Yemin Çeşitleri:

Yemin iki çeşittir. Birincisi, kasem sûretiyle yapılan yemindir. İkincisi de cezânın şarta bağlanması suretiyle yapılan yemindir.

1- Kasem sûretiyle yapılan yemin:

Bu tür yemin, üzerine yemin edilene tâzimi gerektirir. Onun için, Allah’ın zâtının isimlerine ve sıfatının isimlerinden birine yemin etmekle olur. Bu yemin;وَاللّٰهِ تَاللّٰهِ بِاللّٰهِ″Vallâhi, Billâhi, Tallâhi″ gibi Allah’ın ismi şerifine yahut وَالرَّحْمٰنِ وَالرَّحِيمِ وَالْحَقِّ ″Ve’r-Rahmâni, Ve’r-Rahîmi, Ve’l-Hakkı″ gibi Allah’ın diğer isimlerinden bir ismi şerifini söylemek sûretiyle yapılır. Allah için kullanılan ismi şeriflerde niyete muhtaç olmadan yemin olur. Fakat Allah’u Teâlâ’dan başkasına ad olarak verilen isimlerde yemine niyet etmeden yemin olmaz. وَالْحَكِيمِ وَالْعَلِيمِ″Hakîm, Alîm″ isimleri gibi. Bu isimlerle eğer Allah’u Teâlâ’yı murad ederse yemin olur, eğer başkasını murad ederse yemin olmaz. Yahut örf ve âdette bilinen, Allah’ın sıfatlarından bir sıfata da yemin edilir. وَعِزَّةِ اللّٰهِ وَجَلَالِ اللّٰهِ وَكِبْرِيَاءِ اللّٰهِ وَعَظَمَةِ اللّٰهِ وَقُدْرَةِ اللّٰهِ″Ve izzetillâhi, Ve celâlillâhi, Ve kibriyâillâhi, Ve azametillâhi, Ve kudretillâhi″ gibi. Bâzı meşâyıh-ı kirâm; Allah’ın zâtının sıfatlarına yapılan yemin, yemindir. ″Kudret ve İzzet″ gibi. Allah’ın fiil sıfatlarına yapılan yemin, yemin değildir. ″Rahmet ve Gadab″ gibi. Ama sahih olan görüşe göre; yeminler örf ve âdete bağlıdır. Yemin eden kişiler, Allah adına yemin etmek sûretiyle sözlerini kuvvetlendirmiş olurlar. Nitekim insanlar, birbirleriyle yemin ederek ahitleştiklerinde, birbirlerinin Arapçada yine aynı ″Yemin″ kelimesi ile ifade edilen ″Sağ elleri″ni tutar ve tokalaşırlar.

Bu yemin, Kitap ve Sünnet ile sâbittir. Kitap’tan delil, şu âyetlerdir:

Sûre-i Enbiyâ, Âyet 57:

″Tallâhi! Siz dönüp gittikten sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım.″

Sûre-i Yusuf, Âyet 85:

Oğulları: ″Allah’a yemin olsun ki sen, bir hastalığa tutuluncaya yahut helâk oluncaya kadar, Yusuf’u yâd etmekten vazgeçmeyeceksin″ dediler.

Sûre-i Yusuf, Âyet 91:

Kardeşleri, Yusuf’a: ″Allah’a yemin olsun ki, muhakkak Allah’u Teâlâ seni (sûreten ve ahlâken) bize üstün kıldı. Şüphesiz biz, (sana yaptığımız şeylerde) suçlu idik″ dediler.

Sünnet’ten delil de Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

وَاللّٰهِ لَأَغْزُوَنَّ قُرَيْشًا. (طب عن ابن عباس)

″Vallâhi, Kureyş ile elbette savaşacağım″[1] Hadis-i Şerif’idir.

Peygamber, Kur’ân (Mushaf), Kâbe gibi Allah’tan başkası adına edilen yemin, yemin sayılmaz. Fakat bir kimse, ″Peygamberden, Kur’ân’dan berîyim (uzak olayım)″ derse, yemin etmiş olur. Çünkü Peygamberden, Kur’ân’dan uzak kalmak küfürdür. İnanılması küfür olan şeyler üzerine edilen yeminin bozulması hâlinde keffaret lâzım gelir. Dolayısıyla bu yeminlere de Allah adına edilen yeminler gibi saygı göstermek gerekir. Bir kimse, ″Ben şu işi yaparsam, haça tapayım″ veya ″Allah’tan başkasına tapayım″ derse, yemin etmiş olur.

Allah’tan başkası adına yemin etmek câiz olmaz. Bu hususta İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Ömer ile beraber konuşan birkaç kişinin yanına uğradı. Onlar babalarının isimleri üzerine yemin ediyorlardı. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onlara şöyle buyurdu:

إِنَّ اللّٰهَ يَنْهَاكُمْ أَنْ تَحْلِفُوا بِآبَائِكُمْ فَمَنْ كَانَ حَالِفًا فَلْيَحْلِفْ بِاللّٰهِ أَوْ لِيَصْمُتْ (م خ عن ابن عمر)

″Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, babalarınız adına yemin etmenizi yasakladı. Artık kim yemin edecek olursa, Allah adına yemin etsin yahut sussun.″[2]

Said b. Ubeyde Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

جَاءَ ابْنَ عُمَرَ رَجُلٌ فَقَالَ أَحْلِفُ بِالْكَعْبَةِ فَقَالَ لَا وَلَكِنْ احْلِفْ بِرَبِّ الْكَعْبَةِ فَإِنَّ عُمَرَ كَانَ يَحْلِفُ بِأَبِيهِ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا تَحْلِفْ بِأَبِيكَ فَإِنَّهُ مَنْ حَلَفَ بِغَيْرِ اللّٰهِ فَقَدْ أَشْرَكَ (حم د عن سعد بن عبيدة)

″Bir adam İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ’ya gelerek; ″Kâbe’ye yemin ediyorum″ deyince, İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ ona şöyle cevap verdi: Kâbe’nin Rabbine yemin et. Zîrâ Ömer Radiyallâhu anhu, babası adına yemin ediyordu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ona; ″Babanın adına yemin etme. Zîrâ her kim Allah’tan başkası adına yemin ederse, Allah’a ortak koşmuş olur″ diye buyurdu.[3]

Allah’tan başkası adına yemin etmek câiz olmadığına göre, O’ndan başkası adına edilen yeminin bozulması hâlinde de keffaret ödemek lâzım gelmez. Çünkü bu, yemin değildir. Ancak bir kimse, ″Allah’ın kelâmı üzerine yemin olsun″ derse, bu yemin geçerli olur. Ehl-i Sünnet’in görüşü budur.

İmam-ı Azam Ebû Hanife Rahimehullah buyurdu ki: ″Yemin ederken ancak tevhid ve ihlas ile Allah adına yemin edilir.″

Allah lafzını söylemeden; ″Yemin ederim″, ″Şehâdet ederim″ tâbirleri de yemindir. Çünkü bu lafızlar yeminde kullanılır. Bir kimse; ″Falancayla konuşursam, üzerime nezr (adak) olsun″ yahut ″Üzerime yemin olsun″ yahut ″Üzerime ahd olsun″ dese, ″Nezr, yemin ve ahid″ kelimelerini Allah lafzına nisbet etmese bile, yine yemin etmiş olur. O kimseyle konuştuğu takdirde, yemin keffâreti vâcip olur. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

مَنْ نَذَرَ نَذْرًا لَمْ يُسَمِّهِ فَكَفَّارَتُهُ كَفَّارَةُ يَمِينٍ(د عن ابن عباس)

″Kim bir adak adar da, onu açıkça belirtmezse, ona yemin keffâreti gerekir[4] Hadis-i Şerif’i, yemin olduğuna delildir.

Kasem sûretiyle yani Allah’u Teâlâ’nın zâtının ve sıfatının isimlerine yapılan yeminler de üç çeşittir:

a- Yemin-i Gamûs:

Yalan yere kasten yemin etmektir. Bu tür yapılan yeminin günahı çoktur. Buna keffâret kifâyet etmez. Çok tevbe istiğfar etmelidir. Eğer bir kimsenin hakkına dokunmuşsa, onu da ödemesi gerekir. Bu yemin hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

مَنْ حَلَفَ كَاذِبًا أَدْخَلَهُ اللّٰهُ النَّارَ.

″Kim yalan yere kasten yemin ederse Allah’u Teâlâ, onu Cehenneme sokar.″[5]

مَنْحَلَفَ عَلَى يَمِينٍفَاجِرَةٍ يَقْتَطِعُ بِهَا مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍبغيرِ حَقٍّ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجنَّةَ وَأَوْجَبَ لَهُ النَّارَقِيلَ:يَا رَسُولَ اللّٰهِ وَإنْ كَانَ شَيْئًا يَسِيرًا؟قَالَوَإنْ كَانَ قَضِيبًامِنْ أَرَاكٍ (حب م ن ه عن أبي أمامة)

″Kim yalan yere yemin eder de Müslüman bir kişinin malını haksız yere koparırsa, Allah’u Teâlâ o kimseye Cenneti haram kılar ve ona Cehennemi vâcip kılar!″ Yâ Resûlallah! Küçük, önemsiz bir şey olsa da mı?″ diye soruldu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Erak denilen misvak ağacından bir dal bile olsa fark etmez″ buyurdu.[6]

مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ صَبْرًا لِيَقْتَطِعَ بِهَا مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ وَهُوَ فِيهَا كَاذِبٌ لَقِيَ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ وَهُوَ أَجْذَمُ (حم عن الأشعث بن قيس)

″Kim yemininde günahkâr olduğu halde Müslüman bir kişinin malını yalan yere yemin ederek alırsa, mahşer günü vücut organları kopmuş bir halde gelir.″[7]

Böyle yeminden çok sakınmalıdır. Zâten Yemin-i Gamûs’un mânâsı; sahibini günaha sokan demektir. Hanefilere göre; Yemin-i Gamûs’ta keffâret yoktur, ancak tevbe etmek vardır. İmam Şâfii’ye göre; Yemin-i Gamûs’ta keffâret vardır. Çünkü Keffâret, Allah’ın isminin hürmetini yıkan kimsenin günahını gidermek için meşrû olmuştur. Yemin-i Gamûs’ta da yalan yere kasten Allah’ın ismi şerifi şâhit tutularak, günahkâr olunduğu muhakkaktır. Hanefilerin delili ise, Yemin-i Gamûs’un büyük günahlardan olmasıdır. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

خَمْسٌ مِنْ الْكَبَائِرِ لَا كَفَّارَةَ فِيهِنَّ الْإِشْرَاكُ بِاللّٰهِ وَقَتْلُ النَّفْسِ بِغَيْرِ حَقٍّ وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ وَالْفِرَارُ عَنْ الزَّحْفِ وَالْيَمِينُ الْفَاجِرَةُ.

″Büyük günahlardan beş şey vardır ki, onlarda keffâret yoktur: 1-Allah’a ortak koşmak. 2-Haksız yere adam öldürmek. 3-Anne, babaya karşı gelmek. 4-Savaştan kaçmak.[8] 5-Yemin-i Gamûs″[9] diye buyurmuştur. Büyük günahlardan olan şeylerde keffâret yoktur. Çünkü keffâret, hadd-i zâtında ibâdettir. Zîrâ keffâret, oruç ile de ödenir. Eğer keffâret ibâdet olmasaydı, oruç ile keffâretin ödenmesi câiz olmazdı.

b- Yemin-i Lağv:

Bilmeyerek yapılan yeminlere denir. İmam-ı Âzam Efendimize göre; doğru olduğu zannıyla yemin edilip de sonradan doğru ol­madığı anlaşılan veya yemin edilirken yalan söylemek kasdı bulunmayan ye­minlerdir.[10] Meselâ; bir kimse, bir şahsın borcunu ödememiş olduğu halde ödemiş olduğunu zannederek, ″Vallâhi, borcumu ödedim″, yahut başka bir kimseyi Zeyd zannederek, ″Vallâhi Zeyd geldi″, yahut bir kimsenin başka bir şey söylemek isterken kasdı olmayarak, ″Vallâhi″ diye yemin etmesi gibi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, Yemin-i Lağv’ın ne olduğu sorulduğunda şöyle buyurmuştur:

هُوَ قَوْله لَا وَاللّٰه وَبَلَى وَاللّٰه وَهُوَ يَرَى أَنَّهُ صَادِق وَلَا يَكُون كَذَلِكَ (تفسير ابن ابى حاتم عن عائشة)

″Yemin-i lağv; kişinin doğru olduğunu sanarak Allah’a yemin ederim ki hayır, Allah’a yemin ederim ki evet, dediği halde o şeyin öyle olmadığı ye­mindir.″[11]

Bu husus bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle geçmektedir:

مَرَّ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِقَوْمٍ يَنْتَضِلُونَ يَعْنِي يَرْمُونَ وَمَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَجُلٌ مِنْ أَصْحَابِهِ فَرَمَى رَجُلٌ مِنَ الْقَوْمِ فَقَالَ أَصَبْتُ وَاللّٰهِ وَأَخْطَأْتَ وَاللّٰهِ فَقَالَ الَّذِي مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: حَنِثَ الرَّجُلُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ: كَلا أَيْمَانُ الرُّمَاةِ لَغْوٌ لَا كَفَّارَةَ فِيهَا وَلَا عُقُوبَةَ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن الحسن بن ابى الحسن)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Ashâbından birisi ile birlikte, ok atan bir gruba rastladı. Ok atanlardan bir kişi: ″Vallâhi isâbet ettirdim, vallâhi isâbet ettiremedin″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında bulu­nan kişi: ″Yâ Resûlallah! Bu adam yeminini bozdu″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Hayır! Ok atan­ların yeminleri lağvdır, keffâreti ve cezâsı yoktur″ buyurdu.[12]

Bu tür yeminlerde keffâret yoktur. Bu durumdaki kişinin affolunması ümit edilir. Zîrâ böyle bir kimsenin mesul tutulmayacağı; Allah’u Teâlâ, bilmeyerek yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz…″[13] diye geçen Âyet-i Kerîmesi ile sâbittir.

c- Yemin-i Mün’akide:

Bile bile yapılan yeminlere denir. Bu yemin, gelecek zamanda mümkün olan bir şeyin yapılması veya yapılmaması üzerine edilen yemindir. Meselâ; ″Vallâhi, yarın geleceğim″ yahut ″Vallâhi, falan kimse ile konuşmayacağım″ gibi. Bu tür yemini yerine getirmeyen kimseye keffâret gerekir. Bu hususta Allah’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Sûre-i Bakara, Âyet 225:

″Allah’u Teâlâ, bilmeyerek yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat bile bile yaptığınız yeminlerinizden sizi sorumlu tutar. Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, Halîm’dir (cezâ vermekte acele etmez).″

Sûre-i Mâide, Âyet 89:

″Allah’u Teâlâ, bilmeyerek yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat bile bile yaptığınız yeminlerinizden sizi sorumlu tutar…″

Sûre-i Nahl, Âyet 91:

″Ahidleştiğiniz zaman, Allah adına verdiğiniz ahdi yerine getirin. Ahdinizi kuvvetlendirmek için Allah’ı şâhit göstererek ettiğiniz yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızı bilir.″

Yemin-i Mün’akide’nin bâzı kısımlarında yemini bozmak vâcip olur. Günah işleyeceğine yahut dînî vazifeleri yerine getirmeyeceğine dair yapılan yemin gibi. Meselâ; bir kimse ″Vallâhi, bugün elbette şarap içeceğim″ yahut ″Vallâhi, bugün öğle namazını kılmayacağım″ dese, o kimsenin şarabı içmemesi ve namazı kılması lâzım olup, keffâret vermesi vâcip olur. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ حَلَفَ أَنْ يُطِيعَ اللّٰهَ فَلْيُطِعْهُ وَمَنْ حَلَفَ اَنْ يَعْصِيَهُ فَلَا يَعْصِهِ.

″Her kim Allah’a itaat etmemeye yemin ederse, Allah’a itaat etsin (ve yemininin keffâretini versin). Her kim de Allah’a âsi olmaya yemin ederse, Allah’a âsi olmasın (ve yemininin keffâretini versin)[14] diye buyurmuştur.

Yemin-i Mün’akide’nin bir kısmında da yemini bozmak, yeminde durmaktan daha efdaldir. Müslüman kardeşiyle dargın durmaya ve buna benzer şeylere yemin etmek gibi. Meselâ; bir kimse, ″Müslüman bir kimseyle konuşmayıp, selamlaşmayacağım″ diye yemin etse, o kimsenin yeminini bozması ve keffâret vermesi, yemininde durmasından daha efdaldir. Bu hususta da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ فَرَأَى غَيْرَهَا خَيْرًا مِنْهَا فَلْيَأْتِ الَّذِي هُوَ خَيْرٌ وَلْيُكَفِّرْ عَنْ يَمِينِهِ (حم م ت عن أبي هريرة)

″Kim bir şey üzerine yemin eder de başka bir şeyi yemin ettiği şeyden hayırlı görürse, hayırlı olan şeyi yapsın ve yemininden dolayı keffâret versin″[15] diye buyurmuştur.

Şâyet bir kimse, burada sayılan hususlar dışında herhangi bir şeyi yapacağına veyahut yapmayacağına dair yemin ederse, yeminini muhafaza için bozmaması efdaldir. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın Sûre-i Mâide, Âyet 89’da: ″Yeminlerinize sâdık olun″ diye geçen buyruğu, emirdir. Emir ise yapılmasını gerekli kılar. Buna göre yapılan yemine sâdık kalmak vâciptir.

Yemin; gerek bilerek kendi iradesiyle, gerek unutarak yapılsın, bozulduğu takdirde keffâret vâciptir. Meselâ; bir kimse ″Bana, su getirin″ diyeceği yerde ″Vallâhi, su içmeyeceğim″ dese, yemin etmiş olur. Suyu içtiği zaman yemini bozulur ve keffâret vâcip olur. Bir kimseye zorla yemin ettirilse de yemin olur ve bu kimseye yapmış olduğu yemini zorla bozdurulsa, keffâret vâcip olur. Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

ثَلَاثٌ جِدُّهُنَّ جِدٌّ وَهَزْلُهُنَّ جِدٌّ: اَلنِّكَاحُ وَالطَّلَاقُ وَالْيَمِينُ.

″Üç şey vardır ki ciddileri de ciddidir, şakaları da ciddidir. Bunlar: Nikah, talâk ve yemindir″[16] diye buyurmuştur. Çünkü keffâret hükmü, yemini bozma fiilinin bulunup bulunmamasına göre sâbit olur. Dolayısıyla bir kimse, bir şeyi yapmaya zorlandığında yemini bozulur ve bundan dolayı ona günah olmaz, ama keffâret gerekir. Yemin ettiğini unutan kişinin de, onu yapmakla yemini bozulur, keffâret ödemesi gerekir, ancak ona da günah yazılmaz. Çünkü Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

إِنَّ اللّٰهَ تَجَاوَزَ عَنْ أُمَّتِي الْخَطَأَ وَالنِّسْيَانَ وَمَا اسْتُكْرِهُوا عَلَيْهِ (ه عن ابى زر الغفارى)

″Allah’u Teâlâ ümmetimden hata, unutma ve istemediği halde zorla yaptırılan şeyin sorumluluğunu kaldırmıştır″[17] diye buyurmuştur. Burada kasıt, bunların hükmünün değil, günahının kaldırılmış olduğudur.[18]

2- Cezânın şarta bağlanması suretiyle yapılan yemin:

Bu yemin ise, biri olduğunda diğeri de meydana gelecek şekilde bir şeyi bir şeye bağlamaktır. Meselâ; bir kimsenin kölesine, ″Şu eve girersem, sen azad ol″ yahut karısına, ″Şu eve girersen, boş ol″ veya ″Şu işi yaparsam, umre yapmak bana lâzım olsun″ demesi gibi. Bu yeminde de kuvvet mânâsı vardır. Çünkü yemin, yapmaya yemin edilen şeyi yapmaya itmesi, terke yemin edilen şeyden engellemesi için söylenir. Cezânın şarta bağlanması, vasıf itibariyle yemin değildir. Fakat fıkıh âlimlerine göre; Allah adına yapılan yemin ile meydana gelen şey; cezânın şarta bağlanmasıyla da meydana geldiği için, bu cezânın şarta bağlanmasına da yemin adı verilmiştir. Hattâ bir kimse, yemin etmemeye yemin etse, bundan sonra talâka yahut talâka benzeyen bir şeye yemin ederse, yeminini bozmuş olur. Bâzı âlimlere göre; bu tür yeminde bulunmak mekruhtur. Buna Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in: ″Kim yemin edecek olursa, Allah adına yemin etsin″[19] Hadis-i Şerif’ini delil getirmişlerdir.

Az yemin etmek, çok yemin etmekten evlâdır. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın ism-i şerifinin hürmetinin yıkılması ihtimâli vardır.


[1] Taberâni, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 11577; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 11304, 11309; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 303.

[2] Sahih-i Müslim, Eymen 1; Sahih-i Buhârî, Eymen 4; İmam Mâlik, Muvatta, Nezir ve Eymen 9.

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 5336, 5800; Sünen-i Ebû Dâvud, Eymen 5.

[4] Sünen-i Ebû Dâvud, Eymen, 30; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 4057; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 306. Yine bakınız: Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 239/1.

[5] Taberâni, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 637; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 304; el-İnâye Şerh’ul-Hidâye, c. 6, s. 448.

[6] Sahih-i İbn-i Hibban, Hadis No: 5178; Sahih-i Müslim, Îmân 62 (218 Sünen-i Nesâî, Âdâbü'l-kudât 30; Sünen-i İbn-i Mâce, Ahkâm 9.

[7] Ahmed. B. Hanbel, Müsned, Hadis No: 20841.

[8] Dördüncü madde Mevkûfât’ta; ″Sıla-i rahimi (akrabalık bağını) kesmek″ diye nakledilmiştir. (Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 304)

[9] Mecma’ul-Enhâr Fî Şerh’il-Mülteka’l-Ebhûr, c. 4, s. 17; Sahih-i Buhâri, Eymen ve’n-Nuzûr 16; Sünen-i Nesâî, Tahrîm’üd-Dem 3.

[10] İmam Muhammed ile İmam Şâfii Hazretleri ise buyururlar ki; Yemin-i Lağv odur ki, haram şey üzerine yemin eylemektir ve o haram şeyi terk eylemekle Allah’u Teâlâ o kimseyi mesul tutmaz. İmam Nehâî ve Hasan b. Ziyâd Hazretlerinden rivâyet olundu ki; Yemin-i Lağv, bir kimse bir şeyi yapmak veya yapmamak üzerine yemin edip, sonra o yemini unutmasıdır. Bu yeminden dolayı Allah’u Teâlâ o kimseyi mesul tutmaz. Bu tür yeminde kişinin sorumlu tutulmayacağı hususunda ittifak vardır. Bunda şüphe yoktur. Şüphe, Yemin-i Lağv’ın tefsirindedir. Bunun açıklanmasında çeşitli görüşler vardır. (Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 304)

[11] Tefsir-i İbn-i Ebî Hâtim, Hadis No: 2191. Yine bakınız: Sahih-i Buhârî, Eymen 1, Keffârât 1, 6; Riyaz’üs-Sâlihîn, Hadis No: 1723.

[12] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 1, s. 603.

[13] Sûre-i Mâide, Âyet 89; Sûre-i Bakara, Âyet 225.

[14] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 305; el-İnâye Şerh’ul-Hidâye, c. 6, s. 250.

[15] Sahih-i Müslim, Eymen 3 (7, 9, 10, 13 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 17545; Sünen-i Tirmizî, en-Nuzûr ve Eymen 4. Yine bakınız: Sahih-i Buhârî, Eymen 10; Sünen-i Ebû Dâvud, Eymen 13.

[16] Hidâye Tercümesi, c. 2, s. 174; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 305. Ayrıca bakınız: Sünen-i Ebû Dâvud, Talak 9; Sünen-i Tirmizî, Talak 9; Sünen-i İbn-i Mâce, Talak 13.

[17] Sünen-i İbn-i Mâce, Talak 16.

[18] Esad Muhammed Sâid es-Sâğirci, el-Fıkh’ul-Hanefiyyye ve Edilletuhû, c. 2, s. 270-271.

[19] Sahih-i Müslim, Eymen 1; Sahih-i Buhârî, Eymen 4; İmam Mâlik, Muvatta, Nezir ve Eymen 9.