Medine’nin Fazileti:

Medine, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimizin hicret yurdudur. Hicretten sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem burada yerleşmiş, burada vefât etmiş ve İslâm, cihana buradan yayılmıştır. Daha önce adı ″Yesrib″ idi. Hicretten sonra ″Peygamberin şehri″ anlamında ″Medînet’ün-Nebî″ denilmiş, daha sonraları ise sâdece ″el-Medîne″ veya ″Resûllah’ın nuruyla aydınlanmış şehir″ anlamında ″el-Medînet’ül-Münevvere″ diye söylenmiştir. Medine’nin ″Hoş ve güzel″ anlamında ″Tâbe, Taybe″ gibi adları da vardır.

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ da şöyle buyurmuştur:

كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِمَكَّةَ ثُمَّ أُمِرَ بِالْهِجْرَةِ فَنَزَلَتْ عَلَيْهِ {وَقُلْ رَبِّ أَدْخِلْنِي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَأَخْرِجْنِي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ لِي مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَانًا نَصِيرًا} (ت عن ابن عباس)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke’de bulunuyordu. Sonra ona Medine’ye hicret etmesi emredildi. İşte bunun üzerine; Ey Resûlüm! De ki: ″Yâ Rabbi! Beni gireceğim yere (Medine’ye) hoşnutlukla girdir, çıkacağım yerden (Mekke’den) de hoşnutlukla çıkar…″ diye devam eden Sûre-i İsrâ, Âyet 80 nâzil oldu.[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem miladi 622 yılında Allah’u Teâlâ’nın emriyle Medine-i Münevvere’ye hicret etmiştir.

Medine’nin diğer beldelerden üstün olduğu hususunda ulemânın çoğunluğu ittifak hâlindedir. Aynı şekilde Hz. Ömer Radiyallâhu anhu ve Ashâb-ı Kirâm’ın bir kısmı da bu şehri diğer şehirlerden, hattâ Mekke’den üstün tuttular. Yine mezhep imamlarından olan İmam Mâlik de bu görüştedir. Bâzı âlimler, ibâdet cihetiyle Kâbe’yi tercih etmişler; yer olarak ise Medine’nin üstünlüğüne kanaat getirmişlerdir.[2] Bu inanışın bir sebebi de şudur; her insan toprağından yaratıldığı yere gömülür. Dolayısıyla Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yaratıldığı toprağın Medine toprağı olması icap eder. Nitekim bâzı Yahudi kaynakları; Süleyman Aleyhisselâm’ın Medine’den geçerken bir yerde durup oraya hürmet gösterdiğini, son Peygamber olacak olan zâtın buraya gömüleceğini söylediğini haber verirler.

Ashâb-ı Kirâm’ın dahi Medine’yi tercih ettikleri şu hâdise ile sâbittir:

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem vefât edince Ashab-ı Kirâm, onun nereye defnedileceği hususunda ihtilafa düştüklerinde, Hz. Ali Radiyallâhu anhu; ″Peygamberlerin ruhunun kabz olunduğu yer, her yerden daha güzel ve efdaldir″ demiştir. Hz. Ebû Bekir Radiyallâhu anhu da; ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in, Nebîler kendi sevdikleri yere defnolunurlar, buyurduğunu bizzat ağzından işittim″ demiştir. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in defni hususunda Ashâb-ı Kirâm, Medine’yi tercih etmişlerdir.[3]Bu hâdise, bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle geçmektedir:

عَنْ مَالِك أَنَّهُ بَلَغَهُ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تُوُفِّيَ يَوْمَ الْاثْنَيْنِ وَدُفِنَ يَوْمَ الثُّلَاثَاءِ وَصَلَّى النَّاسُ عَلَيْهِ أَفْذَاذًا لَا يَؤُمُّهُمْ أَحَدٌ فَقَالَ نَاسٌ يُدْفَنُ عِنْدَ الْمِنْبَرِ وَقَالَ آخَرُونَ يُدْفَنُ بِالْبَقِيعِ فَجَاءَ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ فَقَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ مَا دُفِنَ نَبِيٌّ قَطُّ إِلَّا فِي مَكَانِهِ الَّذِي تُوُفِّيَ فِيهِ فَحُفِرَ لَهُ فِيهِ فَلَمَّا كَانَ عِنْدَ غُسْلِهِ أَرَادُوا نَزْعَ قَمِيصِهِ فَسَمِعُوا صَوْتًا يَقُولُ لَا تَنْزِعُوا الْقَمِيصَ فَلَمْ يُنْزَعْ الْقَمِيصُ وَغُسِّلَ وَهُوَ عَلَيْهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.

İmam Mâlik anlatıyor: Duyduğuma göre Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem pazartesi günü vefât etti, Ashap namazını cemaatsiz olarak münferiden kıldılar. Ashaptan bir kısmı minberin yanına, bir kısmı da Bâki kabristanlığına defnedelim, dediler. Tam bu sırada Ebû Bekir es-Sıddîk geldi. Ben, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Hiçbir Peygamber yoktur ki, ruhunu teslim ettiği yere defnedilmesin″ buyurduğunu duydum, dedi. Bunun üzerine derhal oraya bir mezar kazıldı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yıkanması esnâsında üzerindeki gömleği de çıkarmak istediler, gâipten bir ses: ″Gömleği çıkarmayın!″ dedi. Böylece cenâze, üzerindeki gömlekle yıkandı.[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Mekke’den hicret ederken:

اَللّٰهُمَّ إِنَّكَ أَخْرَجْتَنِي مِنْ أَحَبِّ الْبِلَادِ إِلَيَّ فَأَسْكِنِّي أَحَبَّ الْبِلَادِ إِلَيْكَ فَأَسْكَنَهُ اللّٰهُ الْمَدِينَةَ (ك عن أبى هريرة)

″Allah’ım! Mademki beni en sevdiğim yerden çıkardın, beni Senin en sevdiğin yere yerleştir″[5] diye duâ etmiştir. Bu duâdan sonra bütün ömrünü Medine’de geçirmiş olması, bu şehrin Allah katındaki kıymetini de göstermektedir.

Mekke’nin diğer yerlerden daha hayırlı olduğuna dair Hadis-i Şerifler mevcuttur. Ancak bu hadisler, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, henüz Mekke’den hicret etmeden evvel söylenmiştir. Anlaşılıyor ki; hicret ile, bu üstünlük Medine’ye intikal etmiştir.[6]Zîrâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

اَلْمَدِينَةُ خَيْرٌ مِنْ مَكَّةَ (طب قط في الافراد عن رافع بن خديج)

″Medine, Mekke’den daha hayırlıdır″ buyurmuşlardır.[7]

Medine-i Münevvere, beldelerin efendisidir. Bu hususta İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Medine’ye hitâben:

يَا طَيْبَةُ،يَا سَيِّدَةَ الْبُلْدَانِ (أبو نعيم عن ابن عمر)

″Ey Taybe (Medine)! Ey beldelerin efendisi!″[8]diye buyurduğunu nakletmiştir. Bu Hadis-i Şerif, Medine-i Münevvere’nin ″Beldelerin efendisi″ ismini almasına sebep olmuştur.

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Medine’den çıkıp gidecekler hakkında şöyle buyurmuştur:

الْمَدِينَةُ خَيْرٌ لَهُمْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ لَا يَدَعُهَا أَحَدٌ رَغْبَةً عَنْهَا إِلَّا أَبْدَلَ اللّٰهُ فِيهَا مَنْ هُوَ خَيْرٌ مِنْهُ وَلَا يَثْبُتُ أَحَدٌ عَلَى لَأْوَائِهَا وَجَهْدِهَا إِلَّا كُنْتُ لَهُ شَفِيعًا أَوْ شَهِيدًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ (م عن عامر بن سعد)

″Medine kendileri için daha hayırlı bir vatandır, eğer bilmiş olsalardı. Medine’den hoşlanmayarak onu terkeden bir kimse olursa, Allah’u Teâlâ Medine’de muhakkak o kimseden daha hayırlı olan birisini onun yerine getirecektir.[9] Medine hayatının zorluklarına karşı sebat gösteren kimse için ben mahşer gününde muhakkak bir şefaatçi veyahut da bir şâhid olacağım.″[10]

İmam Mâlik’e; ″Sana göre Haremeyn’den hangisinde yaşamak daha evlâdır″ diye sorulduğunda, ″Benim itikadımca Medine’de yaşamak, Mekke’de ikâmet etmekten daha üstündür″ cevabını vermiştir.[11]

İbrâhim Aleyhisselâm Mekke’yi harem kıldığı gibi, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de Medine’yi harem kılmış ve halkı için duâ etmiştir. Bu husus Enes İbn-i Mâlik Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

أَقْبَلَ حَتَّى إِذَا بَدَا لَهُ أُحُدٌ قَالَ هَذَا جَبَلٌ يُحِبُّنَا وَنُحِبُّهُ فَلَمَّا أَشْرَفَ عَلَى الْمَدِينَةِ قَالَ اللّٰهُمَّ إِنِّي أُحَرِّمُ مَا بَيْنَ جَبَلَيْهَا مِثْلَ مَا حَرَّمَ بِهِ إِبْرَاهِيمُ مَكَّةَ اللّٰهُمَّ بَارِكْ لَهُمْ فِي مُدِّهِمْ وَصَاعِهِمْ (خ م عن انس بن مالك)

Bir gün Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem ile beraber gittik. Uhud Dağı göründü. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″İşte bu Uhud Dağı! O, bizi sever, biz de onu severiz″ buyurdu. Medine görününce de buyur­du ki: ″Allah’ım! İbrâhim’in Mekke’yi haremgâh kıldığı gibi[12], ben de bu şehrin iki dağının arasını haremgâh kılıyorum. Allah’ım! Onların ölçülerini mübârek kıl. Allah’ım! Onların ölçülerini mübârek kıl.″[13]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

اَلْمَدِينَةُ حَرَمٌ مَا بَيْنَ عَيْرٍ إِلَى ثَوْرٍ (م عن على)

″Medine, Ayr dağından Sevr dağına kadar harem kılınmıştır.″[14]

اللّٰهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِي ثَمَرِنَا وَبَارِكْ لَنَا فِي مَدِينَتِنَا وَبَارِكْ لَنَا فِي صَاعِنَا وَبَارِكْ لَنَا فِي مُدِّنَا اللّٰهُمَّ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ عَبْدُكَ وَخَلِيلُكَ وَنَبِيُّكَ وَإِنِّي عَبْدُكَ وَنَبِيُّكَ وَإِنَّهُ دَعَاكَ لِمَكَّةَ وَإِنِّي أَدْعُوكَ لِلْمَدِينَةِ بِمِثْلِ مَا دَعَاكَ بِهِ لِمَكَّةَ وَمِثْلَهُ مَعَهُ (م ت عن ابى هريرة)

″Allah’ım! Bize Medinemizi mübârek kıl, müdd ve sa’ ile ölçülen meyvelerimizi bereket üzere bereketli kıl. Allah’ım! İbrâhim, Senin kulun, Peygamberin ve Halîlindir. Ben de Senin kulun ve Peygam-berinim. O Sana Mekke için duâ etti. Ben de Sana Medine için, onun Mekke hakkında yaptığı duâyı, bir misli fazlasıyla aynen yapıyorum.″[15]

اَللّٰهُمَّ اجْعَلْ بِالْمَدِينَةِ ضِعْفَيْ مَا جَعَلْتَ بِمَكَّةَ مِنْ الْبَرَكَةِ (خ عن أنس)

″Allah’ım! Mekke’ye verdiğin bereketin iki katını Medine’ye ver.″[16]

Medine, çok faziletli bir şehir olduğu için ona karşı yapılacak küçük bir fenâlığın bile günahı çok ağırdır. Böyle bir suç işleyenler suçlarının cezâsını mutlaka çekerler. Çünkü Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

وَلَا يُرِيدُ أَحَدٌ أَهْلَ الْمَدِينَةِ بِسُوءٍ إِلَّا أَذَابَهُ اللّٰهُ فِي النَّارِ ذَوْبَ الرَّصَاصِ أَوْ ذَوْبَ الْمِلْحِ فِي الْمَاءِ (م عن سعد بن ابى وقاص)

″Medine ahâlisine kötülük yapmak isteyen herhangi bir kimse çıkarsa, Allah’u Teâlâ muhakkak o kimseyi kurşunun ateşte erimesi yahut da tuzun suda erimesi gibi eritecektir″[17] haberini vermiştir. Bu sebeple Medine-i Münevvere’de işlenen günah küçük günahlardan bile olsa, yine büyük günahlardan sayılır. Bu Hadis-i Şerif’teki cezânın; bâzı âlimler mahşer günü gerçekleşeceğini, bâzı âlimler de, o kimselerin hayatta iken de cezâlarını göreceğini beyan etmişlerdir.[18]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَللّٰهُمَّ مَنْ ظَلَمَ أَهْلَ الْمَدِينَةِ وَأَخَافَهُمْ، فَأَخِفْهُمْ وَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللّٰهِ، وَالْمَلَائِكَةِ، وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ، لَا يَقْبَلُ اللّٰهُ مِنْهُ صَرْفًا وَلَا عَدْلًا (طب عن السائب بن خلاد)

″Allah’ım! Medine ahâlisine zulmedip onları korkutanı korkut. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun, Allah’u Teâlâ onun farz ve nâfileden yaptığı hiçbir ibâdeti kabul etmez.″[19]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem birçok Hadis-i Şerif’inde ise Medine halkına sevgi ve hürmet gösterilmesini istemektedir. Nitekim bir Hadis-i Şerif’inde:

الْمَدِينَةُ مُهَاجِرِي وَمَضْجَعِي مِنَ الأَرْضِ وَحَقٌّ عَلَى أُمَّتِي أَنْ يُكْرَمُوا جِيرَانِي مَا اجْتَنِبُوا الْكَبَائِرَ، فَمَنْ لَمْ يَفْعَلْ ذَلِكَ سَقَاهُ اللّٰهُ طِينَةَ الْخِبَالِ عُصَارَةَ أَهْلِ النَّارِ (قط عن جابر طب عن معقل بن يسار)

Medine benim hicret diyârımdır. Arzda yatacağım yerdir. Büyük günahtan sakındıkları sürece, komşularıma (Medinelilere) hürmet ve yardım etmek ümmetim üzerine bir borçtur. Her kim böyle yapmazsa, Allah’u Teâlâ ona helâk çamurundan; Cehennem ehlinin irinlerinden akan sudan içirir.″[20]

Bu Hadis-i Şerif’e istinâden İmam Mâlik, kendisinden öğüt isteyen Abbasi halifesi Mehdi’ye Medine halkını gözetip koruması tavsiyesinde bulunmuştur. Bir zaman bu halife, Kabr-i Saadet’e ziyaret kastıyla Medine’ye gelmişti. İmam Mâlik ve şehir eşrafı onu bir mil uzaktan karşılamışlardı. Mehdi, onlara çok büyük iltifatlarda bulundu. Bunun üzerine İmam Mâlik; ″Ey Mü’minlerin Emiri! Sen şimdi şehre girecek ve sağda solda bir takım insanlar göreceksin, onların her birine ayrı ayrı selam ver ve iltifatta bulun, çünkü onlar Ensar ve Muhâcirlerin torunları olup yeryüzünde kendilerinden daha hayırlısı olmayan bir topluluktur″ dedi. Halife; ″Bu sözler için delilin nedir?″ diye sordu ve şu cevabı aldı: ″Yeryüzünde Resûlullah’ın kabrinden başka hiçbir Peygamberin kabri mâlum (kesin olarak belli) değildir. Böyle bir kabrin komşusu olan halk elbette şerefçe en üstündür.″ Halife, bu tavsiyeye uyarak Medine halkına fevkalade iltifat ve ihsanlarda bulunmuştur. Hulâsa Medine’nin faziletleri anlatılmakla bitmez.[21]

Ashâb-ı Kirâm Medine’ye göçünce bu yeni memleketi garipsediler, eski vatanları olan Mekke’yi özlemeye başladılar. Bir gün Bilal-i Habeşî şöyle duâ ediyordu: ″Yâ Rabbi! Filanca filancaya lânet et ki, onlar bizi memleketimizden çıkarıp vebâsı çok bir memlekete göç etmemize sebep oldular.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bu bedduâyı işitince, mukâbil olarak şu duâda bulundu:

اَللّٰهُمَّ حَبِّبْ إِلَيْنَا الْمَدِينَةَ كَحُبِّنَا مَكَّةَ أَوْ أَشَدَّ ... (خ م عن عائشة)

″Allah’ım! Bize Medine’yi sevdir, Mekke’yi sevdirdiğin gibi hattâ daha fazla sevdir…″[22] Hakîkaten Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Medine’yi çok severdi. Ne zaman bir seferden dönse, şehrin sokaklarını dolaşır, her tarafı gözleriyle okşayarak seyrederdi. Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ إِذَا قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ فَنَظَرَ إِلَى جُدُرَاتِ الْمَدِينَةِ أَوْضَعَ رَاحِلَتَهُ وَإِنْ كَانَ عَلَى دَابَّةٍ حَرَّكَهَا مِنْ حُبِّهَا (خ ت عن انس)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir seferden dönünce, Medine’nin duvarlarına bakar, develerini hızlandırırdı. Eğer bir bineğin üzerinde ise, onu tahrik ederdi. Bu davranışı, Medine’ye sevgisinden ileri gelirdi.″[23]

Medine’nin tozunun dahi şifâ olduğuna dair Sa’d Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmaktadır:

لَمَّا رَجَعَ النَّبِىُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ تَبُوكَ تَلَقَّتْهُ رِجَالٌ مِنَ الْمُتَخَلِّفِينَ فَأثَارُوا غَبَاراً فخَمَّرَ بَعْضُ مَنْ كَانَ مَعَهُ أنْفَهُ، فأزَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اللِّثَامِ عَنْ وَجْهِهِ وَقَالَ وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ اِنَّ غُبَارَهَا شِفَاءٌ مِنْ كُلِّ دَاءٍ وَاَرَاهُ ذَكَرَ وَمِنَ الْجُزَامِ وَالْبَرَصِ (اخرجه رزين عن سعيد)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Tebuk’ten dönünce, Medine’de kalmış olanlardan bâzıları, onu karşıladılar. Bu sırada toz kaldırdılar. Bunun üzerine beraberinde bulunanlardan bâzıları burun-larını sardı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem yüzündeki sargıyı çıkardı ve ″Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Medine’nin tozu, her hastalığa şifâdır″ buyurdu. Sözüne devamla: ″Cüzzam ve ebras hastalığından″ diye saydığını gördüm.[24]

Yine Medine hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّهَا طَيْبَةُ تَنْفِي الْخَبَثَ كَمَا تَنْفِي النَّارُ خَبَثَ الْفِضَّةِ (خ عن زيد بن ثابت)

″Medine pak ve temiz bir yerdir. Ateş gümüşün posasını attığı gibi Medine de murdar olanı dışarı atar.″[25]

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in haber verdiğine göre: ″Medine sokaklarında vebâ hastalığı ile deccali menetmekle vazifeli melekler bulunmaktadır.[26] Deccal kıyâmete yakın ortaya çıkacak ve sonunda İsâ Aleyhisselâm Allah’ın izni ile gökten inerek deccal ile savaşacak ve onu Şam tarafında öldürecektir.″[27]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir Hadis-i Şerif’inde:

مَنْ اسْتَطَاعَ أَنْ يَمُوتَ بِالْمَدِينَةِ فَلْيَمُتْ بِهَا فَإِنِّي أَشْفَعُ لِمَنْ يَمُوتُ بِهَا (ت عن ابن عمر)

″Sizden biri Medine’de vefât etmeye gücü yeterse, orada vefât etsin! Çünkü ben, Medine’de vefât edenlere şefâat edeceğim″[28] diye buyurmuştur. Peygamber Efendimiz Medine’de ölenleri şefaatle müjdelediği için, halk orada ölenler için ağlayıp dövünmez. Bir kimse hasta olunca ilaç yerine su verirler, hastalık devam ediyorsa Mescid-i Nebevî’ye getirip iyileşmesi için duâ ederler, eğer yine iyileşmezse artık hastanın öleceğini anlayıp hazırlığa başlarlar. Hasta vefât edince, naaşı Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in kabirleri önüne getirilerek şefaatleri ricâ edilir. Önce vakit sonra da cenâze namazı kılındıktan sonra tesbih ve tahlil çekilerek naaşı alıp Bâki mezarlığına götürüp defnederler.

Medine’de cenâze namazından sonra musâfaha âdettir. Cenâze yakınları ile musâfaha yaparlar. Bu âdet, Hz. Hasan b. Ali Radiyallâhu anhumâ’nın vefâtından kalmış bir sünnettir. Çünkü Hz. Hasan vefât edip, Bâki mezarlığına defnedildiği zaman kardeşi Hz. Hüseyin Efendimiz Bâki kapısında durup ahâli tarafından arzolunan tâziyeyi musâfaha ederek kabul buyurmuşlardır.[29] Hz. Hasan Radiyallâhu anhu, öleceği zaman kardeşine şu vasiyette bulunmuştu: ″Eğer benim Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına gömülmeme müsaade edilmezse hiç olmazsa cenâzemi birkaç dakika kadar, Efendimiz’in kabri önünde bekletin, sonra dışarı gömersiniz.″


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 18.

[2] İmam-ı Âzam, İmam Şâfii ve Ahmed b. Hanbel; Mekke’de yapılan ibâdetlerin üstünlüğünü anlatan Hadis-i Şeriflerden dolayı Mekke’nin üstün olduğunu beyan etmişlerdir.

[3] Mir’at’ül-Haremeyn, Mir’at-ı Medîne, c. 4, s. 170.

[4] İmam Mâlik, Muvatta, Cenâiz 10.

[5] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 4230; Delâil’ün-Nübüvve Li’l-Beyhakî, Hadis No: 773; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 34940.

[6] Mir’at’ül-Haremeyn, Mir’at-ı Medîne, c. 4, s. 171.

[7] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebîr, Hadis No: 4324; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 34801; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 233/11. Bu Hadis-i Şerif bir diğer rivâyette de, اَلْمَدِينَةُ أَفْضَلُ مِنْ مَكَّةَ″Medîne, Mekke’den efdaldir (daha üstündür)″ diye geçmektedir. (Mir’at’ül-Haremeyn, Mir’at-ı Medîne, c. 4, s. 172)

[8] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 34941.

[9] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 485/10.

[10] Sahih-i Müslim, Hac 85 (459 Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 488/10.

[11] Mir’at’ül-Haremeyn, Mir’at-ı Medîne, c. 4, s. 171.

[12] Bakınız: Sûre-i Bakara, Âyet 126.

[13] Sahih-i Müslim, Hac 85 (462 Sahih-i Buhârî, Cihat 71.

[14] Sahih-i Müslim, Hac 89. Ayr dağı; Medine’nin güneyinde, Kuba’nın güneybatısında bir dağ. Sevr de; Medine’nin kuzeyinde Uhud dağının arkasında uzanan dağdır.

[15] Sahih-i Müslim. Hac 85 (473 Sünen-i Tirmizî, Daavât 55, Kütüb-i Sitte, Hadis No: 4605.

[16] Sahih-i Buhâri, Fedâil’ül-Medîne 10; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 185/9.

[17] Sahih-i Müslim, Hac 85 (460 Sahih-i Buhâri, Fadl’ül-Medîne 8; Sünen-i İbn-i Mâce, Menâsik 104; Ahmed b. Hnbel, Müsned, Hadis No: 1520; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 401/6.

[18] Mir’at’ül-Haremeyn, Mir’at-ı Medîne, c. 4, s. 175-176.

[19] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 6498; Ahmed b. Hanbel, Hadis No: 15963; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 34884, 34890. Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 398/7, 395/6. Bir rivâyette de; ″Allah’ım! Her kim bana ve memleketim olan Medîne ahâlisine kötülük yapmak diler ise, onun helâkında acele et. Ve her kim Medîne ahâlisine zulmeder yahut korkutursa, onu sen de korkut″ diye geçmektedir. (Mir’at’ül-Haremeyn, , Mir’at-ı Medîne, c. 4,, s. 176)

[20] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 233/13; Bir rivâyette de ziyâdeyle; ″Ben, Medîne’den diriltilip kaldırılacağım, bana olan hürmet hasebiyle kim Medîne halkına hürmet ederse ben de ona mahşer gününde şefaatçi ve şâhit olurum″ diye geçmektedir. (Mir’at’ül-Haremeyn, Mir’at-ı Medîne, c. 4, s. 176)

[21] Mir’at’ül-Haremeyn, Mir’at-ı Medîne, c. 4, s. 180.

[22] Sahih-i Buhârî, Daavât 42; Sahih-i Müslim, Hac 86 (480).

[23] Sahih-i Buhârî, Fezâil’ul-Medîne 10; Sünen-i Tirmizî, Daavât 44; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 4614.

[24] Kütüb-i Sitte, Hadis No: 4615.

[25] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Nisâ 13; Fedâil’ül-Medîne 10.

[26] Bakınız: Sahih-i Buhârî, Fedâil’ul-Medîne 9; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 486/4.

[27] Hz. Îsâ’nın ölmediğine, kıyâmetten evvel Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmeti olarak tekrar yeryüzüne inip Deccal’ı öldüreceğine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den mütevatir haberler zikredilmiştir. Bu hususta o kadar çok Hadis-i Şerif var ki, hiçbir şüpheye mahal olmayıp, inkârı da mümkün değildir. Ayrıca bu hususta bakınız: Sûre-i Zuhruf, Âyet 61; Sûre-i Nisâ, Âyet 157-158; Sahih-i Buhârî, Buyû 102, Enbiyâ 49; Fedâil’ul-Medîne 9; Sahih-i Müslim, Îman 71 (242 Sünen-i Ebû Dâvud, Melâhim 14; Sünen-i Tirmizî, Fiten 54; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 65/1; 362/1; Tefsir-i İbn-i Ebî Hâtim, Hadis No: 6266; İmâm-ı Şa’râni, Muhtasaru Tezkirat’il-Kurtubî, s. 188-189; Mekke – Medîne Rehberi, Mir’at’ül-Haremeyn, s. 128.

[28] Sünen-i Tirmizî, Menâkib 61; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 5180; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 402/11; Sünen-i İbn-i Mâce, Menâsik 104.

[29] Mir’at’ül-Haremeyn, Mir’at-ı Medîne, c. 4, s. 56; Mekke – Medîne Rehberi, Mir’at’ül-Haremeyn, s. 106.