâk vâki olur. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اَلْخُلْعُ تَطْلِيقَةٌ بَائِنَةٌ.

″Hul, bir bâin talâktır″[1] diye buyurmuştur.

- Eğer geçimsizlik koca tarafından olursa, kadından bedel-i hul mukâbilinde herhangi bir şey alması tahrimen mekruhtur. Bunun sebebi ise Sûre-i Nisâ, Âyet 20’de; ″Eğer bir zevceyi boşayıp da yerine başka bir zevce almak isterseniz, evvelkine verdiğiniz mehir ne kadar çok olursa olsun, ondan bir şey almayın…″ diye buyrulmasıdır. Erkek bu durumda her ne kadar boşanmak istemese de boşanmaya sebep kendi geçimsizliği olduğu için kendi isteği ile boşanmış gibi olur. Sûre-i Bakara, Âyet 229’da da: ″Kadının fidye vererek kocasından ayrılması ve erkeğin de bu fidyeyi alması günah değildir″ diye buyrulduğu için boşanma durumunda fidye de alınabileceğinden, bu iki âyetin hükmü birlikte düşünülerek, geçimsizlik erkek tarafından olduğu zaman, erkeğin kadından bir fidye istemesi tahrimen mekruh görülmüştür.

- Eğer ayrılma talebi kadın tarafından olursa, adamın kadına verdiği mehri o kadından geri alabilir, mehirden fazlasını talep etmesi tahrimen mekruhtur. Bu hükmün delili, Sâbit b. Kays’ın karısı hakkında nakledilen şu Hadis-i Şerif’tir:

أَنَّ ثَابِتَ بْنَ قَيْسِ بْنِ شَمَّاسٍ كَانَتْ عِنْدَهُ زَيْنَبُ بِنْتُ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ أُبَىِّ ابْنِ سَلُولٍ وَكَانَ أَصْدَقَهَا حَدِيقَةً فَكَرِهَتْهُ فَقَالَ النَّبِىُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَتَرُدِّينَ حَدِيقَتَهُ الَّتِى أَعْطَاكِ. قَالَتْ نَعَمْ وَزِيَادَةً . فَقَالَ النَّبِىُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَّا الزِّيَادَةُ فَلاَ وَلَكِنْ حَدِيقَتَهُ. قَالَتْ نَعَمْ. فَأَخَذَهَا لَهُ وَخَلَّى سَبِيلَهَا (قط عن ابى الزبير) فَقَالَ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ: يَا ثَابِتُ خُذْ مِنْهَا مَا أَعْطَيْتَهَا وَلَا تَزْدَدْ وَخَلِّ سَبِيلَهَا. فَفَعَلَ وَأَخَذَ الْحَدِيقَةَ،فَنَزَلَ قَوْله تَعَالَى :وَلا يَحِلُّ لَكُمْ أَنْ تَأْخُذُوا مِمَّا آتَيْتُمُوهُنَّ شَيْئًا

Sâbit b. Kays’ın yanında Abdullah İbn-i Übeyy İbn-i Selûl’un kızı bulunuyordu. Sâbit ona mehir olarak bir bahçe vermişti. Sâbit’in zevcesi; aralarındaki huzursuzluk sebebiyle (kocasından ayrılmak için) Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldi (durumu anlattı). Peygamberimiz de ona dedi ki: ″Kocanın mehir olarak sana verdiği bahçeyi geri verir misin?″ Sâbit’in hanımı: ″Evet, fazlasını da verebilirim″ dedi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in: ″Fazlasına gerek yok, sâdece mehrin olan bahçeyi vermen yeterli″ buyurması üzerine Sâbit’in hanımı: ″Evet″ diyerek kabul etti. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de, kadından mehrini alıp Sâbit’e verdi ve kadını salıverdi.[2] Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem adama; ″Ey Sâbit! Hanımına vermiş olduğun mehri geri al, fazlasını alma ve onu serbest bırak. Bunun üzerine Sâbit Radiyallâhu anhu bahçeyi aldı ve hanımından ayrıldı. Sonra: ″…Şâyet erkek ve kadın, Allah’ın hudûdunu hakkıyla koruyamamaktan korkarsa, siz de onların Allah’ın hudûdunu hakkıyla yerine getiremeyeceklerinden korkarsanız, kadının fidye vererek kocasından ayrılması ve erkeğin de bu fidyeyi alması günah değildir…″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 229 nâzil oldu.[3] Zîrâ geçimsizlik bu kadın tarafından olduğu halde Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem onun kocasına sâdece kadına mehir olarak verdiği bahçeyi kabul etmesini emretmiştir. Şâyet kocası, mehirden daha fazla alırsa tahrimen mekruhtur, ancak boşanma hükmen gerçekleşir.

Kocanın, karısını boşamaya karşılık olarak ona verdiği mehirden daha fazla mal istemesi mekruhtur. Zîrâ Hadis-i Şerif’te; ″Ey Sâbit! Hanımına vermiş olduğun mehri geri al, fazlasını alma″ diye buyrulmuştur. Ancak İmam Muhammed, el-Câmi’us-Sağir adlı eserinde, kocanın, karısına verdiği mehirden fazla istemesinde bir sakınca olmadığını söylemiştir. Onun delili ise şu rivâyettir:

أَنَّ امْرَأَةً نَاشِزَةً أُتِيَ بِهَا عُمَرُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ فَحَبَسَهَا فِي مَزْبَلَةٍ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ ثُمَّ دَعَاهَا وَقَالَ: كَيْفَ وَجَدْتِ مَبِيتَك فَقَالَتْ: مَا مَضَتْ عَلَيَّ لَيَالٍ هُنَّ أَقَرُّ لِعَيْنِي مِنْ هَذِهِ اللَّيَالِي لِأَنِّي لَمْ أَرَهُ فَقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ: وَهَلْ يَكُونُ النُّشُوزُ إلَّا هَكَذَا اخْلَعْهَا وَلَوْ بِقُرْطِهَا.

Kocasına karşı geçimsizliği olan bir kadın Hz. Ömer’e getirildi. Hz. Ömer de onu bir mezbeleye (çöplüğe) üç gün hapsetti. Sonra onu yanına çağırdı ve ″Kaldığın yeri nasıl buldun?″ dedi. ″Bu üç geceden daha güzel gecem geçmemişti. Çünkü kocamı görmedim″ dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: ″Geçimsizlik ancak bu kadar olabilir. Bu kadını küpesi karşılığında da olsa boşa″ dedi.[4]

Hüküm konusunda genel kâide, Hanefilere göre; geçimsizlik kimden kaynaklanırsa kaynaklansın ve hul bedeli ne olursa olsun, bütün durumlarda karşılıklı yapılan hul anlaşması geçerlidir.

Hz. Ali, Rebi’ b. Enes, Hasan Basrî Hazretleri ve diğer bâzı âlimlere göre; kocasından ayrılmak isteyen kadının, boşama karşılığında vereceği bedel, erkeğin ona verdiği mehirden fazla olamaz. Bu zâtlar görüşlerine delil olarak, yine Sûre-i Bakara, Âyet 229’da zikredilen; ″Zevcelerinize verdiğiniz mehri onlardan geri almak size helâl olmaz″ ifadesini söylemişlerdir. Zîrâ bu ifade, erkeğin, kadının rızâsı olmaksızın verdiği mehri geri alıp onu boşamasının haram olduğunu beyan etmektedir. Bundan anlaşılıyor ki, kadının, rızâsı ile boşanmayı istemesi hâlinde vereceği fidye, bu ifadede geçen bedeldir. O da evlenirken er­kekten aldığı mehir miktarıdır. Erkeğin bu miktardan fazla alması helâl değildir. Yine bu zâtlar, görüşlerine ikinci bir delil olarak da, yukarıda geçen Sâbit hadisini de delil olarak zikretmişlerdir.

أَنَّ ثَابِتَ بْنَ قَيْسِ بْنِ شَمَّاسٍ كَانَتْ عِنْدَهُ زَيْنَبُ بِنْتُ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ أُبَىِّ ابْنِ سَلُولٍ وَكَانَ أَصْدَقَهَا حَدِيقَةً فَكَرِهَتْهُ فَقَالَ النَّبِىُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَتَرُدِّينَ حَدِيقَتَهُ الَّتِى أَعْطَاكِ. قَالَتْ نَعَمْ وَزِيَادَةً . فَقَالَ النَّبِىُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَّا الزِّيَادَةُ فَلاَ وَلَكِنْ حَدِيقَتَهُ. قَالَتْ نَعَمْ. فَأَخَذَهَا لَهُ وَخَلَّى سَبِيلَهَا (قط عن ابى الزبير)

Sâbit b. Kays’ın yanında Abdullah İbn-i Übeyy İbn-i Selûl’un kızı bulunuyordu. Sâbit ona mehir olarak bir bahçe vermişti. Sâbit’in zevcesi; aralarındaki huzursuzluk sebebiyle (kocasından ayrılmak için) Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldi (durumu anlattı). Peygamberimiz de ona dedi ki: ″Kocanın mehir olarak sana verdiği bahçeyi geri verir misin?″ Sâbit’in hanımı: ″Evet, fazlasını da verebilirim″ dedi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in: ″Fazlasına gerek yok, sâdece mehrin olan bahçeyi vermen yeterli″ buyurması üzerine Sâbit’in hanımı: ″Evet″ diyerek kabul etti. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de, kadından mehrini alıp Sâbit’e verdi ve kadını salıverdi.[5]

- Kadın, kocasına; ″Avucumda olan şeye karşılık beni serbest bırak″ dese, adam da hulû yapsa, fakat kadının avucunda hiçbir şey olmasa, adam kadından hiçbir şey alamaz. Aynı şekilde kadın kocasına ″Odamda olan şeye karşılık beni serbest bırak″ dese, adam da onu serbest bıraksa, kadının odasında hiçbir şey olmasa kadından bir şey alamaz. Zîrâ kadın bir mal zikretmemiş ve adamı aldatmış değildir. Fakat kadın, kocasına; ″Avucumda olan mala karşılık beni serbest bırak″ veya ″Odamda bulunan eşyaya karşılık beni serbest bırak dese, adam da serbest bıraksada ve kadının avucunda hiçbir şey olmasa, odasında da eşya olmasa, adam mehir olarak verdiğini kadından geri alır. Çünkü kadın onu kandırmış, mal ve parayla umutlandırmış, malı olmadığından dolayı da onları teslim edememiştir. Dolayısıyla kadının, adamın kendisine helal kılmak için verdiği mehri ona iade etmesi vâcip olur.

- Bir baba, büyük yaştaki kızı adına onun malı karşılığında bedel-i hul yaparsa, mesele kızın kabulüne bağlıdır. Çünkü onun kızı üzerinde velâyeti olmadığından, fuzûli (vekâlet ve izin almadan başkası adına iş yapan kişi) gibi olmuştur. Ancak adam, kızının isteği üzere boşanma karşılığındaki bedeli kendisi üstlenirse, onu ödemesi gerekir.[6]

- Bir kimse (bâliğ olmamış) küçük kızını, henüz kızıyla cinsel ilişkiye girmeyen kocasından mehrini geri vermek üzere bedel-i hul yoluyla ayırsa, mehre babanın kefil olmaması durumunda yapılan bu hul anlaşması geçersiz olur. Çünkü babanın böyle bir nedenle kızını mal borcu altına sokma yetkisi yoktur. Çünkü kızının bu işlemde hiçbir yararı yoktur. Yapılan bu tasarruf karşılığında kızın mülkiyetine herhangi bir şey girmemektedir.

Küçük oğlunu, oğlunun malıyla evlendirmesi ise böyle değildir. Çünkü bu sözleşmede oğlunun yararı vardır. Oğlunu borç altına sokması karşılığında dini bakımdan değeri olan (mutekavvim) bir şey oğlun mülkiyetine girmektedir.

Baba, hul bedelini (kızının mehrini) öderse yapılan hul geçerli olur. Çünkü koca, hul yapmakta tek başına yetkilidir. Hul’de karşı tarafın kabulünün koşul olması ise mal nedeniyledir. Baba kefil olmasıyla borcu, üzerine alınca yapılan hul sözleşmesi tamam olur. Bu, tıpkı bir kimsenin bir yabancıyla anlaşarak hul yoluyla eşini boşaması ve o yabancının hul bedeline kefil olması gibidir.

- Küçük kız, hul yoluyla büyük (ergen olan) kocasından ayrılsa boşama gerçekleşir. Çünkü koca boşama ehliyetine sahiptir. Kocanın hul teklifinde bulunması, boşamayı eşinin kabulüne bağlaması demektir. Eşi kabul ettiği için boşama gerçekleşir. Bu, kocanın küçük eşine; ″Konuşursan boşsun″ deyip de kız çocuğunun konuşması gibidir. Boşama gerçekleşir Fakat küçük kızın bir şey ödemesi gerekmez. Çünkü küçük kızın, kefâlet veya ikrâr yoluyla borçlanması gibi, özellikle kendisine yararı olmayan konulardaki borçlanması geçerli değildir.

- Kadın; şarap, domuz ve leş gibi helal olmayan bir şey karşılığında kocasıyla hul yaparsa, kocasının alacağı bir şey yoktur. Çünkü akitte anılan şey Müslümanlar açısından değeri olan bir mal değildir. Bu yüzden kadın bu tür şeyler anmakla kocayı aldatmış olmaz. Bu nedenle yapılan hul’de bu tür şeylerin anılması, hiç anılmaması gibidir. Bu konuda yapılan hul’ün hükmü mehirden farklıdır. Çünkü yapılan hul’de şarabın anılması, hiç anılmaması gibidir. Fakat nikâh aktinde herhangi bir şey anılmadığı zaman mehr-i misil gerekir. Yapılan bu hul’de ise bir şey gerekmez. Ama boşanma gerçekleşir.

Kadın: ″Şu sirke karşılığında benimle muhalea (hul anlaşması) yap″ dese, ve işaret ettiği şeyin şarap olduğu anlaşılsa ve böylece kocasını aldattığı ortaya çıksa, İmam-ı Âzam’a göre; aldığı mehri geri verir. İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise işaret ettiği kaptaki şarap miktarında, orta kalitede bir sirke vermesi gerekir.

- Sağlıklı olan bir kadın kocası hasta iken muhalea (hul anlaşması) yapsa anılan bedel az olsun, çok olsun hul anlaşması geçerlidir. Çünkü kocanın, eşini hiç bedel almadan boşaması geçerli olduğuna göre, az bir bedel alarak boşamasının geçerli olması önceliklidir. Bu durumda kocası öldüğü zaman kadın, kocasına mirasçı olamaz. Çünkü aynlık kendi kabulüyle gerçekleşmiştir. Koca, kadını talebi üzerine boşamış gibi olur.

- Zor altında olan kimsenin muhaleası (hul anlaşması), boşaması ve kölesini hür kılması Hanefilere göre geçerlidir. İmam Şâfii’ye göre ise geçersizdir. İmam Şâfii’ye göre; zorlamanın, zorlananın irade beyanını geçersiz kılma konusundaki etkisi küçüklük ve akıl hastalığının etkisi gibidir. Hanefilere göre ise, zorlamanın etkisi rızâyı kaldırmasındadır. Zorlananın sözünü hükümsüz kılmasında değildir. Dolayısıyla zorlananın tasarrufları geçerli olur. Fakat alışveriş gibi, tamamlanması rızanın tam olmasına bağlı olan tasarruflar bağlayıcı olmaz. Evlilik, boşama ve hür kılma gibi, rızanın tam olmasına bağlı olmayan tasarruflar ise bağlayıcıdır.

İmam Şâfii’nin bu husustaki delili, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

إِنَّ اللّٰهَ تَجَاوَزَ عَنْ أُمَّتِي الْخَطَأَ وَالنِّسْيَانَ وَمَا اسْتُكْرِهُوا عَلَيْهِ (ه عن ابى زر الغفارى)

″Allah’u Teâlâ ümmetimden hatâ, unutma ve istemediği halde zorla yaptırılan şeyin sorumluluğunu kaldırmıştır″[7] diye geçen Hadis-i Şerif’idir. Bu Hadis-i Şerif, kişinin ikrâh (zorlama) altında yaptığı şeyin hükmü ve günahının kaldırılmasını gerektirir.

Hanefilerin delili ise şu Hadis-i Şerif’tir:

أَنَّ امْرَأَةً كَانَتْ تُبْغِضُ زَوْجَهَا فَوَجَدَتْهُ نَائِمًا فَأَخَذَتْ شَفْرَةً وَجَلَسَتْ عَلَى صَدْرِهِ ثُمَّ حَرَّكَتْهُ فَقَالَتْ: لِتُطَلِّقَنِي ثَلَاثًا أَوْ لَأَذْبَحَنَّكَ فَنَاشَدَهَا اللّٰهَ تَعَالَى فَأَبَتْ فَطَلَّقَهَا ثَلَاثًا ثُمَّ جَاءَ إلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَسَأَلَهُ عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ: صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا قَيْلُولَةَ فِي الطَّلَاقِ

Bir kadın kocasını sevmiyordu. Kocası uyurken, bir bıçak aldı ve göğsüne oturdu, sonra onu sarstı ve ″Ya beni üç talâkla boşarsın ya da seni boğazlarım″ dedi. Kocası; ″Allah’u Teâlâ hakkı için yapma″ dedi. Kadın vazgeçmedi. O da eşini üç talâkla boşadı. Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek bu olayın hükmünü ona sordu. Peygamber Efendimiz de: ″Boşamada kaylule, uyku yoktur (boşama geçerlidir)″ buyurdu.[8]

İmam Muhammed; ″Zorlama (ikrâh) konusunun başında, delil olarak Sahabe ve tabiinden bir çok hadis aktarmıştır. Hz. Ömer’den rivâyet edildiğine göre, o şöyle buyurmuştur:

أَرْبَعٌ مُبْهَمَاتٌ مُقْفَلَاتٌ لَيْسَ فِيهِنَّ رَدِيدٌ: النِّكَاحُ وَالطَّلَاقُ وَالْعَتَاقُ وَالصَّدَقَةُ.

″Dört şey vardır ki onlar kapalıdır, kilitlidir ve kendilerinde geriye dönüş yoktur. Nikâh, boşama, hür kılma ve sadaka verme.″[9] Bunun anlamı şudur: Bu konularda zorlanan kimse, zorlanmayan kimse gibi, yükümlüdür. Boşama sözünü yerinde kullanmıştır. Bu yüzden isteyerek boşayan gibi boşama gerçekleşir. Tasarrufun geçerliliği unsurunun ve konusunun varlığına bağlıdır. Zorlama, unsur ve konuyu ortadan kaldırmaz. Sâdece rızayı kaldırır. Rıza ise boşamanın gerçekleşmesi için koşul değildir. Görmez misin, muhayyerlik koşul koymakla rıza yok olur. Halbuki boşamanın bağlayıcı olmasına engel olmaz. Zorlama da böyledir. Zorlama, kişinin geçerli kastını ortadan kaldırmaz. Çünkü zorlama altındaki kişi yaptığı işi kasıtlı olarak yapar. Fakat bu kasıt, kötülüğü kendisinden uzaklaştırmak için olan bir kasıttır. Bizzat o işi yapmak için değildir. Zorlanan bu açıdan ciddi konuşmayan kişi gibidir. Nasıl ciddi olmayan kişi; ″Sen boşsun″ sözünü, boşama kastıyla değil, eğlence kastıyla söylemişse ve nasıl eğlenmek için söylenen söz boşamanın gerçekleşmesini engellemiyorsa, zorlama da engellemez. Zorlananın geçerli bir tercihi vardır. Çünkü o kişi, iki kötülüğü bilmiş ve az zararı olan kötülüğü seçmiştir. Bu onun tercihinin geçerli olduğunu gösterir.

Ancak zorlananın dinden çıkmasının geçerliliğine hükmedilmez. Çünkü dinden çıkma inanmaya bağlıdır. Zorlanan ise söylediğine inanıyor değildir. O, inancını haber vermek konusunda zorlanmıştır. Bu zorlama, onun söylediği söze inanmadığını açıkça gösterir. Eğlence kastıyla küfür kelimesini söyleyen kimse ise böyle değildir. Çünkü o, dini hafife almaktadır. Dini hafife almak ise küfürdür.

- Bir kimse karısını dövmekle korkutup karısı, kocasına mehrini hibe etse, eğer kocası karısını dövebilecek durumda ise, kadının hibesi sahih değildir. Çünkü kadın, mehrini hibe etmeye cebredilmiştir. Bir kimse karısını hulû (boşama bedeli ödemesi) yapmak üzere cebretse, kadın da hulû yapsa, boşanma gerçekleşir. Fakat kadının bir şey vermesi gerekmez. Zîrâ hulûnun yapılması, kocası tarafından olmuştur. Kadının hulûya rızâsı olmayıp, ancak cebr ile (zorla) olmuştur. Bir kadın kocası üzerinde olan mehrini bir kimseye havâle etse ve havâleden sonra mehrini kocasına hibe etse, hibesi sahih olmaz. Zîrâ havâle etmekle mehir, kadının mülkünden çıkmıştır, mülkünde olmayan şeyin hibesi sahih değildir.

Hul’den farklı olarak; karı koca arasında bir geçimsizlik olduğunda, nasıl çözüme kavuşturulması gerektiği Sûre-i Nisâ, Âyet 35’te şöyle geçmektedir:

″Eğer koca ile zevcenin arasında ayrılık meydana gelmesinden korkarsanız, biri kocanın akrabasından, diğeri zevcenin akrabasından iki hakem gönderin. Onlar ikisinin arasını ıslah etmek isterlerse, Allah’u Teâlâ da o hakemleri muvaffak eder. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır.″

Bu Âyet-i Kerîme hakkında Ubeyde Radiyallâhu anhu şu hâdiseyi nakletmiştir:

جَاءَ رَجُلٌ وَامْرَأَةٌ إِلَى عَلِيٍّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ وَمَعَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا جَمْعٌ مِنَ النَّاسِ فَأَمَرَهُمْ عَلِيٌّ بِأَنْ يَبْعَثُوا حَكَمًا مِنْ أَهْلِهِ وَحَكَمًا مِنْ أَهْلِهَا ثُمَّ قَالَ لِلْحَكَمَيْنِ تَعْرِفَانِ مَا عَلَيْكُمَا عَلَيْكُمَا إِنْ رَأَيْتُمَا أَنْ تَجْمَعَا فَاجْمَعَا وَإِنْ رَأَيْتُمَا أَنْ تُفَرِّقَا فَفَرِّقَا فَقَالَتِ الْمَرْأَةُ رَضِيتُ بِكِتَابِ اللّٰهِ تَعَالَى فِيمَا عَلَيَّ وَلِيَ فِيهِ فَقَالَ الرَّجُلُ أَمَّا الْفُرْقَةُ فَلَا فَقَالَ عَلِيٌّ كَذَبْتَ وَاللّٰهِ حَتَّى تُقِرَّ بِمِثْلِ الَّذِي أَقَرَّتْ بِهِ (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن والرازى، التفسير الكبير عن عبيدة)

Her birinin yanında bâzı kimseler bulunduğu halde, bir erkek ve bir kadın Hz. Ali’nin yanına gelmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali onlara, biri erkeğin bir de kadının akrabasından olmak üzere birer hakem göndermelerini emretti. Sonra da hakemlere: ″Vazifenizin ne olduğunu biliyorsunuz, değil mi?″ dedi ve sözünü şöyle sürdürdü: ″Eğer birlikte yaşayabilecekleri kanaatine varırsanız, o zaman onları birleştirin. Ama sizde ayrılacakları kanaati hâsıl olursa, o takdirde onları ayırın!″ Bunun üzerine kadın: ″Lehime ve aleyhime olan şeyler hususunda Allah’ın kitabına râzıyım″ dedi. Erkek de: ″Ayrılma hususunda hayır″ deyince, Hz. Ali: ″Kadının râzı olduğu şeye sen de râzı olmadıkça, buradan ayrılamazsın″ dedi.[10]

Karı ile kocanın arasını ıslah edecek hakemlerin iki tarafın akrabasından olmasını Cenâb-ı Hakk bu âyetle beyan buyurmuştur. Çünkü akrabaları, iki tarafın ahvaline vakıf olduklarından onların arasını ıslah etme hususunda elbette daha tesirli olur. Zîrâ hakemler akrabadan olunca, tarafların kendi aralarında daha rakat görüşerek onların fikirlerinin nikâhı devam ettirmek mi, yoksa ayrılmak mı? olduğunu daha iyi anlarlar ve mesele daha kolay hallolunur.

İki tarafın hakemleri, onların izin vermediği bir şeyi işleseler, İmam-ı Âzam’a göre; kabul olunmaz. İmam Şâfii; bir kavlinde, kabul olunur, diğer kavlinde kabul olunmaz, demiştir. Meselâ; erkeğin hakemi, onun izni olmaksızın talâk verse (boşarsa) ve kadının hakemi, onun izni olmaksızın bedel-i hul vererek ayırsa, İmam-ı Âzam’a göre kabul olunmaz. İmam Şâfii; bir kavlinde, kabul olunur, diğer kavlinde kabul olunmaz, demiştir. Hakemler ıslah murad ederlerse, Allah’u Teâlâ onların aralarını uzlaştırır ve hayra muvaffak kılar diye beyan buyrulmuştur.[11]

Bu hükümden anlaşıldığı üzere; hakemler önce iki tarafı uzlaştırma yoluna giderler. Eğer uzlaşma sağlanırsa evliliklerine devam ederler. Ancak uzlaşma sağlanamazsa eğer erkek hakem tayin ettiği kişiye kendini boşaması için yetki verirse, aynı şekilde kadın da kendi hakemine bedel-i hul (bedel karşılığında boşama yetkisi) verirse, o hakemler ayrılmalarına hükmederlerse, onları boşarlar.


[1] Hidâye Tercümesi, c. 2, s. 111.

[2] Sünen-i Dârukutnî, Hadis No: 3672.

[3] Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, III/193.

[4] Serahsî, Mebsut, c. 8, s. 107.

[5] Sünen-i Dârukutnî, Hadis No: 3672.

[6] Bu konuda bakınız: Delilleriyle Hanefi Fıkhı, s. 670-672.

[7] Sünen-i İbn-i Mâce, Talâk 16.

[8] Serahsî, Mebsut, c. 8, s. 88.

[9] Serahsî, Mebsut, c. 8, s. 88.

[10] Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, c. 4, s. 35.

[11] Konyalı Mehmed Vehbi, Hulâsât’ul-Beyan, c.3, s. 915.