KÖLENİN NİKÂHI:

Efendilerinden izinsiz kıyılan, köle, câriye, müdebber[1], mükâteb[2] ve ümmü veledin[3] nikâhlarının sahih olması, efendilerinin iznine bağlıdır. Kölenin nikâhının efendisinin iznine bağlı olması, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

أَيُّمَا عَبْدٍ تَزَوَّجَ بِغَيْرِ إِذْنِ مَوَالِيهِ فَهُوَ زَانٍ (ه عن ابن عمر)

″Efendisinden izinsiz evlenen köle, zinâ edicidir″[4] Hadis-i Şerif’i ile sâbittir.

- Efendisi câriyesini başka bir erkekle evlendirse, efendisi artık o câriye ile cinsel ilişkide bulunamaz. Bu hak, artık kocasına aittir. Efendisinin câriyeyi hizmetinde kullanma hakkı ise bâkidir. Eğer kocası, o câriye için kalacak bir yer hazırlamış olsa, efendisinin hizmet hakkı zâyi olmuş olur. Kocası, câriye olan karısına kalacak yer hazırlayamaz ise, nafakasını (geçimliğini) karşılaması şart değildir. Bu durumda ise, nafaka efendisine ait olmuş olur. Zîrâ nafaka, kadının hapsedilmesi (bir yerde bekletilmesi) karşılığındadır.

- Efendi, câriyesini veya kölesini evlenmeye zorlayabilir. Câriyeyi evlendirme yetkisi efendisine aittir. Dolayısıyla efendi, dilerse kendisi câriyesiyle ilişki kurar, dilerse de başka biriyle onu nikâhlar. Efendinin satmada olduğu gibi kendi mülkü üzerinde câriyenin rızâsı olmadan tasarruf yapma yetkisi vardır. Mehrin efendiye ödenmesi ve nafaka yükümlülüğünün efendiden düşmesi de bunun delilidir. Efendi bu işlemleri (câriye için değil) kendisi için yapmış olmaktadır. Köleye gelince; Hanefilere göre efendi, onu da rızâsı olmadan evlendirebilir.

- Efendisi; müdebber câriyesini, vasıfsız câriyesini veya ümmü veled olan câriyesini evlendirse ve onu kocasıyla birlikte bir eve yerleştirse, sonra câriyeyi kendi hizmetine döndürmeyi uygun bulsa, bunu yapabilir. Çünkü câriyenin hizmeti, efendinin hakkıdır. O, bir eve yerleştirmekle câriyeyi kocasına ödünç vermiş gibidir. Dolayısıyla dilediği zaman onu geri alabilir. Kocası ile câriyenin bir eve yerleşmesini şart koşsa, bu şart geçersizdir. Şart, efendinin, câriyeyi kendisine hizmet ettirmesine engel olamaz. Çünkü kocanın nikâhla hak kazandığı şey, sâdece câriyenin kendisine helal olmasıdır. Onun başka bir şeyi şart koşması, efendiyi bağlayıcı değildir. Onu zorla bağlayıcı kılmak mümkün değildir. Çünkü süre belli değildir. Âriye (ödünç)[5], bağlayıcı bir akit olmadığından, efendiyi âriyet yoluyla mecbur etmek de mümkün değildir. Eğer câriye, kocasını (evliliği sürdürmeyi) seçerse, kocası kendisiyle cinsel ilişkiye girmiş olsun veya olmasın, mehri efendi alır. Çünkü belirlenen mehir, akdin kendisi ile, kocanın elde edeceği şey karşılığında gerekli olmuştur. Koca bu şeyi efendiden almıştır, dolayısıyla onun bedelini de efendi alır. Efendi, câriyeyi âzat etmese, câriyenin mehrini kocasından tam olarak alır. Kocanın, efendi câriyeyi teslim etmedikçe mehri ödememe hakkı yoktur. Çünkü efendi, câriyenin mehrine hak kazanma konusunda hür olan kadın gibidir. Hür olan kadın, mehrini almadıkça kendisini teslim etmeyebilir. Burada da, eğer mehrin peşin olması şart koşulmuş ise, efendi câriyeyi teslim etmeyebilir. Mehir vâdeli ise, İmam-ı Âzam ve İmam Muhammed’e göre; satılan malın bedeli veresiye olduğunda, satılan malı teslim etmeme hakkının olmadığına kıyasla efendinin câriyeyi, hür olan kadınların da kendini teslim etmeme hakkı yoktur. İmam Ebû Yusuf’un diğer görüşüne göre ise, mehir vâdeli ise, kadın onu almak için kendini teslim etmeyebilir. Satım akdi böyle değildir. Çünkü nikâhta kadının kendini teslim etmesi ömrün tamamında (herhangi bir bölümünde) olabileceği gibi, mehrini talep etmesi de ömrün herhangi bir bölümünde olabilir. Satım akdinde ise, hemen akdin peşinden teslime hak kazanılır. Eğer verilecek bedel vâdeli ise, satıcının onu hemen talep etme hakkı yoktur. Eğer efendi, mehri tam olarak aldıysa, câriyeyi kocasına teslim etmesi emredilir. Fakat efendinin, câriyeyi kocası ile birlikte bir eve yerleştirmesi gerekmez. Çünkü câriyenin hizmeti (bedensel emeği), efendinin hakkıdır. Onun hakkı engellenemez. Câriye önceden olduğu gibi efendisine evinde hizmet eder, kocası, eşi olan o câriyeyi ne zaman yalnız veya boş bulursa, ihtiyacını giderir.[6]

- Bir câriye, iki kişi arasında ortak olsa da, onlardan biri câriyeyi bir adamla evlendirse ve koca, câriye ile cinsel ilişkiye girse, diğerinin bu nikâhı bozma hakkı vardır. Çünkü evlendiren kişi, câriyenin sâdece yarısının sahibidir. Câriyenin yarısına sahip olmak ise, evlendirme yetkisinin nedenlerinden değildir. Bundan dolayı onun, câriye üzerinde yaptığı ve arkadaşının hissesini de kapsayan bu akit geçerli olmaz. Arkadaşının, kendisine gelecek zararı engellemek için bu akdi bozma hakkı olur. Nikâh şüphesi ile ilişki kurduğu için kocaya had gerekmez ve dolayısıyla mehir ödemesi gerekir. Ancak kendisini evlendiren ortağa, belirlenen mehrin yarısı ile mehr-i mislin yarısından hangisi daha az ise onu öder. Çünkü evlendiren kişi, belirlenen mehre râzı olmuştur ve onun rızâsı sâdece kendi payında geçerlidir. Diğer ortağın payı için ise mehr-i mislin yarısını öder. Bu ne kadar tutarsa tutsun farketmez. Çünkü o, kendi hakkından herhangi bir şeyin düşmesine râzı olmamıştır. Eğer nikâh, cinsel ilişkiden önce bozulursa, koca, câriye ile ister halveti sahiha gerçekleşmiş olsun isterse olmasın, ortaklardan hiçbirinin mehir hakkı olmaz. Çünkü halvet-i sahihaya ancak sahih (geçerli) olan nikâh akdinde itibar edilir. Bu nikâh akdi ise, geçerli değildir. Dolayısıyla bu nikâh akdinde halvet-i sahihaya itibar edilmez.

- Bir câriye yahut mükâtebe, efendisinin izniyle evlendikten sonra âzat olsa; kocası hür olsun, köle olsun câriyenin nikâhı bozma hakkı vardır.

- Bir kimse oğlunun câriyesine cinsel ilişkide bulunup, câriye de doğursa, o kimse çocuğun kendinden olduğunu iddia etse, çocuğun nesebi o kimseden sâbit olur. Dâva eden kimseye câriyenin kıymeti lâzım gelir, mehir ve çocuğun kıymeti lâzım gelmez. O câriye, cinsel ilişkide bulunan kimsenin ümmü veledi olur.

Geçimini sağlayamayacak durumda olan bir kimse, hayatta kalabilmek için zaruri ihtiyacı olan yiyeceklerde oğlunun malına mâlik olur. Bu meselede ise, babanın neslini devam ettirmeye ihtiyacı, kendi yaşamasını devam ettirmek için olan ihtiyacından aşağı olduğundan baba, oğlunun câriyesine onun kıymetini ödeyerek mâlik olur. Ama yiyeceği şeye kıymetini ödemeden mâlik olur.

Sonuç olarak; bir kimse, ne kadar aşağı inerse insin oğlunun veya torununun câriyesine cinsel ilişkide bulunsa, bu kimse haram olan cinsel ilişkide bulunmuştur. Fakat o kimseye zinâ haddi uygulanmaz. Çünkü çocuğun malı üzerinde babasının büyük bir alakası vardır. Câriye de mal hükmündedir. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

أَنْتَ وَمَالُكَ لِأَبِيكَ (ه عن جابر)

″Sen de, malın da babana aitsiniz″[7] Hadis-i Şerif’i, bu hususta bir delil teşkil etmektedir. Bu delile bakarak, çocuğun malı babasına ait bir mal gibidir. Bu durumda da bir mülk şüphesi oluşur. Bu şüphe ise, haddin düşmesi için yeterlidir. Şer’î hadlerde[8] şüphe olursa, had cezâsı uygulanmaz. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

ادْرَءُوا الْحُدُودَ مَا اسْتَطَعْتُمْ (عب عمر بن الخطاب)

″Gücünüz yettiği kadar, şüpheli durumlarda had cezâlarını düşürün″[9] diye buyurmuştur. Fakat çocuğuna ait olmayan başka bir câriyeyle cinsel ilişkide bulunmuş olsa, bu durum ispat edildiğinde, o kimseye had cezâsı uygulanır.


[1] Müdebber: Sahibinin ″Ölümümden sonra hürsün″ demesi gibi tek taraflı irâde beyanı verdiği köledir.

[2] Mükâteb: Hür olması için bir bedel ile anlaşma yapılan köledir.

[3] Ümmü veled: Efendisinden çocuk doğuran câriyedir.

[4] Sünen-i İbn-i Mâce, Nikâh 43; Sünen-i Tirmizî, Nikâh 20; Sünen-i Ebû Dâvud, Nikâh 17.

[5] Âriye (ödünç): Menfaati karşılıksız olarak başkasına temlik edilen (devredilen) maldır. Âriye alınan mal, Hanefî mezhebine göre; emânet hükmündedir, sürenin dolmasıyla iade edilir.

[6] Serahsî, Mebsut Tercümesi, c. 5, s. 180.

[7] Sünen-i İbn-i Mâce, Ticaret 64.

[8] Şer’î Hadler: Allah’u Teâlâ’nın hakkı olmak üzere yerine getirilmesi gereken, ölçüsü belirlenmiş cezâlardır. Bu had çeşitleri de şöyledir: 1. Zinâ haddi. 2. İçki içme haddi. 3. Kazf (zinâ iftirası) haddi. 4. Hırsızlık haddi. 5. Yol kesme haddi.

[9] Abdurrezzâk es-San’ânî, Musannef, Hadis No: 13641; Kez’ul-Ummal, Hadis No: 12956, 13414; Mültekâ Tercümei, Mevkûfat, c. 1, s. 323.