HAC VEYA UMREDE ZİYÂRET ÂDÂBI:

Âyet-i Kerîme’de: Onlar için lâyık olan, mescitlere Allah’tan korkarak girmekti[1] diye buyrulmaktadır. Mescitler, Kâbe’nin bir şûbesi gibidir. Eğer mescitlere korkarak girmemiz gerekiyorsa Kâbe’ye girerken çok daha fazla korkarak girmemiz gerekir. Tavaf esnâsında da, namaz kılarken de, oturup kalkarken de Allah’a karşı terki edepte bulunmadan Allah’ın huzurunda olduğumuzu düşünerek girmemiz gerekir.

Allah’u Teâlâ’nın sevmediği yedi ahlâk vardır, bunlardan birisi de kibirlenmek, kendini büyük görmektir. O yüzden ziyaretlerimizi yaparken bu kutsal mekânlarda ve günlük yaşantımızda da dikkat etmemiz gereken; kim olursa olsun, insanlara rahatsızlık vermeden, olay çıkarmadan, engin gönüllü ve tevazulu bir şekilde ibâdetlerimizi yapmaktır. Nitekim Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ تَخَطَّى رِقَابَ النَّاسِ يَوْمَ الْجُمُعَةِ اتَّخَذَ جِسْرًا اِلَى جَهَنَّمَ (ت عن معاذ بن أنس الجهني عن أبيه)

″Her kim Cuma günü Müslümanların omuzlarından aşarak öne geçerse Cehenneme giden bir köprü kurmuş olur.″[2]

Kâbe’ye bakmak ibâdettir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

خَمْسٌ مِنَ الْعِبَادَةِ: قِلَّةُ الطَّعْمِ وَالْقُعُودِ فِي الْمَسَاجِدِ وَالنَّظَرُ إِلَى الْكَعْبَةِ وَالنَّظَرُ فِي الْمُصْحَفِ وَالنَّظَرُ إِلَى وَجْهِ الْعَالِمِ (فر عن أبي هريرة)

″Şu beş şey ibâdettendir: Az yemek, mescitlerde oturmak, Kâbe’ye bakmak, Kur’ân-ı Kerîm’e bakmak ve âlimin yüzüne bakmak.″[3]

Kâbe-i Muazzama, Ravza-i Mutahhara ve bütün kutsal mekânlarda insanların birbirlerine hal hatır sormak gibi lüzumsuz söz ve davranışlarda bulunması bu makamlara karşı yapılmış bir saygısızlık olur. Bu sebeple Kâbe’nin avlusuna ve Ravza-i Mutahhara’nın kapısından içeri girildiğinde, mümkün olduğu kadar telefonla konuşmamak, kamerayla çekim yapmamak, dünyâ kelâmı konuşmamak gerekir. Ancak hatıra için birkaç resim çekilebilir. Kâbe’de Allah’u Teâlâ’nın evinde olduğumuzu, Ravza-i Mutahhara’da da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda olduğumuzu unutmamalıyız.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyurmuştur:

مَنْ زَارَ قَبْرِى بَعْدَ مَوْتِى كَانَ كَمَنْ زَارَنِى فِى حَيَاتِى (طب عن ابن عمر)

″Vefatımdan sonra benim kabrimi ziyaret eden aynı hayatımda iken beni ziyaret etmiş gibidir″[4]

Bu nedenle Peygamber Efendimizi görmesek de, Kabr-i Şerif’inde sağ olduğunu düşünerek hareket etmeliyiz. Ziyaretimizi de bu şuurla yapmamız gerekir. Buna dair Allah’u Teâlâ Sûre-i Hucurat, Âyet 1-5’te şöyle buyurmaktadır:

″Ey îman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah’u Teâlâ, her şeyi işiten ve bilendir.* Ey îman edenler! Seslerinizi, Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi, onunla da yüksek sesle konuşmayın. Yoksa amelleriniz boşa gider de farkında bile olmazsınız.* Resûlullah’ın huzurunda seslerini kısarak konuşanlar, Allah’u Teâlâ’nın, kalplerini takvâ için imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.* Ey Resûlüm! Seni odaların dışından çağıranların çoğu düşüncesiz kimselerdir.* Eğer onlar, sen onların yanına çıkıncaya kadar sabretselerdi, kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhametlidir.″

Hac veya umreye gidildiğinde, bir kimse çocuklarına, yakın çevresine oranın bir hatırası olarak birkaç parça hediyelik eşya alabilir. Bunun hâricinde mümkün olduğu kadar orada hayır hasenatta bulunmalıdır. Muhammed Bilal Nâdir Hazretleri; Mekke’de hac veya umre görevleri olduğundan, oradaki ibâdetlerimizi daha huzurlu ve huşû ile yapmamız ve kalbin de dünyalık işlerle meşgul olmaması için yapılacak alışverişlerin Medine’den alınmasını tavsiye etmiştir.

Bir takım yanlış uygulamalar âdet hâline gelmiş; hacca ve umreye gidenlerin dönüşlerinde gelen misafirlerine battaniye, seccade, tespih gibi hediyelik eşya vermeleri sanki zorunlu hâle gelmişir. Bu ve buna benzer uygulamalar yanlıştır. Hediye, hiçbir karşılık beklenmeden yapılır. Zîrâ karşılık bekleyerek ve zorunlu olarak verilen hediye de hediye olmaktan çıkar.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِذَا كَانَ آخِرَ الزَّمَانِ خَرَجَ النَّاسُ اِلَى الْحَجِّ أَرْبَعَةَ أَصْنَافٍ سَلَاطِينُهُمْ لِلنُّزْهَةِ وَأَغْنِيَاؤُهُمْ لِلتِّجَارَةِ وَفُقَرَاؤُهُمْ لِلْمَسْأَلَةِ وَقُرَّاؤُهُمْ لِلسُّمْعَةِ (خط عن انس)

″Âhir zamanda insanlar dört sınıf olarak hacca giderler; sultanlar gezmek için, zenginler ticaret için, fakirler dilenmek için, kurrâlar (hâfızlar, okuyup ilim öğrenenler) gösteriş için hacca giderler.″[5]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

إِنَّ فِي جَهَنَّمَ لَوَادِ يَسْتَعِيذُ جَهَنَّمُ مِنْ ذَلِكَ الْوَادِي فِي كُلِّ يَوْمٍ أَرْبَعَ مِائَةِ مَرَّةٍ أُعِدَّ ذَلِكَ الْوَادِي لِلْمُرَائِينَ مِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لِحَامِلِ كِتَابِ اللّٰهِ وَلِلْمُصَّدِّقِ فِي غَيْرِ ذَاتِ اللّٰهِ وَلِلْحُجَّاجِ إِلَى بَيْتِ اللّٰهِ وَلِلْخَارِجِ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ (طب عن ابن عباس)

″Cehennemde bir vâdi vardır. Cehennem günde dört yüz defa o vâdiden Allah’u Teâlâ’ya sığınır. Buraya Ümmet-i Muhammed’in riyâkarları girecektir. Bunlar şu kimselerdir: Riyâkar hafızlar, sadakayı Allah rızâsından başka bir maksatla vermiş olanlar, hacca itibar kazanmak için gitmiş olanlar ve gazâya Allah rızâsından başka maksatla gitmiş olanlar.″[6]


[1] Sure-i Bakara, Âyet 114.

[2] Sünen-i Tirmizî, Cuma 17; Sünen-i Nesâî, Cuma 20.

[3] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 43493; Deylemî, Müsned’ül-Firdevs, Hadis No: 3966. Bir diğer Hadis-i Şerif’te; ″Anne, babanın yüzüne bakmak da ibâdettir″ diye geçmektedir (Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 238/14). Bir Hadis-i Şerif’te de; ″Âlim ile oturmak ibâdettir″ diye geçmektedir. (Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 392/6)

[4] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 13314; Kenzü'l-İrfan Hadis No: 326: Bir diğer rivayette de: من حج فزارنى بعد وفاتى عند قبرى كان كمن زارنى فى حباتى. (ابو الشيخ طب عد عن ابن عمر) ″Her kim hac yapar ve vefatımdan sonra kabrimin yanında durarak beni ziyaret ederse hayatımda iken beni ziyaret etmiş gibidir diye geçmektedir. (Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 12368)

[5] İhyâu Ulumi’d-Dîn, c. 1, s. 747; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 503/9.

[6] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12632; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 127/3.