Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Hicreti ve Ebû Eyüp el-Ensâri Hazretlerinin Evi:

Mekke’de Müslümanlara, müşrikler tarafından işkence ve kötülükler yapılı­yordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Müslümanların Kureyş müşrikleri tarafından zulüm ve işkenceye uğradıklarını görünce, onlara şöyle buyurmuştur:

تَفَرَّقُوا فِي الْأَرْضِ فَإنَّ اللّٰهَ تَعَالَى سيجمعكم قَالوا إِلَى أَيْنَ نَذْهَبُ؟ اَخْرجُوا إلَى أَرْضِ الْحَبَشَةِ، فَإنَّ بِهَا مَلِكًا عَظِيمًالَا يُظْلَمُ عِنْدَهُ أحدٌ، وَهِيَ أَرْضُ صِدْقٍ، حَتَّى يَجْعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ فَرَجا مِمَّا أَنْتُمْ فِيهِ.

″Yeryüzüne dağılın. Allah’u Teâlâ sizleri mutlaka birleştirecektir. ″Nereye gidelim?″ dediler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Habeş topraklarına gidin. Çünkü onların hiç kimseye zulmetmeyen kralları vardır. Orası Allah’u Teâlâ’nın, sizleri içinde bulunduğunuz bu durumdan kurtarmaya vesîle olacak sâdık ve dost bir memlekettir.″[1]

Habeşistan’a hicret edenler arasında Osman İbn-i Affân Radiyallâhu anhu ve onun hanımı Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kızı Rukiyye Radiyallâhu anhâ, Peygamberimizin amcasının oğlu Hz. Câfer İbn-i Ebû Tâlib de vardı. Sayıları kadınlı erkekli yaklaşık seksen kişiydi.

Daha sonra Evs ve Hazreç kabileleri Müslüman olduktan sonra İslâmiyet, Medine’de yerleşmiş ve kuvvet bulmuştu. Akabe biatından sonra Resûlü Ekrem, Ashâbın Medine’ye hicret etmelerini ve Ensâr’dan olan kardeşlerine kavuşmalarını emretti ve şöyle buyurdu:

إنّ اللّٰهَ عَزّ وَجَلّ قَدْ جَعَلَ لَكُمْ إخْوَانًا وَدَارًا تَأْمَنُونَ بِهَا.

″Allah’u Teâlâ sizin için kardeşler kıldı ve Medine’yi kendisinde emin olacağınız bir yurt kıldı.″[2] Bu izin üzerine mâzereti olanlar hâriç hepsi hicret ettiler.[3] Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ise, Allah’u Teâlâ’dan hicret için izin bekleyerek Mekke’de kaldı.[4] Hicret edenlerin: ″Yâ Resûlallah! Sen neden bizimle gelmiyorsun″ demeleri üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Sizin gidip gitmeyeceğiniz konusunda ben karar veririm. Benim gitmem konusunda da ancak Allah’u Teâlâ karar verir. Fakat Allah’u Teâlâ’dan henüz izin çıkmadı″[5] diye buyurmuştur.

Mekke’de müşrikler tarafından eziyetlere uğrayıp Allah için memleketlerinden Habeşistan’a ve daha sonra Medine’ye hicret eden Sahâbe-i Kirâm hakkında Sûre-i Nahl, Âyet 41-42 nâzil olmuştur:

″Zulüm gördükten sonra Allah rızâsı için hicret edenlere gelince, elbette onları dünyâda güzel bir şekilde yerleştiririz. Onların âhiretteki mükâfatları ise daha büyüktür. Kâfirler bunu bilselerdi!* Bunlar, (sıkıntılara) sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.″

Ebû Katâde Radiyallâhu anhu dedi ki: ″Bu âyetlerin nüzul sebebi böyle olmakla birlikte, hükmü herkesi kapsamaktadır.″ Bu sebeple burada, sırf Allah rızâsı için memleketlerinden ayrılarak Allah yolunda hicret edenlere verilen mükâfat da haber verilmektedir. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ فَرَّ بِدِينِهِ مِنْ أَرْض إِلَى أَرْض وَإِنْ كَانَ شِبْرًا اِسْتَوْجَبَ الْجَنَّة وَكَانَ رَفِيق إِبْرَاهِيم وَمُحَمَّد عَلَيْهِمَا السَّلَام (القرطبى, الجامع لأحكام القرآن عن الحسن)

″Bir kimse dinini muhafaza etmek için bir yerden bir yere hicret ederse, eğer hicreti bir karış mesafe olsa bile, o kimsenin Cennete girmesi vâcip olur ve Cennette arkadaşı İbrâhim Aleyhisselâm ve Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem olur.″[6]

Müslümanların Medine’ye hicreti müşrikleri telaşa düşürmüştü. Çünkü Resûlü Ekrem de Ashâbının yanına giderse, Medine’de büyük bir Müslüman kuvveti meydana gelecekti. Tedbir almak maksadıyla Dâr’un-Nedve denilen yerde bir araya geldiler. İblis de Necidli bir ihtiyar olduğunu söyleyerek o toplantıya katıldı. Müşrikler: ″Kimi, elini ve kolunu bağlayıp hapsedelim, kimi de Mekke’den sürelim″ dediler. Necidli bir ihtiyar kılığındaki iblis, bunlara bağırarak itiraz etti ve ″Siz onu hapsederseniz, onun kavmi gelir ve sizinle savaşarak onu kurtarır. Eğer onu başka yere sürerseniz, bu sefer sizin sefihlerinizi[7] kendine tâbi kıldığı gibi, gittiği yerde birçok kimseleri kendine tâbi kılar″ dedi. Oradakiler İblis’in söylediklerini tasdik ettiler. Bu sefer Ebû Cehil: ″Onu öldürmekten başka çare yoktur. Fakat her kabileden bir adam seçilmeli ve hepsi birden vurup öldürmeli ki, kâtil belli olmasın. Böylece Hâşimiler kan dâvası güdemezler, çünkü bütün Kureyş’e savaş açmaya güçleri yetmez″ dedi. Necidli bir ihtiyar olan İblis de: ″İşte bu gencin (Ebû Cehil’in) görüşü doğrudur″ diyerek tasdik edince diğerleri de bu görüşe katıldılar. Gece öldürmeyi planladılar ve Resûlü Ekrem’in evinin etrafında uyumasını beklemeye başladılar. Cebrâil Aleyhisselâm, müşriklerin kurduğu hileyi Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e haber verdi ve Medine’ye hicret etmesi için Allah tarafından kendisine izin verildiğini söyledi.

Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِمَكَّةَ ثُمَّ أُمِرَ بِالْهِجْرَةِ فَنَزَلَتْ عَلَيْهِ {وَقُلْ رَبِّ أَدْخِلْنِي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَأَخْرِجْنِي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ لِي مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَانًا نَصِيرًا} (ت عن ابن عباس)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke’de bulunuyordu. Sonra ona Medine’ye hicret etmesi emredildi. İşte bunun üzerine; Ey Resûlüm! De ki: ″Yâ Rabbi! Beni gireceğim yere (Medine’ye) hoşnutlukla girdir, çıkacağım yerden (Mekke’den) de hoşnutlukla çıkar…″ diye devam eden Sûre-i İsrâ, Âyet 80 nâzil oldu.[8]

Bunun üzerine Resûlü Ekrem: ″Benim gittiğimi anlamamaları için benim yatağımda kim yatar?″ dedi. Kimseden ses çıkmayınca, Hz. Ali Efendimiz: ″Yâ Resûlallah! Ben yatarım″ dedi. Çünkü müşrikler tarafından Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e yatağında suikast yapılacağı Allah’u Teâlâ tarafından bildirilmişti. Hz. Ali Efendimiz, hiç tereddüt etmeden ölümü göze alarak bunu kabul etti.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de kendisinde bulunan emânetleri Hz. Ali’ye vererek, ″Yâ Ali! Ben Medine’ye hicret ediyorum. Bu emânetleri sahiplerine teslim et. Sonra sen de gel″ buyurdu. Böylece Hz. Ali Efendimiz, Resûlü Ekrem’in döşeğine yattı ve Resûlullah Efendimizin yeşil hırkasını da üzerine örttü.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de, yerden bir avuç toprak aldı ve Yâsin Sûresi’nin ilk dokuz âyetini okuyarak evinin etrafındaki müşriklerin üzerine saçtı ve aralarından geçip gitti. O müşrikler kör gibi oldular ve uzun bir süre o hâl üzere kaldılar. Daha sonra kendilerine gelip içeri girdiklerinde Resûlü Ekrem Sallâhu aleyhi ve sellem’in yatağında Hz. Ali Efendimizin yattığını gördüler. Böylece onların kurdukları tuzak boşa çıkmıştı. Bu husus Sûre-i Enfâl, Âyet 30’da şöyle geçmektedir:

″Ey Resûlüm! Hani bir vakit, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek yahut Mekke’den çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlar. Allah’u Teâlâ da (onlara) tuzak kurar. Allah’u Teâlâ, tuzak kuranların hayırlısıdır.″

Sonra Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem doğruca Hz. Ebû Bekir’in evine gitti ve beraberce hicret edeceklerini söyledi. Hemen bir kılavuz tutuldu ve o kılavuza, üç gün sonra develeri alıp Sevr Dağı’na gelmesi söylendi.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile Hz. Ebû Bekir o gece şehirden çıkarak Mekke’ye bir saat mesâfede bulunan Sevr Dağı’na gittiler ve orada bir mağaraya girdiler. Ertesi sabah müşrikler, Peygamberimizin Mekke’den ayrılmış olduğunu öğre­nince onu aramaya başladılar. Her tarafı arıyorlardı. İzini sürerek Sevr Dağı’na kadar geldiler. Fakat Allah’ın takdiriyle mağaranın girişine, örümcek ağını örmüş ve güvercin de yuva yapmıştı. Bunu gören müşrikler, burada kimsenin bulunamayacağını düşünerek içeriye girmediler. Böylece, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ve arkadaşı Hz. Ebû Bekir Efendimiz, müşriklerin saldırısından kurtulmuş oldular.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile Hz. Ebû Bekir, üç gün sonra, kılavuzun getirdiği de­velere binerek Medine’ye doğru yola çıktılar.

Bu olayı Hz. Ebû Bekir Radiyallâhu anhu şöyle anlatmıştır:

نَظَرْتُ إِلَى أَقْدَامِ الْمُشْرِكِينَ عَلَى رُءُوسِنَا وَنَحْنُ فِي الْغَارِ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ لَوْ أَنَّ أَحَدَهُمْ نَظَرَ إِلَى قَدَمَيْهِ أَبْصَرَنَا تَحْتَ قَدَمَيْهِ فَقَالَ يَا أَبَا بَكْرٍ مَا ظَنُّكَ بِاثْنَيْنِ اللّٰهُ ثَالِثُهُمَا (خ م عن ابى بكر)

Biz mağarada iken müşriklerin ayaklarını görüyordum. Onlar bu sırada başlarımızın üstünde idiler. ″Yâ Resûlallah! Onlar ayaklarının hizasından eğilip bir bakacak olsalar, bizi mutlaka görürler″ dedim. Bunun üzerine buyurdu ki: ″Yâ Ebû Bekir! İki yoldaş ki üçüncüleri Allah’tır, hiç endişe edilir mi?″[9]

Bu hâdise Sûre-i Tevbe, Âyet 40’da şöyle geçmektedir:

Ey îman edenler! Siz, Resûle yardım etmezseniz, Allah’u Teâlâ vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine eder. Hani, iki kişiden biri iken kâfirler onu Mekke’den çıkarmışlardı. İkisi mağarada iken, arkadaşına (Ebû Bekir es-Sıddîk’a): ″Mahzun olma, şüphesiz ki Allah’u Teâlâ bizimle beraberdir!″ diyordu. Böylece Allah’u Teâlâ onun üzerine tarafından sükûnet indirdi, onu görmediğiniz ordularla kuvvetlendirdi ve kâfirlerin sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah’u Teâlâ her şeye gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu Âyet-i Kerîme, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in, hicret sırasında Allah’u Teâlâ’nın himâye ve lütfuna mazhar oluşunu gösterdiği gibi Hz. Ebû Bekir’i de zikrederek onun mertebe­sinin yüceliğine de işâret buyurmaktadır.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke‘den, Medine‘ye hicret ederken, bir kâfir pehlivanı Sürekâ önlerini çevirdi. Hz. Ebû Bekir Radiyallâhu anhu çok korkmuştu. Çünkü buna güç yetmezdi. Kendilerinin de silahı yoktu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Korkma, Allah bizimle beraberdir″ buyurdu. Sürekâ, kılıcı kaldırmış, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e vurmak için yaklaşınca yer yarıldı, yer atını içine aldı, Sürekâ kendisi de attan düşüp vuramadı. Çünkü kendinin de bütün azaları tutmaz olmuştu. Üç sefer böyle devam etti. En sonunda, Sürekâ şehâdet getirdi, Müslüman oldu.[10]

Hz. Ömer‘in, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in hicretinden haberi olmamıştı. Peygamber Efendimizin evine geldi ve onun evde olmadığını görünce oradakilere: ″Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem nerede?″ diye sordu. Onlar da: ″Allah’u Teâlâ kâfirlerin kendisine suikast yapacağını haber verdi ve Mekke’den ayrılmasını emretti. Bu sebeple Hz. Ebû Bekir ile beraber Medine’ye hicret etti″ dediler. Resûlullah Efendimizin bu hicreti üzerine müşriklerin beyleri: ″O, bizden korkup gizli olarak kaçtı, nereden gittiğini bilseydik öldürürdük″ dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer, evine geldi. Tam teçhizat bütün harp aletlerini kuşanıp atına bindi. Kâbe‘nin avlusunun dibinde oturan beylerin yanına geldi ve onlara: ″Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem malını, mülkünü, her şeyini bırakıp gittiği için, ben de her şeyimi bırakıp gidiyorum. Bu, mallarımızı size bağışlıyoruz mânâsına gelmiyor. Ne zaman olsa gelip burayı alacağız. O zaman kat kat fazlası ile sizden alacağım. Şimdi ben gidiyorum. Arkamdan, Ömer de kaçtı diyeceksiniz. Ben onun için size haber veriyorum. İçinizde karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa önüme çıksın. Arkamdan, Ömer gizli kaçmış, haberimiz olsa yolunu keserdik, demeyin. Benim gittiğim falan yoktur. Size mühlet tanıyorum, kim kendine güveniyorsa, yolumun üzerine çıksın″ diye nidâ etti. Hz. Ömer, atını Mekke‘nin çarşısında sağa sola koşturup, tekrar geldi yine şöyle nidâ etti: ″Anlamadık, duymadık, haberimiz olmadı demeyin. Ben, Medine‘ye gidiyorum, isteyen önüme çıksın.″ Beylerde yine bir ses yok. Herkes başını öne eğmiş dinliyordu. Üç sefer, Mekke‘nin çarşısında at koşturup, ″Ey Mekkeliler! Ben, Medine‘ye, filan yoldan gidiyorum, içinizde karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yolumun üzerine çıksın. Sonradan arkamdan laf atmayın″ diye tekrar nidâ etti. Herkes bakıyordu. Hz. Ömer çok hiddetli, çok kızgındı. Yine hiç kimsede ses yoktu. Seslenen olsa, orada harbe başlayacaktı. En son atını çevirip, yola düştü ve Medine‘ye geldi.

Nihâyet Resûlullah Sallallâhu aleyi ve sellem, Peygamberliğinin on dördüncü senesi, 12 Rebîulevvel pazartesi günü Medine’ye ulaştı. Medine’nin dışında Müslümanlar; kadın-erkek çoluk-çocuk herkes kasideler söyleyip def çalarak Peygamber Efendimizi karşıladılar. Bu karşılama töreninden sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, evvelâ Kuba’ya giderek akrabalık bağı olan Benî Neccar kabilesini ziyaret etmiştir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, 14 gece kadar Ben-i Avf mevkiinde kalmış ve bu müddet zarfında Kuba mescidini inşaa ettirmiştir. İslâm’da yapılan ilk mescit budur. Bu mescit tamamlandıktan sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Medine merkezine doğru yola çıktı. Günlerden Cuma idi. Cuma namazını yol üzerindeki bir dere kenarında yüz kadar Ashâb ile birlikte kıldı. Medine’de ilk Cuma burada kılındığı için, namaz kılınan yerin etrafı daha sonra çevrilmiş ve Cuma mescidi adı ile anılmaya başlamıştır. Cuma namazını takiben devesine binen Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, şehirde bulunan evlerin önünden geçmeye başladı. Medineli Müslümanların tamamı, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in misafirliği ile şereflenmek istiyordu. Bilhassa şehrin ileri gelenleri, devenin yularına asılıyor ve Efendimizi kendi evlerine götürüp misafir etmek istiyorlardı. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, devesi Kasvâ’yı kastederek:

خَلّوا سَبِيلَهَا فَإِنّهَا مَأْمُورَةٌ

″Hayvanı serbest bırakın, yolundan çekilin; o me’mûrdur (nerede çökeceği kendisine bildirilmiştir)!”buyurdu.[11] Deve nihâyet Benî Mâlik b. Neccâr’dan olan iki yetime ait bir arazide durdu. Orası onların hurma kurutma yerleri idi. Burası daha sonra yapılacak olan Mescid-i Nebevî’nin kapısının önü idi. Bu çocuklar Muaz b. Afra’nın gözetiminde idiler. Bunlar, Sehl b. Amr ile Süheyl b. Amr’dır.[12] Deve çöktüğü zaman Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onun üzerinde idi, inmedi ve sâbit kaldı. Deve tekrar hareket etti ve çok uzak olmayan bir yere yürüdü. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de onun yularını serbest bırakmıştı. Böylece deve Ebû Eyyüb Hâlid bin Zeyd’in yani Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin evinin önündeki arsaya çöktü. Ebû Eyyüb el-Ensârî Hazretleri, Peygamber Efendimizin göç eşyasını yüklendi evine koydu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onun yanına indi. O hurma kurutma yerinin kimin olduğunu sordu. Muaz b. Afra ona dedi ki: ″Yâ Resûlallah! O, Amr’ın iki oğlu Sehl ve Süheyl’indir. Onlar yanımda olan iki yetimindir. Ben yakında ondan dolayı onları râzı ederim, orayı mescit edebilirsiniz.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem o iki yetim çocuğa ücretlerini bizzat vererek orayı mescit edinmiştir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, mescidinin ve meskenlerinin inşâ olunmasına kadar Ebû Eyyüb el-Ensârî Hazretlerinin evinde kaldı. Mescidin inşaasında bizzat Peygamber Efendimiz de çalıştı.[13]

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Ebû Eyyüb el-Ensârî Hazretlerinin evine yerleşince, bu civarda bulunan kadınlar Resûlullah’ın misafir bulunduğu eve komşu olmak sevinciyle deliye dönmüşlerdi. Ellerindeki defleri çalıyor ve sevinçlerini şiirlerle dile getiriyorlardı. Bunların en güzel olanı ve en meşhuru günümüzde hâlâ söylenen ve ″talâ’al bedru aleynâ (üzerimize ay doğdu)″ diye bilinen kasidedir. Bu esnâda oynayan çocuklar bile birbirlerini tebrik ediyor ve; ″Câe Muhammed, Câe Resûlullah (Muhammed geldi, Allah’ın Resûlü geldi)″ diye yüksek sesle birbirlerine çağırıyorlardı. Hulâsa; koca şehir düğün evine dönmüştü.[14]

Yine Resûlullâh Sallallâhu aleyhi ve sellem, Ebû Eyyüb Hazretlerinin evine doğru gelirken, Neccâroğulları’dan bir kaç kızcağız deflerle karşısına çıkıp, övgü dolu beyitler söylemişlerdi. Bu olayı Enes Radiyallâhu anhu şöyle anlatmaktadır:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَرَّ بِبَعْضِ الْمَدِينَةِ فَإِذَا هُوَ بِجَوَارٍ يَضْرِبْنَ بِدُفِّهِنَّ وَيَتَغَنَّيْنَ وَيَقُلْنَ -نَحْنُ جَوَارٍ مِنْ بَنِي النَّجَّارِ. يَا حَبَّذَا مُحَمَّدٌ مِنْ جَارِ- فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَعْلَمُ اللّٰهُ إِنِّي لَأُحِبُّكُنَّ (ه عن أنس بن مالك)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, bir defâ Medine’nin bâzı yerlerinden geçti de âniden birkaç kızcağızla karşılaştı. Kızlar def çalıyor, nağme ile şiirler okuyorlar ve ″Biz Neccâr oğulları’nın kızlarıyız. Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hısımları olmak, onunla komşu olmak ne saâdet, ne büyük bir şereftir!″diyorlardı. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem onlara: ″Allah biliyor ki, vallâhi, ben de sizleri seviyorum!″buyurdu.[15]

Yine Enes Radiyallâhu anhu şöyle buyurmuştur:

لَمَّا كَانَ الْيَوْمُ الَّذِي دَخَلَ فِيهِ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ أَضَاءَ مِنْهَا كُلُّ شَيْءٍ فَلَمَّا كَانَ الْيَوْمُ الَّذِي مَاتَ فِيهِ أَظْلَمَ مِنْهَا كُلُّ شَيْءٍ وَلَمَّا نَفَضْنَا عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْأَيْدِي وَإِنَّا لَفِي دَفْنِهِ حَتَّى أَنْكَرْنَا قُلُوبَنَا (ت عن انس)

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Medine’ye hicret ettiği gün, her şey aydınlan­dı. Ruhunun kabzedildiği günde de her şey karardı. Biz onun defninde bu­lunurken henüz toprağından ellerimizi silkelememiştik ki, kalplerimizi tanımaz hâle geldik.″[16]


[1] İsmâil Hakkı Bursevî, Tefsir-i Rûh’ul-Beyan, c. 3, s. 395.

[2] Siret-i İbn-i Hişam, c. 2, s. 468. Bu husus bir diğer hadiste de şöyle geçmektedir: ″Bundan böyle sizin hicret edeceğiniz şehrin, iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.″ (Sahih-i Buhârî, Kefâlet, 4)

[3] O zamanda Medîne’ye hicretin farz olduğuna dair Sûre-i Nisâ, Âyet 97-99’a bakınız.

[4] Siret-i İbn-i Hişam, c. 2, s. 468.

[5] Bakınız: Mekke – Medine Rehberi, Mir’at’ül-Haremeyn, s. 149.

[6] İmam Kurtubî, el-Câmi’u li-Ahkam’il-Kur’an, c. 4, s. 97; Tercüme-i Tefsir-i Tibyan, c. 1, s. 388; Nûr’ul-Beyan, c. 2, s. 774.

[7] Burada geçen sefih ifadesi; saf, akılsız, hor görülen, kimsenin itibar etmediği kimseler anlamındadır. Müşrikler, Müslüman olan kimselere sefih diyerek onları hem hor görüp, hem de onlar saf olduğu için Müslüman olmuşlar gibi ithamda bulunuyorlardı. Nuh Aleyhisselâm’n kavmi de Nuh Aleyhisselâm’a îman edenler hakkında, aynı tâbiri kullanmışlardı. (Bakınız: Sûre-i Şuarâ, Âyet 111)

[8] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 18.

[9] Sahih-i Buhârî, Fedâil’ul-Ashâb 2, Menâkib 45; Sahih-i Müslim, Fedâil’üs-Sahâbe 1.

[10] Bu hususta bakınız: Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, c. 10, Hadis No: 1555.

[11] Siret-i İbn-i Hişam, c. 2, s. 494; Mekke – Medine Rehberi, Mir’at’ül-Haremeyn, s. 152.

[12] Hz. Süheyl, Bedir’de ve bütün savaşlarda hazır bulundu. Hz. Ömer’in hilâfetinde öldü. Hz. Sehl ise, Bedir’den başka bütün savaşlarda hazır bulundu ve kardeşi Hz. Süheyl’den önce öldü.

[13] Siret-i İbn-i Hişam, c. 2, s. 495-496.

[14] Mekke – Medine Rehberi, Mir’at’ül-Haremeyn, s. 153.

[15] Sünen-i İbn-i Mâce, Nikâh 21.

[16] Sünen-i Tirmizî, Menâkib 1.